KöklüDeğişiim
AKIL-VAHİY BAĞLAMINDA METOD, USLÜP VE VASITA
El-Hamdulillahi Rabb-il Âlemîn, e's Salatu ve's Selâmu Âlâ Seyyidinâ Muhammed ve Âlâ Âlihi ve Sahbihi ecmain. Ve ba'd;
Günümüzde insanlar genelde ne zaman akla göre, ne zaman vahye göre hareket edecekler bilemez olmuşlar ve çoğu kez aklını şer-i hükmü sorgulama yönünde kullanarak büyük bir hatanın içerisine düşmüşlerdir. Çoğu kez de aklını kullanması gerektiği yerde öncekileri delilsiz bir şekilde taklit ettiğinden sorgulama kabiliyetini yitirmiş ve hak diye kendisine takdim edilen herşeyi hak olarak kabul etmişlerdir. Bu durum açıktır ki akıl-vahiy ilişkisini iyi kuramadığından ve bu ikisinin oturtulması gereken yeri ters-düz ettiğinden kaynaklanmaktadır.
Müslümanlar İslami hayatı başlatmanın metodu olan nebevi hareket metodunu takip etmeleri gerektiği yerde akıldan çeşitli metodlar ürettiklerinden ve o metod zannettikleri yolları takip ettiğinden İslami hayatı başlatamamakta, dahası İslami hayatı başlatmak için doğru çalışanlara da bir nevi engel olmaktadırlar. Hâlbuki metod akıl ile üretilen bir yol olmayıp edille-i şer’iyyeden akıl ile ortaya çıkartılan şer-i bir hükümdür.
Şüphesizki akıl-vahiy ilişkisini doğru kuramamak metod ile üslup, üslup ile vasıta arasında karışıklığın olmasına neden olmaktadır. Üstelik bu durumdan daveti yüklenen bazı Müslümanlar da hâli değillerdir. Zira metod ve üslup arasında bazı Müslümanların ayrım yapamadığı gözlemlenmekte, bazı üsluplara metod gibi, bazı metodlara da vasıta gibi muamele yapıldığı görülmektedir. Örneğin demokrasiyi İslami hayata ulaşmak için kimileri bir metod olarak kullandığı halde bunu tabanına bir vasıta olarak göstermektedir. Oysa vasıtalar elle tutulur somut varlıklardır.
Allah Subhanehu ve Teâlâ insanı yaratırken onu akıl ile nimetlendirmesi ve akılsızları mükellef kılmaması aklın şeriatta bir rolünün olduğuna delalet etmektedir. Fakat yine Âdem’den (as) beri insana peygamberler göndererek vahiy ile insan hayatını düzenlemesi aklın her hususta ölçü olmadığına delalet etmektedir. İnsan tek başına aklı ile doğruyu bulacak olsaydı Allah her daim peygamberleri göndermez, herşeyimizi belirleyenin vahiy olacağını öngörseydi sadece aklı olanı mükellef tutmazdı. Dolayısıyla aklın bir alanı ve şeriatta bir rolü bulunmakla birlikte vahyi esas almayan akılda doğru yola ulaşamaz. Akıl insana eşya ya da vakıanın tespiti için verilmiştir ki vahiyde o vakıanın hükmünü versin ve yine bu hükmüde vakıaya akıl intibak ettirsin. Dolayısıyla insanın yaşantısında vahiy hükmeden, akıl infaz eden dersek yanılmış olmayız.
Şimdi bu çerçevede gelelim metod, üslup ve vasıta meselesine: Metod; lugatte sünnet (yol) manasına gelmektedir. Istılahta ise, bir hedefe ulaşmak için değişmeden takip edilen bir yola metod denir. Zira metod değişmeyen sabit yöntem manasındadır. Bir şeyde değişiklik varsa onun metoddan olması mümkün değildir. Bir kere bile aynı meselede farklı fiil söz konusu olursa o şey metoddan olmaz. Çünkü metod dediğimiz şey Şari’in kulun fiiline ilişkin hitabı olan şer-i hüküm olup vacip statüsündedir. Şer-i hükümler ise zaman ya da mekâna göre değişmez, ancak vakıaya göre Şer-i hüküm değişiklik gösterir.
Bir başka açıdan metod düşünceyi uygulamak için gerekli olan yoldur. Buradan hareketle metodun düşüncenin cinsinden olması kaçınılmazdır. Zira düşünceyi ortaya koyanın başka, metodu ortaya koyanın başkası olması düşünülemez. Dolayısıyla düşünce İslami olunca –ki burada kastedilen edile-i şeriyyeden istinbat edilmiş şer-i hükümlerdir- metod da İslami olmak zorundadır. Nitekim İslam; fikir ve o fikrin cinsinden metoddan oluşan bir ideolojidir. Metodun fikrin cinsinden olmasından kastedilen ise ancak fikir ile metodun kaynağının aynı olmasıdır.
Üslup ise; metodu uygulamak ve hedefi gerçekleştirmek için durumlara göre değişen keyfiyettir. Üslubun şartlara ve muhatabın durumuna göre değişiklik göstermesi bir zorunluluktur. Zira üslubun kaynağı vahiy değil akıldır. Yani her ne kadar üslupların çerçevesini İslam çizmiş olsada üslupların bizzat kendisi Şari’in kulun fiiline ilişkin hitabından değildir. Üslupları icat edip uygulamaya koyan düşünen beyinler, yani akıldır. Dolayısıyla üslubun değişmesinde bir beis olmadığı gibi bu bazen gerekli de olabilir. Bununla birlikte bazı durumlarda üsluplar dolaylı olarak şer-i hükümler çerçevesine de girebilirler. Konunun devamında bu hususlar vuzuha kavuşturulacağı için şimdilik burayı geçiyorum.
Metod ve üslup arasında net bir ayrılığın olması şu açıdan çok önemlidir. Bilindiği gibi özellikle İslami hayatın başlamasını isteyen ve bunun için çalışan Müslümanlar Rasul SallAllahu Alaeyhi ve Sellem’in o seçkin siretini okuyup kendileri için doğal olarak onu alıp uygulamaya koyuyorlar. Burada Nebi Muhammed Aleyhi-s Selatu ve-s Selam’ın hangi fiillerinin uyulması vacip olan şer-i hükümler olduğu, hangi fiillerinin vahiy kaynaklı olmayıp o anki durumlara göre üretip uygulamaya koyduğu ve bugün uyulması vacip olmayan fiiller olduğu bilinmez ise nasıl olacakta İslami hayat başlatılacak? Formüller değilde şekiller alınarak nasıl olacakta günümüz şartlarında insanlığa bir hidayet ve kurtuluş olarak İslam’ı sunacağız? Onun için bilinmesi gerekir ki metod ve üslup arasındaki en açık fark metodun kaynağının vahiy, üslubun kaynağının akıl olmasıdır.
Vasıtaya gelince; vasıta bir metod veya üslubu uygulamak için kullanılan eşyalardır. Vasıtada üslup gibi şartlar, imkânlar, zaman ve mekâna göre değişir. Burada kastedilen vasıtalar genel manada olmayıp İslami hayatın başlatılmasıyla alakalı takip edilen metodu ve bu çerçevede belirlenen üslubu uygulamak için kullanılan vasıtalardır. Örneğin, insanlara toplu hitap etmek için münadi, ses cihazları ya da medyayı kullanmak gibi. Ya da insanlara ulaştırılması için çıkartılan beyanlarda kullanılan matbaa, daktilo ve fotokopi makinası gibi. Açıktır ki vasıta konusunda İslam bizden belirli herhangi bir vasıtayı kullanmayı istemeyip mubah olduğu müddetçe her türlü vasıtayı kullanma konusunda serbest bırakmıştır. Fakat teknolojinin bize sunduğu imkânları ve vasıtaları kullanmayıp yolculuk için devenin, kitap telif etmek için kalemin ve insanlara hitap etmek için münadinin kullanılması akla aykırı olduğu gibi işlerin gecikmesine vesile oluyorsa şer-i hükümlere de aykırıdır.
Metod idrak etmekle, üslup icat etmekle ve vasıta en elverişlisini tesbit etmekle olur!
Kerim kardeşlerim metod, üslup ve vasıt konusu bilinen bir konu olmakla birlikte ondaki bilinmeyen yönleri açıklamak, aralarındaki farkı ortaya koymak ve Müslümanların hangisi üzerinde daha çok düşünmesi gerektiğini göstermek kastıyla bu makaleyi ele aldık. Şüphesiz ki bu dava ve davet ancak düşünen insanlar elinde ilerler. Bugün gerçekleştirilen 120 bin kişlik konferanslar, davetin dünyanın dört bir tarafına ulaştırılması, dost-düşman herkesin haberdar edilmesi, Hilafet konusunun konuşulması ve burada saymaya güç yetiremeyeceğimiz daha yüzlerce müsbet gelişme ancak düşünen ve icat eden kişiler vasıtasıyla gerçekleşmiştir.
Burada bilinmesi gereken şu ki; üzerinde düşünülmesi gereken şey metod değil üsluplardır. Zira metod; ilk olarak bulunabilmesi için eşsiz bir kabiliyet ve dahi bir akıl gerektirmez. Çünkü metod şer-i hükümlerle belirlenmiş veya kendisi ya da dayandığı esas kesindir. Bundan dolayı zaman ve mekâna göre değişiklik göstermeyeceği gibi değişim için içerisinde çalışılan topluma göre de, ya da muhatap ulunan ferde göre de değişiklik göstermez. Metodun tesbiti için keşfedici bir akla ihtiyaç olsada kullanılması (üzerinde seyredilmesi) normal bir akliyetin bulunmasıyla mümkün olur. Buna mukabil üslup bir işi gerçekleştirmek üzere belirlenip muvaffak olunamayabilir ve değiştirilmesi gerekir. Çünkü üslup; bir işin gerçekleştirilmesi için daimi olmayan muayyen bir tatbik etme biçimidir. Sürekli bir biçimi ifade etmez. Zaman ve mekâna göre değişiklik gösterebileceği gibi içerisinde çalışılan topluma ve ferde göre de değişiklik gösterir. Hatta üslubun sürekli sabit kalması onun metodla karıştırılmasına ve monotonluğa sebep olur. Bundan dolayı kullanılması normal bir aklın mahsülü olsada, üsluba ulaşmada icat edici bir akla veya dehaya ihtiyaç vardır.
Ayrıca bilinmeli ki içerisinde yaşadığımız vakıa ve bu vakıayı değiştirmenin metodu belirlenmiş olup onun üzerinde düşünmek belki tebellür etmek ve taklitten kurtulmak için gereklidir. Fakat bu metodun gereği olan çalışmayı yapabilmek için her bir dava taşıyıcısının üsluplar üzerinde düşünmesi ve yeni üsluplar icat etmesi bir zorunluluktur. Çünkü çalışmalar kitlesel yapılsada özellikle kişileri uyandırma ve davet için kazanmada muhatabın durumuna göre teşhis ve yaptığı tesbitten sonra onu kazanmak için münferit olarak bir üslup kullanılmaktadır.
Bu nedenlerle vasıta ve üsluplar hakkında düşünmek metod hakkında düşünmekten daha öncelikli ve daha üstündür. Zira metod hayat işlerinden bir iş olan ve keyfiyeti İslam tarafından açıklanmış bir şer-i hükümdür. Üslup ise o şer-i hükmün akıl ile vakıaya intibak ettirilmesidir. Bu açıdan üslubun vahiyle doğrudan bir ilgisi bulunmamakla birlikte Şar-i onu genel bir şekilde açıklamıştır. Bu konuda Allah Subhanehu ve Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Sen Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel şekilde mücadele et” (Nahl 125) Burada hikmet; akli burhan ve reddedilemez hüccettir. Güzel öğüt ise; güzelce hatırlatmadır ki fikirleri ve duyguları aynı anda harekete geçirerek olur.
Yine Subhanehu ve Teâlâ şöyle buyurmuştur:
“Allah’tan bir rahmet ile onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba ve katı kalpli olsaydın etrafından dağılırlardı…”
“Ona, yumuşak bir söz söyleyin, umulur ki o aklını başına alır yahut korkuya kapılır.”
Bu ve başka nasslar göstermektedir ki şeriat üsluplar hakkında genel bir çerçeve çizip gerisini dahi akıllara bırakmıştır. Yukarıda da dediğim üslubun vahiyle direk ilişkisinin olmadığı konusu budur.
Üslubun dolaylı olarak vahiyle ilgili olmasına gelince; bir üslubun zarara götüreceği yahut harama götüreceği zannı galip ile bilinirse ya da bir vacip ancak bir üslup ile gerçekleşecekse o takdirde üslubun, “harama götürende haramdır” ve “vacibin ancak kendisi ile tamamlandığı şeylerde vaciptir” kaidelerinden dolayı, dolaylı olarak vahiyle ilgili olmuş olur ve şer-i hükmün gereği yerine getirilir. Bu ise, Şer-i bir hüküm olup vahiyden alınmıştır.
Yine örgütlü çalışmalarda sorumlu olanlar tarafından bir üslup benimsenmiş ise emire itaatın vacip olmasından dolayı o üslubu benimsemek vaciptir. Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur: “Ey iman edenler, Allah’a itaat edin, Rasul’e itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine de…” Dolayısıyla hernekadar üsluplar mubah alanda olmuş olsada sorumlular benimseme yaptığında onu uygulamak vacip olur. Zira sorumluların emretme hakkıda sorumlulukları dâhilinde muhah alanda olmaktadır. Çünkü mubah dışında diğer Şer-i hükümler (vacip, sünnet, haram ve mekruh) hiç kimsenin tercihine bırakılmış değildir.
Bunun dışında ve üslubun mubah oluşunun dışında bizzat üslupların kendisinin vahiyle bir ilgisi yoktur. Onun için Müslümanların benimsenmiş üslupların dışında yapması gereken üsluplar sormak değil üsluplar icat etmektir. Başkalarının üsluplarını takip etmek caiz ve verimli olmakla birlikte bu Müslümanları tembellik ve taklitçiliğe sevkeder.
Dolayısıyla bu durum Müslümanların metodu idrak etmek için, üslubu icat etmek için ve vasıtayı en iyi ve verimlisini tesbit etmek için düşünmesini gerektirir. Buna göre metodu kavrayıp idrak ettikten sonra yani tebellür gerçekleştikten sonra düşüncenin tamamen üsluplara tahsis edilmesi gerekir. Bu da şüphesiz davet taşıyıcılarının düşünen insanlardan oluşmasını gerektirir. Düşünmeyen kişilerin bu davada vagon olmaktan öte başka bir katkıları bulunmaz. Davanın ise lokomotiflerle ilerlediği, lokomotiflerin ise düşünen ve icat eden dahi insanlardan oluştuğu bir hakikattır.
İşte size düşünüp icat eden Müslümanlardan bazı örnekler: Rasul SallAllahu Alaeyhi ve Sellem’in Hicretin altıncı senesinde kendisiyle, Kâbe’yi kontrolü altında bulunduran Kureyş Kabilesi arasında harb hali olduğu halde, Hacca gitmeyi kastetmesi ve bu gayesini ilan etmesini misal olarak verebiliriz. Bu harekette gaye; Kureyş’i yumuşatarak Hayber’i vurmak idi. Çünkü Kureyş ile Hayberlilerin birlikte bir savaş hazırlığı içerisinde oldukları ve bu konuda bir anlaşmaya varma arifesinde bulundukları haberi Rasul SallAllahu Alaeyhi ve Sellem’'e ulaşmıştı. Bunun üzerine Allah Rasul’ü Aleyhi-s Selatu ve-s Selam gayesi hayberi vurmak olduğu halde gayesi haccetmek gibi görünerek Hudeybiye Antlaşması’nı gerçekleştirmiş ve akabinde esas gayesini icra etmek üzere Hayber üzerine yürümüştür. Haccetmek üzere Mekke üzerine yürümesinin siyasi bir manevra ve taktik dolu bir üslup olduğunun delili, bu manevra ve taktik dolu üslup neticesinde Kureyş'i bir mütareke ile belli bir noktaya getirince, hacc yapmadan geri dönmeye razı olması ve Hudeybiye dönüşü iki hafta sonra Hayber üzerine yürümesidir.
Bu örnek her ne kadar İslam Devleti’nin dış siyasetiyle alakalı bir örnek olmuş olsada düşünüp icat etme konusunda son derece vecizdir.
Habeşistan’a hicret edildikten sonra müşriklerin onları geri vermesi için krala Müslümanların dinlerine hakaret ettiğini söylemesi üzerine sahabeleri yeniden çağıran Necaşi karşısında Cafer RadıyAllahu Anh’ın güzel üslubu ile hakikatları açıklaması kralın gönlünü fethetmeye yetmiştir. Doğruyu gizlemeden ama kimseye hakaret etmeden güzelce İsa Aleyh-s Selam’ın Allah’ın kulu olduğunu açıklamıştır.
Yine Medine’de İslam Devleti’nin kurulmasında çok büyük emeği olan Musab bin Umeyr bu emeğinin yanında davetteki seçkin üslupları icat etmesi onun başarılı olmasını sağlamıştır. Onun muhatablarıyla olan konuşmaları ve aldığı olumlu neticeler üslupta icat ediciliğin önemini göstermektedir.
İstanbul’un fethi sırasında Sultan Muhammed han askeri alanda vasıtaları dâhiyane üslublarla kullanmış ve kâfirleri şaşkına çevirmiştir. Gemileri karadan yürütmek, topların kendi halinde soğumasını beklemeden zeytinyağıyla soğutmak ve benzeri fikirler nasıl bir aklın ürünüdür?
Gemileri yakmak nasıl bir üslup ki Endülüs’ün fethinde en büyük etken olmuştur?
Üstün zekâ ve icat edici aklıyla Abdulhamid han Hilafet Devleti’nin yıkılmasını otuz yıl geciktirmiştir. Devletin o zayıf halinde askeri talimi ve iadeyi ziyareti bahane edip Japonya’ya gönderdiği Ertuğrul İnci fırkateyni ile hem Japonya’da İslam’ın yayılmasını hedeflemiş hemde 11 ay süren bu yolculuk esnasında kelime-i tevhid sancağını Müslümanlar arasında dalgalandırarak kâfirlere Müslümanların Hilafete olan teveccühünü göstermiştir.
Örnekler askeri, siyasi ve davetin taşınmasında olmuş olsada hangi konuda ve alanda olursa olsun başarının gelmesinde üslubun önemine işaret etmektedir. Dolayısıyla İslami hayatın başlatılmasında da başarı metotta sebat ve üslupta icat edicilikle gerçekleşecektir.
Haydi ey Müslümanlar o çok bilmiş âlim kılıklı insanlar caiz olmadığı halde kendi akıllarından metodlar üretirken sizler Nebevi Hareket Metodu çerçevesinde üsluplar üretin. Birileri kendilerini toplumdan tecrit edip sorun odaklı hareket ederken sizler toplum içinde çözüm odaklı hareket edin. Meşru olan her vasıtayı en güzel üsluplarla kullanıp davetin insanlara ulaşmasını sağlayın.
Gece-gündüz, gizli-açık, kısık sesle, yüksek sesle her türlü üslubu denemeden kavmine beddua etmeyen Nuh Aleyh-s Selam gibi, “Benim rabbim güneşi her gün doğudan çıkarıyor. Haydi, sende onu batıdan çıkar” diyen İbrahim Aleyh-s Selam gibi ve “sağ elime güneşi, sol elime ayı versenizde ben bu davamdan asla vazgeçmem. Ya Allah beni muzaffer kılar ya da bu yolda bu baş bu vücuttan düşer” diyen Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem gibi gece gündüz toplumunu düşünen Allah’tan gelmiş metoda sımsıkı sarılarak en güzel üslupları icat edip uygulama yolunda gayret edenlerin arasına koşun.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder