"SAİD NURSİ GERÇEĞİ İDDİALARINA CEVAPLAR" VİDEOSUNU HAZIRLAYAN NURCULARIN DEMOGOJİ VE İTHAMDAN İBARET SAÇMALIKLARINA CEVAP: Giriş bölümü burda: http://www.youtube.com/watch?v=3uI4Vtim7QU 11 bölümden oluşuyor. Video başlar başlamaz; demogojiyle başlıyor. İnsanların akıllarını yönlendirme çabasıyla, "Said Nursi Gerçeği" videosunu hazırlayanlara, aslı olmayan tenkit şöyle başlıyor: "iftira, yalan, cerbeze, saptırma..." Aslında bunlar, videoda baştan sona tas tamam kendilerinin yaptığı şeylerdir. Bütün bunları da masumluğu oynayarak karşıdakileri sadece delilsiz ithamlarla eleştirerek gizlemekteler. İnsanları aptal yerine koyacak derece haddi aşan kuzu postuna bürünmüş kurt kalplilere cevap verilecektir, Allah'ın izniyle. Videoyu hazırlayanlara isnat ettikleri ithamlardan biri de şudur: "Hakaret ve küfür" "Said Nursi Gerçeği" videosunda Said Nursi'ye -uslubun sert olduğunu kabul etmekle birlikte- hakaret denilecek ifadeler kullanılmamıştır. Said Nursi'nin asla islami ve ilmi olmayan "beni kıskanıyorlar" ifadesinin sadece tanımı yapılmıştır. Kendileriyle hiçbir dostluğu ve düşmanlığı olmadığı, hayatında kendileriyle hiç görüşmediği kimseleri kendisini kıskanmakla itham etmenin din gayesi güden bir insanın söyleyeceği sözler midir? Bir de videoda Said Nursi'ye asla ama asla küfür edilmemiştir. Bu gibi çirkin iftiralara tenezzül eden nurcular, "Herkes kötü, ben iyiyim" tarzında konuşarak insanları aptal yerine koymaktan hiç sıkılmıyor. Bu, nurcuların sürekli kullandıkları taktiktir. İnsanların hidayetini isteyen müslümanların çabalarına karşın, insanların hidayetini engelleyen kurt kalplilere göz yummayacağız, yumamamayız. Onlara Kur'an ve sünnetten delillerle ve bu ikisine tabi olmuş selef alimlerimizin de görüşlerine yer vererek cevap vereceğiz inşAllah. "Said Nursi Gerçeği" videosunda uslub gerçekten serttir. Biraz daha yumuşak olsa, belki Nurcular sert üslubu bahane edip insanların kafasını yeniden bulandırmaya çalışmayacaklardı. Şunu da söyliyelimki, milyonlarca müslümanı cehenneme sürükleyen, ahiretini ebedi bir hüsrana düşürecek bir düşünce hiç masum olamaz ve şefkatli bir eleştiriyi asla hak etmemektedir. Bilinmelidirki bugünkü dostluklar o gün düşmanlığa dönüşecek, bugün savunulanlara o gün lanet edilecektir. Bugün peygamberler haricinde önderler edinilen Said Nursi gibi kimseler o gün saptırdıkları insanların vebali -saptırılanların günahları eksilmemekle birlikte- önder edinilen Said Nursi gibi saptırıcılara yüklenecektir. "Yüzleri ateşe çevrildiği gün: «Eyvahlar bize, keşke Allah'a itaat etseydik, keşke Peygambere itaat etseydik» derler. «Rabbimiz! Biz önderlerimize ve büyüklerimize itaat etmiştik, fakat onlar bizi yoldan saptırdılar» derler. «Rabbimiz! Onlara iki kat azab ver ve onları büyük bir lanetle lanetle (rahmetinden kov!)» " (Ahzâb Suresi, 66-67-68) "Onlar, hem kendi yüklerini, hem de kendi yükleriyle beraber başka yükleri (başkalarını kandırıp saptırmalarının vebâlini) taşıyacaklar ve elbette uydurdukları şeylerden kıyâmet gününde sorguya çekileceklerdir." (Ankebut Suresi, 13) Said Nursi'nin imtihan hayatı kapandığı için, onu hidayete ulaştıracak tebliği yapmak imkansızdır. Said Nursi sıradan bir insan değildir, toplumları dünya ve ahiret hayatını yönlendiren ve taraftarlarınca kutsal adam ilan edilen bir kimsedir. Bu dünyadan göçüp giden Said Nursi'ye karşı şefkatli bir yaklaşımın bir faydası da asla olmayacaktır. Yalnız, bazen sert üslup onun peşinden gidenleri üzüpte gerçeklere ön yargıyla bakmasına sebebiyet verebilir. Şunu da söyleyelimki o videoda şiir ve edebiyat, roman, hikaye yazarları eleştirmenlerce nasıl eleştiriliyorsa Said Nursi'nin de yazdıkları öyle eleştirilmiştir. Çünkü Said Nursi'nin de yazdıkları edebiyat (kelam ve belağat), şiir, misaller ve hikayelerle doludur. "Ey kardeş! Benden birkaç nasihat istedin. Sen bir asker olduğun için askerlik temsilâtiyle, sekiz hikâyecikler ile birkaç hakikatı nefsimle beraber dinle." (Sözler - Birinci Söz, Sayfa 11) "Eski Said'in en son telifi ve yirmi gün Ramazan da telif edilen, kendi kendine manzum (şiirsel yazı) gelen Lemeat Risalesi Otuz İkinci Lema olması..." (Emirdağ Lahikası, Sayfa 40) “Risalei Nur... hem bir kitabı tasavvuf, hem bir kitabı mantık, hem bir kitabı İlmi Kelâm, hem bir kitabı İlmi İlahiyat, hem bir kitabı teşviki san'at, hem bir kitabı belâgat, hem bir kitabı isbatı vahdaniyet; muarızlarına bir kitabı ilzam ve iskâttır.” (Emirdağ Lahikası I, c. II, s. 1719.) Ve -sözde- kendisini övmediğini iddia ettikleri Said Nursi; Mehmet Âkif, benim hakkımda şunları söyledi, diye bu sözleri risalellerine eklemiştir: "Victor Hugolar, Shakspeare'ler, Descartes'lar edebiyatta ve felsefede Bediüzzaman'in bir talebesi olabilirler." (Sözler, s. 717) Said Nursi; Mehmet Âkif -bu sözleri söylemiş ya da söylememiş olsun- bu iddia edilen sözleri kabul etmektedir ki, kitabına eklemiştir. Şimdi, kitaplarında böyle şeylere eğilim göstermiş birisinin sadece alim kişiliği eleştirilmiyor ki, nurcular eleştirilere bu kadar düşmanca tepki gösteriyorlar! Din konusunda çok kelam ve insanları etkiyen çoşkun hitaplar olduğunda müellifin kitaplarında ister istemez hatalar da olacaktır. Bu da dinde yeri olmayan büyük hatalar doğuracaktır. Söz konusu din olduğunda bu hatalar insanların ahiret saadetini hüsrana sebebiyet verecektir. Bu da affedilecek hatalar değil. Nurcular, videolarında "Said Nursi Gerçeği" belgeselini hazırlayanlar için bir avuç art niyetli müfteriler ve üstadımızın şöhretini kıskanan hasetçiler deniyor. Bu hiçbir dayanağı olmaksızın söylenmiş nefsani sözlerdir. Oysaki onlardan istenen delillerle hazırlanan belgesele kendi delilleriyle açıklık getirmektir. Bu videoda hiçbir delil verilmemiş aksine sadece yanlışa itiraz eden müslümanları art niyetlilikle, kıskançlıkla itham etmekten başka birşey yapılmamış. İnsanları kendisine ve cemaatine davet eden Said Nursi "Beni kıskanıyorlar" diye dursun, gerçek alimler insanları kendisine değil Allah'a davet ederler. Kendileriyle ilgili eleştirilere de kızmazlar. Kızdıkları tek şey zalimlerin despotlukları ve insanların Allah'a karşı hadsizliğidir. “Allâh'a dâvet eden, sâlih ameller işleyen ve «Ben müslümanlardanım.» diyenden daha güzel sözlü kim olabilir?” (Fussilet Suresi, 33) Üstadımızın şöhreti kıskanılıyor, ya da benim şöhretim kıskanılıyor, gibi bir düşünce; Allah rızasının dışına çıkıldığının delilidir. "Bizim en büyük şöhretimiz Müslümanlığımızdır! Şahsımız için ise, sadelik kâfîdir" Ömer bin Hattab (r.a) İnsanlar imanlarını koruma gayesiyle tamamen Kur'an ve sünnete dayanan eleştiriler getirirken , Said Nursi ve talebeleri "Bizi eleştirenler nefisperestlikten ve makam sevgisinden, hizipçilikten bizi eleştiriyorlar" gibi ithamlarla karşımıza çıkıyorlar. Nurcular aslında bunları söylerken, kendileri gibi hizipçilik yapan tarikatçılara, cemaatlere değiniyorlar. Risalelerin çok okunmasının onun doğru olduğunun kanıtı olarak savunuyorlarki, bu doğru bir tespit asla değildir. Doğru olup olmadığının anlaşılması, Kur'an'ın mesajını iyi anlamaktan ve Rasulün sünnetine uymaktan gerçer. İnsan bir de fıtratın dışına çıkmış, nefsini aşağılık kılmışsa artık defalarca bir yanlışı okusa da ondaki yanlışı bulması çok zordur. Bir görüşün doğruluğu onun Kur'anla çelişip çelişmemesiyle ilgilidir, şirke ve bid'ata bulaşmış insanların, bu görüş hakkında dünyanın her yerinde panel ve konferanslar yapmaları onun doğruluğunu göstermez. Taraftar çokluğu bir fikirin doğru olduğunu asla göstermez. "Yeryüzündekilerin çoğunluğuna itaat edersen seni Allah yolundan saptırırlar. Onlar ancak zanna uyarlar, sadece tahminde bulunurlar." (Enam Suresi, 116) "Onların çoğu zanna uyarlar; gerçekte ise zan, hakikat karşısında bir şey ifade etmez. Allah, yaptıklarını şüphesiz bilir." (Yunus Suresi, 36) SUNULAN BAHANELERE CEVAP -1- Said Nursi ve eserlerinin kutsal ilan ettiği iddiası doğrudur. Said Nursi; risalelerine sürekli nur der, mübarek der. Ve her soruya cevap verebileceğini ama soru sormayacağını ve her söylediği doğru olan zamanın mükemmeli denmesi ona kutsiyet vermektir. Nurcular kutsallığı savunurken bir takım şeylere indirgemeye çalışıyorlar. Oysa Kuddüs olan Allah'tır, kutsiyet belirleyen de yalnızca O'dur. "O Allah ki, O'ndan başka ilah yoktur. Melik'tir (bütün mülkün sahibidir). Kuddûs'tur (mukaddestir); Selam'dır..." (Haşr Suresi, 23) Bir de nurcular kutsal diye birşeyler sıralarken bazı sıraladıkları şeyler, cahiliyenin kirinden başka bir şey değildir. "Vatan toprağı, bayrak kutsaldır.", demeleri nurcuların ne derece asabiyet hastalığına kapıldığını gösteriyor. Vatanın ve bayrağın kutsiyeti hangi kaynakta geçmektedir?! Vatan kavramı da 150 yıl önce Namık Kemal ortaya atmıştır. Memlekete "Vatan" kavramını kullanmak; toprağı kutsallaştırmak, putlaştırmaktır. Herkes kendi toprağı için savaşmayı kutsiyet görürse, bu onlar için bir din olmuş olmaz mı? "İman edenler, Allah yolunda savaşırlar. İnkâr edenler de tağut yolunda savaşırlar. O halde siz şeytanın taraftarlarına karşı savaşın. Çünkü şeytanın hilesi zayıftır." (Nisa Suresi, 76) Seyyid Kutup, bu konuyla ilgili gerçekçi bir tespitte bulunmuştur: ''Kimin için öldüyseniz, ödülünüzü ondan bekleyiniz!'' Tevhid sancağından başka bayrak ve Mekke, Mescid-i Nebevi ve Mescid-i Aksa' ve Tuva Vadisi'nden başka kutsal beldeler var mıdır!? Allah'ın hükümlerinin uygulandığı topraklar Daru-l İslamdır. Ama toprakları kutsal değildir. Her yer Allah'ın arzdır, kutsalları da yalnızca O belirler. Tağutun askerlerinin adına Mehmetçik, ölülerine şehit diyecek kadar ileri giden cahiliyye kirleriyle dolu yaşayan nurcuların sözleri bizi şaşırtmıyor açıkçası. SUNULAN BAHANELERE CEVAP -2- Nurcular videolarında Said Nursi'nin reklamdan kaçtığını söyleyerek savunmaya geçiyorlar. İlkin şunu söyleyelim ki, "Said Nursi Gerçeği" videosunda değinilen konu bu değildir, şudur: Kendisini tevhide nispet edenlerin de şaşılacak bir biçimde Said Nursi'yi savunmasını, Said Nursi'nin bu zamana kadar fazla reklamının yapıldığı için, insanların onu savunma yoluna gttiği ve bunun aslında bir hastalık olduğu vurgulanmıştır. Yani o videoda, Said Nursi reklam peşindedir gibi bir ifade geçmemiştir. Burda konu başka tarafa kaydırılmıştır, anlatılmak istenenden uzak yorumlar yapılmıştır. Said Nursi'nin talebelerine; yanıma gelmenize gerek yok, risaleleri okumanız yeterli, demesi onun reklamdan kaçtığı anlamına mı geliyor? Peki, okumalarını tevsiye ettiği risalelerin bir müellifi yok mudur? Yoksa bunlar gökten inen vahiy mi -haşa-. Ki Said Nursi ve talebeleri de bunu savunuyor. Yazmış olduğu risalelere vahiy isnat ederek, bana gelmeyin risaleleri okuyun bu ihlas için önemlidir, diyen biri için böylelikle reklamdan kaçmış oluyor demenin akıl ve vicdanla izah edilecek bir tarafı var mıdır?! Alimler kitaplarında insanları Kur'an'a yöneltir, kitaplarına ulvilik yakıştırmazlar. Kitaplarına ulvilik yakıştıranlar bir cevhere işaret ederler ki bu da kitabın müellifidir. Said Nursi'de bu yöndeki gelecek eleştirilere karşı , bana Allah ihtar etti, diyerek kendini savunma yoluna gitmiştir. Herkeste biliyorki; Allah (SWT), vahyi toplumlarında ahlakta örnek olmuş seçkin kullarına, yani peygamberlere indirir. Bana vahiy iniyor diyen biri, ben Allah'ın seçtiği bir kuluyum demiş olmuyor mu? SUNULAN BAHANELERE CEVAP -3- Said Nursi; talebelerince, kendini övmediği risaleleri övdüğü bahanesi sunuluyor. Yazdığı külliyatın tamamına yakını müellifin kelamından, belağatından oluşacakta; buna rağmen Said Nursi kendisini övmüyor, risalelerini övüyor demekten utanılmayacak. Bu insanları aptal yerine koymaktır. İnsan kendisini övmemelidir, evet doğrudur. Kitapları Kur'an'a ve sünnete işaret ediyorsa bu yön insanlara anlatılabilir. Çünkü Kur'an ve sünnetin dışındaki şahsı görüşler müslümanların talep edeceği şeyler değildir. Oysa Said Nursi öyle yapmıyor. Ona göre, risaleler Allah tarafından ayrıyeten kendisine yazdırılmıştır. Gördüğünü iddia ettiği rüyalarda Rasulullah'tan ders aldığını söyler. Herkes böyle birşey ortaya atar da buna inanılırsa, Kur'an ve Sünnetin otoritesi diye birşey kalır mı? Rüyayı görenin doğru söyleyip söylemediğini kim nerden bilecek ki? Kaldıki alimlerin ittifakıyla da, rüya ile amel edilmez, çünkü rüya dini bir hüküm taşımaz. Salih rüyalar vardır, şeytani rüyalar vardır. Salih rüyalar dahi kişiyi ilgilendirir toplumları değil. Bize hidayet ileten bir resul gelmiştir , biz ona tabiyiz. Ve herkesin bildiği güvenilir kaynaktan sözlerini alırız. "Rüyamda, Rasulullah bana dinimle ilgili vaaz ve nasihatte bulundu, bunları da hadis kabul ediyorum", diyen kişi Rasulullah'ı görmüş değildir. Gördüğü kişi başkasının şekline bürünmüş olarak gelen şeytandır. Çünkü Rasulullah (a.s.m) kimsenin rüyasına girip ona diniyle ilgili vaaz, nasihat etmez. Allah Rasulu, çevresindekilerin şahit olduğu canlı bir şekilde tebliğini yapmıştır ve vefat etmiştir. Vefat ettikten sonra görevi sona ermiştir. Onun tebliğ ettiklerini orda bulunanlar herkesinde şahit olduğu üzere rivayet eder, sağlam bir senetle diğer kuşaklara bildirir. Din bütün insanlara açıktır, gizli değildir. Bunun dışındaki bir düşünce batıldır, safsatadan ibarettir. SUNULAN BAHANELERE CEVAP -4- Kendisini halkın nazarında mütevaziliğin de ötesinde hiç inandırıcı olmayan bir biçimde sınıflandıran Said Nursi'nin hiçbir vasfı yoksa o risaleleri nasıl yazmıştır? İlimsiz bir insan yazsaydı kabul ederler miydi? Oysaki kendisi ve talebelerince zamanın alimi, imamı ve mücedidi biliniyor. Tevazusu doğasında olan gerçekliği bulunan kimselerin tevazusu haricinde; eserlerini öven, eleştiri kabul etmeyen, her söylediği kabul edilsin isteyen, insanların övücü açıklamalarına engel olmayan kimselerin aşırıya kaçan tevazu çabaları inandırıcı olmasa gerek. Cüneyd-i Bağdadi (rahmetullahialeyh) söyle der: “Tevazu göstermeye çalışmak da kibirdir. Çünkü kendinde bir varlık hisseden tevazu göstermeye çalışır. Gerçek tevazu ehli, kendinde bir varlık hissetmez ki, tevazu göstermeye çalışsın. Onun tevazuu tabiidir, yapmacık değildir.” Said Nursi'de bu bolca görülüyor. Mesela burda; "Öyle de, şu hiç ender hiç olan kardeşinize, yalnız hizmet-i Kur’ân’a istihdamı hengâmında ve o hazine-i bînihayenin dellâlı olduğu bir vakitte, ism-i Rahîm ve ism-i Hakîm mazhariyetine medar bir vaziyet verilmiş." (Mektubat - Dördüncü Mektup, 19) Bunu söyleyipte hiçbir şey olmadığını söylemek insanlar tarafından kabul görür mü? "Bana ism-i Rahim ve ism-i Hakim mazhariyetine medar bir vaziyet verildi", diyen Said Nursi kibrini, "Hiç-ender hiç olan kardeşinize " diyerek aşırı mütevazilikle kapatmaya çalışmaktadır. "Şüphesiz ki, Allah, onların saklı tuttuklarını ve açığa vurduklarını bilir; gerçekten O, büyüklenenleri sevmez. (Nahl Suresi, 23) Bir alim Kur'an ve sünnetten edindiği edindiği bilgilerle bid'at ve şirk ehline Kur'an ve sünnetten delilleri gösterir. Kur'an ve sünnetten uzaklaşanları ona yöneltir, kendisine değil, yazdığı kitaplara değil. İnsanlar görüşlerinde isabette eder, hata da. Alimler biz Kur'an talebesiyiz, Kur'an'ı hala anlamaya çalışıyoruz derler, oysa Said Nursi güya mütevaziliğinin ıspatı da ben Risale-i Nur talebesiyim, demesiymiş. Bu da bu kitapları kendi düşüncesiyle değil, Allah tarafından kendisine ihtarla yazdırıldığı iddiası ortaya çıkıyor, ki Said Nursi'de zaten bunu söylüyor. Bütün alimlerin ciltlerle kitapları toplansa Kur'an'ın bir sayfası bile edemez. Zamanın müçtehid alimlerinden İmam Ebu Hanife (Rahimehumullah) şöyle diyor: “İnsanların ihdas ettikleri ve kendilerinden ortaya koydukları şey, onları hidayete ulaştırmaz. Aslolan, Kur’anı Kerim’in getirdiği ve Hz. Peygamberin davet ettiği, insanlar arasında tefrika ortaya çıktığı devreye kadar Hz. Peygamberin ashabının yapmakta devam edegeldikleri şeylerdir. Bundan başkası ile amel edenler bid’atçı ve kendiliklerinden ihdas edicilerdir.'' (El-Vasiyye, 79) SUNULAN BAHANELERE CEVAP -5- Risalelerin bilginin haricinde yazılmış olması, ona vahiy isnat etmek demek değil midir! Alimler Kur'an ve hadis ilminden bi haber mi kitap yazıyorlar, ki hiçbir emeğim yok desinler? O zaman alime neden itimat edilsin? Çaba göstermeyen ve takva ehli olamayanları Allah doğru yola iletmez. “Bu, doğruluğu şüphe götürmeyen ve takva ehline doğru yolu gösteren bir kitaptır.” (Bakara Suresi, 2) "Uğrumuzda cihad edenleri, yollarımıza erdiririz. Hiç kuşkusuz Allah iyi işler yapanlarla beraberdir." (Ankebût Suresi, 69) Nebiler ahlaklarıyla örnek olmuş ve toplumlar arasında güvenilir olmuşlardır. Allah'ta bu kimseleri bu vasıfları sebebiyle seçmiştir. Edinen bilginin haricinde, "Bana Allah'tan ihtar edildi, bana Allah tarafından yazdırıldı", demek nübüvvet iddia etmektir. Herkeste bilirki bu vasıf alimlere ait değil Peygamberlere aittir. "Böylece sana da biz kendi emrimizden bir ruh vahyettik. Sen, kitap nedir, iman nedir bilmiyordun. Ancak biz onu bir nur kıldık; onunla kullarımızdan dilediklerimizi hidayete erdiririz. Şüphesiz sen, dosdoğru olan bir yola yöneltip iletiyorsun." (Şûrâ Suresi, 52) SUNULAN BAHANELERE CEVAP -6- Nurcuların Said Nursi'nin, bana yazdırıldı, derken; Allah'ın yardımıyla yazdırıldı, demek istemiştir gibi savunmaya geçmeleri hiç inandırıcı değil; açıkça demogojidir. Bir insan iyi işler yapmak isterse Allah ona fırsat verir, günah ve şirk işlemeyi diliyorsa ona da fırsat verir. İnsan ilim elde etmişken sapkın düşüncelerle kitapta yazabilir, doğruyu da yazabilir. Allah onu imtihanda fırsat verir. Dileyen ilmini doğruya, dileyen yanlışa kullanır. Bu onun tercihidir, Allah'ın tercihi değildir. Allah insana bir irade vermiştir. Kendilerini hata işlemeyeceğine inandıran kimseler, daha çok hataya düşecek kimselerdir. Said Nursi'de, bana Allah yazdırdı, diyerek kendi düşüncelerine bir kutsiyet kazandırmış, bir dokunulmazlık zırhı giydirmiştir: “Mübarek Sözler şübhesiz Kitabı Mübin'in nurlu lemeâtıdır. İçinde izaha muhtaç yerler eksik olmamakla beraber küll halinde kusursuz ve noksansızdır”. (Barla Lâhikası, Yirmi Yedinci Mektub ve Zeyilleri, c. II, 1415.) Üçüncü sehiv: Yanlış mânâ vermekle raporda: "Said bazen kerametler yazar. 'Yazmak istemezdim; bana yazdırıldı.' Hem bazen: 'Bu cevap mânevi cânibden geldi. Ve hakikat âleminden bildirildi.' (Sirâcü'n-Nûr - s.2301) "Zübeyir Gündüzalp'in daktiloyla yazdığı "Gençliğimiz, hak ve hakikatı öğreten malûmat ve en yüksek ahlâk istiyor" adlı bir formasında, onuncu sayfada: "Risale-i Nur yirminci asrın Müslümanlarını ve bütün insanları koyu fikir karanlığından kurtarmak için, müellifinin kendi ihtiyarıyla değil, büyük Yaratıcımızın ihtarıyla yazılmış bir şâheserdir." On ikinci sayfada: "Risale-i Nur'a hizmet eden birisine denilse: 'Risale-i Nur yerine şu kitapları kopya et de, Ford'un servetini sana vereyim.' O, Risale-i Nur satırlarından kaleminin ucunu bile kaldırmadan şöyle cevap verir: 'Dünya servet ve saltanatının hepsini verseniz kabul etmem.' " Said Nursi (Risale-i Nur, Şualar; sf 693- Ondördüncü Şua- Yeni Aya Neşriyat) ŞUALAR Yedinci Şua Beşincisi: Ben Ramazan'ın feyziyle bu risalenin nurlarına mazhar olmaklığımla beraber, birkaç cihette halim perişan ve birkaç hastalıkla vücudum sarsıldığı bir zamanda acele yazılıp, birinci müsveddeyle iktifa edildi. Hem yazdığım vakit, irade ve ihtiyarımla olmadığını hissettiğimden, kendi fikrimle tanzim veya ıslah etmeyi muvafık görmediğim için bir parça fehmi işkâl edecek bir vaziyet aldı. Görüldüğü gibi Said Nursi'nin "Bana yazdırıldı" sözünden kasıt kendi iradesi dışında gelişen durum olmakla birlikte kendi düşüncesiyle de olmayan bir yazdırılmadan bahsediyor. Yani iddia edildiği gibi kendi iradesiyle birşey yaparken Allah'ın ona izin vermiş olduğu bir durumu anlatmıyor. Örnekler çoğaltılabilir. Oysa baştan şu örneği vermemiz bile nurcuları susturacaktır: “Risale-i Nurlar, ne Doğu’nun kültüründen ve ilimlerinden, ne de Batı’nın felsefe ve bilimlerinden alınmış ve iktibas edilmiş bir nurdur. O, gökten inmiş Kur’an’ın, Doğunun da Batı’nın da üstünde olan Arş’taki yerinden alınmıştır.” (Şualar s. 601. İfadeler sadeleştirilmiştir.) Aslı şöyledir: “Resail-in Nur dahi ne şarkın malûmatından, ulûmundan ve ne de garbın felsefe ve fünunundan gelmiş bir mal ve onlardan iktibas edilmiş bir nur değildir. Belki semavî olan Kur’an’ın, şark ve garbın fevkindeki yüksek mertebe-i arşîsinden iktibas edilmiştir.” Risalelleri için; O, gökten inmiş Kur’an’ın Arş’taki yerinden alınmıştır, diyen Siad Nursi; bana vahiy iniyor demiyor da ne diyor Allah aşkına! SUNULAN BAHANELERE CEVAP -7- Said Nursi'nin materyalist, darwinist bir dönemde yani Allah (SWT)'nın varlığının açıkça inkar edildiği ve bu inancın zorla dikta edildiği bir dönemde sadece rububiyet tevhidini (Allah'ın mutlak varlığı ve yaratıcı olduğunu) anlatması insanlar tarafından büyük bir alim görülmesi yeterli olmuştur. Oysa Said Nursi kitaplarında uluhiyet tevhidinden asla bahsetmez. Uluhiyet tevhidini, yani Allah'ı birleyen inancı bozanların müşrik olduğuna değinmez. Çünkü onun gibi kelamcılara göre, müşrik sadece puta tapanlardır. Said Nursi Allah'ın hükmünden kaçıp, tağutun hükmüne sığınanların müşrik olduğunu asla değinmez, sadece Allah'ın güç yetebileceği durumlarda yardımın sadece Allah'tan istendiğine ve bunun aksini yapanların müşrik olduğuna asla değinmez. Çünkü bu iki şirki Said Nursi bilmemektedir. Said Nursi, bu iki şirkten biri olan hükümde şirki bilmediğinden Şeyh Said'in başlattığı kıyama katılmamış ve karşı çıkmıştır. Oysa bir din bilgini olarak şeytanın taraftarlarına karşı savaşılması gerektiğini bilmesi gerekiyordu. "İman edenler, Allah yolunda savaşırlar. İnkâr edenler de tağut yolunda savaşırlar. O halde siz şeytanın taraftarlarına karşı savaşın. Çünkü şeytanın hilesi zayıftır." (Nisa Suresi, 76) "Hiçbir fitne kalmayıncaya ve din bütünüyle Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaşın" (Enfal, 39) İkinci bir şirk olan dua da şirki de bilmiyor. Bunu bilmediğinden de bu şirki açıkça işliyor ve risalelerinde belirtiyor: "Evet, doğrudur. Arabî tarihle bin üç yüz otuz dokuzda, müthiş bir burhan-ı ruhî ve dehşetli bir heyecan-ı kalbî ve dağdağalı bir teşevvüş-ü fikrî geçirdiğim sıralarda, pek şiddetli bir surette Hazret-i Gavs'tan istimdat eyledim." (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, Sekizinci Lem'a) Bu Kur'an'a ters ifadelerdir. Oysa Allah kendisinden başkasına dua edilmemesini Kur'an'da uyarmıştır: "Allah ile beraber başka bir ilaha yalvarıp yakarma, sonra azaba uğratılanlardan olursun." (Şuarâ Suresi, 213) “Darda kalmış kişi dua ettiği zaman onun yardımına kim yetişiyor da sıkıntıyı gideriyor ve sizi yeryüzünün hâkimleri yapıyor? Allah ile beraber başka bir ilah mı var? Ne kadar az düşünüyorsunuz..” (Neml Suresi, 62) “Gemiye bindiklerinde, şirkten uzak bir şekilde, yalnız ona boyun eğerek Allah’a yalvarırlar. Allah onları karaya çıkardı mı, bir de bakarsın ona eş koşmaya kalkışıyorlar.” (Ankebut Suresi, 65) Sadi Nursi, şirki sadece putlara tapmak olarak bilmektedir. Bütün müşrikler putlara ibadet ettiklerini iddia etmiyorlardı. Yalvarıp durdukları kimselerin ruhlarına yalvarıp, resimlerini de kendilerine hatırlatır diye koyarlardı. İbrahim (a.s.) ve İsmail (a.s)'ın peygamberliğini kabul etmiş Kureyş kabilesi, ataları İbrahim (a.s.)'ın putları kırdığı ve bu yüzden de ateşe atıldığını gayet iyi biliyorlardı. Bunu bilemelerine rağmen, onlar neden putlara taptıklarını iddia etsinler ki?! Kur'an'ı Kerim'de müşriklerin yapmış olduğu şirki reddettiğinden bahseder: “Onların hepsini bir araya toplayacağımız gün, ortak koşmuş olanlara şunu diyeceğiz: “Hani nerede o sizin kuruntusunu ettiğiniz şeyler?” Onların kaçamak cevabı şu olacaktır: “Rabbimiz Allah’a and olsun ki bizler müşrik değildik.” Bak işte, kendilerini nasıl da yalanladılar. Allah’a karşı eş koştukları şeyler kendilerinden nasıl da uzaklaştı.” (En’am Suresi, 22–24) Evet Said Nursi daha tevhidi ve şirki bilmediği halde insanlar tarafından büyük bir alim görülmesi şaşılacak bir durumdur. Bu ancak materyalist felsefeyi savunanların Allah'ı inkarı ve dinsizliği dikta ettikleri bir dönemde olabilecek birşeydi ve Said Nursi de böyle bir zamanda risalelerler yazmıştır. Risalelerini yazdığı dönemlerde binlerce din alimi asılmıştır, hatta namaz kıldıracak bir hoca bile bırakmamışlardı. Bu durumda doğal olarak ortam Said Nursi'ye kalmıştır. Batıda yaşayan türk kavmi de böyle bir ortamda onun etrafına toplanma durumunda kalmışlardı. SUNULAN BAHANELERE CEVAP -8- " Nerede Türk taifesi varsa Müslümandır. Müslümanlıktan çıkan veya müslüman olmayan Türkler, Türklükten dahi çıkmışlardır (Macarlar gibi)." ( Risale-i Nur Külliyatı - Mektubat - Yirmi Altıncı Mektup - Üçüncü Mebhas- sf 454) Nurcular bu sözde kastedilen türklükten çıkanların macarlar ve bulgarlar olduğu ve Said Nursi'nin bu yüzden türklerin dinden çıkmaması gerektiğini anlatmak istediğini savunmuşlar. Said Nursi'nin insanların kafir olmaları ve irtidat etmelerini bir ırka bağlaması ya da müslüman olmalarını bir ırka bağlaması doğru bir tespit değildir. Oğlu müşrik olan Nuh (a.s.)'ı, babası müşrik olan ibrahim (a.s.)'ı, amcası müşrik olan Peygamberimiz (a.s.m)'ın durumunu bilmiyor gibi konuşmuş. Böyle yaklaşımlar insanları dine döndermez. İsteyen küfre girer, isteyen iman eder. Bu Allah'ın her insana bu dünyada tanıdığı iki şecenektir. Said Nursi insanları küfür bataklığına düşürenin ırkçılık belasının olduğuna değinmesi gerekirken insanların ırki damarına hitap etmiştir. Bu yanlış bir usuldur. Bulgar ve macarlar önceden müslüman değillerdi, ki islamdan çıktıkları için türklükten çıkmış olsunlar. Bulgar ve macarlar türklerle aynı atadan olabilir ama hiç kimse ırkından çıkamaz. Türk kavminin ataları olan Oğuzlara türk dendiği dönemde Bulgar ve Macarlar da kendilerine başka isim vermişlerdir. Hiç kimse ırkından, kabilesinden, boyundan çıkmaz. Zamanla boylar geliştiğinde bir boyun altında farklı bir isim edinilebilinir ama insanlar bir üst boydan çıkmazlar. Dinle ırkı aynı katagoriye koyarak Said Nursi kelamla insanları etkileme tutumuna girmiştir. Dinle ırk kesinlikle aynı katagoriye girecek meseleler değildir. Irk insanların seçemediği, din ise insanların kendi iradesiyle seçebildiği bir durumdur. SUNULAN BAHANELERE CEVAP -9- "... Şeriat da, yüzde doksan dokuz ahlâk, ibadet, âhiret ve fazilete aittir. Yüzde bir nispetinde siyasete mütealliktir; onu da ulü'l-emirlerimiz düşünsünler." (Divan-ı Harb-i Örfî, İki Mekteb-i Musibetin Şehadetnamesi.) Bunu savunan nurcular, Said Nursi bu konuda eleştirilirken cumhuriyetçilerin bugünkü meclisinin verilmesini de Osmanlı sultanlarına bağlamaları çok komik olmuş. Sanki bu mecliste Osmanlı sultanları var da Said Nursi'yi eleştirken onlar da eleştiriliyor (!) Nurcular aşağıdaki hadisi vererek savunmaya başlıyorlar: “Din, güzel ahlaktır ” [Deylemi] Oysa Said Nursi burda kapsayıcı olan dinden bahsetmemiştir, dinin bir parçası olan şeriatı yüzdeliklere bölmüştür. Yüzde birinin ancak siyaset olduğunu savunmuştur. Bu masum bir hata değil! Nurcuların dayandığı hadis şöyle gelişmiştir. Sahabilerden biri Rasul-i Ekrem s.a.v.’e gelerek sordu: - Ey Allah’in Rasulü, din nedir? Rasul-i Ekrem s.a.v. buyurdular: - Güzel ahlâktir! Din güzel ahlâktir. Sahabeler: Peki güzel ahlâk nedir? Rasulullah (a.s.m): Müslüman’in aslî halidir: Dogru sözlü, merhametli, güler yüzlü, tatli sözlü, neseli, sabirli… Hilm, vakar ve sükür sahibi… Nurcuların iddia ettiği gibi bu hadiste din nedir diye bir soru daha o sahabe tarafından sorulmamıştır. Ve de Rasulullah aynı şekilde cevap vermemiştir. Din güzel ahlaktır, diyen Rasulullah (a.s.m). Bir başka yerde de din nasihattır da demiştir: Ebü Rukayye Temîm İbni Evs ed-Darî radıyallahu anh' den rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem : "Din nasihattir" buyurdu. Biz kendisine: - Kimin için nasihattir? dedik. Peygamberimiz (a.s.m): - "Allah, Kitabı, Resulü, mü'minlerin yöneticileri ve tüm müslümanlar için nasihattir" buyurdu. (Müslim, İman 95. Ayrıca bk. Buhari, İman 42; Ebü Davüd, Edeb 59; Tirmizî, Birr 17; Nesaî, Bey'at 31, 41) Nasihat sözlükte öğüt vermek, iyi ve hayırlı işlere davet, kötü ve şer olan şeylerden nehyetmektir. Hadisin dayandığı ayet: "Ey iman edenler, Allah'a itaat edin, Resüle itaat edin ve sizden olan buyruk sahibi yöneticilere itaat edin" (Nisa süresi, 59) Rasulullah şeriatın uygulandığı bir yerde Medine'de bunu kendisine soru yönelten sahabelerine, yani müslümanlara söylemiştir. Bu sözü Allah'ın hükmüne yanaşmayan bir müşriğe demiş değildir. Müşrik önce reddetmeyi öğrenmeli, Allah'a şirksiz iman etmeyi kabul etmeli ki nasihatlar yerini bulsun, güzel ahlak ona ahirette fayda sağlasın. Tağutu reddedip Allah'a iman eden bir kişi, Allah'a teslimiyet gösterip onun emirleri doğrultusunda hareket eder. Yoksa tağutu reddetmeden yapılan her türlü iyilikler boşa çıkar. "And olsun ki sana da, senden önceki peygamberlere de vahyolunmuştur: «And olsun, eğer Allah'a ortak koşarsan işlerin şüphesiz boşa gider ve hüsranda kalanlardan olursun.»" (Zümer Suresi, 65) Sahabe, burda dinin diğer bir parçası olan şeriatı sormamıştır, kapsayıcı olan dini sormuştur. Müslümanlar, tağutu reddettikten sonra ancak güzel ahlak sahibi olurlar. İnsanların ferdi yaptıkları şeriat uygulaması oto kontrol siyasetidir, İslam devletinin siyaseti değildir. Özet olarak; Allah Rasulu (a.s.m), dinden bahsederken sadece şeriattan bahsetmemiştir ki, Said Nursi şeriat hakkında böyle yorum yapabilsin. Din önceki cahiliye adetlerinden birşey bırakmamakla ayakta durur. Din onun yolunda cihad etmekle, Allah'ın hükümleri uygulamakla ayakta durur. Said Nursi bunları yapmak bir yana bunu yapanlara karşı çıkmıştır. Tağut'a karşı çıkmış insanlara ırkı bir düşünce ile karşı çıkmıştır. Oysa küfrün ırkı yoktur. Cahiliye adetlerini dinin içine sokan müşriklere karşı çıkanları da Vahhabi diye yaftalamıştır. Şeriatı yüzdeliklere bölüp; yüzde doksan dokuzunun ahlak,ibadet, ahiret, fazilet olduğu gibi matematik hesap Said Nursi'ye düşecek birşey değildir. Said Nursi böyle şeyleri kendini kaptırdığı kelamıyla sürekli yapmaktadır. Bu onun için doğal bir durumdur. Oysa tevhid mücadelesinde Rasulullah 13 yıl Mekke döneminde ahlaksızlıktan rahatsız olduğu halde müşrikleri ahlak, ibadet ve fazilete çağırmamış;onları Allah'ı birlemeye çağırmış, tağutu reddetmelerini eski batıl inançlarını terketmeleri gerektiğini tebliğ etmiştir. Said Nursi'nin, "Şeriatın yüzde doksandokuzu ahlak, ibadet, ahiret ve fazilettir." sözleri tağuti sistemi benimsemiş despotların işine gelmektedir. Bugün hoca geçinenlerin tağuti sistemlerin olduğu ülkelerde, camilerde, televizyonlarda ahlaktan, faziletten bahsetmeleri tağuti sistemi benimseyenlerin hayatında neleri değiştirmiştir?! Şeriatın olmadığı bir yerde bunları ancak Allah'a kesin teslimiyet gösterenleren, tağutu reddetmiş kimselere fayda eder. Günahı ilke edinmiş müşriklere bu gibi metodlar işe yaramaz. SUNULAN BAHANELERE CEVAP -10- Said Nursi'nin Abdulkadir Geylani'yi duada Allah'a ortak koşmasından bahsedildiği bölümde "Ancak (yalnız, sadece) Allah'ın yapmaya kadir olduğu durumlarda, yardım yalnızca Allah'tan istenir" sözü çarpıtılmıştır. Çarpıtılmaya sebep olay metni okuyan dublaj sanatçısının manayı farketmeden yalnızca, sadece anlamında olan"ancak" cümlesini hızlı okumasıdır. Ses tonundan öyle bir anlam çıkmıştır. Nurcular da bunu videolarında halbuki olarak çevirmiş ve öyle anlamlandırmıştır. Oysa, hiçte öyle bir anlam verilmek istenmemiştir. Verilmek istenen anlam; mahlukatın güç yetiremediği konularda yardım yalnızca Allah'tan istenir, olduğudur. Ki Said Nursi Gerçeği videosunun diğer bölümlerinde de bu vurgulanmıştır. Said Nursi'nin Fatiha Suresi, 5. ayetle ters bir inançta olduğu vurgulanırken, ayetin meali şöyle verilmiştir: "Ancak sana kulluk eder ve ancak senden yardım dileriz" (Fatiha Suresi, 5) Ayetin meali videoda; yalnız, sadece anlamı taşıyan "ancak" cümlesi verildiği halde buna başka bir anlam yüklemek elbette olmaz. Bilinmelidir ki, Allah'ın gücünde sorunu olanlar, Allah'ın tasarruf ve yetkisinde O'na ortaklar koşanlardır. Kulların birbirlerinden yardım istemesi, kulun Allah'tan yardım dilemesi gibi değildir. Kullar güçleri yetebilecek bir işte birbirlerinden yardım istediğinde bu elbette şirk olacak değildir. Çünkü Allah (S.W.T) kullarına böyle bir kapasite vermiştir. Ama insanın kapasitesini aşan bir durumda ondan yardım dilemek elbetteki şirktir. Çünkü bu ona gücünün üstünde tanrısal bir güç iddia etmektir. Nurcular, sadece ölüden yardım dilemeyi şirk gördüğümüzü diriden gücünün üstünde yardım dilemeyi şirk görmediğimizi söylemiştir ki bu yalandır. Sesi duyamayacağı kadar uzaklıkta olduğu ve ses geçiremeyecek bir set olduğu bilindiği halde -iletişim cihazları veya arada aracı bir kişi olmaksızın- mahlukattan yardım dilemek şirktir. İnsanlar birbirleri arasında aracılar edinebilirler ama Allah (SWT) bu tür eksikliklerden münezzehtir. "Kullarım sana benden sorarlarsa ben Karîb'im, gerçekten çok yakınım. Dua edenin çağrısına, bana çağırıp yakardığı anda cevap veririm. Hadi onlar da bana karşılık versinler, bana inansınlar ki doğruyu ve iyiyi bulabilsinler." (Bakara Suresi, 186) "Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin ona ne vesveseler vermekte olduğunu biliriz. Biz ona şahdamarından daha yakınız." (Kaf Suresi, 16) Allah (SWT) Cebrail ve Melek aracılığıyla insanlara haber edebilir ve yardım edebilir ve hatta insanlarla diğer insanlar aracılığıyla yardım edebilir. Bu gücünde bir noksanlıktan değil insanların sınırlı kapasiteleri sebebiyle ve bir imtihan gereği bu kanunu uygulamıştır. Şefaat yani araclık; gökten yere doğrudur, yerden göğe doğru değildir. Yerden göğe aracı edinmek Allah'a -haşa- eksiklik vasfetmektir. Şefaatçileri (aracıları) kullar değil, Allah belirler. "Yoksa Allahın aşağısından şefaatçiler mi (arcılar mı) edindiler? De ki: hiç bir şeye güç yetiremezler ve akıl erdiremezlerse de mi? De ki: «Bütün şefaat Allah'a aittir. Göklerin ve yerin mülkü O'nundur. Sonra hep döndürülüp O'na götürüleceksiniz!»" (Zümer Suresi, 43-44) Bu bölümde iddiaya cevap vermeye çalışan nurcular gerçekten gülünç savunma vermişler. Verilen misallerin gerçekle hiçbir alakası yoktur. Sadece delilsiz zanlarla komik misallerle cevap vermeye çalışılmış. Baştan kendilerine tabi olanları saf ve aptal yerine koyan bir anlayışla video hazırlayanlar elbette böyle savunma vermeleri beklenirdi. Allah'a şirk koşanlar bu konuda ayetlerden delil vermedikleri için o konuyla ilgili misaller ortaya atarak insanların akıllarını çelmeye çalışırlar. "Allah'tan ayrı olarak, hakkında O'nun hiçbir delil indirmediği şeye kulluk ediyorlar. Kendilerinin de onunla ilgili bir ilmi yoktur. O zalimlerin yardımcısı olmayacaktır." (Hacc Suresi, 71) “De ki; «Allah sadece açık gizli bütün kötülükleri, günahı, haksız saldırıyı, Allah'ın hakkında hiçbir delil indirmediği şeyleri O'na ortak koşmanızı ve Allah hakkında bilmediklerinizi söylemeyi haram kıldı.” (A'raf Suresi, 33) "De ki: Allah’ın dışında ilâh diye öne sürdüklerinizi çağırın, onların göklerde ve yerde zerre kadar güçleri yoktur. Onların bu ikisinde hiçbir ortaklıkları olmadığı gibi, Allah onlar arasından herhangi bir yardımcı da seçmemiştir." (Sebe Suresi, 22) İkinci bir iddiaları Hızır meselesidir. Ki Kur'an ve sahih hadislerde Hızır (a.s.)'ın yaşadığıyla ilgili hiçbir delil yoktur. Müşrikler kendi kurgularını uygulamak için Hızır (a.s.) kullanmışlardır. Bunu yaparken de ölmüş insanları yaşadığına inandıkları Hızır (a.s.) gibi eş değer tutmuşlar, bununla beraber bir sürü bid'at ve hurafeyi İslam dinine sokmuşlardır. Bu gibi kimseler, Hızır (a.s.)'dan ders aldıklarını idda etmişler, Peygamberimizin şeriatına muhalif bir uygulama içine girmişlerdir. "Senden önce hiçbir beşere ölümsüzlük vermedik. Şimdi sen ölürsen, onlar ölümsüz mü olacaklar?" (Enbiya Suresi, 34) Bedir günü Allah Resulu (a.s.m); “Allahım, bana olan sözünü yerine getir, vaad ettiğini ver! Allahım eğer şu bir avuç müslümanı helak edersen yeryüzünde şirk koşmadan sana ibadet eden kimse kalmayacak!” (Müslim, Cihad, 58) dediği sırada Hızır (a.s.) yaşasaydı, Allah Resulu Hızır (a.s.) hariç derdi. İnsanlar, Allah'ın emriyle meleklerin kendilerine yardım edip birden kaybolmasını Hızır (a.s.)'a yormuşlar. Oysa insan topraktan yaratılmıştır ve gözden kaybolmaz. Benzer bir durumda müşriklerin şirki meselesidir. Müşrikler Allah'tan yardım dilemeyip kendilerine yardım edemeyecek durumda olanlara çağrıda bulunmaları sebebiyle dostları olan şeytanların kendilerine görünmeleri ve yardım etmelerini de çağrıda bulundukları kimselerden bilmişlerdir. İşte bu gibi misalleri ortaya atıp insanların buna inanmasını bekleyen nurcular videolarında buna inanmayanlara da cahil demektedir. Oysa cahil o kimsedir ki bir hidayet kaynağı olan Kur'an'dan ve mesajlarından habersiz olup zanlara inanır. Asıl büyük sapıklıkta budur. Videoda ruhlara kutsiyet ve güç kazandırma çabalarına gelince bu bütün zamanların müşriklerinin düşüncesidir. Müşrikler zaten bu sayede Allah'a ortak koşmuşlar ve putperest olmuşlardır. Putperestlikte zaten budur. Geçmiş kavimlerin putperestleri; taştan, tunçtan, bakırdan, tahtadan yaptıkları heykellere tapmayı asla kabul etmektedirler. Bu şekillerini çizdikleri kimselerin ruhlarından yardım dilediklerini ve onları hatırlatır diye bu heykelleri yaptıklarını söylemişlerdir. Bu inanış yunan, mısır, babil mitolojisinde de yer alır. Tarihin tekerrürden ibaret olması insanları bundan hiç ibret almamasıdır. Oysa şirk koşan bütün kavimler, kendilerinden önceki kavimlerin tutuldukları azaptan haberdar oldukları halde yine aynı tasavvurla hareket ettiklerini neden kabul etsinlerdi ki! Onlar da çağımızın putperest müşrikleri gibi o çağın insanlarının bir takım nesnelere taptıklarını, onları yaratıcı saydıklarını, dolayısıyla kendileri gibi ölmüşlerin ruhlarından medet ummadıklarını sanmaktaydılar. Bu yanlış algı onların da diğer kavimler gibi aynı hataya düşmelerine sebep olmuştur. Onlar geçmiş bütün peygamberlere iman ettikleri halde çağdaşları olan peygamberlere yanlış tasavvurları yüzünden iman etmemişlerdi. Çünkü kendi yaptıklarını asla şirk görmüyorlardı. "İyi bil ki; halis din, Allah'ındır. O'nun aşağısında veliler edinenler; "Biz onlara kulluk etmiyoruz, ancak bizi Allah'a daha çok yaklaştırmaları için", derler. Doğrusu Allah, ihtilafa düştükleri şeylerde, aralarında hüküm verecektir. Muhakkak ki Allah; yalancı ve nankör kimseyi hidayete eriştirmez." (Zumer Suresi, 3) "Onların tümünü toplayacağımız gün; sonra şirk koşanlara diyeceğiz ki: "Nerede (kendilerinde birşey var) sanıp da ortak koştuklarınız?" (Bundan) Sonra onların: "Rabbimiz olan Allah'a and olsun ki, biz müşriklerden değildik" demelerinden başka bir fitneleri olmadı. Bak, kendilerine karşı nasıl yalan söylediler ve düzmekte oldukları da kendilerinden kaybolup-uzaklaştı." (Enam Suresi, 22-24) Hiçbir bil bilgiye dayanmaksızın ruh hakkında zanla konuşan nurculara şu ayeti veriyoruz: "Sana ruhtan soruyorlar. De ki: Ruh Rabbimin emrindendir. Bu konuda size pek az bilgi verilmiştir." (İsrâ Suresi, 85) Ruhtan pek az bilgileri olmasına rağmen zanla konuşarak atıp tutanlar açık bir sapıklık içinde değil midir! Nurcular videoda insanlar ölünce beden değiştirirler demekte. Fakat herkeste bilir ki insanlar ölünce beden değiştirmez, ruhları bedenlerinden ayrılır. Yeni bir beden verilmesi ancak cesetler çürüdükten sonra Allah (SWT), mahlukatın diriltileceği günde onlara yeniden bir beden vermesidir. "O kimseden daha sapık kim olabilir ki, Allah'ın berisinden kıyamete kadar kendilerine cevap veremeyecek kimselere yalvarıp yakarır. Ve onlar, bunların yakarışından habersizdirler. İnsanlar mahşerde bir araya toplandığında da onlara düşman olurlar ve ibadetlerini inkar ederler." (Ahkaf Sures, 5-6) Nurcular, insanlar ölünce ruhları güçlü olur melek gibi olurlar, demekte. Oysa beden olmaksızın ne insan ne melek ne de cin hiçbir şey yapamaz. İnsanlar topraktan, cinler ateşten, melekler de nurdan yaratılmıştır. Yapı malzemesi olmaksızın yaratıkların ruhu hiçbir şeye güç yetiremez. Ölülerin durumlarıyla ilgili şu ayetler herşeyi özetlemektedir: "Allah'ın aşağısında yakardıklarınız sizin gibi kullardır. Eğer iddianızda haklıysanız, hadi çağırın onları da size cevap versinler. Onların yürüyecek ayakları mı var, yoksa tutacak elleri mi var, ya da görecek gözleri mi var, veya işitecek kulakları mı var? De ki: 'Ortaklarınızı çağırın elinizden gelirse bana tuzak kurun, göz açtırmayın." (A'raf Suresi, 194-195) "Allah'ın aşağısında yakardıkları hiçbir şeyi yaratamazlar, üstelik onlar yaratılıp durmaktadırlar. Onlar ölüdürler, diri değildirler. Ne zaman dirileceklerini de bilmezler." (Nahl Suresi, 20-21) Son olarak nurcular, yakarılan kimselerin yaratma kudretinde olduklarına inanılmaması şartıyla onlara çağrıda bulunulması şirk olmaz demekteler. İşte asıl şirkte budur. Müşrikler tarih boyunca Allah'la beraber bir yaratıcının olduğuna zaten inanmamışlar ve herşeyi var edenin Allah olduğuna zaten iman etmişlerdi. Müşrikler sadece Allah'ın sıfatlarında bir takım insanları Allah'a ortak koşmuşlardı. Kur'an'da konu Allah'ın birlenmesi (tevhid), yani yaratıklardan ilahlar edinmeye ihtiyacın olmadığı ve Allah (SWT) onlara hiçbir şekilde böyle bir yetki vermediğidir. Bu yapan müşrikler uyarılmakta, dalalette ve küfür içinde oldukları haber verilmektedir. Allah (SWT), müşriklere; onlar sizi yaratmadıkları halde, sizi yaratana sırt dönüp nasıl olur da onlara duada (çağrıda) bulunursunuz, nasıl olur da yalnız Allah'a ait olan sıfatları onlara yakıştırırsınız, demektedir. "Andolsun, onlara: «Gökleri ve yeri kim yarattı, güneşi ve ayı kim emre amede kıldı?» diye soracak olursan, şüphesiz: «Allah» diyecekler. Şu halde nasıl oluyor da çevriliyorlar?" (Ankebut Suresi, 61) "De ki: «Göklerden ve yerden sizlere rızık veren kimdir? Kulaklara ve gözlere malik olan kimdir? Diriyi ölüden çıkaran ve ölüyü diriden çıkaran kimdir? Ve işleri evirip çeviren kimdir? Onlar: «Allah» diyeceklerdir. Öyleyse de ki: «Peki, siz yine de korkup sakınmayacak mısınız?»" (Yunus Suresi, 31)
"SAİD NURSİ GERÇEĞİ İDDİALARINA CEVAPLAR" VİDEOSUNU HAZIRLAYAN NURCULARIN DEMOGOJİ VE İTHAMDAN İBARET SAÇMALIKLARINA CEVAP:Giriş bölümü burda:http://www.youtube.com/watch?v=3uI4Vtim7QU11 bölümden oluşuyor.
Video başlar başlamaz; demogojiyle başlıyor. İnsanların akıllarını yönlendirme çabasıyla, "Said Nursi Gerçeği" videosunu hazırlayanlara, aslı olmayan tenkit şöyle başlıyor:
"iftira,
yalan,
cerbeze,
saptırma..."
Aslında bunlar, videoda baştan sona tas tamam kendilerinin yaptığı şeylerdir. Bütün bunları da masumluğu oynayarak karşıdakileri sadece delilsiz ithamlarla eleştirerek gizlemekteler. İnsanları aptal yerine koyacak derece haddi aşan kuzu postuna bürünmüş kurt kalplilere cevap verilecektir, Allah'ın izniyle.
Videoyu hazırlayanlara isnat ettikleri ithamlardan biri de şudur:
"Hakaret ve küfür"
"Said Nursi Gerçeği" videosunda Said Nursi'ye -uslubun sert olduğunu kabul etmekle birlikte- hakaret denilecek ifadeler kullanılmamıştır. Said Nursi'nin asla islami ve ilmi olmayan "beni kıskanıyorlar" ifadesinin sadece tanımı yapılmıştır. Kendileriyle hiçbir dostluğu ve düşmanlığı olmadığı, hayatında kendileriyle hiç görüşmediği kimseleri kendisini kıskanmakla itham etmenin din gayesi güden bir insanın söyleyeceği sözler midir? Bir de videoda Said Nursi'ye asla ama asla küfür edilmemiştir. Bu gibi çirkin iftiralara tenezzül eden nurcular, "Herkes kötü, ben iyiyim" tarzında konuşarak insanları aptal yerine koymaktan hiç sıkılmıyor. Bu, nurcuların sürekli kullandıkları taktiktir. İnsanların hidayetini isteyen müslümanların çabalarına karşın, insanların hidayetini engelleyen kurt kalplilere göz yummayacağız, yumamamayız. Onlara Kur'an ve sünnetten delillerle ve bu ikisine tabi olmuş selef alimlerimizin de görüşlerine yer vererek cevap vereceğiz inşAllah.
"Said Nursi Gerçeği" videosunda uslub gerçekten serttir. Biraz daha yumuşak olsa, belki Nurcular sert üslubu bahane edip insanların kafasını yeniden bulandırmaya çalışmayacaklardı.
Şunu da söyliyelimki, milyonlarca müslümanı cehenneme sürükleyen, ahiretini ebedi bir hüsrana düşürecek bir düşünce hiç masum olamaz ve şefkatli bir eleştiriyi asla hak etmemektedir. Bilinmelidirki bugünkü dostluklar o gün düşmanlığa dönüşecek, bugün savunulanlara o gün lanet edilecektir. Bugün peygamberler haricinde önderler edinilen Said Nursi gibi kimseler o gün saptırdıkları insanların vebali -saptırılanların günahları eksilmemekle birlikte- önder edinilen Said Nursi gibi saptırıcılara yüklenecektir.
"Yüzleri ateşe çevrildiği gün: «Eyvahlar bize, keşke Allah'a itaat etseydik, keşke Peygambere itaat etseydik» derler.
«Rabbimiz! Biz önderlerimize ve büyüklerimize itaat etmiştik, fakat onlar bizi yoldan saptırdılar» derler.
«Rabbimiz! Onlara iki kat azab ver ve onları büyük bir lanetle lanetle (rahmetinden kov!)» "
(Ahzâb Suresi, 66-67-68)
"Onlar, hem kendi yüklerini, hem de kendi yükleriyle beraber başka yükleri (başkalarını kandırıp saptırmalarının vebâlini) taşıyacaklar ve elbette uydurdukları şeylerden kıyâmet gününde sorguya çekileceklerdir."
(Ankebut Suresi, 13)
Said Nursi'nin imtihan hayatı kapandığı için, onu hidayete ulaştıracak tebliği yapmak imkansızdır. Said Nursi sıradan bir insan değildir, toplumları dünya ve ahiret hayatını yönlendiren ve taraftarlarınca kutsal adam ilan edilen bir kimsedir. Bu dünyadan göçüp giden Said Nursi'ye karşı şefkatli bir yaklaşımın bir faydası da asla olmayacaktır. Yalnız, bazen sert üslup onun peşinden gidenleri üzüpte gerçeklere ön yargıyla bakmasına sebebiyet verebilir.
Şunu da söyleyelimki o videoda şiir ve edebiyat, roman, hikaye yazarları eleştirmenlerce nasıl eleştiriliyorsa Said Nursi'nin de yazdıkları öyle eleştirilmiştir. Çünkü Said Nursi'nin de yazdıkları edebiyat (kelam ve belağat), şiir, misaller ve hikayelerle doludur.
"Ey kardeş! Benden birkaç nasihat istedin. Sen bir asker olduğun için askerlik temsilâtiyle, sekiz hikâyecikler ile birkaç hakikatı nefsimle beraber dinle."
(Sözler - Birinci Söz, Sayfa 11)
"Eski Said'in en son telifi ve yirmi gün Ramazan da telif edilen, kendi kendine manzum (şiirsel yazı) gelen Lemeat Risalesi Otuz İkinci Lema olması..."
(Emirdağ Lahikası, Sayfa 40)
“Risalei Nur... hem bir kitabı tasavvuf, hem bir kitabı mantık, hem bir kitabı İlmi Kelâm, hem bir kitabı İlmi İlahiyat, hem bir kitabı teşviki san'at, hem bir kitabı belâgat, hem bir kitabı isbatı vahdaniyet; muarızlarına bir kitabı ilzam ve iskâttır.”
(Emirdağ Lahikası I, c. II, s. 1719.)
Ve -sözde- kendisini övmediğini iddia ettikleri Said Nursi; Mehmet Âkif, benim hakkımda şunları söyledi, diye bu sözleri risalellerine eklemiştir:
"Victor Hugolar, Shakspeare'ler, Descartes'lar edebiyatta ve felsefede Bediüzzaman'in bir talebesi olabilirler."
(Sözler, s. 717)
Said Nursi; Mehmet Âkif -bu sözleri söylemiş ya da söylememiş olsun- bu iddia edilen sözleri kabul etmektedir ki, kitabına eklemiştir. Şimdi, kitaplarında böyle şeylere eğilim göstermiş birisinin sadece alim kişiliği eleştirilmiyor ki, nurcular eleştirilere bu kadar düşmanca tepki gösteriyorlar!
Din konusunda çok kelam ve insanları etkiyen çoşkun hitaplar olduğunda müellifin kitaplarında ister istemez hatalar da olacaktır. Bu da dinde yeri olmayan büyük hatalar doğuracaktır. Söz konusu din olduğunda bu hatalar insanların ahiret saadetini hüsrana sebebiyet verecektir. Bu da affedilecek hatalar değil.
Nurcular, videolarında "Said Nursi Gerçeği" belgeselini hazırlayanlar için bir avuç art niyetli müfteriler ve üstadımızın şöhretini kıskanan hasetçiler deniyor. Bu hiçbir dayanağı olmaksızın söylenmiş nefsani sözlerdir. Oysaki onlardan istenen delillerle hazırlanan belgesele kendi delilleriyle açıklık getirmektir. Bu videoda hiçbir delil verilmemiş aksine sadece yanlışa itiraz eden müslümanları art niyetlilikle, kıskançlıkla itham etmekten başka birşey yapılmamış.
İnsanları kendisine ve cemaatine davet eden Said Nursi "Beni kıskanıyorlar" diye dursun, gerçek alimler insanları kendisine değil Allah'a davet ederler. Kendileriyle ilgili eleştirilere de kızmazlar. Kızdıkları tek şey zalimlerin despotlukları ve insanların Allah'a karşı hadsizliğidir.
“Allâh'a dâvet eden, sâlih ameller işleyen ve «Ben müslümanlardanım.» diyenden daha güzel sözlü kim olabilir?” (Fussilet Suresi, 33)
Üstadımızın şöhreti kıskanılıyor, ya da benim şöhretim kıskanılıyor, gibi bir düşünce; Allah rızasının dışına çıkıldığının delilidir.
"Bizim en büyük şöhretimiz Müslümanlığımızdır! Şahsımız için ise, sadelik kâfîdir"
Ömer bin Hattab (r.a)
İnsanlar imanlarını koruma gayesiyle tamamen Kur'an ve sünnete dayanan eleştiriler getirirken , Said Nursi ve talebeleri "Bizi eleştirenler nefisperestlikten ve makam sevgisinden, hizipçilikten bizi eleştiriyorlar" gibi ithamlarla karşımıza çıkıyorlar. Nurcular aslında bunları söylerken, kendileri gibi hizipçilik yapan tarikatçılara, cemaatlere değiniyorlar.
Risalelerin çok okunmasının onun doğru olduğunun kanıtı olarak savunuyorlarki, bu doğru bir tespit asla değildir. Doğru olup olmadığının anlaşılması, Kur'an'ın mesajını iyi anlamaktan ve Rasulün sünnetine uymaktan gerçer. İnsan bir de fıtratın dışına çıkmış, nefsini aşağılık kılmışsa artık defalarca bir yanlışı okusa da ondaki yanlışı bulması çok zordur. Bir görüşün doğruluğu onun Kur'anla çelişip çelişmemesiyle ilgilidir, şirke ve bid'ata bulaşmış insanların, bu görüş hakkında dünyanın her yerinde panel ve konferanslar yapmaları onun doğruluğunu göstermez. Taraftar çokluğu bir fikirin doğru olduğunu asla göstermez.
"Yeryüzündekilerin çoğunluğuna itaat edersen seni Allah yolundan saptırırlar. Onlar ancak zanna uyarlar, sadece tahminde bulunurlar."
(Enam Suresi, 116)
"Onların çoğu zanna uyarlar; gerçekte ise zan, hakikat karşısında bir şey ifade etmez. Allah, yaptıklarını şüphesiz bilir."
(Yunus Suresi, 36)
SUNULAN BAHANELERE CEVAP -1-
Said Nursi ve eserlerinin kutsal ilan ettiği iddiası doğrudur. Said Nursi; risalelerine sürekli nur der, mübarek der. Ve her soruya cevap verebileceğini ama soru sormayacağını ve her söylediği doğru olan zamanın mükemmeli denmesi ona kutsiyet vermektir. Nurcular kutsallığı savunurken bir takım şeylere indirgemeye çalışıyorlar. Oysa Kuddüs olan Allah'tır, kutsiyet belirleyen de yalnızca O'dur.
"O Allah ki, O'ndan başka ilah yoktur. Melik'tir (bütün mülkün sahibidir). Kuddûs'tur (mukaddestir); Selam'dır..."
(Haşr Suresi, 23)
Bir de nurcular kutsal diye birşeyler sıralarken bazı sıraladıkları şeyler, cahiliyenin kirinden başka bir şey değildir. "Vatan toprağı, bayrak kutsaldır.", demeleri nurcuların ne derece asabiyet hastalığına kapıldığını gösteriyor. Vatanın ve bayrağın kutsiyeti hangi kaynakta geçmektedir?!
Vatan kavramı da 150 yıl önce Namık Kemal ortaya atmıştır. Memlekete "Vatan" kavramını kullanmak; toprağı kutsallaştırmak, putlaştırmaktır. Herkes kendi toprağı için savaşmayı kutsiyet görürse, bu onlar için bir din olmuş olmaz mı?
"İman edenler, Allah yolunda savaşırlar. İnkâr edenler de tağut yolunda savaşırlar. O halde siz şeytanın taraftarlarına karşı savaşın. Çünkü şeytanın hilesi zayıftır."
(Nisa Suresi, 76)
Seyyid Kutup, bu konuyla ilgili gerçekçi bir tespitte bulunmuştur:
''Kimin için öldüyseniz, ödülünüzü ondan bekleyiniz!''
Tevhid sancağından başka bayrak ve Mekke, Mescid-i Nebevi ve Mescid-i Aksa' ve Tuva Vadisi'nden başka kutsal beldeler var mıdır!? Allah'ın hükümlerinin uygulandığı topraklar Daru-l İslamdır. Ama toprakları kutsal değildir. Her yer Allah'ın arzdır, kutsalları da yalnızca O belirler. Tağutun askerlerinin adına Mehmetçik, ölülerine şehit diyecek kadar ileri giden cahiliyye kirleriyle dolu yaşayan nurcuların sözleri bizi şaşırtmıyor açıkçası.
SUNULAN BAHANELERE CEVAP -2-
Nurcular videolarında Said Nursi'nin reklamdan kaçtığını söyleyerek savunmaya geçiyorlar. İlkin şunu söyleyelim ki, "Said Nursi Gerçeği" videosunda değinilen konu bu değildir, şudur:
Kendisini tevhide nispet edenlerin de şaşılacak bir biçimde Said Nursi'yi savunmasını, Said Nursi'nin bu zamana kadar fazla reklamının yapıldığı için, insanların onu savunma yoluna gttiği ve bunun aslında bir hastalık olduğu vurgulanmıştır. Yani o videoda, Said Nursi reklam peşindedir gibi bir ifade geçmemiştir. Burda konu başka tarafa kaydırılmıştır, anlatılmak istenenden uzak yorumlar yapılmıştır.
Said Nursi'nin talebelerine; yanıma gelmenize gerek yok, risaleleri okumanız yeterli, demesi onun reklamdan kaçtığı anlamına mı geliyor? Peki, okumalarını tevsiye ettiği risalelerin bir müellifi yok mudur? Yoksa bunlar gökten inen vahiy mi -haşa-. Ki Said Nursi ve talebeleri de bunu savunuyor. Yazmış olduğu risalelere vahiy isnat ederek, bana gelmeyin risaleleri okuyun bu ihlas için önemlidir, diyen biri için böylelikle reklamdan kaçmış oluyor demenin akıl ve vicdanla izah edilecek bir tarafı var mıdır?! Alimler kitaplarında insanları Kur'an'a yöneltir, kitaplarına ulvilik yakıştırmazlar. Kitaplarına ulvilik yakıştıranlar bir cevhere işaret ederler ki bu da kitabın müellifidir. Said Nursi'de bu yöndeki gelecek eleştirilere karşı , bana Allah ihtar etti, diyerek kendini savunma yoluna gitmiştir.
Herkeste biliyorki; Allah (SWT), vahyi toplumlarında ahlakta örnek olmuş seçkin kullarına, yani peygamberlere indirir. Bana vahiy iniyor diyen biri, ben Allah'ın seçtiği bir kuluyum demiş olmuyor mu?
SUNULAN BAHANELERE CEVAP -3-
Said Nursi; talebelerince, kendini övmediği risaleleri övdüğü bahanesi sunuluyor. Yazdığı külliyatın tamamına yakını müellifin kelamından, belağatından oluşacakta; buna rağmen Said Nursi kendisini övmüyor, risalelerini övüyor demekten utanılmayacak. Bu insanları aptal yerine koymaktır.
İnsan kendisini övmemelidir, evet doğrudur. Kitapları Kur'an'a ve sünnete işaret ediyorsa bu yön insanlara anlatılabilir. Çünkü Kur'an ve sünnetin dışındaki şahsı görüşler müslümanların talep edeceği şeyler değildir. Oysa Said Nursi öyle yapmıyor. Ona göre, risaleler Allah tarafından ayrıyeten kendisine yazdırılmıştır. Gördüğünü iddia ettiği rüyalarda Rasulullah'tan ders aldığını söyler. Herkes böyle birşey ortaya atar da buna inanılırsa, Kur'an ve Sünnetin otoritesi diye birşey kalır mı?
Rüyayı görenin doğru söyleyip söylemediğini kim nerden bilecek ki? Kaldıki alimlerin ittifakıyla da, rüya ile amel edilmez, çünkü rüya dini bir hüküm taşımaz. Salih rüyalar vardır, şeytani rüyalar vardır. Salih rüyalar dahi kişiyi ilgilendirir toplumları değil. Bize hidayet ileten bir resul gelmiştir , biz ona tabiyiz. Ve herkesin bildiği güvenilir kaynaktan sözlerini alırız. "Rüyamda, Rasulullah bana dinimle ilgili vaaz ve nasihatte bulundu, bunları da hadis kabul ediyorum", diyen kişi Rasulullah'ı görmüş değildir. Gördüğü kişi başkasının şekline bürünmüş olarak gelen şeytandır. Çünkü Rasulullah (a.s.m) kimsenin rüyasına girip ona diniyle ilgili vaaz, nasihat etmez.
Allah Rasulu, çevresindekilerin şahit olduğu canlı bir şekilde tebliğini yapmıştır ve vefat etmiştir. Vefat ettikten sonra görevi sona ermiştir. Onun tebliğ ettiklerini orda bulunanlar herkesinde şahit olduğu üzere rivayet eder, sağlam bir senetle diğer kuşaklara bildirir. Din bütün insanlara açıktır, gizli değildir. Bunun dışındaki bir düşünce batıldır, safsatadan ibarettir.
SUNULAN BAHANELERE CEVAP -4-
Kendisini halkın nazarında mütevaziliğin de ötesinde hiç inandırıcı olmayan bir biçimde sınıflandıran Said Nursi'nin hiçbir vasfı yoksa o risaleleri nasıl yazmıştır? İlimsiz bir insan yazsaydı kabul ederler miydi? Oysaki kendisi ve talebelerince zamanın alimi, imamı ve mücedidi biliniyor.
Tevazusu doğasında olan gerçekliği bulunan kimselerin tevazusu haricinde; eserlerini öven, eleştiri kabul etmeyen, her söylediği kabul edilsin isteyen, insanların övücü açıklamalarına engel olmayan kimselerin aşırıya kaçan tevazu çabaları inandırıcı olmasa gerek.
Cüneyd-i Bağdadi (rahmetullahialeyh) söyle der:
“Tevazu göstermeye çalışmak da kibirdir. Çünkü kendinde bir varlık hisseden tevazu göstermeye çalışır. Gerçek tevazu ehli, kendinde bir varlık hissetmez ki, tevazu göstermeye çalışsın. Onun tevazuu tabiidir, yapmacık değildir.”
Said Nursi'de bu bolca görülüyor. Mesela burda;
"Öyle de, şu hiç ender hiç olan kardeşinize, yalnız hizmet-i Kur’ân’a istihdamı hengâmında ve o hazine-i bînihayenin dellâlı olduğu bir vakitte, ism-i Rahîm ve ism-i Hakîm mazhariyetine medar bir vaziyet verilmiş."
(Mektubat - Dördüncü Mektup, 19)
Bunu söyleyipte hiçbir şey olmadığını söylemek insanlar tarafından kabul görür mü? "Bana ism-i Rahim ve ism-i Hakim mazhariyetine medar bir vaziyet verildi", diyen Said Nursi kibrini, "Hiç-ender hiç olan kardeşinize " diyerek aşırı mütevazilikle kapatmaya çalışmaktadır.
"Şüphesiz ki, Allah, onların saklı tuttuklarını ve açığa vurduklarını bilir; gerçekten O, büyüklenenleri sevmez. (Nahl Suresi, 23)
Bir alim Kur'an ve sünnetten edindiği edindiği bilgilerle bid'at ve şirk ehline Kur'an ve sünnetten delilleri gösterir. Kur'an ve sünnetten uzaklaşanları ona yöneltir, kendisine değil, yazdığı kitaplara değil. İnsanlar görüşlerinde isabette eder, hata da. Alimler biz Kur'an talebesiyiz, Kur'an'ı hala anlamaya çalışıyoruz derler, oysa Said Nursi güya mütevaziliğinin ıspatı da ben Risale-i Nur talebesiyim, demesiymiş. Bu da bu kitapları kendi düşüncesiyle değil, Allah tarafından kendisine ihtarla yazdırıldığı iddiası ortaya çıkıyor, ki Said Nursi'de zaten bunu söylüyor. Bütün alimlerin ciltlerle kitapları toplansa Kur'an'ın bir sayfası bile edemez.
Zamanın müçtehid alimlerinden İmam Ebu Hanife (Rahimehumullah) şöyle diyor:
“İnsanların ihdas ettikleri ve kendilerinden ortaya koydukları şey, onları hidayete ulaştırmaz. Aslolan, Kur’anı Kerim’in getirdiği ve Hz. Peygamberin davet ettiği, insanlar arasında tefrika ortaya çıktığı devreye kadar Hz. Peygamberin ashabının yapmakta devam edegeldikleri şeylerdir. Bundan başkası ile amel edenler bid’atçı ve kendiliklerinden ihdas edicilerdir.'' (El-Vasiyye, 79)
SUNULAN BAHANELERE CEVAP -5-
Risalelerin bilginin haricinde yazılmış olması, ona vahiy isnat etmek demek değil midir! Alimler Kur'an ve hadis ilminden bi haber mi kitap yazıyorlar, ki hiçbir emeğim yok desinler? O zaman alime neden itimat edilsin? Çaba göstermeyen ve takva ehli olamayanları Allah doğru yola iletmez.
“Bu, doğruluğu şüphe götürmeyen ve takva ehline doğru yolu gösteren bir kitaptır.”
(Bakara Suresi, 2)
"Uğrumuzda cihad edenleri, yollarımıza erdiririz. Hiç kuşkusuz Allah iyi işler yapanlarla beraberdir."
(Ankebût Suresi, 69)
Nebiler ahlaklarıyla örnek olmuş ve toplumlar arasında güvenilir olmuşlardır. Allah'ta bu kimseleri bu vasıfları sebebiyle seçmiştir. Edinen bilginin haricinde, "Bana Allah'tan ihtar edildi, bana Allah tarafından yazdırıldı", demek nübüvvet iddia etmektir. Herkeste bilirki bu vasıf alimlere ait değil Peygamberlere aittir.
"Böylece sana da biz kendi emrimizden bir ruh vahyettik. Sen, kitap nedir, iman nedir bilmiyordun. Ancak biz onu bir nur kıldık; onunla kullarımızdan dilediklerimizi hidayete erdiririz. Şüphesiz sen, dosdoğru olan bir yola yöneltip iletiyorsun."
(Şûrâ Suresi, 52)
SUNULAN BAHANELERE CEVAP -6-
Nurcuların Said Nursi'nin, bana yazdırıldı, derken; Allah'ın yardımıyla yazdırıldı, demek istemiştir gibi savunmaya geçmeleri hiç inandırıcı değil; açıkça demogojidir. Bir insan iyi işler yapmak isterse Allah ona fırsat verir, günah ve şirk işlemeyi diliyorsa ona da fırsat verir. İnsan ilim elde etmişken sapkın düşüncelerle kitapta yazabilir, doğruyu da yazabilir. Allah onu imtihanda fırsat verir. Dileyen ilmini doğruya, dileyen yanlışa kullanır. Bu onun tercihidir, Allah'ın tercihi değildir. Allah insana bir irade vermiştir. Kendilerini hata işlemeyeceğine inandıran kimseler, daha çok hataya düşecek kimselerdir. Said Nursi'de, bana Allah yazdırdı, diyerek kendi düşüncelerine bir kutsiyet kazandırmış, bir dokunulmazlık zırhı giydirmiştir:
“Mübarek Sözler şübhesiz Kitabı Mübin'in nurlu lemeâtıdır. İçinde izaha muhtaç yerler eksik olmamakla beraber küll halinde kusursuz ve noksansızdır”.
(Barla Lâhikası, Yirmi Yedinci Mektub ve Zeyilleri, c. II, 1415.)
Üçüncü sehiv: Yanlış mânâ vermekle raporda: "Said bazen kerametler yazar. 'Yazmak istemezdim; bana yazdırıldı.' Hem bazen: 'Bu cevap mânevi cânibden geldi. Ve hakikat âleminden bildirildi.'
(Sirâcü'n-Nûr - s.2301)
"Zübeyir Gündüzalp'in daktiloyla yazdığı "Gençliğimiz, hak ve hakikatı öğreten malûmat ve en yüksek ahlâk istiyor" adlı bir formasında, onuncu sayfada: "Risale-i Nur yirminci asrın Müslümanlarını ve bütün insanları koyu fikir karanlığından kurtarmak için, müellifinin kendi ihtiyarıyla değil, büyük Yaratıcımızın ihtarıyla yazılmış bir şâheserdir."
On ikinci sayfada: "Risale-i Nur'a hizmet eden birisine denilse: 'Risale-i Nur yerine şu kitapları kopya et de, Ford'un servetini sana vereyim.' O, Risale-i Nur satırlarından kaleminin ucunu bile kaldırmadan şöyle cevap verir: 'Dünya servet ve saltanatının hepsini verseniz kabul etmem.' "
Said Nursi
(Risale-i Nur, Şualar; sf 693- Ondördüncü Şua- Yeni Aya Neşriyat)
ŞUALAR
Yedinci Şua
Beşincisi: Ben Ramazan'ın feyziyle bu risalenin nurlarına mazhar olmaklığımla beraber, birkaç cihette halim perişan ve birkaç hastalıkla vücudum sarsıldığı bir zamanda acele yazılıp, birinci müsveddeyle iktifa edildi. Hem yazdığım vakit, irade ve ihtiyarımla olmadığını hissettiğimden, kendi fikrimle tanzim veya ıslah etmeyi muvafık görmediğim için bir parça fehmi işkâl edecek bir vaziyet aldı.
Görüldüğü gibi Said Nursi'nin "Bana yazdırıldı" sözünden kasıt kendi iradesi dışında gelişen durum olmakla birlikte kendi düşüncesiyle de olmayan bir yazdırılmadan bahsediyor. Yani iddia edildiği gibi kendi iradesiyle birşey yaparken Allah'ın ona izin vermiş olduğu bir durumu anlatmıyor. Örnekler çoğaltılabilir.
Oysa baştan şu örneği vermemiz bile nurcuları susturacaktır:
“Risale-i Nurlar, ne Doğu’nun kültüründen ve ilimlerinden, ne de Batı’nın felsefe ve bilimlerinden alınmış ve iktibas edilmiş bir nurdur. O, gökten inmiş Kur’an’ın, Doğunun da Batı’nın da üstünde olan Arş’taki yerinden alınmıştır.”
(Şualar s. 601. İfadeler sadeleştirilmiştir.)
Aslı şöyledir: “Resail-in Nur dahi ne şarkın malûmatından, ulûmundan ve ne de garbın felsefe ve fünunundan gelmiş bir mal ve onlardan iktibas edilmiş bir nur değildir. Belki semavî olan Kur’an’ın, şark ve garbın fevkindeki yüksek mertebe-i arşîsinden iktibas edilmiştir.”
Risalelleri için; O, gökten inmiş Kur’an’ın Arş’taki yerinden alınmıştır, diyen Siad Nursi; bana vahiy iniyor demiyor da ne diyor Allah aşkına!
SUNULAN BAHANELERE CEVAP -7-
Said Nursi'nin materyalist, darwinist bir dönemde yani Allah (SWT)'nın varlığının açıkça inkar edildiği ve bu inancın zorla dikta edildiği bir dönemde sadece rububiyet tevhidini (Allah'ın mutlak varlığı ve yaratıcı olduğunu) anlatması insanlar tarafından büyük bir alim görülmesi yeterli olmuştur.
Oysa Said Nursi kitaplarında uluhiyet tevhidinden asla bahsetmez. Uluhiyet tevhidini, yani Allah'ı birleyen inancı bozanların müşrik olduğuna değinmez. Çünkü onun gibi kelamcılara göre, müşrik sadece puta tapanlardır.
Said Nursi Allah'ın hükmünden kaçıp, tağutun hükmüne sığınanların müşrik olduğunu asla değinmez, sadece Allah'ın güç yetebileceği durumlarda yardımın sadece Allah'tan istendiğine ve bunun aksini yapanların müşrik olduğuna asla değinmez. Çünkü bu iki şirki Said Nursi bilmemektedir.
Said Nursi, bu iki şirkten biri olan hükümde şirki bilmediğinden Şeyh Said'in başlattığı kıyama katılmamış ve karşı çıkmıştır. Oysa bir din bilgini olarak şeytanın taraftarlarına karşı savaşılması gerektiğini bilmesi gerekiyordu.
"İman edenler, Allah yolunda savaşırlar. İnkâr edenler de tağut yolunda savaşırlar. O halde siz şeytanın taraftarlarına karşı savaşın. Çünkü şeytanın hilesi zayıftır."
(Nisa Suresi, 76)
"Hiçbir fitne kalmayıncaya ve din bütünüyle Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaşın" (Enfal, 39)
İkinci bir şirk olan dua da şirki de bilmiyor. Bunu bilmediğinden de bu şirki açıkça işliyor ve risalelerinde belirtiyor:
"Evet, doğrudur. Arabî tarihle bin üç yüz otuz dokuzda, müthiş bir burhan-ı ruhî ve dehşetli bir heyecan-ı kalbî ve dağdağalı bir teşevvüş-ü fikrî geçirdiğim sıralarda, pek şiddetli bir surette Hazret-i Gavs'tan istimdat eyledim."
(Sikke-i Tasdik-i Gaybi, Sekizinci Lem'a)
Bu Kur'an'a ters ifadelerdir. Oysa Allah kendisinden başkasına dua edilmemesini Kur'an'da uyarmıştır:
"Allah ile beraber başka bir ilaha yalvarıp yakarma, sonra azaba uğratılanlardan olursun."
(Şuarâ Suresi, 213)
“Darda kalmış kişi dua ettiği zaman onun yardımına kim yetişiyor da sıkıntıyı gideriyor ve sizi yeryüzünün hâkimleri yapıyor? Allah ile beraber başka bir ilah mı var? Ne kadar az düşünüyorsunuz..”
(Neml Suresi, 62)
“Gemiye bindiklerinde, şirkten uzak bir şekilde,
yalnız ona boyun eğerek Allah’a yalvarırlar. Allah
onları karaya çıkardı mı, bir de bakarsın ona eş
koşmaya kalkışıyorlar.” (Ankebut Suresi, 65)
Sadi Nursi, şirki sadece putlara tapmak olarak bilmektedir. Bütün müşrikler putlara ibadet ettiklerini iddia etmiyorlardı. Yalvarıp durdukları kimselerin ruhlarına yalvarıp, resimlerini de kendilerine hatırlatır diye koyarlardı. İbrahim (a.s.) ve İsmail (a.s)'ın peygamberliğini kabul etmiş Kureyş kabilesi, ataları İbrahim (a.s.)'ın putları kırdığı ve bu yüzden de ateşe atıldığını gayet iyi biliyorlardı. Bunu bilemelerine rağmen, onlar neden putlara taptıklarını iddia etsinler ki?!
Kur'an'ı Kerim'de müşriklerin yapmış olduğu şirki reddettiğinden bahseder:
“Onların hepsini bir araya toplayacağımız gün, ortak koşmuş olanlara şunu diyeceğiz: “Hani nerede o sizin kuruntusunu ettiğiniz şeyler?” Onların kaçamak cevabı şu olacaktır: “Rabbimiz Allah’a and olsun ki bizler müşrik değildik.” Bak işte, kendilerini nasıl da yalanladılar. Allah’a karşı eş koştukları şeyler kendilerinden nasıl da uzaklaştı.”
(En’am Suresi, 22–24)
Evet Said Nursi daha tevhidi ve şirki bilmediği halde insanlar tarafından büyük bir alim görülmesi şaşılacak bir durumdur. Bu ancak materyalist felsefeyi savunanların Allah'ı inkarı ve dinsizliği dikta ettikleri bir dönemde olabilecek birşeydi ve Said Nursi de böyle bir zamanda risalelerler yazmıştır.
Risalelerini yazdığı dönemlerde binlerce din alimi asılmıştır, hatta namaz kıldıracak bir hoca bile bırakmamışlardı. Bu durumda doğal olarak ortam Said Nursi'ye kalmıştır. Batıda yaşayan türk kavmi de böyle bir ortamda onun etrafına toplanma durumunda kalmışlardı.
SUNULAN BAHANELERE CEVAP -8-
" Nerede Türk taifesi varsa Müslümandır. Müslümanlıktan çıkan veya müslüman olmayan Türkler, Türklükten dahi çıkmışlardır (Macarlar gibi)."
( Risale-i Nur Külliyatı - Mektubat - Yirmi Altıncı Mektup - Üçüncü Mebhas- sf 454)
Nurcular bu sözde kastedilen türklükten çıkanların macarlar ve bulgarlar olduğu ve Said Nursi'nin bu yüzden türklerin dinden çıkmaması gerektiğini anlatmak istediğini savunmuşlar.
Said Nursi'nin insanların kafir olmaları ve irtidat etmelerini bir ırka bağlaması ya da müslüman olmalarını bir ırka bağlaması doğru bir tespit değildir. Oğlu müşrik olan Nuh (a.s.)'ı, babası müşrik olan ibrahim (a.s.)'ı, amcası müşrik olan Peygamberimiz (a.s.m)'ın durumunu bilmiyor gibi konuşmuş. Böyle yaklaşımlar insanları dine döndermez. İsteyen küfre girer, isteyen iman eder. Bu Allah'ın her insana bu dünyada tanıdığı iki şecenektir.
Said Nursi insanları küfür bataklığına düşürenin ırkçılık belasının olduğuna değinmesi gerekirken insanların ırki damarına hitap etmiştir. Bu yanlış bir usuldur. Bulgar ve macarlar önceden müslüman değillerdi, ki islamdan çıktıkları için türklükten çıkmış olsunlar. Bulgar ve macarlar türklerle aynı atadan olabilir ama hiç kimse ırkından çıkamaz.
Türk kavminin ataları olan Oğuzlara türk dendiği dönemde Bulgar ve Macarlar da kendilerine başka isim vermişlerdir. Hiç kimse ırkından, kabilesinden, boyundan çıkmaz. Zamanla boylar geliştiğinde bir boyun altında farklı bir isim edinilebilinir ama insanlar bir üst boydan çıkmazlar. Dinle ırkı aynı katagoriye koyarak Said Nursi kelamla insanları etkileme tutumuna girmiştir. Dinle ırk kesinlikle aynı katagoriye girecek meseleler değildir. Irk insanların seçemediği, din ise insanların kendi iradesiyle seçebildiği bir durumdur.
SUNULAN BAHANELERE CEVAP -9-
"... Şeriat da, yüzde doksan dokuz ahlâk, ibadet, âhiret ve fazilete aittir. Yüzde bir nispetinde siyasete mütealliktir; onu da ulü'l-emirlerimiz düşünsünler."
(Divan-ı Harb-i Örfî, İki Mekteb-i Musibetin Şehadetnamesi.)
Bunu savunan nurcular, Said Nursi bu konuda eleştirilirken cumhuriyetçilerin bugünkü meclisinin verilmesini de Osmanlı sultanlarına bağlamaları çok komik olmuş. Sanki bu mecliste Osmanlı sultanları var da Said Nursi'yi eleştirken onlar da eleştiriliyor (!)
Nurcular aşağıdaki hadisi vererek savunmaya başlıyorlar:
“Din, güzel ahlaktır ” [Deylemi]
Oysa Said Nursi burda kapsayıcı olan dinden bahsetmemiştir, dinin bir parçası olan şeriatı yüzdeliklere bölmüştür. Yüzde birinin ancak siyaset olduğunu savunmuştur. Bu masum bir hata değil!
Nurcuların dayandığı hadis şöyle gelişmiştir.
Sahabilerden biri Rasul-i Ekrem s.a.v.’e gelerek sordu:
- Ey Allah’in Rasulü, din nedir?
Rasul-i Ekrem s.a.v. buyurdular:
- Güzel ahlâktir!
Din güzel ahlâktir.
Sahabeler: Peki güzel ahlâk nedir?
Rasulullah (a.s.m):
Müslüman’in aslî halidir:
Dogru sözlü, merhametli, güler yüzlü, tatli sözlü, neseli, sabirli…
Hilm, vakar ve sükür sahibi…
Nurcuların iddia ettiği gibi bu hadiste din nedir diye bir soru daha o sahabe tarafından sorulmamıştır. Ve de Rasulullah aynı şekilde cevap vermemiştir. Din güzel ahlaktır, diyen Rasulullah (a.s.m). Bir başka yerde de din nasihattır da demiştir:
Ebü Rukayye Temîm İbni Evs ed-Darî radıyallahu anh' den rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem :
"Din nasihattir" buyurdu. Biz kendisine:
- Kimin için nasihattir? dedik. Peygamberimiz (a.s.m):
- "Allah, Kitabı, Resulü, mü'minlerin yöneticileri ve tüm müslümanlar için nasihattir" buyurdu.
(Müslim, İman 95. Ayrıca bk. Buhari, İman 42; Ebü Davüd, Edeb 59; Tirmizî, Birr 17; Nesaî, Bey'at 31, 41)
Nasihat sözlükte öğüt vermek, iyi ve hayırlı işlere davet, kötü ve şer olan şeylerden nehyetmektir.
Hadisin dayandığı ayet:
"Ey iman edenler, Allah'a itaat edin, Resüle itaat edin ve sizden olan buyruk sahibi yöneticilere itaat edin"
(Nisa süresi, 59)
Rasulullah şeriatın uygulandığı bir yerde Medine'de bunu kendisine soru yönelten sahabelerine, yani müslümanlara söylemiştir. Bu sözü Allah'ın hükmüne yanaşmayan bir müşriğe demiş değildir. Müşrik önce reddetmeyi öğrenmeli, Allah'a şirksiz iman etmeyi kabul etmeli ki nasihatlar yerini bulsun, güzel ahlak ona ahirette fayda sağlasın. Tağutu reddedip Allah'a iman eden bir kişi, Allah'a teslimiyet gösterip onun emirleri doğrultusunda hareket eder. Yoksa tağutu reddetmeden yapılan her türlü iyilikler boşa çıkar.
"And olsun ki sana da, senden önceki peygamberlere de vahyolunmuştur: «And olsun, eğer Allah'a ortak koşarsan işlerin şüphesiz boşa gider ve hüsranda kalanlardan olursun.»" (Zümer Suresi, 65)
Sahabe, burda dinin diğer bir parçası olan şeriatı sormamıştır, kapsayıcı olan dini sormuştur. Müslümanlar, tağutu reddettikten sonra ancak güzel ahlak sahibi olurlar. İnsanların ferdi yaptıkları şeriat uygulaması oto kontrol siyasetidir, İslam devletinin siyaseti değildir. Özet olarak; Allah Rasulu (a.s.m), dinden bahsederken sadece şeriattan bahsetmemiştir ki, Said Nursi şeriat hakkında böyle yorum yapabilsin.
Din önceki cahiliye adetlerinden birşey bırakmamakla ayakta durur. Din onun yolunda cihad etmekle, Allah'ın hükümleri uygulamakla ayakta durur.
Said Nursi bunları yapmak bir yana bunu yapanlara karşı çıkmıştır. Tağut'a karşı çıkmış insanlara ırkı bir düşünce ile karşı çıkmıştır. Oysa küfrün ırkı yoktur. Cahiliye adetlerini dinin içine sokan müşriklere karşı çıkanları da Vahhabi diye yaftalamıştır.
Şeriatı yüzdeliklere bölüp; yüzde doksan dokuzunun ahlak,ibadet, ahiret, fazilet olduğu gibi matematik hesap Said Nursi'ye düşecek birşey değildir. Said Nursi böyle şeyleri kendini kaptırdığı kelamıyla sürekli yapmaktadır. Bu onun için doğal bir durumdur. Oysa tevhid mücadelesinde Rasulullah 13 yıl Mekke döneminde ahlaksızlıktan rahatsız olduğu halde müşrikleri ahlak, ibadet ve fazilete çağırmamış;onları Allah'ı birlemeye çağırmış, tağutu reddetmelerini eski batıl inançlarını terketmeleri gerektiğini tebliğ etmiştir.
Said Nursi'nin, "Şeriatın yüzde doksandokuzu ahlak, ibadet, ahiret ve fazilettir." sözleri tağuti sistemi benimsemiş despotların işine gelmektedir. Bugün hoca geçinenlerin tağuti sistemlerin olduğu ülkelerde, camilerde, televizyonlarda ahlaktan, faziletten bahsetmeleri tağuti sistemi benimseyenlerin hayatında neleri değiştirmiştir?! Şeriatın olmadığı bir yerde bunları ancak Allah'a kesin teslimiyet gösterenleren, tağutu reddetmiş kimselere fayda eder. Günahı ilke edinmiş müşriklere bu gibi metodlar işe yaramaz.
SUNULAN BAHANELERE CEVAP -10-
Said Nursi'nin Abdulkadir Geylani'yi duada Allah'a ortak koşmasından bahsedildiği bölümde "Ancak (yalnız, sadece) Allah'ın yapmaya kadir olduğu durumlarda, yardım yalnızca Allah'tan istenir" sözü çarpıtılmıştır. Çarpıtılmaya sebep olay metni okuyan dublaj sanatçısının manayı farketmeden yalnızca, sadece anlamında olan"ancak" cümlesini hızlı okumasıdır. Ses tonundan öyle bir anlam çıkmıştır. Nurcular da bunu videolarında halbuki olarak çevirmiş ve öyle anlamlandırmıştır.
Oysa, hiçte öyle bir anlam verilmek istenmemiştir. Verilmek istenen anlam; mahlukatın güç yetiremediği konularda yardım yalnızca Allah'tan istenir, olduğudur. Ki Said Nursi Gerçeği videosunun diğer bölümlerinde de bu vurgulanmıştır.
Said Nursi'nin Fatiha Suresi, 5. ayetle ters bir inançta olduğu vurgulanırken, ayetin meali şöyle verilmiştir:
"Ancak sana kulluk eder ve ancak senden yardım dileriz"
(Fatiha Suresi, 5)
Ayetin meali videoda; yalnız, sadece anlamı taşıyan "ancak" cümlesi verildiği halde buna başka bir anlam yüklemek elbette olmaz.
Bilinmelidir ki, Allah'ın gücünde sorunu olanlar, Allah'ın tasarruf ve yetkisinde O'na ortaklar koşanlardır.
Kulların birbirlerinden yardım istemesi, kulun Allah'tan yardım dilemesi gibi değildir. Kullar güçleri yetebilecek bir işte birbirlerinden yardım istediğinde bu elbette şirk olacak değildir. Çünkü Allah (S.W.T) kullarına böyle bir kapasite vermiştir.
Ama insanın kapasitesini aşan bir durumda ondan yardım dilemek elbetteki şirktir.
Çünkü bu ona gücünün üstünde tanrısal bir güç iddia etmektir.
Nurcular, sadece ölüden yardım dilemeyi şirk gördüğümüzü diriden gücünün üstünde yardım dilemeyi şirk görmediğimizi söylemiştir ki bu yalandır.
Sesi duyamayacağı kadar uzaklıkta olduğu ve ses geçiremeyecek bir set olduğu bilindiği halde -iletişim cihazları veya arada aracı bir kişi olmaksızın- mahlukattan yardım dilemek şirktir. İnsanlar birbirleri arasında aracılar edinebilirler ama Allah (SWT) bu tür eksikliklerden münezzehtir.
"Kullarım sana benden sorarlarsa ben Karîb'im, gerçekten çok yakınım. Dua edenin çağrısına, bana çağırıp yakardığı anda cevap veririm. Hadi onlar da bana karşılık versinler, bana inansınlar ki doğruyu ve iyiyi bulabilsinler."
(Bakara Suresi, 186)
"Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin ona ne vesveseler vermekte olduğunu biliriz. Biz ona şahdamarından daha yakınız."
(Kaf Suresi, 16)
Allah (SWT) Cebrail ve Melek aracılığıyla insanlara haber edebilir ve yardım edebilir ve hatta insanlarla diğer insanlar aracılığıyla yardım edebilir. Bu gücünde bir noksanlıktan değil insanların sınırlı kapasiteleri sebebiyle ve bir imtihan gereği bu kanunu uygulamıştır.
Şefaat yani araclık; gökten yere doğrudur, yerden göğe doğru değildir. Yerden göğe aracı edinmek Allah'a -haşa- eksiklik vasfetmektir. Şefaatçileri (aracıları) kullar değil, Allah belirler.
"Yoksa Allahın aşağısından şefaatçiler mi (arcılar mı) edindiler? De ki: hiç bir şeye güç yetiremezler ve akıl erdiremezlerse de mi?
De ki: «Bütün şefaat Allah'a aittir. Göklerin ve yerin mülkü O'nundur. Sonra hep döndürülüp O'na götürüleceksiniz!»"
(Zümer Suresi, 43-44)
Bu bölümde iddiaya cevap vermeye çalışan nurcular gerçekten gülünç savunma vermişler. Verilen misallerin gerçekle hiçbir alakası yoktur. Sadece delilsiz zanlarla komik misallerle cevap vermeye çalışılmış. Baştan kendilerine tabi olanları saf ve aptal yerine koyan bir anlayışla video hazırlayanlar elbette böyle savunma vermeleri beklenirdi. Allah'a şirk koşanlar bu konuda ayetlerden delil vermedikleri için o konuyla ilgili misaller ortaya atarak insanların akıllarını çelmeye çalışırlar.
"Allah'tan ayrı olarak, hakkında O'nun hiçbir delil indirmediği şeye kulluk ediyorlar. Kendilerinin de onunla ilgili bir ilmi yoktur. O zalimlerin yardımcısı olmayacaktır."
(Hacc Suresi, 71)
“De ki; «Allah sadece açık gizli bütün kötülükleri, günahı, haksız saldırıyı, Allah'ın hakkında hiçbir delil indirmediği şeyleri O'na ortak koşmanızı ve Allah hakkında bilmediklerinizi söylemeyi haram kıldı.”
(A'raf Suresi, 33)
"De ki: Allah’ın dışında ilâh diye öne sürdüklerinizi çağırın, onların göklerde ve yerde zerre kadar güçleri yoktur. Onların bu ikisinde hiçbir ortaklıkları olmadığı gibi, Allah onlar arasından herhangi bir yardımcı da seçmemiştir." (Sebe Suresi, 22)
İkinci bir iddiaları Hızır meselesidir. Ki Kur'an ve sahih hadislerde Hızır (a.s.)'ın yaşadığıyla ilgili hiçbir delil yoktur. Müşrikler kendi kurgularını uygulamak için Hızır (a.s.) kullanmışlardır. Bunu yaparken de ölmüş insanları yaşadığına inandıkları Hızır (a.s.) gibi eş değer tutmuşlar, bununla beraber bir sürü bid'at ve hurafeyi İslam dinine sokmuşlardır. Bu gibi kimseler, Hızır (a.s.)'dan ders aldıklarını idda etmişler, Peygamberimizin şeriatına muhalif bir uygulama içine girmişlerdir.
"Senden önce hiçbir beşere ölümsüzlük vermedik. Şimdi sen ölürsen, onlar ölümsüz mü olacaklar?"
(Enbiya Suresi, 34)
Bedir günü Allah Resulu (a.s.m);
“Allahım, bana olan sözünü yerine getir, vaad ettiğini ver! Allahım eğer şu bir avuç müslümanı helak edersen yeryüzünde şirk koşmadan sana ibadet eden kimse kalmayacak!” (Müslim, Cihad, 58)
dediği sırada Hızır (a.s.) yaşasaydı, Allah Resulu Hızır (a.s.) hariç derdi.
İnsanlar, Allah'ın emriyle meleklerin kendilerine yardım edip birden kaybolmasını Hızır (a.s.)'a yormuşlar. Oysa insan topraktan yaratılmıştır ve gözden kaybolmaz.
Benzer bir durumda müşriklerin şirki meselesidir. Müşrikler Allah'tan yardım dilemeyip kendilerine yardım edemeyecek durumda olanlara çağrıda bulunmaları sebebiyle dostları olan şeytanların kendilerine görünmeleri ve yardım etmelerini de çağrıda bulundukları kimselerden bilmişlerdir. İşte bu gibi misalleri ortaya atıp insanların buna inanmasını bekleyen nurcular videolarında buna inanmayanlara da cahil demektedir. Oysa cahil o kimsedir ki bir hidayet kaynağı olan Kur'an'dan ve mesajlarından habersiz olup zanlara inanır. Asıl büyük sapıklıkta budur.
Videoda ruhlara kutsiyet ve güç kazandırma çabalarına gelince bu bütün zamanların müşriklerinin düşüncesidir. Müşrikler zaten bu sayede Allah'a ortak koşmuşlar ve putperest olmuşlardır. Putperestlikte zaten budur.
Geçmiş kavimlerin putperestleri; taştan, tunçtan, bakırdan, tahtadan yaptıkları heykellere tapmayı asla kabul etmektedirler. Bu şekillerini çizdikleri kimselerin ruhlarından yardım dilediklerini ve onları hatırlatır diye bu heykelleri yaptıklarını söylemişlerdir. Bu inanış yunan, mısır, babil mitolojisinde de yer alır.
Tarihin tekerrürden ibaret olması insanları bundan hiç ibret almamasıdır. Oysa şirk koşan bütün kavimler, kendilerinden önceki kavimlerin tutuldukları azaptan haberdar oldukları halde yine aynı tasavvurla hareket ettiklerini neden kabul etsinlerdi ki!
Onlar da çağımızın putperest müşrikleri gibi o çağın insanlarının bir takım nesnelere taptıklarını, onları yaratıcı saydıklarını, dolayısıyla kendileri gibi ölmüşlerin ruhlarından medet ummadıklarını sanmaktaydılar. Bu yanlış algı onların da diğer kavimler gibi aynı hataya düşmelerine sebep olmuştur. Onlar geçmiş bütün peygamberlere iman ettikleri halde çağdaşları olan peygamberlere yanlış tasavvurları yüzünden iman etmemişlerdi. Çünkü kendi yaptıklarını asla şirk görmüyorlardı.
"İyi bil ki; halis din, Allah'ındır. O'nun aşağısında veliler edinenler; "Biz onlara kulluk etmiyoruz, ancak bizi Allah'a daha çok yaklaştırmaları için", derler. Doğrusu Allah, ihtilafa düştükleri şeylerde, aralarında hüküm verecektir. Muhakkak ki Allah; yalancı ve nankör kimseyi hidayete eriştirmez."
(Zumer Suresi, 3)
"Onların tümünü toplayacağımız gün; sonra şirk koşanlara diyeceğiz ki: "Nerede (kendilerinde birşey var) sanıp da ortak koştuklarınız?" (Bundan) Sonra onların: "Rabbimiz olan Allah'a and olsun ki, biz müşriklerden değildik" demelerinden başka bir fitneleri olmadı. Bak, kendilerine karşı nasıl yalan söylediler ve düzmekte oldukları da kendilerinden kaybolup-uzaklaştı."
(Enam Suresi, 22-24)
Hiçbir bil bilgiye dayanmaksızın ruh hakkında zanla konuşan nurculara şu ayeti veriyoruz:
"Sana ruhtan soruyorlar. De ki: Ruh Rabbimin emrindendir. Bu konuda size pek az bilgi verilmiştir."
(İsrâ Suresi, 85)
Ruhtan pek az bilgileri olmasına rağmen zanla konuşarak atıp tutanlar açık bir sapıklık içinde değil midir!
Nurcular videoda insanlar ölünce beden değiştirirler demekte. Fakat herkeste bilir ki insanlar ölünce beden değiştirmez, ruhları bedenlerinden ayrılır. Yeni bir beden verilmesi ancak cesetler çürüdükten sonra Allah (SWT), mahlukatın diriltileceği günde onlara yeniden bir beden vermesidir.
"O kimseden daha sapık kim olabilir ki, Allah'ın berisinden kıyamete kadar kendilerine cevap veremeyecek kimselere yalvarıp yakarır. Ve onlar, bunların yakarışından habersizdirler. İnsanlar mahşerde bir araya toplandığında da onlara düşman olurlar ve ibadetlerini inkar ederler."
(Ahkaf Sures, 5-6)
Nurcular, insanlar ölünce ruhları güçlü olur melek gibi olurlar, demekte. Oysa beden olmaksızın ne insan ne melek ne de cin hiçbir şey yapamaz. İnsanlar topraktan, cinler ateşten, melekler de nurdan yaratılmıştır. Yapı malzemesi olmaksızın yaratıkların ruhu hiçbir şeye güç yetiremez.
Ölülerin durumlarıyla ilgili şu ayetler herşeyi özetlemektedir:
"Allah'ın aşağısında yakardıklarınız sizin gibi kullardır. Eğer iddianızda haklıysanız, hadi çağırın onları da size cevap versinler. Onların yürüyecek ayakları mı var, yoksa tutacak elleri mi var, ya da görecek gözleri mi var, veya işitecek kulakları mı var? De ki: 'Ortaklarınızı çağırın elinizden gelirse bana tuzak kurun, göz açtırmayın."
(A'raf Suresi, 194-195)
"Allah'ın aşağısında yakardıkları hiçbir şeyi yaratamazlar, üstelik onlar yaratılıp durmaktadırlar. Onlar ölüdürler, diri değildirler. Ne zaman dirileceklerini de bilmezler." (Nahl Suresi, 20-21)
Son olarak nurcular, yakarılan kimselerin yaratma kudretinde olduklarına inanılmaması şartıyla onlara çağrıda bulunulması şirk olmaz demekteler.
İşte asıl şirkte budur. Müşrikler tarih boyunca Allah'la beraber bir yaratıcının olduğuna zaten inanmamışlar ve herşeyi var edenin Allah olduğuna zaten iman etmişlerdi. Müşrikler sadece Allah'ın sıfatlarında bir takım insanları Allah'a ortak koşmuşlardı.
Kur'an'da konu Allah'ın birlenmesi (tevhid), yani yaratıklardan ilahlar edinmeye ihtiyacın olmadığı ve Allah (SWT) onlara hiçbir şekilde böyle bir yetki vermediğidir.
Bu yapan müşrikler uyarılmakta, dalalette ve küfür içinde oldukları haber verilmektedir.
Allah (SWT), müşriklere; onlar sizi yaratmadıkları halde, sizi yaratana sırt dönüp nasıl olur da onlara duada (çağrıda) bulunursunuz, nasıl olur da yalnız Allah'a ait olan sıfatları onlara yakıştırırsınız, demektedir.
"Andolsun, onlara: «Gökleri ve yeri kim yarattı, güneşi ve ayı kim emre amede kıldı?» diye soracak olursan, şüphesiz: «Allah» diyecekler. Şu halde nasıl oluyor da çevriliyorlar?"
(Ankebut Suresi, 61)
"De ki: «Göklerden ve yerden sizlere rızık veren kimdir? Kulaklara ve gözlere malik olan kimdir? Diriyi ölüden çıkaran ve ölüyü diriden çıkaran kimdir? Ve işleri evirip çeviren kimdir? Onlar: «Allah» diyeceklerdir. Öyleyse de ki: «Peki, siz yine de korkup sakınmayacak mısınız?»"
(Yunus Suresi, 31)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder