27 Eylül 2013 Cuma

Islâm cemaatı

Islâm cemaatı
İSLÂM CEMAATI
Bazı kimseler şöyle bir soru sorabilir: Kadın; devlet memurluğunu, anlaşmazlıkları çözüme bağlayan yargıçlığı, yöneticilerin muhasebe edildiği ve birtakım konuların tartışıldığı Ümmet Meclisi’nde üyelik gibi şeriatın mübah kıldığı birtakım görevleri halvet yapmadan, açılıp saçılmadan nasıl gerçekleştirebilir?

Bir başkası da şunu sorabilir: Çarşı ve pazarları denetime çıkması, umumi hayat ve toplumda birtakım işleri yapma görevi kadın için serbest olduğu takdirde ahlak nasıl korunur ve fazilet nasıl muhafaza edilir?

Bu iki soru ve benzerleri; İctimai Nizam konusundaki şer'î hükümler gündeme getirildiği zaman, şu veya bu kişilerin çoğunlukla şüpheye düşürmek amacıyla ileri sürdükleri sorulardandır. Çünkü bunlar; kapitalist sistemin egemen olduğu bir ortamda hayatlarını sürdürmektedirler. Elbetteki böylesi bir ortamda yaşayan kimselerin İslâm’ın tatbikini tasavvur etmeleri oldukça zordur.

Bu suallere cevap şudur: İslâm'daki İctimai Nizam çeşitli şer'i hükümlerden ibarettir. Bu hükümlerden bir kısmına bağlı kalma talebi diğerlerine bağlanmanın terk edilmesi demek değildir. Herhangi bir şahısta çelişkili bir durumun ortaya çıkmaması ve hükümlerde çelişki görünümü söz konusu olmaması için Müslüman erkek ve Müslüman kadının şeriat'a ait bütün hükümlere bağlı kalması gerekir. İslâm; bir hastanede hemşirelik gibi bir görev olsa bile kadına, süslenip bütün zinetini takarak devlet dairelerinde çalışması hususunda serbestiyet tanımaz. Gelin olacakmış bir kız gibi, takındığı zinetlerle erkeklerin şehevi arzularını uyandıracak şekilde çalışmasına, alış-verişe çıkmasına ve böyle yerlere gitmesine İslâm izin vermez. Kadının çalışmasının mübah olması; dekolte kıyafetlerle ziynet yerlerini ortaya dökerek müşteri celbetmek, alış-verişi daha da fazlalaştırmak, istediği fiyata mal satmak, malın fiyatını düşürmek veya yükseltmek için çağdaş üslubları kullanarak konuşmasında cilveler yapabileceği anlamına gelmez. Yine İslâm; bir avukatın veya bir iş sahibinin yanında sekreter olarak çalışıp, istediği şekilde yabancılarla yalnız kalan, saçını, göğsünü, sırtını ve bütün azalarını herkesin iştahını çekecek şekilde açan kadına izin vermez..

Evet, İslâm, bunların hiçbirini istemediği gibi, hayatta batı yaşam tarzının egemen olduğu İslâmi olmayan bir toplumda da böyle şeylerin olmasını kabul etmez. İslâm; Müslümandan kendi nefsinde İslâmi hükümlerin hepsini tatbik etmesini ister. İslâm; kadının çarşıda, pazarda alış-veriş yapmasını mübah kılarken, ziynetlerini açarak sokağa çıkmasını yasaklamış, sokağa çıktığı andan itibaren başörtüsünü ve mantosunu (dış elbisesini) üzerine almasını emretmiştir. İslâm'a inanmak; Müslümanın, İslâm'ın bütün hükümlerini kendi nefsinde kesinlikle tatbikini gerektirir. İslâm, olumlu ve olumsuz olmak üzere birçok işlerin yapılmasını şümulüne alan hükümleri emretmiştir. Bu hükümler, kadın olsun erkek olsun Müslümanın fazilet caddesinden çıkmasına engel olduğu gibi onu, toplum içerisinde yaşarken cinsi sapıklığa kaymaktan da korur.

Bu hükümler çoktur. Olumlu birtakım işleri yapmayı kapsamına alan hükümleri aşağıda belirtiyoruz:

1- Allah (c.c.) gözlerini harama kapamayı ve namuslarını korumayı her erkek ve kadına emretmiştir.

"Mü'min erkeklere söyle: Gözlerini haramdan sakınsınlar ve ırzlarını korusunlar. Bu, kendileri için daha temizdir. Allah, yaptıklarından şüphesiz haberdardır. Mü'min kadınlara da söyle: Gözlerini haramdan sakınsınlar ve ırzlarını korusunlar."

Kadın veya erkeğin, harama bakmaktan gözlerini sakındırmaları, her biri için hakiki bir korumadır. Harama düşmede bu koruma, kişi ile haram arasında bir engeldir. Çünkü bakma, bu konuda faal bir vesiledir; göz harama bakmaktan sakındırılınca kötülük engellenmiş olur.

2- Allah (c.c.), erkek ve kadına Allah'tan sakınmayı, takvayı emretmiştir.

"Ey iman edenler: Allah'tan sakının ve dosdoğru söz söyleyin."

"...Ve Allah'tan korkun. Şüphesiz ki Allah her şeye şahid olandır."

"...Akibet takvaya erenlerindir."

Müslüman, Allah (c.c.)'ın takvasıyla vasıflanınca, O'nun azabından korkar, rızasına kavuşmak ve cennetine girmeyi arzu eder. Bu takva onu kötülüklerden ve Allah (c.c.)'a isyandan uzaklaştırır. İşte bu, kişinin bizzat içinde bulunduğu engelleyici unsurdur. Müslüman, Allah (c.c.)'ın takvasıyla sıfatlanınca, sıfatların en üstünüyle sıfatlanmış olur.

3- İslâm, kadın ve erkeğe şüpheli yerlerden uzaklaşmalarını emretmiştir. Bu yerlerde ihtiyatlı davranmakla, Allah (c.c.)'a isyana düşmemiş olurlar. Harama düşmemeleri için, şüpheli yerlerden uzak durmaları, böylesi ortamlarda yaşamamaları, çalışmamaları gerekir. Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır:

"Helal de, haram da açıkça bellidir. Bunların arasında birçok insanın bilmediği şüpheli şeyler vardır. Kim şüpheli olan şeylerden kendini korursa, dinini ve ırzını korumuş olur. Kim de şüphelere düşerse, harama düşmüş olur. Koruluğun etrafında davar otlatan çoban gibi, bir gün davarı koruluğa dalabilir. Dikkat edin, her padişahın bir koruluğu vardır. Allah'ın koruluğu ise haramlardır."   Burada şüphe üç kısma ayrılır:

A- Haram veya mübah olduğu hususunda şüphe edilen şeyler. Veya farz mı, haram mı, mekruh mu, mendub mu yoksa mübah mı olduğu bilinmeyen fiiller. Bir şeyin vasfında veya bir fiilin hükmünde şüphe varsa; Allah'ın ilgili fiil veya eşya hakkındaki hükmü açığa çıkmadan bir Müslümanın onu yapması caiz olmaz. Zannı galibine göre Allah (c.c.)'ın hükmü olduğu tebeyyün edince, gönül rahatlığı ile onu yapar. Bunu bilmek; ya ictihad neticesi veya hükmü bilen bir alimden veya müctehitten o iş hakkındaki Allah (c.c.)'ın hükmünü öğrenmekle mümkündür. Allah (c.c.)'ın o iş hakkındaki hükmünü öğrenmek isteyen kimse mutlak olarak mukallit veya cahil olsa da olmasa da, o hüküm hakkındaki fetvayı ilmine ve takvasına güvendiği bir alimden öğrenebilir.

B- Harama komşu ve yakınlığı olan mübah bir fiili işleme hususunda Müslümanın şüpheye düştüğü durum. Mübah olan fiil, harama yakın olduğu zaman, harama götürme ihtimali vardır. Mesela; faizle işleyen bir bankaya emanet olarak para koymak, içki fabrikasının sahibi olan bir tüccara üzüm satmak, haftalık veya günlük olarak genç kızlara ders okutmak ve benzeri işler aslında mübahtırlar; yapılması caizdir. Ancak takva açısından evla olan, bu nevi fiilleri yapmamaktır.

C- Aslında mübah olan bir işin halk tarafından yasak zannedilmesi. Kişi, halkın zannından korkarak mübah olan bir işten uzak durur. Ahlaksızlığın yaygın olduğu mahallerde gezen kimseyi halk, kötü bir insan zannedebilir. Halkın yapacağı dedikodu korkusundan dolayı mübah olmasına rağmen böylesi yerlerden uzak kalır. Kadının yüzünün mahrem olmadığını bildiği halde, hanımının veya kız kardeşinin yüzü açıktır diyecekleri dedikodusundan kurtulmak için hanımının veya diğer mahremlerinin yüzlerini örttürür. Bu durumun iki yönü vardır:

a- Halkın, haram veya mekruh olduğu hususunda, şüphe ettiği bir iş şer'an, bilfiil haram veya mekruh olabilir. Aslında mübah olan işi bir adam yapmaya kalkışırsa halk, onun haram bir iş yaptığını zannedecektir. Bu durumda, halkın zan ve dedikodusundan kurtulmak için aslında mübah olan o işten uzak kalması gerekir. Ali b. Hüseyin'den rivayet edildiğine göre; Nebi (s.a.v.)'in hanımı Huyey kızı Safiyye'nin verdiği habere göre; kendisi, Ramazanın son on gününde itikafta bulunan Allah Rasulü’nün yanına gelip, akşamleyin yanında bir saat kalarak konuştu. Kalkıp geri döneceği zaman, Rasulullah onunla beraber onu yolcu etmeğe kalkıştı. Safiyye, Ümm-ü Seleme'nin meskeninin bulunduğu mescid kapısına ulaştığı bir sırada Ensardan iki kişi, onlara rastladılar ve Allah Rasulü’ne selam vererek geçtiler. Allah'ın Rasulü onlara:

“Biraz yavaş olun. Yanımda bulunan kişi Huyey kızı Safiyye'dir, dedi. Onlar: Sübhanallah! Ey Allah'ın Rasulü dediler. Fakat Rasulün söylediği onlara ağır geldi. Sonra Allah Rasulü: Şeytan, ademoğlunun kan damarlarında yüzer. Kalblerinize bir vesvese atacağından korktum, buyurdu."  Bu hadisi şeriften anlaşılan, Allah'ın Rasulü iki arkadaşından, bulunması muhtemel bir şüpheyi gidermiştir. Allah'ın Rasulü şüphelerden uzak olduğu halde yine de böyle bir ihtiyacı hissetmiştir.

b- Hakikatte yasaklanmış olmadığı halde halk; o işin yasaklanmış olduğu kuşkusu içerisinde olabilir. İşte Müslüman, yasaklanmış olduğu için değil, halkın kendisine haram iş yapıyor demelerinden korkarak ve onların dedikodusundan çekinerek o işten uzak kalmaya çalışır. İşte böylesi bir şüpheden dolayı Müslümanın o işten uzak kalması caiz değildir. Müslüman, o işi şeriat'ın emrettiği şekilde icra eder. Halk için herhangi bir hesaba girmez. Bu yüzden Allah (c.c.), Peygamberini bile kınayarak, şöyle buyurmuştur:

"...İnsanlardan korkuyordun. Halbuki Allah, korkmaya en layık olandır."   Bu ayetin delalet ettiği mana şudur: Bir Müslüman, şeriat'ın yasaklamadığı bir işi görürse; bütün insanlar yasak olduğunu söyleseler bile onu yapmalıdır.

Erkek ve kadın şeriat'ın yasakladığı şüpheli olan bu türden şeyleri yapmaktan sakınırlarsa hem kendilerini günahtan korumuş olurlar hem de fazilet sıfatıyla donatılmış olurlar.

4- İslâm, erken evlenmeyi teşvik etmiştir. Böylece, erkek ve kadın ile ilgili cinsi ilişkiler, erken yaşlarda evlenmekle korunmuş olur. Cinsi duyguların kabardığı dönem başlar başlamaz onları evlendirmekle, kötü yola düşmekten onları korumuş oluruz. Nitekim Allah'ın Rasulü şöyle buyurmaktadır:

"Ey gençler topluluğu! Sizden, kimin gücü yetiyorsa evlensin." Evlenme işini tümüyle kolaylaştırmış ve mehir miktarının azaltılmasını teşvik etmiş ve bu hususta şöyle buyurmuştur: "Sizden (kadınlardan) mehri az alan bereketli olandır."

5- Evlenmek için imkan bulamayan kimselere; iffetli olmalarını ve nefislerini kontrol altına almalarını emretmiştir. Nitekim ayette şöyle buyrulmaktadır:

"Evlenemeyenler de; kendilerini Allah, lutfuyla zenginleştirinceye kadar iffetli davransınlar."  Cinsi içgüdüyü tedavi edebilmek için evlenmeye imkan bulumayan gençlerin oruç tutmalarını emretmiştir. Ta ki oruç ibadeti ile cinsi arzuları engelleyebilsinler. Nefis, daha üstün ve yüce olan, insanın Allah ile olan bağlarını kuvvetlendiren itaat ile meşgul olsun. Bu hususu vurgulamak üzere Allah Rasulü şöyle buyurmaktadır:

"Ey gençler topluluğu; sizden kim evlenmeye güç yetirirse evlensin. Zira evlenmek, gözü ve mahrem yeri en çok koruyandır. Kim de evlenmeye güç yetiremezse oruç tutsun. Zira oruç şehvetten uzaklaştırır, şehveti kırar."   Oruç tutmak, cinsi içgüdüyü baskı altında tutmak için değildir. Oruç; insanı nevi içgüdüsüne ait mefhumlardan uzaklaştırıp insanın dindarlık içgüdüsü ile ilgili hususlarla meşgul olmasını sağlamak ve böylece cinsi içgüdünün harekete geçip insana sıkıntı ve rahatsızlık vermesini engellemek içindir. Yine oruç tutmaktan maksat bedeni fiziki açıdan zayıf düşürmek de değildir. Çünkü geceleyin yemek yemek ve yeterli miktarda gıdayı almak, gündüzün yemek yemeye ihtiyaç duymamayı sağlar. Dolayısıyla oruç tutmakla vucut zayıf düşmez. Oruç tutmakla aranan husus, nafile oruç ile ruhi mefhumları insanda var etmektir.

6- Umumi hayatta kadının vakarlı olarak tam bir şekilde örtünmesini emretmiş, özel hayatını da sadece kadınlara ve mahrem olanlara tahsis etmiştir. Vakar ve ciddiyetini takınarak topluma çıkan bir kadının bu tavrı, Allah'tan korkmayanların şüpheci bakışlarına engel olur. Kur'an-ı Kerim bu elbiseyi dakik, kapsamlı ve eksiksiz bir şekilde anlatmıştır. Kadın baş örtüsünü boyun ve göğüslerinin üzerine sarkıttığı, çarşafını veya mantosunu üzerine alarak vücudunun tümünü örtecek bir şekilde ayaklarına kadar sarkıttığı zaman, bu kamil elbiseyi giymiş olarak vakar ve ciddiyet içerisinde toplumun huzuruna çıkmış olur. Kadın bu mükemmel elbiseyi giydiği zaman genel hayattaki işlerini yapmak üzere dışarı çıkabilir. Bu haliyle kadın; bütün vakarını ve saygınlığını kuşanmış bir şekilde dışarı çıktığı zaman, kendisi ile Allah'tan kormayanların, sakınmayanların şüpheli bakışları arasına engel koymuş olur.

Kadının genel hayatta yapması mübah olan işleri yerine getirebilmek için gerekli herşeyi bünyesinde barındıran şer'i hükümler işte bunlardır. Yapılmaması gereken hususları kapsayan şer'i hükümler ise şunlardır:

1. İslâm; kadın olsun erkek olsun kişinin. bir başkasıyla halvette kalmasını yasaklar. Halvet, her ikisinin de izni olmaksızın yanlarına girmenin yasak olduğu; bir evde ya da insanlardan ve yoldan uzak bir yerde bir arada bulunmaları veya yalnız kalmalarıdır. Kamus el-Muhit'te şöyle denilmektedir: Yani; “Kişinin başkasıyla başbaşa görüşmeyi teklif etmesi üzerine o kişinin bunu kabul etmesi” demektir. Halvet, kendileri dışında başkasının olmadığından emin oldukları bir şekilde kadın ve erkeğin başbaşa kalmalarıdır. Böylesi bir halvet fesat olduğu için İslâm; başbaşa kalan erkek ve kadın kim olursa olsun ve nerede başbaşa kalırlarsa kalsınlar, mahrem olmayan bir erkekle bir kadının bir arada bulunmalarını kesinlikle yasaklamıştır. Onlar için Nebi (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır:

"Allah'a ve ahiret gününe iman eden kimse; yanında mahremi olmadıkça bir kadınla yalnız kalmasın. Zira onların üçüncüsü şeytandır."  Halvete mani olmakla şeriat, kadın ile erkek arasına koruma duvarı çekmektedir. Halvet; erkeğe, kadının kadınlığından, kadına da erkeğin erkekliğinden başka bir şeyi hatırlatmaz. Bu ferdi halvete engel olmakla, fesada sebep olan şeylere engel olunmuş olur. Çünkü halvet direkt olarak fesada açılan kapılardandır.

2. Kadına ziynetini açmayı yasaklamıştır. Nitekim Allah (c.c.) şöyle buyurmaktadır:

"Evlenme ümidi kalmamış, ihtiyarlayıp oturmuş kadınlara süslerini açığa vurmamak şartıyla dış elbiselerini çıkarmaktan ötürü bir sorumluluk yoktur."  Bu ayetin mefhumunda yaşlı kadınların ziynetlerini açmaları nehyedilmiştir. İhtiyarlamış olan kadınların ziynetlerini açmaları yasaklandığına göre, ihtiyarların dışındaki genç kadınların ziynetlerini açığa vurmaları öncelikle yasaktır. Allah (c.c.) şöyle buyurmaktadır:

  "Giydikleri ziynetlerinin bilinmesi için o kadınlar ayaklarını yere vurmasınlar."  Bu türden bir hareket "teberrüc" sayılır. Ayette geçen  kelimesi; ziynet ve güzelliklerin yabancılara gösterilmesidir ve böylesi bir kadın için; "güzelliklerini gösterdi" denilir. Teberrücü yasaklayan birçok hadisi şerif varid olmuştur. Ebu Musa el-Eşari'den: Rasulullah (s.a.v.) şöyle dedi:

"Kokusunu başkasına hissettirmek için koku sürüp dışarı çıkan ve halkın arasına giren kadın zina etmektedir."   Yani günaha giren zani gibidir. Bir başka hadiste ise şöyle buyurmaktadır:

"Henüz benim görmediğim, (cehennem ehli) insanlardan iki sınıf vardır. Yanlarında inek kuyruğu gibi bir kırbaç taşıyıp da onunla insanlara vuran kimseler; giyinmiş çıplak kadınlar ki bunlar Allah'a itaatteten dışarı çıkmışlardır. Başları deve hörgücü gibidir. Bunlar cennete giremeyecekleri gibi cennetin kokusunu dahi duyamayacaklardır. Halbuki (cennetin) kokusu şu şu kadar uzaklıktan duyulur."   Bu hadislerin tümü, açılıp saçılarak dışarı çıkmanın yasaklandığı hususunda açık ve net delillerdir. Bu nedenle teberrüc halinde, yani açılıp saçılarak dışarıya çıkmaları haramdır. Buna göre kadın; normalin dışında erkeklerin dikkatini çeken her ziynetle ve güzelliğini açığa çıkaran her kıyafetle sokağa çıktığında ya da bu haliyle özel hayatta yabancı erkeklerin huzuruna çıktığında "teberrüc" yapmış, yani açılıp saçılmış sayılır ki bu haramdır. Kadının; koku sürmesi, yanaklarını boyaması, başörtüsü olmaksızın peruk takması, manto veya benzeri bir kıyafet giymeden pontalonla sokağa çıkması gibi davranışların tümü teberrüc kapsamına giren hareketlerdir.

Teberrüc yani ziyneti açığa çıkarmak, erkek ve kadının cinsel duygularını canlandırır ve insanın cinsi içgüdüsünü tahrik eder. Erkek ve kadının, sadece seksi düşünceler etrafında bir araya gelmelerine neden olur. Aralarındaki ilişkiyi sadece seks ilişkisi haline getirir. Toplumsal yapıyı yıkacak, bozacak şekilde erkek ve kadın arasındaki yardımlaşmayı bozar. Bu açılıp saçılma, temeli temizlik ve takvaya dayanan gerçek yakınlaşmaya engel olur. Hayatın her anını cinsel arzuların doyurulması, içgüdünün tahrik edilmesi düşüncesi ile doldurur. Hayat, çok büyük sıkıntıların, dertlerin yoğunlukla yaşandığı bir alan haline gelir. Bedensel açlıkların doyurulmasından kaynaklanan bu açılıp saçılma; erkek ve kadın Müslümanın davayı taşıma ve Allah'ın kelime-i Tevhidini yüceltme yolunda cihad yapmaktan oluşan risaleti taşıma görevini yerine getirmelerine engel olur. Bu nedenle, kadının açılmasının İslâm cemaatine getireceği tehlikeyi, erkeklik ve kadınlık duygularını ne kadar tahrik edeceğini iyice takdir etmek lazımdır. İslâm’ın haram kıldığı teberrücün vakıası ve İslâm toplumuna getirdiği tehlikenin gerçeği işte budur. Ancak, evde ve özel hayatında kadının ziynetini ve güzelliklerini açığa vurması teberrüc sayılmayacağı gibi teberrüc kavramı da buna uygulanamaz.

3. İslâm, ahlakı veya toplumu fesada sevk edecek tehlikeleri taşıyan herhangi bir şeyi yapmaktan kadın ve erkeği men etmiştir. Kadın; kadınının kullanılmasını amaçlayan her türlü işi yapmaktan engellenir. Rafi b. Rifaa’dan rivayet edildiğine göre şöyle demektedir:

"Nebi (s.a.v.), cariyenin eliyle kazandığının dışındaki kazancını yasaklamıştır. Dedi ki: Eliyle yün eğirmesi, ekmek pişirmesi ve nakış yapması gibi işlerden kazanç elde edebilir."   Daha çok müşteri çekmek amacıyla ticarethanelerde, dişiliğinin kullanılarak siyasi hedeflere ulaşabilmek için elçiliklerde ve konsolosluklarda, uçaklarda hostes olarak çalışması gibi dişiliğin ön planda olduğu işlerde kadının çalışması engellenir.

4. İslâm, namuslu kadına zina iftirasını kesinlikle yasaklamıştır. Nitekim Allah (c.c.) şöyle buyurmaktadır:

"Namuslu hür kadınlara iftira atan, sonra da dört şahit getiremeyenlere seksen değnek vurun. Ebediyyen onların şahitliğini kabul etmeyin. İşte onlar, fasıkların ta kendileridir."  

"İffetli ve bir şeyden habersiz mümin kadınlara iftira atanlar; dünyada da ahirette de lanetlenmişlerdir. Ve onlar için büyük bir azab vardır."   Rasulullah (s.a.v.) da şöyle buyurmaktadır:

 "Helak edici yedi büyük günahtan sakının. Ey Allah'ın Rasulü; nedir bunlar? denildiğinde şöyle buyurdu: Allah'a şirk koşmak, sihir, Allah'ın öldürülmesini haram kıldığı bir insanı öldürmek, faiz yemek, yetimin malını yemek, savaş günü savaştan kaçmak ve namuslu, iffetli bir kadına zina iftirasında bulunmak."  Hadiste yer alan kelimesinden kasıt iffetli, namuslu olmaktır. Dolayısıyla iffetli yani namuslu olan her kadına zina iftirasında bulunmak büyük günahlardandır. Şeriat, iffetli kadına iftira yapmayı yasaklamakla, kötülükle meşgul olan ve kötülüğü kendisine adet edinmiş olan dilleri susturmuş olmaktadır. Böylece bu diller, insanların ırz ve namuslarını lekelemekten alıkonmuş, İslâmi toplumda kötülüğün yayılmasına ve söylenmesine engel olunmuş olur. Bu hükümlerin içeriğinde İslâm toplumunun korunması vardır.

İşte yapılmaması gereken işleri kapsayan bu şer'i hükümler nerede ve nasıl olursa olsun, İslâm toplumu arasında temizlik ve takva sınırları içerisinde gerekli yardımlaşmayı hedef etmiştir.

Bütün bunlarla insan; İslâm toplumunun ne olduğunu, Müslüman kadının nasıl bir kadın olduğunu anlayabilir. Kadının; Şeriatın mübah kıldığı işleri genel hayatta icra etmeğe kalkışmasının herhangi bir fesada ve bir zarara sebep olmayacağını; bilakis genel hayat ve toplumun yükselmesi için zorunlu olduğunu görmek mümkün olur. Bu nedenle müslümanlar hangi ortamda yaşarsa yaşasınlar, mutlak suretle şer’i hükümlere bağlı kalmak zorundadırlar. Yaşadıkları yerin; dar-ı İslâm ya da günümüzde olduğu gibi müslümanlara ait toprak olmasına rağmen dar-ı küfür olması ile halkının büyük çoğunluğunu müslümanların oluşturmadığı (ABD ve Avrupa ülkeleri gibi) ülkeler olması durumu değiştirmez. Müslümanların muhakkak surette şer'i hükümlere bağlı kalmaları lazımdır. Şeriat tarafından kadına mübah kılınan işleri kadının yapmasına müsaade etmeleri ve bu hususta herhangi bir sakınca görmemeleri lazımdır. Çünkü, şer'i hükümlerle amel etmekle hem kadın korunmuş, hem İslâm cemaatinin yükselmesi sağlanmış ve hem de Allah'ın emir ve nehiylerine itaat edilmiş olur. Şeriat, umumi ve hususi hayatta, fert ve cemaatin yararının nerede olduğunu daha iyi bilir.

İşte, kadın ve erkek birlikteliklerinden kaynaklanan problemleri tedavi eden İslâm'ın ortaya koyduğu nizamın özü budur. Bu nizamın; kadın ve erkeğin bir arada bulunmalarından dolayı ortaya çıkması muhtemel kötülükleri engellemeğe yeterli olabilecek şer'i hükümleri bünyesinde taşıdığı açıkça görülmektedir. Bu hükümler sebebiyle iffetlilik, takva, ciddiyet ve çalışmanın yer aldığı bir ortam meydana gelir. Bu hayat; insanoğlunun içinde rahat edebileceği, sıkıntılardan uzak, özel bir hayatı garanti etmektedir. Aynı zamanda cemaatın genel hayatında muhtaç olduğu saadet ve refahı sağlayacağı ciddi bir ortamı da gerçekleştirir. Bu hükümler, ictimai nizamın bir parçasıdır. Çünkü bu hükümler, erkek ile kadın arasındaki ilişkileri düzenlemektedir Kadın ve erkeğin bir arada bulunmasından doğan ilişkiler ve bu ilişkilerden meydana gelen problemler ictimai nizamın bir parçasıdır. Evlilik, boşanma, çocuk, nafaka ve benzeri meseleler, erkek ve kadının bir araya gelmesinden doğan problemlerdir. Bunlar; aynı zamanda ferdin fert ile arasındaki ilişkileri düzene koyduğu için toplum nizamından sayılır. Ancak ictimai nizam, aslı itibariyle kadın ve erkek arasında meydana gelen birleşmeden kaynaklanır. Bunun için onun ictimai nizamdaki gelişmesinden ve usulünden bahsedilir. Detayları ve teferruatı itibariyle toplum nizamının bir parçası olarak kabul edilir ve İslâm fıkhının "muamelat" kısmında ele alınır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder