24 Şubat 2014 Pazartesi

Akıllanıyormuyuz?, Mehmet DURMUŞ, Küre Medya, Bu küreye dair ne varsa...

Akıllanıyormuyuz?, Mehmet DURMUŞ, Küre Medya, Bu küreye dair ne varsa...

Son aylarda bütün ülke gündemini işgal eden, kulislerin başat konusu neo-nurculuk-AKP çatışması bize ne öğretti?

Hemen hemen hiçbir şey...

Hiçbir şey, çünkü öğrendiklerimiz sadece, derin yaranın kabuk kısmının bir parçasıyla alakalı. İnsanların erişebildiği en ileri 'kavrayış' sadece, "vay bee! Bunlar neymiş böyle!" ayarında, ilgili zümreyle ilgili bir şaşkınlık durumudur; hepsi bundan ibaret.

Peki, ne öğrenmemiz gerekiyordu ki?

'Toplum olarak' demeyeceğim ama ümmet olarak, İslam ümmeti olarak keşke bütün bu yaşananlardan büyük büyük dersler, ibretler çıkartabilseydik. Keşke Müslümanlar olarak, bu kadar zihnî bir sefalet içine düşmeseydik. Bu kadar tefekkür fakiri olmasaydık.

Şu anda, uyanması mümkün olmayan derin uykulara dalmışız; gözlerimiz ancak kıyamette açabilecek denli sürmeli.

İşin hüzünlü tarafı, hemen herkes, yaşanan savaştan çok büyük bilgiler edindiğini, paha biçilmez ibretler aldığını sanmaktadır.

Oysa, ne acıdır ki, hemen hiçbir ibret yok.

Neden peki?

Bunun en büyük sebebi şudur: İslam ümmeti olarak, İslam'la ilişkimiz oldukça sorunludur. Aslında şu anki durumumuz, 610'lu yıllarda, İbrahim Peygamber'e istinad ettirilen, 2600 yıllık muharref bir geleneğe sığınarak Muhammed (sav)'e itiraz eden Mekke toplumunu çağrıştırmaktadır. O gün, binlerce yıllık geleneğin ardına sığınan, İbrahim'i de istismar eden toplumun konforunu Kur'an bozuyor ve hallerini ıslah ediyordu. Bugün ise aynı Kur'an, o günün Mekke'sine öykünen bir geleneğin nesnesi kılınmaktadır.

Asırlar var ki, Kitab-ı Kerim'e, mevtanın toprağına üflenen 'nazm-ı celil'i dışında ihtiyacımız olmamış. Yine asırlar var ki, dünyanın en büyük inkılâbını gerçekleştirmiş Peygamber (a.s)'a, adeta Leyla'nın Mecnun'una benzer bir rol vermişiz. Rasulullah (a.s)'ın gerçek hayatı ortadayken, İslam'ı nasıl anladığı, nasıl onu ahlak haline getirdiği ve nasıl tebliğ ettiği gayet vazıh iken, biz onu bir masal kahramanına dönüştürdük.

Şimdi de kalkmışız, neo-nurcuların televizyon kanal(izasyon)larında, Peygamberi küfretmenin en kaba bir biçimi olarak, mezarından kaldırılan Peygamber'in, bir ışık hüzmesi halinde yeryüzüne, neo-nurcuların film setine indirilip, bir kamyona bindirilmesine tepki gösteriyoruz!

Bu tepki ne kadar haklıdır? Bu tepki bir ilme mi dayanmaktadır? Bu tepki, Peygambere olan imanımızın gereği, ona yakıştırılan kafirliklere razı olamayışımızdan mı neşet etmektedir? Aynı ahlaksızlık, 17 Aralık'tan önce işlenseydi, yine 'ehli sünnet' muhteremlerin aynı tepkisine neden olacak mıydı? 'Olurdu' diyenlere birkaç hatırlatmada bulunmak isterim.

Geçmişte, bazı batılı gazete ve dergilerde ve hatta Papa tarafından Peygambere yapılan hakaretlere tepki gösterenler, neo-nurcuların yaptığı, bunun on katı hakaretleri asla görmediler. Onlarda daima bir hikmet aradılar. Peygamber, neo-nurculuğun bütün mistik, siyasî ve fıkhî hezeyanına alet edildi.

Peygamber, Neo-nurculuğun, Yahudi ve Hristiyan dostu imamının köyüne, Ali b. Ebi Talib'le birlikte getirilerek, orayı ebediyen depremden koruyacak kazıklar çaktırıldı.

Yahudi ve Hristiyanları incitmemek için, 'la ilahe illallah muhammedun Rasulullah' kelime-i tevhidinin 'Muhammed Rasulullah' kısmını telaffuz etmemek gerektiği önerildi.

Ehli kitabın, Allah'ın kafirlik dediği amentüsü ile ortak olduğumuz iddia edildi.

Klasik nurculuğun cevşen, celcelutiye gibi hezeyanları Peygamber ismi üzerinden insanlara yutturuldu.

Peygamber Muhammed (sav)'in, İsa'nın annesi Meryem'le nikahı kıyıldı.

Peygambere atfedilen birkaç tane kıl "sakal-ı şerif" adı altında camilerde, kandil günlerinde adeta haşhaş içirir gibi, insanları kendilerinden geçirmeye devam edilmektedir.

Şu anda 'paralel din'in hıyanetleri bir bir ortaya dökülüyor; İslam'a ne kadar aykırı muzır iş varsa, onu peygambere söyletiyorlar. Fakat işte buna çok şaşırmamak gerekiyor, çünkü İslam'ın karanlık 'arka bahçesi' olan geleneksel kültürde bunlardan daha fazlası var. Bu kültürde Muhammed (sav) 'nur-ı Muhammedî', 'hakîkat-i Muhammediye' adı altında kelimenin tam anlamıyla bir tanrı-Peygamber yapılmıştır. Muhammed, bütün kainatın kendi yüzü hürmetine yaratıldığı, yarı tanrı bir üst insan kılınmıştır.

Bütün bunların, 'paralel' karşıtlarında bir eleştiri almaması, bugünkü çatışmanın özünü kavramak için iyi bir göstergedir.

Eleştiri, bizatihi şirke, küfre, sapkınlıklara değil, egemenlik çatışması yaşanan kesimlere yöneliktir.

Peygamber (a.s), nurculuğun dışında da her türlü şirkin, ahlaksızlığın nesnesi yapılmaktan hiç haya edilmedi. Kimisi, Kur'an vahyinin Muhammed'den Muhammed'e geldiğini (bu durumda Muhammed hem Peygamber, hem de Allah oluyor!) ileri sürdü. Kimisi, Muhammed'i Allah'la eşitledi.

Burada şu önemli soruyu sormamız gerekmiyor mu: nurculuğun Peygamberi konu ettiği hezeyanlarla, başka meşreplerin, mesela "Muhammed eşittir Allah" diyen hezeyanlarını karşılaştırdığımızda, bu sonuncusu, nurcularınkinden daha mı ehven ki, bunlar nurcular kadar tepki almamaktadır? "Muhammed eşittir Allah" demek, hiç tartışmasız, Peygamberi bir ışık kümesine dönüştürüp, bir kamyon kasasına bindirmekten çok daha büyük bir küfürdür. Fakat önemli olan şudur: nurcular şu an için iktidar gücü tarafından hedef tahtasına konulmuşken, diğerleri konulmamıştır. Ve iktidar bilakis, hedef tahtasında olmayan kesimlere sırtını dayamıştır; tıpkı bir zamanlar da nurculuğa dayadığı gibi.

Buradan ne sonuç çıkmaktadır: kavganın sebebi, akidede ayrışma değil, iktidara şirk koşturup koşturmama mücadelesidir.

***
Allah adına ve Allah adıyla, İslam ümmeti olarak bir kere dirilmek, bir kere daha hayata dönmek için işe nereden başlamamız gerektiği çok açık ve net değil midir? İşe, akideden başlamamız gerekmektedir. Akidemizi Kur'an'la yeniden tashih etmemiz gerekmektedir. Kur'an'a dönüş hayati bir meseledir. Kur'an önünde diz çökeceğiz. Kur'an'ı "anlamsız parçalara" ayırmaktan (15/Hıcr, 91) korkacağız. Kur'an'a yeniden iman edeceğiz. "Ama her şey Kur'an'da yazmaz ki!" diyenlere, bu söylemle nurculuk türü hezeyan odaklarının türemesi arasında bir alaka olup olmadığı sorusunu yönelteceğiz. Akidemizi sadece ve sadece Kur'an'ın tayin ettiğine iman edeceğiz. Peygamber (a.s)'ın sadece bu Kur'an'ı tebliğ ettiğini idrak edeceğiz.

Hemen bunun akabinde, ahlakımızı düzelteceğiz. Kur'an bizimle hayata girecek. İslam bayramdan bayrama, kandilden kandile değil, günlerin bütününde, hayatın tamamında bizim Din'imiz olacak.

Üçüncü adım olarak ise, İslam'ın tebliğ ve siyasal yönteminin de kesin olarak kendi cinsinden olması gerektiğini bileceğiz.

Yıllar var ki, şu anda adı 'paralel yapı' konmuş olan İslam dışı bir zihniyetin mistik ve siyasî hezeyanları her eleştirildiğinde, şu anda onlara yapmadık hakaret bırakmayan çevreler, bu adamların üzerine pelesenk oldular, onları eleştiriden korudular. Bütün keramet masallarında, bizim göremediğimiz hikmetler, gizli manalar aradılar.

Şimdilerde bu insanlar deşifre oldular, öyle görünüyor. Ama fark edenler ediyorlar ki, hala meselenin özüne değinilmemektedir.

Şayet 'hizmet' hizbinin AKP'ne kurduğu pusu deşifre olmasaydı, herkes de biliyor ki, FG'in hiçbir hezeyanı bu toplumun tepkisine neden olmayacaktı. Peygamberin ışınlanmış bir vaziyette mezarından çıkartıp, Anadolu'ya getirtilmesi hiç bu kadar tepki almayacaktı. Bir sonraki Türkçe olimpiyatlarda Peygamber tribünlerdeki yerini yine alacaktı, belki seçimlerde sandık başında nöbet tutturulacaktı, twitter ve face tandanslı rüyalar muhafazakarların öfkesini değil, tasvibini alacaktı.

Şu anda, neo-nurculuk gözden düşüyor ama başka batıllar onun yerini doldurmaktadır. Hayatımızı Kur'an doldurmadıkça, boşlukları dolduracak şirk ve küfür unsurları haddinden fazladır.

Kur'an'la değil de, modern cahiliye ile doldurulan sosyal ve siyasal alanlara kol kanat gererek mankurtlaşma sırası şimdilerde, eski 'islamcı'ların yeni bir dalgasında gözükmektedir 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder