3 Eylül 2013 Salı

KöklüDeğişiim

KöklüDeğişiim
11 EYLÜL VE SURİYE
Birinci Dünya Savaşı yıllarında ideolojik devlet boyutu ile Sosyalizmin hayat sahasında ortaya çıkması, kapitalist ideoloji sahiplerini endişelendirmişti. Tabiki ilerleyen yıllarda bu endişelerinin haklılığı, iyiden iyiye ortaya çıkmaya başladı. Sosyalist ideolojiye sahip Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği kısa zamanda batılda olsa ideolojinin verdiği hayata derin bakış sayesinde bir hayli ilerleme kaydetti. Ve özellikle İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra dünyadaki iki süper güçten biri olmayı başardı.
Bir ideoloji başka bir ideolojinin varlığına, varlık sahasında yer bulmasına asla tahammül edemez. İdeoloji hayata bakışı temsil eder. Ortaya koyduğu fikrin hayat sahasında ortaya çıkmasını ve bunun yayılmasını gaye edinir. Hiçbir ideolojide, kendi kabuğuna çekilme söz konusu değildir. Varlık sahasında bulunan ideolojilerin birbirleri ile savaşmaları kaçınılmazdır.
Konumuza dönecek olursak; güçler dengesinin birbirine yakın olması ve özellikle ikisinde de nükleer silahların olması, ABD ve SSCB arasında bir askeri savaşın oluşmasına engel oldu. Savaşın kaçınılmaz olması ise bizim daha önce bu anlamı ile karşılaşmadığımız bir tabir olan “soğuk savaş” ile tanışmamıza neden oldu. Konvansiyonel silahlarla, meydanlarda göğüs göğüse bir çarpışmaya sebebiyet vermese ve onun kadar kısa sureli olmasa da, iki süper güçten birinin yıkılmasına sebep oldu. Bunda SSCB’nin ideolojisinin gereklerini yerine getirmemesi ve kimi konularda Kapitalizm ile uzlaşmaya gitmesinin de etkisi çok büyüktür elbette.
1991 yılında SSCB’nin tamamen yok olması ile dünyada tek sözü geçen devlet olarak ABD kaldı. İdeolojisinin yayılma prensibi gereği hem elinde bulunan bölgelerin kontrolünü arttırmak, İkinci Dünya Savaşı öncesinde birinci devlet konumunda olan İngiltere ile mücadele ettiği bölgelerde nüfusunu yerleştirmek hem de SSCB’nin elinde bulunan bölgeleri kendisine bağlamak için çaba sarf etmeye başladı.
Dünya liderliğinde egemen güç olarak tek başına durması onun küstahlığını ve kibrini arttırdı. Emellerini gerçekleştirmek için BM ve NATO’yu kullandı. İstediği ülkeye savaş açtı ve kimilerini tamamen işgal etti. Milyonlarca insanı –ki bunların çoğunluğu Müslümandır- katletmesine rağmen tüm dünya buna sessiz kaldı veya ABD’nin yanında yer aldı. Dünya Bankası ve IMF ise işin ekonomik boyutunu oluşturdu. Ülkeleri ekonomik yaptırımlar ve borçlar ile kendisine bağladı.
Her ne kadar her istediğini yapar konumda olsa da, hem kendi halkına hem de dünya kamuoyuna haklılığını ispat etmek için yaptığı işlerde bahaneler üretmeyi ihmal etmedi. SSCB’nin yıkılması ile artık ideoloji olarak Sosyalizmin yeniden hayat bulmasının mümkün olmadığını gördü. Zira halklar Sosyalizmin ne denli bozuk ve vahşi bir nizam olduğunu gördüler. Ondan kurtulan devletler sorun yaşamadan Kapitalizme geçiş yaptılar. Baskıcı rejimlerden kurtulan insanlar yeniden Sosyalizmi talep etmediler.
Ancak ABD’nin kafasındaki yeni dünya düzeni planı içerisinde Müslümanlar ve İslam beldeleri önemli yer tutuyordu. Ve ayrıca İslam, Sosyalizm gibi değil, canlı bir ideoloji olarak hala kimi Müslümanların hafızalarında bulunuyordu. Ayrıca Müslümanlar dinlerine çok bağlı idiler. Küçük bir kıvılcım ile İslam’ın bir hayat nizamı olarak yeniden hayata dönmesinin önü açılabilirdi. Bunu gören ABD İslam’ın geri dönmesini isteyen tüm Müslümanları diğer halklar nezdinde gözden düşürmek ve dışlamak için onları terörist olarak göstermek ve İslam beldelerinin bir kısmını işgal etmek için 11 Eylül 2001 saldırılarını bizzat kendisi düzenledi.
Çeliklerin eriyerek yıkıldığı iddia edilen binanın enkazından Arap kökenli Müslümanların plastik pasaportlarının bulunması, profesyonel uçak pilotlarının yapamayacağı manevraları yapan acemi pilotlar, ortada olmayan uçak yolcuları, dünyanın en güvenli yeri olduğu iddia edilen Pentagon’un uçak saldırını anlayamaması, 12 cm çelik ile imal edilmiş ve böyle bir darbe ve oluşan sıcaklık ile yıkılması mümkün olmayan binaların o denli düzenli bir şekilde yıkılması vs vs. Bütün dünyanın gözleri önünde cereyan eden bu saldırılarda kendi halkını katleden ABD’ye herkes inanmış gibi yaptı ve kimi batılı devletler ise ABD’nin kuyruğunda onunla birlikte hareket etti. Kâfir batılı devletleri bu işlerinde anlamak mümkün zira hedef neticede hepsinin ortak düşmanı İslam ve Müslümanlar. Acı olan ise Müslümanların başlarındaki hain yöneticilerde bu güruha katıldılar.
Saldırıların arkasından Müslümanlar suçlandı ve Haçlı Seferleri diye nitelendirdikleri iğrenç amellerinin başlangıcının temelleri atılmış oldu. Afganistan ve Irak işgalleri birbirini takip etti. Uzun yıllar ne Bin Laden’i bulabildiler ne de Irak’ta nükleer silah bulabildiler ama işgaller hala devam ediyor. En iyimser tahminlerle yüzbinlerle ifade edilen Müslüman bu işgaller neticesi katledildi.
Esasında bunu bir ideolojiler savaşı olarak niteleyebiliriz. Her ne kadar İslam ideolojisini tatbik eden bir devlet olmasa da Batı bunu böyle görmektedir. En nihayetinde İslam’ın hayat sahasına dönmesini engellemek ve Müslümanların zenginliklerini sömürmek için hazırlanmış kapsamlı projenin bir parçasıdır 11 Eylül. Savaşların işgallerin önünün (onlara göre yasal olarak) açılması için bir bahane. İslam beldelerinde Batı nizamlarının yerleşmesi için yapılan planlar ise işin başka bir boyutunu oluşturuyor. İlk tabiri ile BOP gibi.
Bütün Müslümanların tek bir devlet çatısı altında birleşmesi, tek merkezden yönetilmesi, İslam’ın tatbiki ve yaşadıkları inancı tüm dünyaya yayma gayreti içine girmeleri Batı’nın göze alamadığı bir durumdur. Yukarıda zikrettiğim gibi ideolojilerin hayat sahasında karşılaşması demektir. O nedenle kapitalist ideoloji sahipleri İslam ideolojisinin hayat sahasına inmeden engellenmesini amaçlamaktadırlar.
Çünkü bugün İslam beldelerinin zenginliklerini sömürmektedirler ve bu kaynağı kaybetmek istememektedirler. İslam Hilafet Devleti ise bunun önüne geçecektir. Bu onlar için hayat damarlarının kesilmesi demektir. İslam Devleti onların hayat damarlarını kesmekle kalmayacak kendi nizamını onların topraklarında da yaymak amacı ile harekete geçecektir. Bu ise onların asla kabullenemeyecekleri bir durumdur. Ayrıca İslam’a olan düşmanlıkları ise genlerine işlemiştir.
Meselenin Suriye ile olan alakasına gelince; elbette 11 Eylül komplosunun planlanmasında şu an Suriye’de ortaya çıkabilecek durum hesap edilmişti. İslamı isteyen Müslümanlar bugün Suriye’de de terörist ilan edildi. Bunun temelleri 11 Eylül’de atılmıştı. Artık istemedikleri her kitleyi terörist ilan edebilirlerdi. Gayretlerini ayrıca bugün Suriyelilerin isteği olan İslam Devleti hedefine Müslümanların yönelmemesi için İslam beldelerinde demokrasiyi, ajanları vasıtası ile yerleştirmek için yoğun mesai harcamaya ayırdılar.
Suriye halkı bugün ayaklanmalarını bir İslam devrimine dönüştürmüş ve İslam İdeolojisinin hayat ışıkları görünmeye başlamıştır. Bunu gören kâfir Batı şaşırmış ve bunu engellemek için her türlü vasıtayı denemeye başlamıştır. Bu devrim onların ve ajanlarının gerçek yüzünü ortaya çıkarmıştır.
11 Eylül ile İslam beldelerine askeri operasyonlar yapmak için bahane oluşturan ABD neden Suriye’ye müdahale etmemektedir? Askeri olarak yeni bir cephe açmak istememesi ve maddi boyutun bahanesini iddia edenlerin iddiası mesnetsizdir. Savaşlar ABD’nin can damarlarından biridir. Savaş sonrası yok olan altyapı ve yıkılan binaların yapılması için dev Amerikan şirketler ellerini ovuşturmaktadır. İlaç sanayii ve silah sanayii için savaşlar olmazsa olmazdır. Zira bu ve benzeri her harcamanın karşılığı zaten işgal edilen beldelerden fazlası ile karşılanmaktadır. Siyasi gücünü yerleştirmesi ise işin başka bir boyutudur. Durum böyle iken ve Suriye’ye müdahale için bu denli bahane varken neden müdahale edilmemektedir.
Evet bunun bir ideoloji kalkışı olduğunu görmektedirler. ABD, Rusya, İngiltere ve Fransa savaş gemileri Akdeniz’de neyi beklemektedir. Yüzbinleri aşan sayıda katledilen insanlar varken fok balıkları ve balinalar için ayaklananlar nerededirler. Demokrasi ve özgürlükleri için dünyayı ayağa kaldıran Batı katledilenler Müslümanlar olunca sesleri çıkmamaktadır. Müslümanların başında bulunan yöneticiler ise hala Müslümanlara düşmanlıkları artık ayyuka çıkan kâfirlerin kokuşmuş nizamlarını tatbik etmek ve tavsiye etmek hususunda birbirleri ile yarışmamaktadırlar. Anlamak mümkün değil.
Sosyalizmden sonra kendisine İslam’ı hedef tahtasına oturtan ABD liderliğindeki Batı, İslam nizamının hayat sahasına dönmesine tahammül edemez. Suriye’de ise çekindikleri bu hususun hayat bulmasından korkuyorlar. Bütün planları bunun engellenmesi üzerine kuruludur. Suriye onların uykularını kaçırmaktadır. “Suriye meselesi tüm dünyayı etkiler” demelerinin sebebi budur.
Ama Allah’ın izni ile İslam’ın geri gelmesi engellenemeyecek ve İslam ile Kapitalizm karşı karşıya gelecektir. Bu karşılaşmanın galibi elbette alemlerin yaratıcısından gelen İslam nizamı olacaktır. Bunda şüphe yoktur. Kâfir Batı’da bunu çok iyi bilmektedir. Bu çabaları ise kaçınılmaz sonu geciktirmek içindir ancak. Fakat Allah svt nurunu tamamlayacak ve Müslümanlar o gün ferahlayacaklardır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder