23 Eylül 2013 Pazartesi

Ictimai Nizam

Ictimai Nizam
KADINA BAKMAK
Herhangi bir kadınla evlenmek isteyen kimse, bir arada yalnız kalmamak şartıyla ona bakabilir. Cabir'in rivayet ettiği hadiste, Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır:



"Evlenmek için bir kadına talip olan kimse yapabilirse nikahlamasına cezbeden yerine baksın.” Cabir anlatıyor: "Ben bir kadını istemiştim. Onu gizli olarak görmeğe çalışıyordum, nihayet onu görme imkanını buldum ve onunla evlendim."  

İzni olsun veya olmasın evlenilecek kıza bakmakta bir sakınca yoktur. Çünkü Rasulullah (s.a.v.); mutlak anlamda bakmayı bize emretmiştir. Nitekim yukarıda geçen Cabir hadisinde  "Ben ona gizlice bakıyordum" tabiri bunu ifade etmektedir. Ancak bu bakma işinin yalnızca bir arada olması caiz değildir. Çünkü Nebi (s.a.v.) şöyle buyurdu:

"Allah'a ve ahiret gününe iman etmiş olan kimse, yanında mahremi olmadan bir kadın ile yalnız başına bir arada bulunmasın. Çünkü onların üçüncüsü şeytandır."  

Bu hadis genel olup, yukarıdaki hadiste yer alan istisna gibi evlenmek isteyen kimse hakkında herhangi bir istisna yapmamaktadır. Ancak, evlenmek isteyen kimse kadının el ve yüzüne bakabileceği gibi, el ve yüzünün dışındaki uzuvlarına da bakabilir. Zira el ve yüze bakmak genel bir ifadedir. Bu ifade evlenmek isteyen kimseyi kapsayacağı gibi evlenmek gibi bir düşüncesi olmayan kimseleri de kapsar. Dolayısıyla kadının eline ve yüzüne bakmanın evlenecek kimse ile sınırlı olmasının bir anlamı yoktur. İstisna el ve yüzün dışında kalan uzuvları kapsamaktadır. Çünkü hadiste yer alan; "Ona bakması" ifadesi, el ve yüzü kapsadığı gibi vücudun diğer uzuvlarını da kapsar. Ancak bu bakış, kadınla evlenmek için nikah yapmak gayesi ile onu daha iyi tanıma amacına yönelik olmalıdır.

Yine yüce Allah (c.c.)'ın hem mümin erkeklerin hem de mümin kadınların gözlerini haramdan sakındırmaları emri, kadınların da erkeklerin de harama bakmasını yasaklamaktadır. Fakat Cabir'in rivayet ettiği hadis, evlenmek isteyen kimsenin bakışını istisna kılarak erkeğin kadına bakmasına cevaz vermektedir.

Behz b. Hakim'in babasından, onun da dedesinden rivayet ettiği bir hadise göre; karı-koca vücutlarının her tarafına bakabilirler. "Dedim ki; Ya Rasulallah! Kapanması istenen avret yerlerimizi kime gösterip, kime göstermeyelim? Allah'ın Rasülü: “Avret yerini zevcen ve cariyenden başka, herkesten koru" buyurdu.”

Erkek, Müslüman olsun olmasın, kendi mahremlerinin yüz ve elinden başka, ziynet mahalli olan yerlerine de bakabilir. Bu hususta herhangi bir tahdid yoktur. Çünkü, bu hususta varid olan nass mutlaktır. Allahu Teâla şöyle buyurdu:

"Kendiliğinden görülen kısmı müstesna olmak şartıyla ziynetlerini açmasınlar. Başörtülerini yakalarının üzerine salsınlar. Ziynetlerini; kocaları veya babaları veya kocalarının babaları veya oğulları veya kocalarının oğulları, kardeşleri veya erkek kardeşlerinin oğulları veya kız kardeşlerinin oğulları veya kadınları veya cariyeleri veya erkekliği kalmamış hizmetçiler ya da kadınların mahrem yerlerini henüz anlamayan çocuklardan başkasına göstermesinler."   Ayette zikredilen bu kimselerin; kadının saçına, boynuna, bileklerine, halhal yerlerine ve bunların dışında ziynet mahalli olarak sayılan azalarına bakmaları caizdir. Çünkü, Allah (c.c.):  "Ve ziynetlerini açmasınlar" buyurmaktadır. Ancak ayette adı geçen kimselerin; günlük iş elbiseleri ile çalışmaları esnasında mahremleri olan kadınların ziynet yerlerine bakabilecekleri belirtilerek genel hükümden istisna edilmektedirler. Şafiî (Ahmet b. Hanbel) Müsnedinde Ebu Seleme kızı Zeyneb'den rivayet ettiği hadiste Zeyneb şöyle demiştir: "Ben Zübeyr'in karısı Esma'dan süt emmiştim. Bu nedenle de Zübeyr'i baba olarak görüyordum. Başımı tararken yanıma girer, saçımın bir bölümünü tutar ve bana dön ve baksana, derdi."  Yine rivayet edildiğine göre, Hudeybiye Sözleşmesi'ni yenilemek için Medine'ye giden Ebu Süfyan kendi kızı ve Rasulullah (s.a.v.)'in de zevcesi olan Ümmi Habibe'nin odasına girmişti. Ümm-i Habibe üzerine oturmaması için Peygamber (s.a.v.)'ın yatağını dürdü. Bunu yaparken ondan ziynetini gizlememişti. Bu hususu sonradan Peygamber (s.a.v.)'e anlattığı zaman Peygamber (s.a.v.) de ona ses çıkarmamıştı. Ebu Süfyan müşrik olduğu halde, ziynetlerini örtmesini kendisine emretmemiştir. Çünkü, babası olduğu için mahrem idi.

Fakat, mahrem olmayan ve aynı zamanda da evlenme talebinde bulunmayan ve koca da olmayan bir kimseye gelince: Eğer kadının erkeğe ve erkeğin kadına bakmak ihtiyacı ve mecburiyeti olduğu bir durum ortaya çıkarsa, bakılması gereken azaya bakılması mübah olur; o azanın dışında yüz ve el hariç herhangi bir azaya bakılmaz. Hekim, hasta bakıcı, hemşire ve araştırıcı olan kimseler, normalde bakılması haram olan azalara zaruret icabı bakabilirler. Rivayet edildiğine göre, “Nebi (s.a.v.) Beni Kureyza'ya Sa'd'ı hakem olarak tayin ettiği zaman Sa'd, davanın neticeye varabilmesi için onların eteklerine (avret yerlerine) bakmıştır." Osman (r.a.)'dan rivayet olunduğuna göre; “Hırsızlık yapan bir kimse kendisine getirtildi; Osman (r.a.) onun, buluğa erip ermediğini tespit etmek için: Onun eteklerine bakınız dedi. Baktıklarında, eteklerinde daha kıl bitmediği görülünce, hırsızlık suçundan dolayı elini kesmedi." Osman (r.a.) bu işi, sahabelerin gözleri önünde yaparken hiçbir sahabe buna karşı çıkmadı.

Şayet herhangi bir zaruret yoksa, kadının el ve yüzünden başka yerlerine bakılması haram olur. Aişe (r.anha)'ın rivayetine göre Ebu Bekir'in kızı Esma, ince bir elbise giymiş olarak Rasulullah (s.a.v.)'ın odasına girince, Allah'ın Rasulü yüzünü çevirerek şöyle dedi:

"Ey Esma! Kadın hayız görmeğe başladığı zaman onun şurası ve şurası -ellerini ve yüzünü işaret ederek- dışında kalan azalarının görünmesi doğru olmaz." 

Allah (c.c.) Kur'an'da el ve yüzü  "Kendiliğinden görünen kısımları müstesna" ifadesiyle istisna kılmıştır. İbni Abbas bu ifadeden kastın yüz ve eller olduğunu söylemektedir. Kadın tarafından ziynetin açılmasını yasaklamak, avret mahallini açmasını yasaklamak demektir. Kadının ziynet yerlerini açmasının yasak oluşu, mutlak olarak buralara bakmanın da yasak olduğuna delalet eder. Birtakım kimselerin kendiliğinden görünen yerlere bakabilmeleri konusunda istisna edilmeleri ise bakmalarının caiz olduğunu gösterir. Kadının şahitlik yapması gerektiği zaman gözlerinden tanınması, alış-veriş veya icare gibi bir işlemde gerektiği zaman ona müracaat edebilmesi, borç aldığı veya borcunu ödeyeceği zaman veya bir başka kadınla karıştırması gibi durumlarda kimliğinden emin olabilmesi için yabancı bir erkek, kendine yabancı bir kadının yüzüne ve ellerine bakabilir. Aynı şekilde kadın da erkeğin avret mahalli olmayan yerlerine bakabilir. Rivayet edildiğine göre, Aişe (r.anha) şöyle demiştir: "Mescitte oynamakta olan Habeşli'ye bakarken Allah Rasulü beni kendi elbisesiyle örtüyordu." "Bayram hutbesini okuyup bitirdikten sonra, Allah Rasulü, beraberinde Bilal olduğu halde, kadınların bulunduğu yere geldi. Kadınlara sadaka vermelerini emretti."

Bu hadisler, kadınların erkeklere bakabileceklerini Allah Rasülünün ıkrar ettiği hususunda açık ve net nasslardır. Aişe (r.anha)'nın mescitte oynamakta olan Habeşlilere bakması, avret yerlerinin dışında görünen bütün uzuvlarına baktığının delilidir. Kadının erkeğe bakması, avret yerlerinin dışında harhangi bir şeyle kayıtlı olmayıp mutlaktır. Amr bin Şuayb'ın babasından, onun da dedesinden rivayet ettiği bir hadiste Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:

"Herhangi biriniz hizmetçisini, kölesi veya ücretlisi ile evlendirdiği zaman, göbekten aşağı ve dizden yukarısına bakmasın. Çünkü, bu kısım avret mahallidir."  Bu hadis; göbekle dizler arasında kalan kısmın dışında kalan yerlere bakmanın mübah olduğunu ifade etmektedir. Bu mübahlık mutlak olarak kadın ve erkeğe şamildir. Ümmü Seleme'den rivayet edilen bir hadiste şöyle deniliyor:

“Ben ve Hafsa Nebi (s.a.v.)'in yanında oturmuştuk. İbn-i Ümmü Mektum girmek için izin istedi. Nebi (s.a.v.) bize; örtünün dedi. Ben: Ya Rasulullah! o, kör bir adam, görmez, dedim. Allah Rasulü: O, kör ise de siz onu görmüyor musunuz? buyurdu."  Nebhan hakkında ise Nesei şöyle demektedir: "Biz, Zühri'nin dışında Nebhan'dan rivayet edilenleri bilmiyoruz" İbn-i Abdilberr: "Nebhan, meçhul bir kişidir. Ancak Zühri'nin bu hadisteki rivayeti ile bilinmektedir." Meçhul ravilerin rivayet ettikleri hadis zayıftır. Zayıf hadisle ise istidlal yapılmaz. Cerir b. Abdullah'tan rivayet edilen hadiste şöyle denilmektedir:

"Ben, Peygamber (s.a.v.)'e istek dışı aniden meydana gelen bakışı sormuştum. Allah Rasulü gözümü oradan hemen ayırmamı bana emrettiler." Ali (r.a.)'ın rivayet ettiği hadiste ise şöyle geçmektedir:

"Rasulullah (s.a.v.) bana şöyle dedi: Arka arkaya bakma, ilk bakış senin hakkındır, fakat diğer bakışlar senin değildir, dedi."

Bu hadisler, erkeğin kadına bakması hakkında olup, kadının erkeğe bakmasıyla ilgili değildir. İlk hadisten anlaşılan mana, kadının el ve yüzünden başka yerlerine bakmakla ilgilidir. Çünkü kadının ellerine ve yüzüne bakmak mübahtır. İkinci hadiste kastedilen mana ise mücerret olarak bakmak değil, şehvet sebebiyle bakışı tekrarlamaktır. Allahu Teâla şöyle buyurmaktadır:

"Mü'min erkeklere söyle, gözlerini (haramdan) sakınsınlar."  Bu ayette kastedilen mana, gözleri haram olan yerlere bakmaktan alıkoymaktır. Şari, mahrem olanların, kadınların; saçlarına, göğüslerine, memelerine, baldırlarına ve ayaklarına bakmalarını mübah kılmıştır. Yabancılar ise ancak kadınların yüz ve ellerine bakabilirler. Çünkü gözleri sakındırmak, bakışı düşürmek demektir. Kamus el-Muhit'te şöyle denilmektedir: "Gözleri yummak, bakışları indirmek demektir."

Bunlardan anlaşıldığı üzere şehvet ve lezzet kastı olmaksızın kadın ve erkek, birbirlerinin mahrem olmayan yerlerine bakabilirler. Erkeğin avret mahalli; göbeği ile diz kapakları arasında kalan kısımdır. Kadının avret mahalli ise; el ve yüzü hariç vücudun her tarafıdır. Buna göre kadının, boynunu, saçının bir tek teli olsa dahi saçını göstermesi haramdır. Elleri ve yüzünün dışında kalan vücudunun her tarafı avret olup, örtülmesi farzdır. Bunun delili ise Yüce Allah'ın şu ayetidir:

"Ancak kendiliğinden görünen kısmı müstesna, ziynetlerini açmasınlar."   Ayette geçen kendiliğinden görünen kısımlar, eller ve yüzdür. Çünkü müslüman kadınlar ellerini ve yüzlerini Rasulullah (s.a.v.)'ın yanında açıkta bırakıyor, Allah'ın Rasülü de onlara ses çıkarmıyordu. Zira eller ve yüz namaz ve hac gibi ibadetlerde açılıyordu. Yine bu iki uzuv ayetlerin indiği dönemde yani Rasulullah (s.a.v.) zamanında adet olarak da açılıyordu. Bununla ilgili delil ise Rasulullah (s.a.v.)'ın, kadının elleri ve yüzünün dışındaki vücudunun her tarafının avret olduğunu bildiren şu hadistir:

“Kadın avrettir."   Bir başka hadiste ise şöyle buyurulmaktadır:

"Bir kadın büluğa erdiğinde yüzünün ve -elleri ile bileklerini tutarak- şunların dışında kalan kısımlarının görülmesi caiz değildir." Yine Ebu Bekir (r.a.)'ın kızı Esma'ya şöyle diyordu:

"Ey Esma! Kadın hayız görmeğe başladığı zaman onun şurası ve şurası -ellerini ve yüzünü işaret ederek- dışında kalan azalarının görünmesi doğru olmaz."  Bu delillerin tümü, elleri ve yüzü dışında kadının tüm vücudunun avret; örtünmesinin ise farz olduğu hususunda açık ve net delillerdir.

Şari, kadının avret yerlerini ne ile örtmesi gerektiği konusunda belirli bir elbise tayin etmeksizin sadece şu ifadelerle yetinmiştir: "Avretini açığa çıkarmaması", "açığa çıkarmasınlar", "kadının göstermesi caiz değildir", "ondan bir kısmının görünmesi doğru değildir". Şekli ne olursa olsun el ve yüzün dışındaki bedenin tamamını örten şey elbise olarak kabul edilir. Uzun bir elbise, pantolon, entari, çorap gibi giyeceklerin hepsi örtü olarak kabul edilir. Bu nedenle şari avret yerinin örtülmesi konusunda belli bir elbise şekli tayin etmemiştir. Avreti örten yani avreti açığa çıkarmayan her giysi; şekline, türüne ve kaç parça olduğuna bakılmaksızın şeran avreti örten elbise olarak kabul edilir.

Ancak şari, elbisenin cildi örtmesini şart koşmuştur. Bu nedenle örtünün, derinin rengini, üzerindeki beyazlığı, siyahlığı, kırmızılığı, morluğu veya bunların dışındaki başka renkleri belli etmeyecek şekilde olmasını farz kılmıştır. Eğer örtü ince olursa, arkasındaki derinin rengi ortaya çıkar ve derideki beyazlık, kırmızılık belli olursa avreti örten örtü olarak kabul edilmez, avret açık sayılır. Çünkü şeran örtünme tamamlanmamıştır. Elbise derinin rengini tamamen örttüğü zaman avret örtülmüş sayılır. Bunun delili ise Aişe (r.anha)'nin Rasulullah (s.a.v.)'den naklettiği şu hadistir:

"Ey Esma! Kadın hayız görmeğe başladığı zaman onun şurası ve şurası -ellerini ve yüzünü işaret ederek- dışında kalan azalarının görünmesi doğru olmaz."   Bu hadiste Nebi (s.a.v.), Esma (r.anha)'nın giydiği ince elbiseyi örtü olarak kabul etmemiş, avretinin açık olduğunu bildirmiş, ona bakmamak için gözlerini çevirmiş ve avretini örtecek elbise giymesini emretmiştir. Bununla ilgili bir başka hadis de Üsame hadisidir. Allah'ın Rasülü; Üsame'ye, kıbtiyye hakkında sorduğu zaman Üsame; kıbtiyyeyi karısına giydirdiğini söyleyince, Allah'ın Rasülü ona şöyle buyurdu:

  "Karına emret kıbtiyyenin  altından elbise giysin. Ben kıbtiyyenin altından kemiklerinin (renginin) ortaya çıkmasından korkarım."   Bu hadiste bildirildiğine göre Allah'ın Rasülü, Üsame'nin, kıbtiyyeyi karısına giydirdiğini öğrenince derisinin rengi belli olmaması için, karısına kıbtiyyenin altından elbise giydirmesini emretmiştir. "Ben, kıbtiyyenin altından kemiklerinin (renginin) ortaya çıkmasından korkarım" diyerek bunun sebebini de illetlendirmiştir. Yani tıpkı camın, arkasındaki cismin rengini göstermesi gibi kıbtıyyenin altından derinin renginin görünebileceğini belirtmiştir. Çünkü hadiste yer alan  kelimesi “soymak ve arkasındaki ortaya çıkarmak” demektir. Tıpkı camın arkasından bir başka cismin açıkça görüldüğü gibi ince elbisenin altındaki ten de açıkça belli olur.  kelimesi kelimesinden türemiştir. El-vasf, birşeyin arkasındakinin şekil olarak değil de aynen ortaya çıkmasıyla gerçekleşir. Bir şeyin arkasındaki nesne görüldüğü zaman  “şeklini aldı” kelimesi yerine  kelimesi kullanılır. Bu nedenle hadiste; “kıbtiyyenin arkasından kemiklerinin görünmesinden korkarım” ifadesi kullanılmıştır. Bu ise, kemiklerin şeklinin değil renginin açığa çıkması demektir. İşte bu iki hadis, şarinin; avreti örtecek olan elbisenin, altındaki derinin rengini belli etmeyecek bir şekilde olmasını şart koştuğuna dair açık delillerdir. Bu nedenle avret mahallini örterken kadının kullanacağı elbisenin, içeriden derinin rengini belli edecek kadar ince olmaması farzdır.

Setri avret (avretin örtülmesi) diye bilinen konunun özü budur. Ancak bu konunun, kadının genel hayatta giyeceği elbise ile karıştırılmaması gereklidir. Kadının birtakım elbiseler giyerek sokakta dolaşması doğru değildir.

Avretini örtecek şekilde elbiselerin bulunması, genel hayatta kadının bunları giyebileceğini göstermez. Çünkü cadde ve sokaklarda giyilmesi için şarinin koyduğu muayyen elbiseler vardır. Her ne kadar avreti örtebilme özelliğine sahipse de olan pantolon ile avretin örtülerek genel hayata çıkılması doğru değildir. Çünkü şari genel hayatta kadınların giymesi için belirli bir elbise tesbit etmiştir. Kanun koyucunun emrine karşı gelir ve onun belirlediği elbiseyi giymezse günahkar olur. Zira bu hareketiyle farzlardan birisini terk etmiş demektir. Bu nedenle avretin örtülmesi konusu ile genel hayatta giyilecek elbiseler konusunun birbirine karıştırılmaması gereklidir. Pantolon ince olmadığı zaman avreti örter. Ancak bu durum, pantolon ile yabancı erkeklerin karşısına çıkılabileceği anlamına gelmez. Çünkü pantolon kadının güzelliklerini ve ziynetini açığa çıkarır. Bu durumdaki bir kadın her ne kadar avret yerini örtmüş olsa da, güzelliklerini yabancılara göstermiş sayılır. Halbuki kanun koyucu, kadının süslenip güzelliklerini yabancı erkeklere göstermesini yasaklamıştır. Bu nedenle pantolonun kadının avretini örtme özelliğine sahip olması nedeniyle kadının güzelliklerini ortaya koymadığını söyleyemeyiz. Bu nedenle kadının avretini örtmesi meselesi ile, süslenip güzelliklerini yabancılara göstermesi konusunu kesinlikle birbirine karıştırmamak gereklidir. Bunların her biri birbirinden ayrı konulardır.

Ancak şari; kadının çarşı-pazara, cadde ve sokağa çıkmak istediği zaman özel hayatta giydiği elbisenin üzerine bir başka elbise daha giymesini emretmiştir. Şari, evinin dışına çıkan kadına elbisesinin üstüne çarşaf veya benzeri bir elbise giymesini; bunu da ayaklarına kadar salıvermesini emretmiştir. Eğer elbisesinin üstüne giyeceği çarşaf veya benzeri bir elbise bulamazsa; komşusundan, kardeşinden veya bir yakınından ödünç alması gerekir. Eğer ödünç almaya gücü yetmez veya ödünç alamazsa dış elbisesi olmadan dışarı çıkması doğru değildir. Özel hayatında giydiği elbisenin üstünden çarşaf, manto veya pardesü gibi bir elbise giymeden dışarı çıkarsa günahkar olur. Çünkü bu durumda Allah'ın farzlarından birisini terk etmiş olur. Bu durum omuzlardan aşağıya kadar salıverilecek elbise ile ilgili bir hükümdür.

Ancak kadının vücudunun üst kısmını yani başını, başörtüsü veya başörtüsünün yerini tutacak başın tümünü ve boynunu örtecek, göğüslerine kadar salınacak bir örtü ile örtmesi gereklidir. Kadın, çarşıya çıkmak istediği veya cadde ve sokakta yürümesi gerektiği zaman başörtüsü veya aynı vazifeyi görecek, genel hayatta kullanacağı bir örtünün bulunması gereklidir. Buna göre kadın; başında başörtüsü ve omuzlarından aşağısını örten çarşaf, manto türü iki parçadan oluşan bir elbise bulunursa çarşıya çıkabilir, cadde ve sokaklarda yürüyebilir. Eğer bu iki tür örtü bulunmazsa, hangi halde olursa olsun kadının genel hayata çıkması caiz değildir. Çünkü örtünme emri bu iki örtü için genel olarak gelmiştir ve tüm durumlarda genel olarak da kalmıştır. Zira ayetteki emri tahsis edici bir şey yoktur.

Genel hayatta bu iki örtünün örtülmesinin farziyetinin delili yüce Allah'ın şu ayetleridir:

"...Kendiliğinden görünen kısmı hariç ziynetlerini göstermesinler. Başörtülerini yakalarının üstüne koysunlar."  

Omuzlarından aşağıda kalan kısmın örtülmesi ile ilgili ayet ise şudur:

"Ey Nebi! Hanımlarına, kızlarına ve müminlerin kadınlarına dış elbiselerinden üzerlerine giymelerini söyle..."  

Ümmü Atiyye'den: Dedi ki:

"Rasulullah (s.a.v.) bize Ramazan ve Kurban bayramı namazlarına; genç kızları, çadırda kalan genç bakireleri ve   hayızlı kadınları da çıkarmamızı emretti. Hayızlılar namazgahları ayrılarak hayra şahit olacaklar ve müslümanların dualarında hazır bulunacaklardı. Ben: Ey Allah'ın Rasülü! İçimizden birisinin dışarıda giyeceği dış elbisesi yoktur, dediğimde; Allah'ın Rasülü: Kardeşi kendi örtülerinden (çarşaf vb) birini ona giydirsin buyurdu."  

Bu delillerin tümü, kadının genel hayatta dış elbisesini giymesi gerektiğine açıkça delalet etmektedir. Allah-u Teâla, genel hayatta kadının giymesi farz olan bu elbiseyi yukarıda geçen her iki ayette, dikkatli, eksiksiz ve kapsamlı bir şekilde nitelemekte ve vücudun üst kısmına örtülecek örtü için şöyle buyurmaktadır: "...Başörtüleri yakalarının üstüne salıversinler."  Gömleğin ve elbisenin yakasından görünen yerlerini gizlemeleri için; başlarını, göğüslerini ve boyunlarını örtsünler. Kadınların giyeceği, omuzdan aşağıda kalan kısmı örtecek olan elbise için ise ayette şöyle buyrulmaktadır: "...Dış elbiselerinden üzerine giymelerini söyle..."  Yani dışarıya çıkmak istedikleri zaman elbiselerinin üstüne çarşaf ve manto gibi omuzlardan ayaklara kadar uzanan elbiselerini giysinler. Bir başka ayette giyilecek olan bu elbisenin keyfiyeti ile ilgili olarak ise şu ifadeler yer almaktadır: "... Kendiliğinden görünen kısmı hariç ziynetlerini göstermesinler."  Yani; ziynet uzuvlarından sayılan kulaklar, kollar, baldırlar ve bunun dışındaki yerlerini açmasınlar. Ancak bu ayet indiği zaman yani Rasul (s.a.v.) dönemindeki genel hayatta eller ve yüz görünüyordu. Bu açıklama ile; genel hayatta kadının giymesi gereken elbisenin nasıl olması gerektiği çok net ve eksiksiz bir şekilde ortaya koyulmaktadır. Ümmü Atıyye'den rivayet edilen hadis ise, kadının dışarıya çıkmak istediği zaman özel hayatta giymiş olduğu elbisenin üstüne dış elbise giymesinin gerektiği daha net bir şekilde ortaya konulmaktadır. Zira Ümmü Atıyye Rasulullah (s.a.v.)'e:

"...Ey Allah'ın Rasülü! İçimizden birisinin dışarıda giyeceği   dış elbisesi yoktur, dediğinde; Allah'ın Rasülü: Kardeşi kendi örtülerinden (çarşaf vb) birini ona giydirsin"  diyerek cevap vermiştir. Yani; Allah'ın Rasülü, mescide gelmek isteyen kadının evinde giydiği elbisenin üstüne giyeceği elbisesi yoksa, kardeşinden ödünç olarak elbise almasını ona emretmektedir. Hadisin mefhumu muhalifine göre, ödünç olarak elbise bulamazsa dışarıya çıkması doğru değildir. Bu ifade ise hadisteki emrin, farziyet anlamında bir karine olduğunu göstermektedir. Buna göre, kadın dışarı çıkmak istiyorsa özel hayatta giydiği elbisenin üstünden dış elbisesini giymesi üzeri vaciptir, eğer giymezse dışarı çıkamaz.

"Cilbab" (dış elbise) veya çarşaf ya da mantoda aranan şart veya özellik; kadının iki ayağını da gizleyinceye kadar aşağıya kadar salıverilmesidir. Çünkü ayette yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "...Dış elbiselerinden üzerine giymelerini söyle..."  Yani dış elbiselerini üzerlerine yaysınlar. Çünkü ayette geçen  kelimesi “teb’îd” için değil, “beyan” içindir. Bu durumda ayet, mantolarını veya çarşaflarını aşağıya kadar salıversinler anlamına gelmektedir. Zira İbni Ömer'den rivayet edilen bir hadiste şöyle denilmektedir: Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:

"Kim kibirlenerek elbisesini yerde sürüklerse kıyamet  günü Allah ona (rahmet nazarı ile) bakmaz, deyince Ümmü Seleme atılarak: Öyleyse kadınlar elbiselerinin eteklerini ne yapacaklar deyince Allah'ın Rasülü: Yere bir karış kadar salarlar, buyurdu. Bu cevap üzerine yine Ümmü Atiyye, bu takdirde de ayakları açılır deyince Allah'ın Rasülü: Öyleyse bir miktar kalana (yerde sürümeyecek) kadar salsınlar. Bunu   daha da artırmasınlar, buyurdu."   Bu hadis, kadınların giydikleri dış elbiselerin ayaklara kadar uzandığını ve ayaklarını örttüğünü açıkça ortaya koymaktadır. Eğer ayakları, çorap veya ayakkabı ile örtülmüş olsa bile yine de dış elbiselerini aşağıya kadar salıvermeleri gereklidir. Ayakların herhangi bir şeyle örtülmüş olması zorunlu değildir. Önemli olan kadının genel hayatta giymesi farz olan dış elbise olduğunun bilinmesini gösterecek şekilde elbisenin, aşağıya kadar salıverilmiş olmasıdır. Zira elbise ayakları örtecek şekilde aşağıya kadar salıverildiği zaman ayetteki  "salıversinler" şartı gerçekleşmiş olur.

İşte böylece kadının dışarı çıkmak için giymiş olduğu elbisenin üstüne geniş bir elbise giymesinin vacip olduğu açıklanmış olmaktadır. Eğer kendisinin giyeceği dış elbisesi yoksa, kardeşinden ödünç alması gerekir. Yani dışarıya çıkmak için üzerine giyeceği dış elbisesi yoksa kim olursa olsun müslüman kardeşlerinden birisinden ödünç alıp üstüne giyerek ancak dışarı çıkabilir. Eğer üzerine giymek için ödünç bir elbise bulamazsa, buluncaya kadar dışarı çıkamaz. Üzerindeki elbise bütün vucudunu örtüyor olsa dahi, üzerine giyeceği geniş ve uzun bir dış elbise olmadan dışarıya çıkarsa günahkar olur. Çünkü ayaklara kadar uzanan geniş ve uzun bir elbise giymek farzdır. Aksi şekilde davrandığı takdirde hem Allah katında günahkar sayılır hem de devlet tarafından "tazir" cezası ile cezalandırılır.

Kadının erkeğe, erkeğin de kadına bakması ile ilgi meselelerden geriye iki mesele kalmıştır:

A. Ev sahibinin izniyle evde bulunan yabancı erkeklerin, normal iş elbiseleri içerisinde bulunan kadınlara, el ve yüzünün dışında kadının bazı azalarına bakmaları ile ilgili durum.

B. Şehrin cadde ve sokaklarında gayrı müslim kadınlardan, hatta bazı Müslüman kadınlardan ellerinin ve yüzlerinin dışındaki ziynet mahallerinin bir çoğunu açıp gezen kimselerin bulunması durumu.

İşte bu iki mesele günümüzde sürekli olarak karşı karşıya kaldığımız sorunlardandır. Bu durum günümüz Müslümanlarının içinde bulundukları belalardan iki tanesidir. Bu nedenle bu iki konu hakkındaki Allah'ın hükmünün açıklanması gerekmektedir.

Birinci Mesele: Aynı evde akraba ve kardeşlerin birlikte oturmaları. Bu durumda, bir kısmının hanımı diğerlerine, normal iş elbiseleri içerisinde görünür. Bu sırada kadının saçı, boynu, kolları, bacakları ve benzer azaları görülür. Kadının mahrem olan kardeşleri ve babası gibi, mahrem olmayan kayınları ve başka akrabaları da bu görünen azalara bakabilirler. Halbuki kadının kaynı, herhangi bir yabancı gibidir. Yine bilindiği gibi amca çocukları, teyze ve hala çocukları gibi mahrem olmayan akrabalar eve girerek, birbirlerine selam verdikten sonra, kadın iş elbisesi içerisinde iken gelip onlarla oturur konuşurlar. Bu arada, kadının yüz ve ellerinden daha fazla olarak saçı, boynu, kolları ve bacak gibi azaları görülür. Adeta mahrem muamelesine tabi tutulurlar. Maalesef bu mesele İslâm memleketlerinde yaygın vaziyettedir. Bu mesele, özellikle şehirlerde yaşayan müslümanların bir çoğunun karşı karşıya kaldığı yaygın bir beladır. Üstelik bir çokları da bunun mübah olduğunu sanmaktadır. Bu konuda Allah-u Teâla, bakmayı veya lezzet maksadı ile kadına bakmayı mutlak olarak haram kılmış; ardından lezzet maksadı ile bakmayı yalnızca evlilik şartı ile, ziynet mahalline bakabilmeyi de ayette yer alan on iki grup insanla istisna etmiştir. Daha sonra ise kadının ellerine ve yüzüne bakma konusunda tüm erkekleri istisna etmiştir. Ancak şehvet nazarı ile kadına bakmayı -evlilik dışında yani kadının kocası dışında- herkese mutlak surette haram kılmıştır. Şehvet maksadı ile olmaksızın kadının ellerine ve yüzüne bakmayı ise mutlak olarak mübah kılmıştır. Elinin ve yüzünün dışındaki yerlerine bakmak Allah'ın ayette belirttiği kimselerin dışındakilere mutlak olarak haramdır.

Nasslarda yer aldığı üzere genel hayatla ilgili hüküm budur. Özel hayatta ise Şari, kadına, çalışma esnasında elleri ve yüzü dışındaki uzuvlarını açmasını mübah kılmıştır. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"Ey iman edenler! Ellerinizin altında bulunan köle ve cariyeler ve sizden henüz ergenliğe ermemiş olanlar, sabah namazından önce, öğle sıcağında soyunduğunuzda ve yatsı namazından sonra, yanınıza gireceklerinde, üç defa izin istesinler."  Ayette yüce Allah, büluğa ermemiş çocuklara ve kölelere ebeveynin odasına girmeden önce üç defa izin istemelerini emretmektedir. Üç defa izin istemelerinden sonra girmelerini mübah kılıyor. Ayetin devamında ise şöyle buyurulmaktadır:

"...Bu vakitler; sizin açık bulunacağınız üç vakittir. Bu vakitlerin dışında, birbirinizin yanına girip çıkmakta, size de onlara da bir sorumluluk yoktur."   Bu ayet, üç halin dışında çocukların ve kadınların kölelerinin izinsiz olarak kadınların yanlarına girebileceklerini açıkça belirtmektedir. Yani kadınlar bu üç halin dışında iş elbiseleri içerisindedirler. Bu ayeti kerimeden, kadının evinde iş elbisesi ile hayatını devam ettirdiği ve bu elbise içerisindeki halini çocukların ve kölelerin görebileceği anlaşılmaktadır. Dolayısıyla kadının evinin içerisinde iş elbisesi ile yaşamasının caiz olduğunda şüphe yoktur. Bu durumdaki bir kıyafetinden dolayı da mutlak olarak günahkar değildir. Bu haliyle çocukların ve kölesinin onu görmesinden dolayı herhangi bir sorumluluğu yoktur. Onlara karşı örtünmesine gerek olmadığı gibi yanına girmek için çocukların ve kölesinin izin almasına da gerek yoktur. Yabancı erkek olsa dahi evde hizmetçi olarak çalışan hizmetçiler de köle gibidir. Çünkü ayet, kölenin izinsiz olarak girmesi ile illetlendirilmiştir. Çünkü onlar evde dolaşan kimselerdir ki bu husus ayette şöylece belirtilmektedir:

"Birbirinizin yanına girip çıkmakta, size de onlara da bir sorumluluk yoktur."   Yani evdeki köleler, evin işleri için evde dolaşırlar. İşte köleler için geçerli olan bu illet hizmetçiler için de geçerli bir illettir. Çünkü her ikisi de görev olarak aynı işi yapmaktadırlar. Buna göre özel hayatta kadının, günlük ev işlerini yapması esnasında görünebilecek elleri ve yüzünün dışındaki azalarını örtmesi farz değildir. Ancak çıplak halde veya çıplaklığa benzer bir halde ise yani ayette bilertilen üç vakitte evdeki hizmetçilerin, kölelerin ve çocukların izinsiz olarak yanlarına girmeleri caiz değildir.

Ancak yüce Allah, çocuklar, köleler ve hizmetçilerin dışında kalan Allah'ın istisna ettiği kimselerle ilgili olarak da özel hayattaki hükmü açıklamış ve onlardan izin almalarını istemiştir. Allah-u Teâla şöyle buyurmaktadır:

"Ey iman edenler! Kendi evlerinizden başka evlere izin almadan, sahiplerine seslenip selam vermeden girmeyin..."  Ayette; başka bir eve girmek istediğinde müslümandan izin alması talep edilmekte ve bunun için de  "izin istemek" kelimesi kullanılmaktadır. Mefhumu muhalifi ile ayet; kendi evine girmek istediği zaman kişinin izin istemesine gerek olmadığı anlamına gelmektedir. Bu ayetin nüzül sebebi şudur: Ensar'dan bir kadın Allah'ın Rasülüne gelerek: Ey Allah'ın Rasülü! Ben evimde ne babamın ne bir çocuğun ne de herhangi bir kimsenin beni görmesini istemediğim halde oluyorum. Bu halde iken   babam geliyor ve evime giriyor. Ben bu halde iken ailemden bir erkeğin evime gelmesi devam ediyor, ne yapmalıyım? diye sorması üzerine bu ayet nazil olmuştur. Ayetin nüzül sebebine, mefhumuna ve lafzına baktığımız zaman, özel hayattaki problemin, avretin örtülü olup olmaması sorunu olmadığı, kadının üstünün ve elbisesinin dağınık bir halde bulunması meselesi olduğu anlaşılmaktadır. Kadının şikayeti üzerine Allah'ın Rüsülü kadına, üstü başı dağınık halde bulunmamasını veya örtünmesini emretmemiş ancak erkeklere izin almalarını emretmiştir. Özel hayattaki bu durumda mahrem olanla olmayan, kadınlarla erkekler, baba ile yabancı arasında fark yoktur. Bu hususta erkek- kadın ayrımı yapılmamıştır. Bu genellikten yalnızca çocuklar, köleler ve hizmetçiler istisna edilmiştir. Buna göre bir evde karı-kocanın yanında bir başka erkek veya kadın da yaşıyorsa, onlar hakkındaki hüküm; baba, kardeş, yabancı ve mahrem ayrımı yapılmaksızın aynıdır. Özel hayatta vücudunun uzuvlarının görülmesinden dolayı kadına bir günah yoktur. Ancak, başkasının evine girmek istediği zaman erkeğin izin alması gereklidir.

Ancak bu haldeki bir kadına bir erkeğin bakması ise bir başka hükmün kapsamına girmektedir. Çünkü kadına bakma konusuna Allah-u Teâla; ister özel hayatta olsun isterse genel hayatta olsun, mahrem olanların dışında kalanların kadının elleri ve yüzü dışında kalan uzuvlarına bakmalarını mutlak surette haram kılmıştır. Mahrem olanlara el ve yüzün dışında kalan uzuvlarına bakabilmeyi caiz kılmış, el ve yüzün dışındaki uzuvlara bakmaktan gözleri sakındırmayı emretmiş, şehvet amacı gütmeyen bakışları affetmiştir. Ancak ellerin ve yüzün dışındaki uzuvlara bakmanın haram oluşu açıkça ortadadır. Ellerin ve yüzün dışında kalan uzuvlara bakmaktan gözleri çevirmenin gerekliliği de ayette açıkça ortaya konulmaktadır. Allahu Teâla şöyle buyurmaktadır:

  "Mümin erkeklere söyle! Gözlerini (haramdan) sakındırsınlar."   Burada gözleri sakındırmaktan kasıt, ellere ve yüze bakmanın mübah olmasının yanında bu iki uzuvın dışında kalan yerlere bakmaktan gözleri uzaklaştırmaktır. Buhari'de şu hadis yer almaktadır: "Saîd bin Hasen, Hasen'e şöyle dedi: Acem (İran) kadınları göğüslerini ve başlarını açıyorlar. Bunun üzerine Hasen el-Basri dedi ki: "gözünü onlardan kaçır". Yollarda oturmayı yasaklayan hadiste ise şu ifade yer almaktadır: "gözünü sakındır" Yani sokaktan geçmekte olan kadınların elleri ve yüzü dışında kalan bazı yerleri açık olabilir. Bu durumda sizin üzerinize düşen görev, bakmamak değil, gözleri sakındırmaktır. Zira yüce Allah; ellerin ve yüzün dışında kalan yerlere bakmayı ve kasıtlı olarak bakmayı haram kılmıştır. Kasıtsız olarak bakmayı ise haram kılmamıştır. Kasıtsız olarak bakılması durumda: "gözlerini sakındırsınlar" diyerek bakmayı değil, gözleri çevirmeyi emretmiştir. Ayette yer alan  kelimesi, "teb’îd" içindir, yani bazı bakışları sakındırmayı, kaçırmayı kapsamaktadır. Dolayısıyla kasıtsız olarak yapılan bakışlar haram olmayıp caizdir.

Buna göre bir adamın akrabası ile birlikte oturması, baba ve kardeş gibi mahrem olanlarla ve amca oğlu gibi mahrem olmayanlarla bir arada bulunması caizdir. Kadının, aynı evde kocası veya kardeşi ile birlikte yaşayan kimseye iş elbisesi ile görünmesinde bir sakınca yoktur. Aynı evi paylaşan erkeğin yapması gereken şey ise, günlük çalışma elbisesi içerisinde bulunan kadından gözlerini çevirmektir. Yani bu durumda bir erkek, iş elbisesi içerisinde çalışmakta bulunan evin hanımına kasıtsız olarak bakmasından dolayı günahkar olmaz. Ancak ayette yer alan üç hal bu hükmün kapsamına girmez.

Bu hüküm ve açıklama, aynı evi paylaşan kimse ile ilgili hükümdür. Ancak, akraba olan veya olmayan, mahrem olan veya olmayan kimselerin dışarıdan gelip eve girmek isteyenlerin izin almaları gerekir, izinsiz olarak eve giremezler. Ancak bunlardan mahrem olanlara karşı kadının örtünmesi gerekmez. Çünkü mahremlerin kadının ziynet yerlerine bakmaları caizdir. Mahrem olmayanlara karşı ise kadının avret yerlerini yani elleri ve yüzü dışında kalan yerlerini örtmeleri farzdır. Eğer böyle yapmaz ve iş elbisesi ile mahrem olmayan misafirlerin karşısına çıkarsa günahkar olur. Böyle bir durumla karşılaşan bir erkeğin yapması gereken şey ise gözlerini haramdan sakındırmaktır.

Dışarıdan ziyaretçi olarak eve gelen kimse ile aynı evi paylaşan erkek arasındaki fark şudur: Kadının kocası veya kardeşi ile aynı evi paylaşan erkeğin izin istemesine gerek yoktur. Çünkü orası onun evidir. Kadının ise örtünmesi gerekmez, çünkü özel hayattadır. Kadının günlük iş elbisesi ile ziyaretçinin karşısına çıkmamasını hissettirmek için Allah-u Teâla dışarıdan gelen ziyaretçiden izin almasını istemektedir. Ancak mahremlerine karşı iş elbisesi ile görünmesinde bir sakınca yoktur. Yani örtünme talebi ayetin nüzül sebebinin delilidir. Dolayısıyla ister mahrem olsun isterse mahrem olmasın kadının yanına bir kimse gelmek istediği zaman izin istemesi gerekir. İzin talebi mahrem olmayanlara karşı örtünmeyi hissettirmek demektir.

İkinci mesele: Batı hadaratının bize karşı açtığı savaş neticesinde İslâm memleketlerine küfür hükümlerinin uygulanmasından beri gayrimüslim kadınlar, her taraflarını açarak adeta çıplak bir halde sokak ve caddelerde dolaşmaya başladılar. Bazı Müslüman kadınlar da bunları taklid edip ayni şekilde sokaklarda arzı endam ettiler. Hatta sokaklarda dolaşan, dükkanlarda alış-veriş için oturmakta olan müslüman kadın ile Müslüman olmayan kadını birbirinden ayırmak imkansız hale geldi. Diğer taraftan ise bu ülkelerde yaşayan Müslüman erkeklerin, yaygın hale gelmiş olan bu kötülüğü ortadan kaldırmaya güçleri yetmemektedir. Bu çıplak kadınları görmeden buralarda yaşamak da imkansız hale gelmiş bulunmaktadır. Zira bu husus, yaşadıkları hayatın bir parçası haline gelmiştir. Oturdukları binalar, kadının avret yerlerinin erkekler tarafından görülebilecek şekilde inşa edilmiştir. Evinde oturup dışarı çıkmamak şartının dışında, bütün çabasına rağmen hiçbir erkek, kadının göğüslerini, sırtını, bacaklarını, saçını ve kollarını görmeden yaşayamaz hale gelmiştir. Bir erkeğin ise mutlak olarak evde oturması mümkün değildir. Çünkü alış-veriş ve diğer birtakım işler için insanlarla diyalog içerisinde olmak mecburiye-tindedir. Çünkü bu, hayatın zaruri işlerindendir. Kadınların mahrem yerlerine bakmadan, bu işleri yapması mümkün değildir. Kadınları avret yerlerine bakmak ise kitap ve sünnetle kesin olarak haram kılınmıştır. Peki erkek ne yapacak? Bu sıkıntıdan ancak iki şekilde kurtulabilir:

1- İstemeden kadına bakmak. Yani herhangi bir kasıt olmadan gözün çıplak kadını görmesidir. İkinci bakış yapılmadığı takdirde birinci bakış günah sayılmaz. Zira Cerir b. Abdullah'tan gelen rivayette şöyle geçmektedir:

“Ben, Rasulullah (s.a.v.)’e ani bakıştan sordum da bana; bakışımı hemen çevirmemi emretti." 

Ali (r.a.)'dan rivayet edilen bir hadiste Rasulullah (s.a.v.) şöyle dedi:

"Bir bakışa, ikinci bakışı ekleme. Çünkü, birinci bakış senindir. Fakat diğeri, senin değildir (aleyhinedir)." 

2- Başı ve kolları açık olan kadın ile konuşmak. Bu durumda gözlerin ondan çevrilmesi vacibtir. Konu ile ilgili olarak Ebu Davud'da şu rivayet yer almaktadır:

“Abbas'ın oğlu Fadl Peygamberin terkisinde bulunuyordu. Hasamlı bir kadın Peygamberden bir şey sormaya geldi. Fadl, o kadına bakıyor, kadın da ona bakıyordu. Peygamber Fadl'ın çenesinden tutup yüzünü kadından çevirdi."  

Allahu Teâla şöyle buyurdu:

"Mümin erkeklere söyle! Gözlerini (haramdan) sakınsınlar. Avretlerini korusunlar."   Gözleri sakındırmaktan maksat aşağıya doğru indirmektir.

Bu çözüm erkek açısından sorunun çözüm şeklidir. Yani erkek kadınla konuşmasının zorunlu olduğu bir işte çalışıyorsa, veya bir arabaya bindiğinde veya sıcaklığın şiddetinden dolayı gölgelikte otururken veya benzeri durumlarda avret yerleri açıkta bulunan bir kadınla karşı karşıya geldiğinde gözlerini aşağıya doğru dikerek, onunla konuşması ve alış verişte bulunmasıdır. Çünkü umumi hayatın zaruri olan ihtiyaçlarını gidermek, erkeğin görevlerindendir. Bu türden görevleri yapmadan yaşaması mümkün olmadığı, çıplaklık modasının getirdiği belayı defetmeğe malik olmadığı takdirde, ayetin nassıyla amel etmek üzere gözlerini indirmesi lazımdır. Bunun dışında bir başka şeyi yapması kesinlikle helal olmaz.

Bu durum, yaygın bir bela olduğu için bundan kaçınmak ve uzak kalmak çok zordur denemez. Çünkü böyle bir iddia, şeriata ters düşer. Zira herhangi bir haram yaygın hale gelirse, o haram mübah olmaz. Aynı şekilde, herhangi bir helal de yaygın hale gelirse haram olmaz. Yine bu kadınlar; “kafir ve inanmayan kadınlardır. Bunlara cariye muamelesi yapılır, bunların durumu cariyeler gibidir” de denemez. Çünkü, hadis umumidir. Müslüman kadınları ayırmamıştır. Nitekim Peygamber (s.a.v.) şöyle demiştir:

"Ey Esma! Kadın hayız görmeğe başladığı zaman onun şurası ve şurası -ellerini ve yüzünü işaret ederek- dışında kalan azalarının görünmesi doğru olmaz."  Bu hadis, Müslüman olsun olmasın, kadının elleri ve yüzü dışındaki yerlerine bakılmasının haram olduğuna delildir. Bu, bütün hallere şamildir. Kafir kadın cariye ile kıyaslanmaz. Çünkü burada kıyasın bir şekli yoktur.

Bu nedenle, içinde mahremleri bulunmayan, kendi evleri dışındaki evleri ziyaret eden erkeklerin, kadınların elleri ve yüzü dışındaki yerlerine bakmaktan gözlerini indirmeleri gerekir. Şehirlerde yaşayıp toplumsal hayatta yer almak zorunda olan erkeklerin, avret yerlerini açarak ortalıkta dolaşmakta olan kafir veya günahkâr kadınlarla; alış-veriş yapmak, konuşmak gibi işlemlerle karşı karşıya geldikleri zaman iş esnasında gözlerini onların avret yerlerine bakmaktan kaçırmaları ve aralarındaki işlemleri ihtiyaç duydukları zorunlu süre ile sınırlı tutmaları gerekir.

Buraya kadar anlattıklarımız kadına bakmakla ilgili hükümlerdi. Kadın ile musafahaya yani tokalaşmaya gelince: Kadının erkekle erkeğin de kadınla ellerinde eldiven veya benzeri birşey olmadan tokalaşmaları caizdir. Zira Buhari'de Ümmü Atiyye'den gelen bir rivayette şöyle denilmektedir:

“Biz Nebi (s.a.v.)'e biat ettik ve Allah'ın Rasülü bize; Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmamamızı emreden ayeti okudu ve bizi, ölülerin arkasından bağırıp çağırarak yas tutmaktan nehyetti. Bunun üzerine bizden bir kadın elini geri çekti."  O gün biat verme musafaha ile oluyordu. O kadın musafaha için önce elini uzatmıştı, tam biatlaşacakken elini geri çekti. Kadının elini geri çekmesi demek onun musafaha ile biat etmek istediğini ifade etmektedir.  "Bizden bir kadın elini çekti" ifadesi, diğer kadınların ellerini geri çekmediklerini, musafaha yaparak biat verdiklerini göstermektedir. Yine ayette yer alan  "veyahut kadınlara dokunduğunuz zaman" ifadesi bütün kadınlara ait olmak üzere umumi lafızla varid olmuştur ki, kadınlara dokunmanın abdesti bozacağına delalet eder. Bu hüküm ise sadece abdestin bozulmasıyla ilgilidir. Kadına şehvetsiz olarak dokunmak haram olmadığı gibi onlarla musafaha etmek de haram değildir. Kadının eli haram olmadığı gibi şehvetsiz olarak ona bakmak da haram değildir. Dolayısıyla şehvetsiz olarak kadınla tokalaşmak da caizdir.

Ancak bu hüküm; bir kadının yabancı erkeği, erkeğin de yabancı kadını öpmesi gibi değildir. Öpmek kesinlikle haramdır. Çünkü öpmek, zinanın başlangıcıdır. Bu tür öpme adeten zinaya davet niteliğinde olduğundan -şehvetsiz olsa dahi- zinaya yol açmasa ve zina olmasa dahi haramdır. Çünkü zina yaptığı için temizlenmek maksadıyla Allah'ın Rasülü (s.a.v.)'e gelen Maiz’e; "...belki de onu öptün"  demesi, bu türden öpmelerin zinanın öncüllerinden olduğunun delililidir. Zira zinayı haram kılan ayet ve hadislerin tümü, dokunmak şeklinde olsa dahi zinaya davetiye çıkaran herşeyi kapsamaktadır. Birtakım ahlaksız genç kızların veya erkeklerin yaptıkları gibi; bir erkeğin kadını veya kadının erkeği ayartmak istemesi, aşkla veya şehvetle öpmesi, sımsıkı kendine çekmesi, kucaklaması veya benzeri davranışlarda görülen öpme olaylarının tümü haramdır. Bu türden bir öpme, uzun bir yolculuktan dönen bir kimseyi selamlamak, ona hoş geldin demek için dahi olsa yine haramdır. Çünkü genç erkek ve kızlar arasında meydana gelen bu türden öpmeler zinanın öncüllerindendir.

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder