Onun için Öncelikle İslam Hilafet devletinin ikamesi gelir.
https://www.facebook.com/photo.php?fbid=617772824910199&set=a.311263165561168.71511.100000324607185&type=1&theater
Tüm Müslümanları Yeniden Râşidî Hilâfet'i Kurmaya Dâvet Eder
İslâm'dan biraz haberi olan herkes bilir ki Hilâfet, İslâm'ın en azîm farzıdır, hatta âlimler onu "tâc-ul furûd" (farzların tâcı) ve "umm-ul furûd" (farzların anası) olarak tanımlamışlardır. Çünkü İslâm, hayatın her anına ve alanına müdâhale eden, yönetime, ekonomiye, devletlerarası ilişkilere, toplumsal yaşama, savaşa, barışa, hukuka, kültüre ve somut hayatın parçası olan her meseleye ilişkin hükümler koyan ve hiçbir şeyi eksik bırakmayan kapsamlı bir hayat nizâmıdır ve bu kapsamlı nizâm bir devlet sistemi olmadan yani Hilâfet olmadan yaşama geçirilemez.
Cihad İslâm’ın, İslâm davasını dışarıya taşımak için koyduğu yolun adıdır. İslâm davasının dışarıya taşınması, içerde İslâm hükümlerinin uygulanmasından sonra İslâm Devleti’nin asli faaliyeti olarak kabul edilir. Bundan dolayı cihad hükümleri; savaş ve barış, anlaşmalar ve ateşkes, diğer devletlerle ve varlıklarla ilgili dış ilişkileri ilgilendiren hükümleri de kapsar. Aynı zamanda ordu hükümleri, ordunun hazırlanması, eğitilmesi, komutanlıkları, bayrak ve sancaklarına dair hükümleri de ihtiva eder. Diğer taraftan ordunun silahları ve tam bir hazırlığın kendisiyle imkan dahilinde gerçekleşebileceği savaş sanayisinin gerekli şekilde hazırlanması da bu kapsam içerisindedir. Yapılacak bu hazırlıklar ile, görünen düşman ile görünmeyen gizli düşman korkutulabilir. Cihada dair hükümler aynı zamanda devlet içinde düzenin sağlanması, herhangi bir kimsenin devlete karşı çıkmasının önlenmesi, yahut devlet içerisinde yol kesiciliği veya devlet içi güvenliği sarsmayı veya devletin himayesinde bulunan riayyeye karşı suç işlemeyi önlemek gibi hükümleri de kapsar.
Rasulullah (s.a.v.), cihad işlerinin tümünü bizzat kendisi yerine getiriyordu. Ondan sonraki Halifeleri de böyleydi. Rasulullah (s.a.v.) ve aynı şekilde onun Halifeleri, birtakım cihad işlerini veya tümü için -ister ordunun hazırlanışı, ister fiilen savaşmak, ister barış ve ateşkes anlaşmaları akti yapmak, ister dış ilişkileri yürütmek, isterse de ayaklananlara (haricilere) ve mürtedlere karşı savaşmak ile ilgili olsun- bazı kişileri tayin ediyorlardı.
Halife’nin bizzat yaptığı işlerin kendi adına vekaleten başkası tarafından yapılmasını istemesi caizdir. İşte Cihad Emirinin tayin edilmesi ve cihad dairesinin oluşturulması da buradan gelmektedir.
https://www.facebook.com/photo.php?fbid=617772824910199&set=a.311263165561168.71511.100000324607185&type=1&theater
Tüm Müslümanları Yeniden Râşidî Hilâfet'i Kurmaya Dâvet Eder
İslâm'dan biraz haberi olan herkes bilir ki Hilâfet, İslâm'ın en azîm farzıdır, hatta âlimler onu "tâc-ul furûd" (farzların tâcı) ve "umm-ul furûd" (farzların anası) olarak tanımlamışlardır. Çünkü İslâm, hayatın her anına ve alanına müdâhale eden, yönetime, ekonomiye, devletlerarası ilişkilere, toplumsal yaşama, savaşa, barışa, hukuka, kültüre ve somut hayatın parçası olan her meseleye ilişkin hükümler koyan ve hiçbir şeyi eksik bırakmayan kapsamlı bir hayat nizâmıdır ve bu kapsamlı nizâm bir devlet sistemi olmadan yani Hilâfet olmadan yaşama geçirilemez.
Cihad İslâm’ın, İslâm davasını dışarıya taşımak için koyduğu yolun adıdır. İslâm davasının dışarıya taşınması, içerde İslâm hükümlerinin uygulanmasından sonra İslâm Devleti’nin asli faaliyeti olarak kabul edilir. Bundan dolayı cihad hükümleri; savaş ve barış, anlaşmalar ve ateşkes, diğer devletlerle ve varlıklarla ilgili dış ilişkileri ilgilendiren hükümleri de kapsar. Aynı zamanda ordu hükümleri, ordunun hazırlanması, eğitilmesi, komutanlıkları, bayrak ve sancaklarına dair hükümleri de ihtiva eder. Diğer taraftan ordunun silahları ve tam bir hazırlığın kendisiyle imkan dahilinde gerçekleşebileceği savaş sanayisinin gerekli şekilde hazırlanması da bu kapsam içerisindedir. Yapılacak bu hazırlıklar ile, görünen düşman ile görünmeyen gizli düşman korkutulabilir. Cihada dair hükümler aynı zamanda devlet içinde düzenin sağlanması, herhangi bir kimsenin devlete karşı çıkmasının önlenmesi, yahut devlet içerisinde yol kesiciliği veya devlet içi güvenliği sarsmayı veya devletin himayesinde bulunan riayyeye karşı suç işlemeyi önlemek gibi hükümleri de kapsar.
Rasulullah (s.a.v.), cihad işlerinin tümünü bizzat kendisi yerine getiriyordu. Ondan sonraki Halifeleri de böyleydi. Rasulullah (s.a.v.) ve aynı şekilde onun Halifeleri, birtakım cihad işlerini veya tümü için -ister ordunun hazırlanışı, ister fiilen savaşmak, ister barış ve ateşkes anlaşmaları akti yapmak, ister dış ilişkileri yürütmek, isterse de ayaklananlara (haricilere) ve mürtedlere karşı savaşmak ile ilgili olsun- bazı kişileri tayin ediyorlardı.
Halife’nin bizzat yaptığı işlerin kendi adına vekaleten başkası tarafından yapılmasını istemesi caizdir. İşte Cihad Emirinin tayin edilmesi ve cihad dairesinin oluşturulması da buradan gelmektedir.
3- CİHAD
Cihad; doğrudan ya da mal, görüş veya kalabalıkları çoğaltmak ile yardım ederek Allah Subhenehû ve Teala yolunda savaşta azami gayret sarf etmektir. Zira Allah’ın Kelimesinin/dininin yüceltilmesi için savaşmak cihaddır.
Allah yolunda görüş ile cihada gelince; eğer o görüş Allah yolunda savaş ile doğrudan alakalı ise, o cihaddır. Doğrudan alakalı değilse, onda meşakkat olsa da, Allah’ın Kelimesinin yüceltilmesi için bir takım yararlar olsa da o, Şer’iata göre cihad değildir. Çünkü cihad, Şer’iata göre kıtala/savaşa hastır ve savaş ile doğrudan alakalı her şey cihada dâhil olur. Mesela; savaşa başlaması için orduya tahrik edici, coşturucu hitapta bulunmak, düşmanlarla savaşa teşvik edici makale yazmak gibi doğrudan savaşla alakalı ise yazılı ve sözlü görüş cihaddır, aksi halde cihad değildir. Buna binaen, siyasi mücadeleye, zalim Müslüman yöneticilerle çatışmaya, her ne kadar büyük sevabı olsa da ve Müslümanlara çok büyük yararları olsa da, cihad ismi verilmez. Zira mesele meşakkat ve fayda meselesi değildir. Mesele sadece bu kelimenin içinde geçtiği Şer’î manadır. Şer’î mana ise kıtaldır ve onunla alakalı görüş, konuşma, yazma, tuzak ve hile planlama v.b. her husustur.
Cihadın sebebi cizye değildir. Her ne kadar biz cizye kabul edildiğinde cihadı durdursak da sebep cizye değildir. Cihadın sebebi sadece, kendileri ile savaştığımız kimselerin davetin kabulünü reddeden kâfirler olmasıdır.
Zira Allah’u Teâlâ şöyle dedi:
قَاتِلُوا الَّذِينَ لاَ يُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ وَلاَ بِالْيَوْمِ الآخِرِ وَلاَ يُحَرِّمُونَ مَا حَرَّمَ اللَّهُ وَرَسُولُهُ وَلاَ يَدِينُونَ دِينَ الْحَقِّ مِنْ الَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ حَتَّى يُعْطُوا الْجِزْيَةَ عَنْ يَدٍ وَهُمْ صَاغِرُونَ “Kendilerine Kitap verilenlerden Allah’a ve Ahiret Gününe inanmayan, Allah ve Rasulü’nün haram kıldığını haram saymayan ve hak dini kendine din edinmeyen kimselerle, küçülerek güçlerinin yettiğince cizye verinceye kadar savaşın.”[1]
Dolayısıyla onlarla savaşmanın emredilmesi küfür vasfından dolayıdır. Yani Allah’a ve Ahiret Gününe inanmadıkları, Allah’ın haram kıldığını haram saymadıkları ve hak dini din edinmedikleri için onlarla savaşın demektir. O zaman bu sebep olmaktadır. Dolayısıyla savaşın sebebi, küfür olmaktadır.
Başka bir ayette ise şöyle geçmektedir:
يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا قَاتِلُوا الَّذِينَ يَلُونَكُمْ مِنْ الْكُفَّارِ وَلْيَجِدُوا فِيكُمْ غِلْظَةً وَاعْلَمُوا أَنَّ اللَّهَ مَعَ الْمُتَّقِينَ “Ey iman edenler! Kâfirlerden yakınınızda olanlara karşı savaşın ve onlar sizde sertlik bulsunlar. Bilin ki Allah sakınanlarla beraberdir.”[2]
Bu ayette de onlarla küfür vasfından dolayı savaşmayı emretti. Bunun gibi birçok ayet vardır. Bunlardan bazıları;
فَقَاتِلُوا أَوْلِيَاءَ الشَّيْطَانِ “O halde şeytanın dostları ile savaşın.”[3] فَقَاتِلُوا أَئِمَّةَ الْكُفْرِ “Küfrün önderlerine karşı savaşın.”[4] وَقَاتِلُوا الْمُشْرِكِينَ كَافَّةً كَمَا يُقَاتِلُونَكُمْ كَافَّةً “Müşrikler nasıl sizinle topyekun savaşıyorlarsa siz de onlara karşı topyekun savaşın.”[5]
Bu ayetlerin hepsinde de Allah Subhenehû ve Teala belirli bir vasıftan dolayı savaşı emretti. O vasıf ise savaşın sebebi olan küfür vasfıdır.
Cizye verilmesine gelince; Kur’an onu, “küçülmüşler olmak” vasfıyla birlikte savaşın durmasının sebebi kıldı, savaşın sebebi değil. Buradan açığa çıkıyor ki, cihadın sebebi küfürdür. Dolayısıyla kendileriyle savaştığımız kimseler, daveti kabul ettiklerinde Müslümanlar olurlar. İslâm’ı benimsemeyi reddedip cizye vermeyi ve İslâm ile yönetilmelerini kabul ettiklerinde, bu onlardan kabul edilir ve onlarla savaşmaktan geri durulur. Çünkü onların İslâm’ı benimsemeye zorlanmaları caiz olmaz. Mademki İslâm ile yönetimi ve cizye vermeyi kabul ediyorlar, İslâm’ı benimsemeseler de davete boyun bükmüşlerdir. Onun için İslâm ile yönetimi ve cizye vermeyi kabul etmelerinden sonra onlarla savaşmak caiz olmaz.
Onlar cizye vermeyi kabul edip İslâm ile yönetilmelerini kabul etmezlerse, bunu onlardan kabul etmesi halifeye caiz olmaz. Çünkü savaşın sebebi olan, onların daveti kabul etmeyi reddeden kâfirler oluşları halen devam etmektedir. Dolayısıyla onlarla savaşmak farz olarak kalmakta, onun farziyeti Müslümanlardan düşmemektedir.
İç ve dış durumların kendisi için elverişli olmayışından dolayı, halifenin içlerinde kâfirlerden cizyeyi kabul edip küfür nizamı ile yönetilmelerine bir şey demediği zorunlu anlaşmalara gelince; bu zaruret hallerinde Şer’iatın kendisine ruhsat verdiği zorunluluk halidir. Dolayısıyla bu anlaşmalara kıyas yapılmaz.
Buna binaen, cihadın sebebi; kendileriyle savaştığımız kimselerin daveti reddeden kâfirler oluşlarıdır. Cihad için bundan başka herhangi bir sebep yoktur.
Ayrıca, “küçülmüşler olmakla” birlikte cizyenin savaşın durdurulması için sebep olması sadece Arap müşriklerden olmayanlar ile ilgilidir. Arap müşriklerden ise sadece İslâm’a girmeleri kabul edilir ya da öldürülürler.
Bu da Allah’u Teâlâ’nın şu sözünden dolayıdır:
تُقَاتِلُونَهُمْ أَوْيُسْلِمُونَ “Onlarla savaşacaksınız yada Müslüman olacaklar.”[6]
Cihad Kur’an ve Hadis nâssı ile farz kılındı.
Allah’u Teâlâ şöyle dedi:
وَقَاتِلُوهُمْ حَتَّى لاَ تَكُونَ فِتْنَةٌ وَيَكُونَ الدِّينُ كُلُّهُ لِلَّهِ “Fitne ortadan kalkıncaya ve din tamamen Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın.”[7] قَاتِلُوا الَّذِينَ لاَ يُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ وَلاَ بِالْيَوْمِ الآخِرِ وَلاَ يُحَرِّمُونَ مَا حَرَّمَ اللَّهُ وَرَسُولُهُ وَلاَ يَدِينُونَ دِينَ الْحَقِّ مِنْ الَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ حَتَّى يُعْطُوا الْجِزْيَةَ عَنْ يَدٍ وَهُمْ صَاغِرُونَ “Kendilerine Kitap verilenlerden Allah’a ve Ahiret Gününe inanmayan, Allah ve Rasulü’nün haram kıldığını haram saymayan ve hak dini kendine din edinmeyen kimselerle, güçlerinin yettiğince küçülerek cizye verinceye kadar savaşın.”[8] كُتِبَ عَلَيْكُمْ الْقِتَالُ “Hoşunuza gitmediği halde savaş size farz kılındı.”[9] إِلا تَنفِرُوا يُعَذِّبْكُمْ عَذَابًا أَلِيمًا “Eğer (gerektiğinde savaşa) çıkmazsanız, Allah sizi pek elem verici bir azap ile cezalandırır.”[10] يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا قَاتِلُوا الَّذِينَ يَلُونَكُمْ مِنْ الْكُفَّارِ وَلْيَجِدُوا فِيكُمْ غِلْظَة “Ey iman edenler! Kâfirlerden yakınınızda olanlara karşı savaşın ve onlar sizde sertlik bulsunlar.”[11]
- Enes’ten Rasulullah SallAllah’u Aleyhi Vesellem’in şöyle dediği rivayet edildi: جَاهِدُوا الْمُشْرِكِينَ بِأَمْوَالِكُمْ وَأَيْدِيكُمْ وَأَلْسِنَتِكُمْ “Müşriklerle mallarınızla, ellerinizle ve dillerinizle savaşın.”[12]
- Yine Enes’ten Rasul SallAllah’u Aleyhi Vesellem’in şöyle dediği rivayet edildi: لَغَدْوَةٌ فِي سَبِيلِ اللَّهِ أَوْ رَوْحَةٌ خَيْرٌ مِنَ الدُّنْيَا وَمَا فِيهَا “Şüphesiz ki Allah yolunda gidiş ve geliş dünya ve içindekilerden hayırlıdır.”[13]
- Yine rivayet edildi ki, Rasul SallAllah’u Aleyhi Vesellem şöyle dedi: أُمِرْتُ أَنْ أُقَاتِلَ النَّاسَ حَتَّى يَقُولُوا لا إِلَهَ إِلا اللَّهُ “Lâ ilahe illallah diyesiye kadar insanlarla savaşmakla emrolundum.”[14]
- İmam Ahmed ve Ebu Davud, Enes’ten Rasul SallAllah’u Aleyhi Vesellem’in şöyle dediğini rivayet ettiler: اللَّهُ إِلَى أَنْ يُقَاتِلَ آخِرُ أُمَّتِي الدَّجَّالَ لا يُبْطِلُهُ جَوْرُ جَائِرٍ وَلا عَدْلُ عَادِلٍ الجهاد ماض منذ بعثني “...Cihad, Allah beni gönderdiği günden, ümmetimin sonuncusu deccal ile savaşasıya kadar yürürlüktedir. Zalimin zulmü ve âdilin adaleti bunu geçersiz kılmaz.”[15]
- Zeyd b. Halid’den Rasul SallAllah’u Aleyhi Vesellem’in şöyle dediği rivayet edildi: مَنْ جَهَّزَ غَازِيًا فِي سَبِيلِ اللَّهِ فَقَدْ غَزَا وَمَنْ خَلَفَهُ فِي أَهْلِهِ بِخَيْرٍ فَقَدْ غَزَا “Kim Allah yolunda bir gaziyi/askerî sefere çıkanı donatırsa, sefere çıkmış olur. Kim de o gazinin ehline iyilikle bakarsa, sefere çıkmış olur.”[16]
- Atâ b. Yezid el-Leysî’den Ebu Said el-Hudri RadıyAllah’u Anh’un şöyle dediği rivayet edildi: “Rasulullah’a hangi insan daha fazla faziletlidir, diye sorulduğunda Rasulullah SallAllah’u Aleyhi Vesellem şöyle dedi:
مُؤْمِنٌ يُجَاهِدُ فِي سَبِيلِ اللَّهِ بِنَفْسِهِ وَمَالِهِ “Allah yolunda canı ve malı ile cihad eden mü’min.”[17]
- Rasul SallAllah’u Aleyhi Vesellem şöyle dedi: مَنْ مَاتَ وَلَمْ يَغْزُ وَلَمْ يُحَدِّثْ نَفْسَهُ بِالْغَزْوِ مَاتَ عَلَى شُعْبَةٍ مِنْ نِفَاقٍ “Kim Allah yolunda savaş için sefere çıkmaz ve içinden Allah yolunda sefere çıkmayı istemez olduğu halde ölürse, nifaktan bir bölüm üzerine ölmüş olur.”[18]
- İbn Ebu Ufâ’dan Rasulullah SallAllah’u Aleyhi Vesellem’in şöyle dediği rivayet edildi: وَاعْلَمُوا أَنَّ الْجَنَّةَ تَحْتَ ظِلالِ السُّيُوفِ “Biliniz ki, Cennet kılıçların gölgesi altındadır.”[19]
- Ebu Hureyre’den şöyle dediği rivayet edildi: “Rasulullah SallAllah’u Aleyhi Vesellem’in ashabından bir adam, içinde bir tatlı su pınarı olan bir dağ yolundan giderken, onun lezzeti hoşuna gitti ve kendi kendisine şöyle dedi: “İnsanları terk edip buraya yerleşsem?! Rasulullah SallAllah’u Aleyhi Vesellem’den izin almadan bunu asla yapamayacağım.” Sonra bunu Rasulullah SallAllah’u Aleyhi Vesellem’e zikretti. Bunun üzerine Rasul SallAllah’u Aleyhi Vesellem şöyle dedi: لا تَفْعَلْ فَإِنَّ مُقَامَ أَحَدِكُمْ فِي سَبِيلِ اللَّهِ أَفْضَلُ مِنْ صَلاتِهِ فِي بَيْتِهِ سَبْعِينَ عَامًا “Yapma! Zira birinizin Allah yolundaki makamı, evinde yetmiş yıl namaz kılmasından daha hayırlıdır.”[20]
Cihad; başlatmak bakımından farzı kifayedir. Düşmanın kendilerine saldırdığı kimselere farzı ayındır, başkalarına farzı kifayedir. Düşman saldırdığı yerden atılasıya ve İslâm toprağı onun pisliğinden temizlenesiye kadar farz düşmez.
Cihadın başlatmak bakımından farzı kifaye oluşunun anlamı, düşman başlamasa da bizim düşmanla savaşa ilk başlayan olmamızdır. Herhangi bir zamanda Müslümanlardan ilk başlayan olarak savaşan kimse olmazsa, onun terk edilmesinden dolayı bütün Müslümanlar günahkâr olur. Mesela; ilk başlayan şeklinde savaşı Mısır halkı yaparsa Endonezya halkından farz düşer. Zira harbî/harb halindeki kâfirlere karşı Müslümanlardan savaş fiilen var olmuştur, dolayısıyla cihad farzı hâsıl olmuştur. Fakat tek başına Mısır halkının kâfirlerle savaşmaya yeterliliği oluşmadan Müslümanlarla kâfirler arasında savaş çıktığında, Hindistan ve Endonezya halkı üzerinden, Mısır ve Irak halkının savaşması ile farz düşmez. Bilakis yeterlilik olasıya kadar düşmana yakınlık nispetine göre her bölgeye savaşmak farz olur. Bütün Müslümanlar katılmadıkça yeterlilik oluşmadığında cihad, düşman kahrolasıya kadar bütün Müslümanlara farz olur.
Cihadın farzı kifaye oluşu, halife cihada çağırmadığı zaman söz konusudur. Halifenin cihada çağırdığı kişiye cihad farz olur.
Çünkü Allah’u Teâlâ şöyle demiştir:
يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا مَا لَكُمْ إِذَا قِيلَ لَكُمْ انفِرُوا فِي سَبِيلِ اللَّهِ اثَّاقَلْتُمْ إِلَى الأرْضِ “Ey iman edenler! Size ne oldu ki; Allah yolunda savaşa çıkın, denildiği zaman yere çakılıp kalıyorsunuz.”[21]
Rasul SallAllah’u Aleyhi Vesellem de şöyle dedi:
وَإِذَا اسْتُنْفِرْتُمْ فَانْفِرُوا “Allah yolunda savaşa çağrıldığınız zaman, savaşa çıkın.”[22]
İslâm Devleti’nde cihada yeterli olmanın manası, savaşlarında yeterli olan bir topluluğun cihada kalkışmasıdır. Bu topluluk ya bu uğurda divanları olan bir ordu olur, Ömer zamanında olduğu gibi. Ya da kendilerini gönüllü olarak cihada hazırlamış olurlar, Ebu Bekir zamanındaki halde olduğu gibi. İster onlar, ister şunlar, ister hepsi olsun, düşman kendilerine yöneldiğinde kendilerinde dayanma gücü hasıl olduğunda, savaş onlara farzı kifaye olur. Onlarda direnç hasıl olmazsa, halife onlardan başkalarını cihada hazırlar.
Cihadın ilk başlayan olmasının manası, hemen doğrudan düşmana savaşı başlatmamız demek değildir. Bilakis düşmanı önce İslâm’a davet etmek zorunludur. Müslümanlara, İslâm davetinin kendilerine tebliğ edilmediği kimseler ile savaşmaları helal olmaz. Bilakis kâfirlerin İslâm’a davet edilmeleri kaçınılmazdır. Eğer reddederlerse cizye ödemeleri istenir. Onu reddederlerse onlarla savaşılır.
Nitekim Müslim, Süleyman b. Büreyre’den o da babasından şöyle dediğini rivayet etti: “Rasulullah SallAllah’u Aleyhi Vesellem bir ordu ya da seriyyeye bir komutan tayin ettiğinde ona özelliği hakkında Allah’a karşı takvalı olmasını ve Müslümanlardan beraberinde olanlarla hayırla muamele etmesini tavsiye edip şöyle dedi: اغْزُوا بِاسْمِ اللَّهِ فِي سَبِيلِ اللَّهِ قَاتِلُوا مَنْ كَفَرَ بِاللَّهِ اغْزُوا وَلا تَغُلُّوا وَلا تَغْدِرُوا ولا تَمْثُلُوا وَلا تَقْتُلُوا وَلِيدًا وَإِذَا لَقِيتَ عَدُوَّكَ مِنَ الْمُشْرِكِينَ فَادْعُهُمْ إِلَى ثَلاثِ خِصَالٍ أَوْ خِلالٍ فَأَيَّتُهُنَّ مَا أَجَابُوكَ فَاقْبَلْ مِنْهُمْ وَكُفَّ عَنْهُمْ ثُمَّ ادْعُهُمْ إِلَى الإسْلامِ فَإِنْ أَجَابُوكَ فَاقْبَلْ مِنْهُمْ وَكُفَّ عَنْهُمْ ثُمَّ ادْعُهُمْ إِلَى التَّحَوُّلِ مِنْ دَارِهِمْ إِلَى دَارِ الْمُهَاجِرِينَ وَأَخْبِرْهُمْ أَنَّهُمْ إِنْ فَعَلُوا ذَلِكَ فَلَهُمْ مَا لِلْمُهَاجِرِينَ وَعَلَيْهِمْ مَا عَلَى الْمُهَاجِرِينَ فَإِنْ أَبَوْا أَنْ يَتَحَوَّلُوا مِنْهَا فَأَخْبِرْهُمْ أَنَّهُمْ يَكُونُونَ كَأَعْرَابِ الْمُسْلِمِينَ يَجْرِي عَلَيْهِمْ حُكْمُ اللَّهِ الَّذِي يَجْرِي عَلَى الْمُؤْمِنِينَ وَلا يَكُونُ لَهُمْ فِي الْغَنِيمَةِ وَالْفَيْءِ شَيْءٌ إِلا أَنْ يُجَاهِدُوا مَعَ الْمُسْلِمِينَ هُمْ أَبَوْا فَسَلْهُمُ الْجِزْيَةَ فَإِنْ هُمْ أَجَابُوكَ فَاقْبَلْ مِنْهُمْ وَكُفَّ عَنْهُمْ فَإِنْ هُمْ أَبَوْا فَاسْتَعِنْ بِاللَّهِ وَقَاتِلْهُمْ “Allah yolunda, Allah’ın ismi ile savaş için sefere çık. Allah’ı inkâr edenle savaşın, savaş için sefere çıkın, aşırıya kaçmayın, hainlik yapmayın, cezalandırmada aşırıya kaçmayın, çocukları öldürmeyin. Müşriklerden düşmanla karşılaştığında onları üç haslete ‘ya da talebe” davet et. Onlardan hangisine icabet ederse, onu onlardan kabul edip elini onlardan çek. Onları İslâm’a davet et, buna icabet ederlerse, onlardan kabul et ve elini onlardan çek. Sonra onları ülkelerinden muhacirlerin ülkesine göç etmelerine davet et. Onlara bildir ki; eğer onlar bunu yaparlarsa, muhacirlerin hak ve sorumlulukları onlara da olacaktır. Ülkelerinden göç etmeyi kabul etmezlerse onlara bildir ki, onlar Müslüman bedevi gibi olurlar, mü’minler üzerinde uygulanan Allah’ın hükmü onlara uygulanmaz. Müslümanlar ile birlikte savaşmadıkları sürece ganimet ve feyden onlara bir şey verilmez. Eğer onlar Müslüman olmayı kabul etmezlerse onlardan cizye talep et. Buna icabet ederlerse, onlardan onu kabul et ve onlardan ellerini çek. Eğer onlar bunu kabul etmezlerse onlara karşı Allah’tan yardım dileyip onlarla savaş.”[23]
- İbni Abbas’tan şöyle dediği rivayet edildi: “Rasulullah SallAllah’u Aleyhi Vesellem İslâm’a davet etmedikçe hiçbir topluluk ile asla savaşmazdı.”[24]
- Ferve b. Müseyk’ten şöyle dediği rivayet edildi: “Rasulullah’a gelip dedim ki; ‘Ya Rasulullah SallAllah’u Aleyhi Vesellem kavmimden kabul edenlerle birlikte sırt dönenlerle savaşayım mı?” Onlarla savaşmama izin verdi ve beni emir yaptı. Onun yanından ayrıldığımda ‘Gutayfi’li ne yaptı’ diye beni sormuş. Kendisine benim yola çıktığım bildirilmiş. Hemen benim ardımdan birisini gönderip beni geri döndürdü. Ona vardığımda o, ashabından bir gurubun içinde idi. Dedi ki; ادع القوم فمن أسلم أسلم منهم فأقبل منه “O kavmi (İslam’a) davet et. Onlardan İslam’ı kabul edenin Müslümanlığını kabul et...”[25]
[1] Tevbe: 29
[2] Tevbe: 123
[3] Nisa: 76
[4] Tevbe: 12
[5] Tevbe: 36
[6] Feth: 16
[7] Enfal: 39
[8] Tevbe: 29
[9] Bakara: 216
[10] Tevbe: 39
[11] Tevbe: 123
[12] Nesei, K. Cihâd, 3045
[13] Buhari, K. Cihâd ve’s Seyr, 2583
[14] Nesei, K. Cihâd, 3042
[15] Ebu Davud, k. Cihâd, 2170
[16] Ebu Davud, K. Cihâd, 2148
[17] Buhari, Cihâd ve’s Seyr, 2578
[18] Buhari, K. Cihâd, 2141
[19] Buhari, Ki Cihâd ve’s Seyr, 2607
[20] Tirmizi, K. Fedâil, 1574
[21] Tevbe: 38
[22] Buhari, K. Cihâd ve’s Seyr, 2575
[23] Müslim, K. Cihâd ve’s Seyr, 3261
[24] Ahmed b. Hanbel
[25] Tirmizi
http://www.rasidihilafet.org/kitaplar/Islam_Sahsiyeti_Cilt_2/19.htm
Tüm Müslümanları Yeniden Râşidî Hilâfet'i Kurmaya Dâvet Eder
İslâm'dan biraz haberi olan herkes bilir ki Hilâfet, İslâm'ın en azîm farzıdır, hatta âlimler onu "tâc-ul furûd" (farzların tâcı) ve "umm-ul furûd" (farzların anası) olarak tanımlamışlardır. Çünkü İslâm, hayatın her anına ve alanına müdâhale eden, yönetime, ekonomiye, devletlerarası ilişkilere, toplumsal yaşama, savaşa, barışa, hukuka, kültüre ve somut hayatın parçası olan her meseleye ilişkin hükümler koyan ve hiçbir şeyi eksik bırakmayan kapsamlı bir hayat nizâmıdır ve bu kapsamlı nizâm bir devlet sistemi olmadan yani Hilâfet olmadan yaşama geçirilemez.
Bunun için Rasûlullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] Nübüvvet ile şereflenmesinden bir süre sonra Medîne'de ilk İslâmî Devlet'ini kurarak İslâm Nizâmını fiilen hayata geçirmiştir. Rasûlullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] kurduğu devletin, O'ndan sonraki yöneticilerinin yönetimde kendisine halef olmasından ötürü İslâm'ın bu yönetim sistemine Hilâfet adını vermiş, kendisinden sonraki ilk Hilâfet dönemini, bizâtihi "Nübüvvet Minhâcı üzere [Râşidî] Hilâfet" olarak tanımlamıştır.
Râşidî Hilâfet sonrasında gelen Emevî, Abbâsî ve Osmanlı Hilâfet devletleri ise Kâfirlerin fikrî, siyâsî, kültürel, kimi zaman askerî ve benzeri saldırıları ve saptırmaları karşısında sarsılarak, kusurlar işleyerek, "Râşidî" sıfatını kaybetmişlerse de; Hilâfet Devleti olarak kalmaya devam etmişlerdir. Çünkü onlar bütün eksiklerine, kusurlarına ve zulümlerine rağmen, İslâm Nizâmı'nı uygulamayı sürdürmüşlerdir.
Her devletin bir eceli olduğu hakikatinin bir emâresi olarak Hilâfet Devleti, Hicrî 1342 yılının Recep ayının 28'inde Ankara'daki meşum millet meclisinde alınan despot kararla, devlet içinde devlet kuran bir avuç isyankâr zorba tarafından yıkılmış, böylece Müslümanlar devletsiz, lidersiz ve kalkansız kalmışlardır.
Devletsiz kalmışlardır, çünkü -Türkiye Cumhuriyeti dâhil- Hilâfet Devleti'nin enkâzı üstüne kurulmuş mevcut devletler Müslümanları temsil etmemekte, onların maslahatlarını gözetmemekte, dertlerine ortak ve derman olmamaktadır. Bilakis bütün bu devletler, öyle veya böyle, daima veya ara sıra, dolaylı veya dolaysız Sömürgeci Kâfirlerin hizmetindedirler.
Lidersiz kalmışlardır, çünkü Müslümanların, altmış küsur parçaya ayrılmış İslâm topraklarını birleştirecek hiçbir lideri yoktur.
Kalkansız kalmışlardır, çünkü Rasûlullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] Halifeyi (Hilâfet'i) Müslümanların "kendisiyle korundukları ve ardında savaştıkları bir kalkan" olarak tanımlamıştır. Hilâfet'in yıkılmasıyla o kalkan parçalanmış, Müslümanların toprakları her zâlimin, her sömürgecinin, her işgâlcinin can yaka yaka, kan akıta akıta, namus çiğneye çiğneye, gözyaşı döktüre döktüre çöreklendikleri topraklar haline gelmiştir.
Dolayısıyla bugün bizim çağrıda bulunduğumuz Râşidî Hilâfet'in özel ve güçlü bir anlamı vardır ve bu anlam; -şer'î açıdan- herhangi bir Hilâfet'in veya İslâm Devleti'nin kurulmasını değil, bilakis Nübüvvet Minhâcı üzere Râşidî Hilâfet Devleti'nin kurulması gereğini ifade eder ki bu sahîh şer'î delîllere dayalı kapsamlı ve detaylı bir inceleme-araştırma sürecinin ardından ortaya çıkarılmış ve geniş biçimde yayınlarımızda açıklanmıştır.
Yine bu anlam; -siyâsî açıdan- İslâm'ın kapsamlı bir hayat nizâmı olmasının gereği olarak bir devlete muhtaç olması ve Müslümanların, canlarının, mallarının, ırzlarının, topraklarının ve daha önemlisi Râsullerinin, Kitâblarının ve Dînlerinin korunması, ayrıca Sömürgeci Kâfirlerin dayattıkları Demokratik-Laik Küfür sistemlerinin ortadan kaldırılması, tahakkümlerine, işgâllerine ve sömürülerine son verilerek topraklarımızdan nihâî olarak kovulması, onların ajanı ve uşağı olarak hizmet veren hâin yöneticilerin başımızdan atılması ve yerine bağımsız, muktedîr, güçlü ve büyük bir devlet kurulması açısından siyâsî aklın gereğini ifade eder ki İslâm Ümmeti, tüm bu sayılanları hakkıyla ve lâyıkıyla yerine getirme potansiyeline fazlasıyla sahiptir. Allah [Subhânehu ve Te'alâ] şöyle buyurmuştur:
كُنْتُمْ خَيْرَ أُمَّةٍ أُخْرِجَتْ لِلنَّاسِ تَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَتَنْهَوْنَ عَنْ الْمُنكَرِ وَتُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ "Sizler, insanlar için çıkartılmış en hayırlı ümmetsiniz. Ma'rufu emreder, münkerden nehy eder ve Allah'a iman edersiniz." [Âl-i ‘İmrân 110]
Bununla birlikte Hilâfet'in kurulmasının hayal olduğunu, kurulsa bile "büyük" devletlerin onu hemen darmadağın edip ortadan kaldıracağını söyleyenlerin varlığına şahit olmaktayız.
Bunu söyleyenlere ya da aklından geçirenlere deriz ki; Hilâfet'in kurulması asla bir hayal değildir. Bilakis Allah'ın izniyle fiilî bir hakikattir. Nitekim Rasûlullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem], şu an içerisinde bulunduğumuz "zorba diktatörlük" döneminden sonra tekrar Râşidî Hilâfet'in kurulacağını çok açık ibarelerle müjdelemişken buna hayal demek neyi ifade eder?
Nitekim Rasûlullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] şöyle buyurmuştur:
تَكُونُ النُّبُوَّةُ فِيكُمْ مَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ تَكُونَ ثُمَّ يَرْفَعُهَا إِذَا شَاءَ أَنْ يَرْفَعَهَا ثُمَّ تَكُونُ خِلَافَةٌ عَلَى مِنْهَاجِ النُّبُوَّةِ فَتَكُونُ مَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ تَكُونَ ثُمَّ يَرْفَعُهَا إِذَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ يَرْفَعَهَا ثُمَّ تَكُونُ مُلْكًا عَاضًّا فَيَكُونُ مَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ يَكُونَ ثُمَّ يَرْفَعُهَا إِذَا شَاءَ أَنْ يَرْفَعَهَا ثُمَّ تَكُونُ مُلْكًا جَبْرِيَّةً فَتَكُونُ مَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ تَكُونَ ثُمَّ يَرْفَعُهَا إِذَا شَاءَ أَنْ يَرْفَعَهَا ثُمَّ تَكُونُ خِلَافَةً عَلَى مِنْهَاجِ النُّبُوَّةِ ثُمَّ سَكَتَ "Allah'ın olmasını dilediği kadar aranızda Nübüvvet olacak, sonra kaldırmayı dilediğinde Allah onu kaldıracaktır. Sonra Nübüvvet Minhâcı üzere [Râşidî] Hilâfet olacaktır. Böylece Allah'ın olmasını dilediği kadar olacak, sonra kaldırmayı dilediğinde onu da kaldıracaktır. Sonra Isırıcı Meliklik olacaktır. Böylece Allah'ın olmasını dilediği kadar olacak, sonra kaldırmayı dilediğinde Allah onu da kaldıracaktır. Sonra Zorba Diktatörlük olacaktır. Böylece Allah'ın olmasını dilediği kadar olacak, sonra kaldırmayı dilediğinde onu da kaldıracaktır. Sonra (yeniden) Nübüvvet Minhâcı üzere [Râşidî] Hilâfet olacaktır." Sonra sükut etti. [Ahmed tahric etti]
"Büyük" devletlerin kurulacak olan Râşidî Hilâfet Devleti'ni anında yok edecekleri ise sömürgeci kâfirlerin temennisinden öte bir şey değildir. Zira o "büyük" devletler, aveneleriyle birlikte Irak'ta ve Afganistan'da Müslüman fertlerin karşısında çaresiz kalıp rezil olmuşlarken; nasıl olacak da Râşidî Hilâfet'in başına üşüşüp onu darmadağın edeceklermiş?!
Bununla birlikte bir devletin gücünü ideolojik, stratejik, ekonomik, demografik, teknolojik ve askeri konum oluşturmaktadır. Konunun uzmanları da kabul ederler ki ideolojik faktör temel unsurdur. Bu varsa diğer faktörler oluşturulabilir; fakat bu yoksa diğer faktörler değeri ne olursa olsun sonunda yok olmaya mahkûmdur.
Bu nedenle Amerika bu gün için güçlü bir ideolojiden mahrum olan Türkiye'den Mısır'dan Pakistan'dan, Endonozya'dan Suriye'den, Ürdün'den daha güçlüdür. Fakat kurulacak olan Râşidî Hilâfet Devleti'nden asla güçlü değildir. Çünkü İslâm, Kapitalizmden güçlüdür. Çünkü İslâm hak, Kapitalizm batıldır.
Hak ve hayır İslâm'da temsil edilmiştir. Bâtıl ve şer ise özellikle de Amerika liderliğindeki Kapitalizmde temsil edilmiştir. Hakka tabii olanların onu açıklama ve desteklemedeki mevcut yetersizliği hakkı bâtıl yapmaz; bâtıla tabii olanların kendi fasit anlayışlarını hak olarak sunmadaki becerileri de bâtılı hak yapmaz. Hak er ya da geç bâtıla üstün gelecektir. Allah [Subhânehu ve Te'alâ] şöyle buyurmuştur:
َقُلْ جَاء الْحَقُّ وَزَهَقَ الْبَاطِلُ إِنَّ الْبَاطِلَ كَانَ زَهُوقًا De ki: Hak geldi; bâtıl yıkılıp gitti. Zaten bâtıl yıkılmaya mahkumdur!
Ey Müslümanlar! Ey Güç Sahipleri!
Muhakkak ki Hilâfet, Allah'ın vaadidir ve Rasûlü'nün müjdesidir. Dünyanın ve Âhiretin izzeti, İslâm'ın bütünüyle uygulanması, korunması ve yayılması, tüm insanlığın azgın Kâfirlerden ve karanlık küfür nizâmlarından kurtarılmasının yolu ancak ve sadece odur. Aynı zamanda o, tüm cihandaki hayrın ve adaletin minaresidir.
Haydi! Ellerinizi ellerimizin üzerine koyun! Allah'ın vermenizi emrettiği nusreti verin bize! Bizimle irtibata geçin! Bizimle birlikte Râşidî Hilâfet'i kurmak için siz de çalışın!
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اسْتَجِيبُواْ لِلّهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُم لِمَا يُحْيِيكُمْ وَاعْلَمُواْ أَنَّ اللّهَ يَحُولُ بَيْنَ الْمَرْءِ وَقَلْبِهِ وَأَنَّهُ إِلَيْهِ تُحْشَرُونَ "Ey imân edenler! Allah ve Rasûlü sizi, size hayat verene çağırdığında icâbet edin. Bilin ki Allah kişi ile kalbi arasına girer ve siz muhakkak O'nun huzurunda toplanacaksınız." [el-Enfâl 24]
Image
Hizb-ut Tahrir
Türkiye Vilâyeti
CİHAD-
https://www.facebook.com/huseyin.sasmaz.75/media_set?set=a.510030935684389.110974.100000324607185&type=3
Cihad; doğrudan ya da mal, görüş veya kalabalıkları çoğaltmak ile yardım ederek Allah Subhenehû ve Teala yolunda savaşta azami gayret sarf etmektir. Zira Allah’ın Kelimesinin/dininin yüceltilmesi için savaşmak cihaddır.
Allah yolunda görüş ile cihada gelince; eğer o görüş Allah yolunda savaş ile doğrudan alakalı ise, o cihaddır. Doğrudan alakalı değilse, onda meşakkat olsa da, Allah’ın Kelimesinin yüceltilmesi için bir takım yararlar olsa da o, Şer’iata göre cihad değildir. Çünkü cihad, Şer’iata göre kıtala/savaşa hastır ve savaş ile doğrudan alakalı her şey cihada dâhil olur. Mesela; savaşa başlaması için orduya tahrik edici, coşturucu hitapta bulunmak, düşmanlarla savaşa teşvik edici makale yazmak gibi doğrudan savaşla alakalı ise yazılı ve sözlü görüş cihaddır, aksi halde cihad değildir. Buna binaen, siyasi mücadeleye, zalim Müslüman yöneticilerle çatışmaya, her ne kadar büyük sevabı olsa da ve Müslümanlara çok büyük yararları olsa da, cihad ismi verilmez. Zira mesele meşakkat ve fayda meselesi değildir. Mesele sadece bu kelimenin içinde geçtiği Şer’î manadır. Şer’î mana ise kıtaldır ve onunla alakalı görüş, konuşma, yazma, tuzak ve hile planlama v.b. her husustur.
Cihadın sebebi cizye değildir. Her ne kadar biz cizye kabul edildiğinde cihadı durdursak da sebep cizye değildir. Cihadın sebebi sadece, kendileri ile savaştığımız kimselerin davetin kabulünü reddeden kâfirler olmasıdır.
Zira Allah’u Teâlâ şöyle dedi:
قَاتِلُوا الَّذِينَ لاَ يُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ وَلاَ بِالْيَوْمِ الآخِرِ وَلاَ يُحَرِّمُونَ مَا حَرَّمَ اللَّهُ وَرَسُولُهُ وَلاَ يَدِينُونَ دِينَ الْحَقِّ مِنْ الَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ حَتَّى يُعْطُوا الْجِزْيَةَ عَنْ يَدٍ وَهُمْ صَاغِرُونَ “Kendilerine Kitap verilenlerden Allah’a ve Ahiret Gününe inanmayan, Allah ve Rasulü’nün haram kıldığını haram saymayan ve hak dini kendine din edinmeyen kimselerle, küçülerek güçlerinin yettiğince cizye verinceye kadar savaşın.”[1]
Dolayısıyla onlarla savaşmanın emredilmesi küfür vasfından dolayıdır. Yani Allah’a ve Ahiret Gününe inanmadıkları, Allah’ın haram kıldığını haram saymadıkları ve hak dini din edinmedikleri için onlarla savaşın demektir. O zaman bu sebep olmaktadır. Dolayısıyla savaşın sebebi, küfür olmaktadır.
Başka bir ayette ise şöyle geçmektedir:
يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا قَاتِلُوا الَّذِينَ يَلُونَكُمْ مِنْ الْكُفَّارِ وَلْيَجِدُوا فِيكُمْ غِلْظَةً وَاعْلَمُوا أَنَّ اللَّهَ مَعَ الْمُتَّقِينَ “Ey iman edenler! Kâfirlerden yakınınızda olanlara karşı savaşın ve onlar sizde sertlik bulsunlar. Bilin ki Allah sakınanlarla beraberdir.”[2]
Bu ayette de onlarla küfür vasfından dolayı savaşmayı emretti. Bunun gibi birçok ayet vardır. Bunlardan bazıları;
فَقَاتِلُوا أَوْلِيَاءَ الشَّيْطَانِ “O halde şeytanın dostları ile savaşın.”[3] فَقَاتِلُوا أَئِمَّةَ الْكُفْرِ “Küfrün önderlerine karşı savaşın.”[4] وَقَاتِلُوا الْمُشْرِكِينَ كَافَّةً كَمَا يُقَاتِلُونَكُمْ كَافَّةً “Müşrikler nasıl sizinle topyekun savaşıyorlarsa siz de onlara karşı topyekun savaşın.”[5]
Bu ayetlerin hepsinde de Allah Subhenehû ve Teala belirli bir vasıftan dolayı savaşı emretti. O vasıf ise savaşın sebebi olan küfür vasfıdır.
Cizye verilmesine gelince; Kur’an onu, “küçülmüşler olmak” vasfıyla birlikte savaşın durmasının sebebi kıldı, savaşın sebebi değil. Buradan açığa çıkıyor ki, cihadın sebebi küfürdür. Dolayısıyla kendileriyle savaştığımız kimseler, daveti kabul ettiklerinde Müslümanlar olurlar. İslâm’ı benimsemeyi reddedip cizye vermeyi ve İslâm ile yönetilmelerini kabul ettiklerinde, bu onlardan kabul edilir ve onlarla savaşmaktan geri durulur. Çünkü onların İslâm’ı benimsemeye zorlanmaları caiz olmaz. Mademki İslâm ile yönetimi ve cizye vermeyi kabul ediyorlar, İslâm’ı benimsemeseler de davete boyun bükmüşlerdir. Onun için İslâm ile yönetimi ve cizye vermeyi kabul etmelerinden sonra onlarla savaşmak caiz olmaz.
Onlar cizye vermeyi kabul edip İslâm ile yönetilmelerini kabul etmezlerse, bunu onlardan kabul etmesi halifeye caiz olmaz. Çünkü savaşın sebebi olan, onların daveti kabul etmeyi reddeden kâfirler oluşları halen devam etmektedir. Dolayısıyla onlarla savaşmak farz olarak kalmakta, onun farziyeti Müslümanlardan düşmemektedir.
İç ve dış durumların kendisi için elverişli olmayışından dolayı, halifenin içlerinde kâfirlerden cizyeyi kabul edip küfür nizamı ile yönetilmelerine bir şey demediği zorunlu anlaşmalara gelince; bu zaruret hallerinde Şer’iatın kendisine ruhsat verdiği zorunluluk halidir. Dolayısıyla bu anlaşmalara kıyas yapılmaz.
Buna binaen, cihadın sebebi; kendileriyle savaştığımız kimselerin daveti reddeden kâfirler oluşlarıdır. Cihad için bundan başka herhangi bir sebep yoktur.
Ayrıca, “küçülmüşler olmakla” birlikte cizyenin savaşın durdurulması için sebep olması sadece Arap müşriklerden olmayanlar ile ilgilidir. Arap müşriklerden ise sadece İslâm’a girmeleri kabul edilir ya da öldürülürler.
Bu da Allah’u Teâlâ’nın şu sözünden dolayıdır:
تُقَاتِلُونَهُمْ أَوْيُسْلِمُونَ “Onlarla savaşacaksınız yada Müslüman olacaklar.”[6]
Cihad Kur’an ve Hadis nâssı ile farz kılındı.
Allah’u Teâlâ şöyle dedi:
وَقَاتِلُوهُمْ حَتَّى لاَ تَكُونَ فِتْنَةٌ وَيَكُونَ الدِّينُ كُلُّهُ لِلَّهِ “Fitne ortadan kalkıncaya ve din tamamen Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın.”[7] قَاتِلُوا الَّذِينَ لاَ يُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ وَلاَ بِالْيَوْمِ الآخِرِ وَلاَ يُحَرِّمُونَ مَا حَرَّمَ اللَّهُ وَرَسُولُهُ وَلاَ يَدِينُونَ دِينَ الْحَقِّ مِنْ الَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ حَتَّى يُعْطُوا الْجِزْيَةَ عَنْ يَدٍ وَهُمْ صَاغِرُونَ “Kendilerine Kitap verilenlerden Allah’a ve Ahiret Gününe inanmayan, Allah ve Rasulü’nün haram kıldığını haram saymayan ve hak dini kendine din edinmeyen kimselerle, güçlerinin yettiğince küçülerek cizye verinceye kadar savaşın.”[8] كُتِبَ عَلَيْكُمْ الْقِتَالُ “Hoşunuza gitmediği halde savaş size farz kılındı.”[9] إِلا تَنفِرُوا يُعَذِّبْكُمْ عَذَابًا أَلِيمًا “Eğer (gerektiğinde savaşa) çıkmazsanız, Allah sizi pek elem verici bir azap ile cezalandırır.”[10] يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا قَاتِلُوا الَّذِينَ يَلُونَكُمْ مِنْ الْكُفَّارِ وَلْيَجِدُوا فِيكُمْ غِلْظَة “Ey iman edenler! Kâfirlerden yakınınızda olanlara karşı savaşın ve onlar sizde sertlik bulsunlar.”[11]
- Enes’ten Rasulullah SallAllah’u Aleyhi Vesellem’in şöyle dediği rivayet edildi: جَاهِدُوا الْمُشْرِكِينَ بِأَمْوَالِكُمْ وَأَيْدِيكُمْ وَأَلْسِنَتِكُمْ “Müşriklerle mallarınızla, ellerinizle ve dillerinizle savaşın.”[12]
- Yine Enes’ten Rasul SallAllah’u Aleyhi Vesellem’in şöyle dediği rivayet edildi: لَغَدْوَةٌ فِي سَبِيلِ اللَّهِ أَوْ رَوْحَةٌ خَيْرٌ مِنَ الدُّنْيَا وَمَا فِيهَا “Şüphesiz ki Allah yolunda gidiş ve geliş dünya ve içindekilerden hayırlıdır.”[13]
- Yine rivayet edildi ki, Rasul SallAllah’u Aleyhi Vesellem şöyle dedi: أُمِرْتُ أَنْ أُقَاتِلَ النَّاسَ حَتَّى يَقُولُوا لا إِلَهَ إِلا اللَّهُ “Lâ ilahe illallah diyesiye kadar insanlarla savaşmakla emrolundum.”[14]
- İmam Ahmed ve Ebu Davud, Enes’ten Rasul SallAllah’u Aleyhi Vesellem’in şöyle dediğini rivayet ettiler: اللَّهُ إِلَى أَنْ يُقَاتِلَ آخِرُ أُمَّتِي الدَّجَّالَ لا يُبْطِلُهُ جَوْرُ جَائِرٍ وَلا عَدْلُ عَادِلٍ الجهاد ماض منذ بعثني “...Cihad, Allah beni gönderdiği günden, ümmetimin sonuncusu deccal ile savaşasıya kadar yürürlüktedir. Zalimin zulmü ve âdilin adaleti bunu geçersiz kılmaz.”[15]
- Zeyd b. Halid’den Rasul SallAllah’u Aleyhi Vesellem’in şöyle dediği rivayet edildi: مَنْ جَهَّزَ غَازِيًا فِي سَبِيلِ اللَّهِ فَقَدْ غَزَا وَمَنْ خَلَفَهُ فِي أَهْلِهِ بِخَيْرٍ فَقَدْ غَزَا “Kim Allah yolunda bir gaziyi/askerî sefere çıkanı donatırsa, sefere çıkmış olur. Kim de o gazinin ehline iyilikle bakarsa, sefere çıkmış olur.”[16]
- Atâ b. Yezid el-Leysî’den Ebu Said el-Hudri RadıyAllah’u Anh’un şöyle dediği rivayet edildi: “Rasulullah’a hangi insan daha fazla faziletlidir, diye sorulduğunda Rasulullah SallAllah’u Aleyhi Vesellem şöyle dedi:
مُؤْمِنٌ يُجَاهِدُ فِي سَبِيلِ اللَّهِ بِنَفْسِهِ وَمَالِهِ “Allah yolunda canı ve malı ile cihad eden mü’min.”[17]
- Rasul SallAllah’u Aleyhi Vesellem şöyle dedi: مَنْ مَاتَ وَلَمْ يَغْزُ وَلَمْ يُحَدِّثْ نَفْسَهُ بِالْغَزْوِ مَاتَ عَلَى شُعْبَةٍ مِنْ نِفَاقٍ “Kim Allah yolunda savaş için sefere çıkmaz ve içinden Allah yolunda sefere çıkmayı istemez olduğu halde ölürse, nifaktan bir bölüm üzerine ölmüş olur.”[18]
- İbn Ebu Ufâ’dan Rasulullah SallAllah’u Aleyhi Vesellem’in şöyle dediği rivayet edildi: وَاعْلَمُوا أَنَّ الْجَنَّةَ تَحْتَ ظِلالِ السُّيُوفِ “Biliniz ki, Cennet kılıçların gölgesi altındadır.”[19]
- Ebu Hureyre’den şöyle dediği rivayet edildi: “Rasulullah SallAllah’u Aleyhi Vesellem’in ashabından bir adam, içinde bir tatlı su pınarı olan bir dağ yolundan giderken, onun lezzeti hoşuna gitti ve kendi kendisine şöyle dedi: “İnsanları terk edip buraya yerleşsem?! Rasulullah SallAllah’u Aleyhi Vesellem’den izin almadan bunu asla yapamayacağım.” Sonra bunu Rasulullah SallAllah’u Aleyhi Vesellem’e zikretti. Bunun üzerine Rasul SallAllah’u Aleyhi Vesellem şöyle dedi: لا تَفْعَلْ فَإِنَّ مُقَامَ أَحَدِكُمْ فِي سَبِيلِ اللَّهِ أَفْضَلُ مِنْ صَلاتِهِ فِي بَيْتِهِ سَبْعِينَ عَامًا “Yapma! Zira birinizin Allah yolundaki makamı, evinde yetmiş yıl namaz kılmasından daha hayırlıdır.”[20]
Cihad; başlatmak bakımından farzı kifayedir. Düşmanın kendilerine saldırdığı kimselere farzı ayındır, başkalarına farzı kifayedir. Düşman saldırdığı yerden atılasıya ve İslâm toprağı onun pisliğinden temizlenesiye kadar farz düşmez.
Cihadın başlatmak bakımından farzı kifaye oluşunun anlamı, düşman başlamasa da bizim düşmanla savaşa ilk başlayan olmamızdır. Herhangi bir zamanda Müslümanlardan ilk başlayan olarak savaşan kimse olmazsa, onun terk edilmesinden dolayı bütün Müslümanlar günahkâr olur. Mesela; ilk başlayan şeklinde savaşı Mısır halkı yaparsa Endonezya halkından farz düşer. Zira harbî/harb halindeki kâfirlere karşı Müslümanlardan savaş fiilen var olmuştur, dolayısıyla cihad farzı hâsıl olmuştur. Fakat tek başına Mısır halkının kâfirlerle savaşmaya yeterliliği oluşmadan Müslümanlarla kâfirler arasında savaş çıktığında, Hindistan ve Endonezya halkı üzerinden, Mısır ve Irak halkının savaşması ile farz düşmez. Bilakis yeterlilik olasıya kadar düşmana yakınlık nispetine göre her bölgeye savaşmak farz olur. Bütün Müslümanlar katılmadıkça yeterlilik oluşmadığında cihad, düşman kahrolasıya kadar bütün Müslümanlara farz olur.
Cihadın farzı kifaye oluşu, halife cihada çağırmadığı zaman söz konusudur. Halifenin cihada çağırdığı kişiye cihad farz olur.
Çünkü Allah’u Teâlâ şöyle demiştir:
يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا مَا لَكُمْ إِذَا قِيلَ لَكُمْ انفِرُوا فِي سَبِيلِ اللَّهِ اثَّاقَلْتُمْ إِلَى الأرْضِ “Ey iman edenler! Size ne oldu ki; Allah yolunda savaşa çıkın, denildiği zaman yere çakılıp kalıyorsunuz.”[21]
Rasul SallAllah’u Aleyhi Vesellem de şöyle dedi:
وَإِذَا اسْتُنْفِرْتُمْ فَانْفِرُوا “Allah yolunda savaşa çağrıldığınız zaman, savaşa çıkın.”[22]
İslâm Devleti’nde cihada yeterli olmanın manası, savaşlarında yeterli olan bir topluluğun cihada kalkışmasıdır. Bu topluluk ya bu uğurda divanları olan bir ordu olur, Ömer zamanında olduğu gibi. Ya da kendilerini gönüllü olarak cihada hazırlamış olurlar, Ebu Bekir zamanındaki halde olduğu gibi. İster onlar, ister şunlar, ister hepsi olsun, düşman kendilerine yöneldiğinde kendilerinde dayanma gücü hasıl olduğunda, savaş onlara farzı kifaye olur. Onlarda direnç hasıl olmazsa, halife onlardan başkalarını cihada hazırlar.
Cihadın ilk başlayan olmasının manası, hemen doğrudan düşmana savaşı başlatmamız demek değildir. Bilakis düşmanı önce İslâm’a davet etmek zorunludur. Müslümanlara, İslâm davetinin kendilerine tebliğ edilmediği kimseler ile savaşmaları helal olmaz. Bilakis kâfirlerin İslâm’a davet edilmeleri kaçınılmazdır. Eğer reddederlerse cizye ödemeleri istenir. Onu reddederlerse onlarla savaşılır.
Nitekim Müslim, Süleyman b. Büreyre’den o da babasından şöyle dediğini rivayet etti: “Rasulullah SallAllah’u Aleyhi Vesellem bir ordu ya da seriyyeye bir komutan tayin ettiğinde ona özelliği hakkında Allah’a karşı takvalı olmasını ve Müslümanlardan beraberinde olanlarla hayırla muamele etmesini tavsiye edip şöyle dedi: اغْزُوا بِاسْمِ اللَّهِ فِي سَبِيلِ اللَّهِ قَاتِلُوا مَنْ كَفَرَ بِاللَّهِ اغْزُوا وَلا تَغُلُّوا وَلا تَغْدِرُوا ولا تَمْثُلُوا وَلا تَقْتُلُوا وَلِيدًا وَإِذَا لَقِيتَ عَدُوَّكَ مِنَ الْمُشْرِكِينَ فَادْعُهُمْ إِلَى ثَلاثِ خِصَالٍ أَوْ خِلالٍ فَأَيَّتُهُنَّ مَا أَجَابُوكَ فَاقْبَلْ مِنْهُمْ وَكُفَّ عَنْهُمْ ثُمَّ ادْعُهُمْ إِلَى الإسْلامِ فَإِنْ أَجَابُوكَ فَاقْبَلْ مِنْهُمْ وَكُفَّ عَنْهُمْ ثُمَّ ادْعُهُمْ إِلَى التَّحَوُّلِ مِنْ دَارِهِمْ إِلَى دَارِ الْمُهَاجِرِينَ وَأَخْبِرْهُمْ أَنَّهُمْ إِنْ فَعَلُوا ذَلِكَ فَلَهُمْ مَا لِلْمُهَاجِرِينَ وَعَلَيْهِمْ مَا عَلَى الْمُهَاجِرِينَ فَإِنْ أَبَوْا أَنْ يَتَحَوَّلُوا مِنْهَا فَأَخْبِرْهُمْ أَنَّهُمْ يَكُونُونَ كَأَعْرَابِ الْمُسْلِمِينَ يَجْرِي عَلَيْهِمْ حُكْمُ اللَّهِ الَّذِي يَجْرِي عَلَى الْمُؤْمِنِينَ وَلا يَكُونُ لَهُمْ فِي الْغَنِيمَةِ وَالْفَيْءِ شَيْءٌ إِلا أَنْ يُجَاهِدُوا مَعَ الْمُسْلِمِينَ هُمْ أَبَوْا فَسَلْهُمُ الْجِزْيَةَ فَإِنْ هُمْ أَجَابُوكَ فَاقْبَلْ مِنْهُمْ وَكُفَّ عَنْهُمْ فَإِنْ هُمْ أَبَوْا فَاسْتَعِنْ بِاللَّهِ وَقَاتِلْهُمْ “Allah yolunda, Allah’ın ismi ile savaş için sefere çık. Allah’ı inkâr edenle savaşın, savaş için sefere çıkın, aşırıya kaçmayın, hainlik yapmayın, cezalandırmada aşırıya kaçmayın, çocukları öldürmeyin. Müşriklerden düşmanla karşılaştığında onları üç haslete ‘ya da talebe” davet et. Onlardan hangisine icabet ederse, onu onlardan kabul edip elini onlardan çek. Onları İslâm’a davet et, buna icabet ederlerse, onlardan kabul et ve elini onlardan çek. Sonra onları ülkelerinden muhacirlerin ülkesine göç etmelerine davet et. Onlara bildir ki; eğer onlar bunu yaparlarsa, muhacirlerin hak ve sorumlulukları onlara da olacaktır. Ülkelerinden göç etmeyi kabul etmezlerse onlara bildir ki, onlar Müslüman bedevi gibi olurlar, mü’minler üzerinde uygulanan Allah’ın hükmü onlara uygulanmaz. Müslümanlar ile birlikte savaşmadıkları sürece ganimet ve feyden onlara bir şey verilmez. Eğer onlar Müslüman olmayı kabul etmezlerse onlardan cizye talep et. Buna icabet ederlerse, onlardan onu kabul et ve onlardan ellerini çek. Eğer onlar bunu kabul etmezlerse onlara karşı Allah’tan yardım dileyip onlarla savaş.”[23]
- İbni Abbas’tan şöyle dediği rivayet edildi: “Rasulullah SallAllah’u Aleyhi Vesellem İslâm’a davet etmedikçe hiçbir topluluk ile asla savaşmazdı.”[24]
- Ferve b. Müseyk’ten şöyle dediği rivayet edildi: “Rasulullah’a gelip dedim ki; ‘Ya Rasulullah SallAllah’u Aleyhi Vesellem kavmimden kabul edenlerle birlikte sırt dönenlerle savaşayım mı?” Onlarla savaşmama izin verdi ve beni emir yaptı. Onun yanından ayrıldığımda ‘Gutayfi’li ne yaptı’ diye beni sormuş. Kendisine benim yola çıktığım bildirilmiş. Hemen benim ardımdan birisini gönderip beni geri döndürdü. Ona vardığımda o, ashabından bir gurubun içinde idi. Dedi ki; ادع القوم فمن أسلم أسلم منهم فأقبل منه “O kavmi (İslam’a) davet et. Onlardan İslam’ı kabul edenin Müslümanlığını kabul et...”[25]
[1] Tevbe: 29
[2] Tevbe: 123
[3] Nisa: 76
[4] Tevbe: 12
[5] Tevbe: 36
[6] Feth: 16
[7] Enfal: 39
[8] Tevbe: 29
[9] Bakara: 216
[10] Tevbe: 39
[11] Tevbe: 123
[12] Nesei, K. Cihâd, 3045
[13] Buhari, K. Cihâd ve’s Seyr, 2583
[14] Nesei, K. Cihâd, 3042
[15] Ebu Davud, k. Cihâd, 2170
[16] Ebu Davud, K. Cihâd, 2148
[17] Buhari, Cihâd ve’s Seyr, 2578
[18] Buhari, K. Cihâd, 2141
[19] Buhari, Ki Cihâd ve’s Seyr, 2607
[20] Tirmizi, K. Fedâil, 1574
[21] Tevbe: 38
[22] Buhari, K. Cihâd ve’s Seyr, 2575
[23] Müslim, K. Cihâd ve’s Seyr, 3261
[24] Ahmed b. Hanbel
[25] Tirmizi
http://www.rasidihilafet.org/kitaplar/Islam_Sahsiyeti_Cilt_2/19.htm
Tüm Müslümanları Yeniden Râşidî Hilâfet'i Kurmaya Dâvet Eder
İslâm'dan biraz haberi olan herkes bilir ki Hilâfet, İslâm'ın en azîm farzıdır, hatta âlimler onu "tâc-ul furûd" (farzların tâcı) ve "umm-ul furûd" (farzların anası) olarak tanımlamışlardır. Çünkü İslâm, hayatın her anına ve alanına müdâhale eden, yönetime, ekonomiye, devletlerarası ilişkilere, toplumsal yaşama, savaşa, barışa, hukuka, kültüre ve somut hayatın parçası olan her meseleye ilişkin hükümler koyan ve hiçbir şeyi eksik bırakmayan kapsamlı bir hayat nizâmıdır ve bu kapsamlı nizâm bir devlet sistemi olmadan yani Hilâfet olmadan yaşama geçirilemez.
Bunun için Rasûlullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] Nübüvvet ile şereflenmesinden bir süre sonra Medîne'de ilk İslâmî Devlet'ini kurarak İslâm Nizâmını fiilen hayata geçirmiştir. Rasûlullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] kurduğu devletin, O'ndan sonraki yöneticilerinin yönetimde kendisine halef olmasından ötürü İslâm'ın bu yönetim sistemine Hilâfet adını vermiş, kendisinden sonraki ilk Hilâfet dönemini, bizâtihi "Nübüvvet Minhâcı üzere [Râşidî] Hilâfet" olarak tanımlamıştır.
Râşidî Hilâfet sonrasında gelen Emevî, Abbâsî ve Osmanlı Hilâfet devletleri ise Kâfirlerin fikrî, siyâsî, kültürel, kimi zaman askerî ve benzeri saldırıları ve saptırmaları karşısında sarsılarak, kusurlar işleyerek, "Râşidî" sıfatını kaybetmişlerse de; Hilâfet Devleti olarak kalmaya devam etmişlerdir. Çünkü onlar bütün eksiklerine, kusurlarına ve zulümlerine rağmen, İslâm Nizâmı'nı uygulamayı sürdürmüşlerdir.
Her devletin bir eceli olduğu hakikatinin bir emâresi olarak Hilâfet Devleti, Hicrî 1342 yılının Recep ayının 28'inde Ankara'daki meşum millet meclisinde alınan despot kararla, devlet içinde devlet kuran bir avuç isyankâr zorba tarafından yıkılmış, böylece Müslümanlar devletsiz, lidersiz ve kalkansız kalmışlardır.
Devletsiz kalmışlardır, çünkü -Türkiye Cumhuriyeti dâhil- Hilâfet Devleti'nin enkâzı üstüne kurulmuş mevcut devletler Müslümanları temsil etmemekte, onların maslahatlarını gözetmemekte, dertlerine ortak ve derman olmamaktadır. Bilakis bütün bu devletler, öyle veya böyle, daima veya ara sıra, dolaylı veya dolaysız Sömürgeci Kâfirlerin hizmetindedirler.
Lidersiz kalmışlardır, çünkü Müslümanların, altmış küsur parçaya ayrılmış İslâm topraklarını birleştirecek hiçbir lideri yoktur.
Kalkansız kalmışlardır, çünkü Rasûlullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] Halifeyi (Hilâfet'i) Müslümanların "kendisiyle korundukları ve ardında savaştıkları bir kalkan" olarak tanımlamıştır. Hilâfet'in yıkılmasıyla o kalkan parçalanmış, Müslümanların toprakları her zâlimin, her sömürgecinin, her işgâlcinin can yaka yaka, kan akıta akıta, namus çiğneye çiğneye, gözyaşı döktüre döktüre çöreklendikleri topraklar haline gelmiştir.
Dolayısıyla bugün bizim çağrıda bulunduğumuz Râşidî Hilâfet'in özel ve güçlü bir anlamı vardır ve bu anlam; -şer'î açıdan- herhangi bir Hilâfet'in veya İslâm Devleti'nin kurulmasını değil, bilakis Nübüvvet Minhâcı üzere Râşidî Hilâfet Devleti'nin kurulması gereğini ifade eder ki bu sahîh şer'î delîllere dayalı kapsamlı ve detaylı bir inceleme-araştırma sürecinin ardından ortaya çıkarılmış ve geniş biçimde yayınlarımızda açıklanmıştır.
Yine bu anlam; -siyâsî açıdan- İslâm'ın kapsamlı bir hayat nizâmı olmasının gereği olarak bir devlete muhtaç olması ve Müslümanların, canlarının, mallarının, ırzlarının, topraklarının ve daha önemlisi Râsullerinin, Kitâblarının ve Dînlerinin korunması, ayrıca Sömürgeci Kâfirlerin dayattıkları Demokratik-Laik Küfür sistemlerinin ortadan kaldırılması, tahakkümlerine, işgâllerine ve sömürülerine son verilerek topraklarımızdan nihâî olarak kovulması, onların ajanı ve uşağı olarak hizmet veren hâin yöneticilerin başımızdan atılması ve yerine bağımsız, muktedîr, güçlü ve büyük bir devlet kurulması açısından siyâsî aklın gereğini ifade eder ki İslâm Ümmeti, tüm bu sayılanları hakkıyla ve lâyıkıyla yerine getirme potansiyeline fazlasıyla sahiptir. Allah [Subhânehu ve Te'alâ] şöyle buyurmuştur:
كُنْتُمْ خَيْرَ أُمَّةٍ أُخْرِجَتْ لِلنَّاسِ تَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَتَنْهَوْنَ عَنْ الْمُنكَرِ وَتُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ "Sizler, insanlar için çıkartılmış en hayırlı ümmetsiniz. Ma'rufu emreder, münkerden nehy eder ve Allah'a iman edersiniz." [Âl-i ‘İmrân 110]
Bununla birlikte Hilâfet'in kurulmasının hayal olduğunu, kurulsa bile "büyük" devletlerin onu hemen darmadağın edip ortadan kaldıracağını söyleyenlerin varlığına şahit olmaktayız.
Bunu söyleyenlere ya da aklından geçirenlere deriz ki; Hilâfet'in kurulması asla bir hayal değildir. Bilakis Allah'ın izniyle fiilî bir hakikattir. Nitekim Rasûlullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem], şu an içerisinde bulunduğumuz "zorba diktatörlük" döneminden sonra tekrar Râşidî Hilâfet'in kurulacağını çok açık ibarelerle müjdelemişken buna hayal demek neyi ifade eder?
Nitekim Rasûlullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] şöyle buyurmuştur:
تَكُونُ النُّبُوَّةُ فِيكُمْ مَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ تَكُونَ ثُمَّ يَرْفَعُهَا إِذَا شَاءَ أَنْ يَرْفَعَهَا ثُمَّ تَكُونُ خِلَافَةٌ عَلَى مِنْهَاجِ النُّبُوَّةِ فَتَكُونُ مَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ تَكُونَ ثُمَّ يَرْفَعُهَا إِذَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ يَرْفَعَهَا ثُمَّ تَكُونُ مُلْكًا عَاضًّا فَيَكُونُ مَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ يَكُونَ ثُمَّ يَرْفَعُهَا إِذَا شَاءَ أَنْ يَرْفَعَهَا ثُمَّ تَكُونُ مُلْكًا جَبْرِيَّةً فَتَكُونُ مَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ تَكُونَ ثُمَّ يَرْفَعُهَا إِذَا شَاءَ أَنْ يَرْفَعَهَا ثُمَّ تَكُونُ خِلَافَةً عَلَى مِنْهَاجِ النُّبُوَّةِ ثُمَّ سَكَتَ "Allah'ın olmasını dilediği kadar aranızda Nübüvvet olacak, sonra kaldırmayı dilediğinde Allah onu kaldıracaktır. Sonra Nübüvvet Minhâcı üzere [Râşidî] Hilâfet olacaktır. Böylece Allah'ın olmasını dilediği kadar olacak, sonra kaldırmayı dilediğinde onu da kaldıracaktır. Sonra Isırıcı Meliklik olacaktır. Böylece Allah'ın olmasını dilediği kadar olacak, sonra kaldırmayı dilediğinde Allah onu da kaldıracaktır. Sonra Zorba Diktatörlük olacaktır. Böylece Allah'ın olmasını dilediği kadar olacak, sonra kaldırmayı dilediğinde onu da kaldıracaktır. Sonra (yeniden) Nübüvvet Minhâcı üzere [Râşidî] Hilâfet olacaktır." Sonra sükut etti. [Ahmed tahric etti]
"Büyük" devletlerin kurulacak olan Râşidî Hilâfet Devleti'ni anında yok edecekleri ise sömürgeci kâfirlerin temennisinden öte bir şey değildir. Zira o "büyük" devletler, aveneleriyle birlikte Irak'ta ve Afganistan'da Müslüman fertlerin karşısında çaresiz kalıp rezil olmuşlarken; nasıl olacak da Râşidî Hilâfet'in başına üşüşüp onu darmadağın edeceklermiş?!
Bununla birlikte bir devletin gücünü ideolojik, stratejik, ekonomik, demografik, teknolojik ve askeri konum oluşturmaktadır. Konunun uzmanları da kabul ederler ki ideolojik faktör temel unsurdur. Bu varsa diğer faktörler oluşturulabilir; fakat bu yoksa diğer faktörler değeri ne olursa olsun sonunda yok olmaya mahkûmdur.
Bu nedenle Amerika bu gün için güçlü bir ideolojiden mahrum olan Türkiye'den Mısır'dan Pakistan'dan, Endonozya'dan Suriye'den, Ürdün'den daha güçlüdür. Fakat kurulacak olan Râşidî Hilâfet Devleti'nden asla güçlü değildir. Çünkü İslâm, Kapitalizmden güçlüdür. Çünkü İslâm hak, Kapitalizm batıldır.
Hak ve hayır İslâm'da temsil edilmiştir. Bâtıl ve şer ise özellikle de Amerika liderliğindeki Kapitalizmde temsil edilmiştir. Hakka tabii olanların onu açıklama ve desteklemedeki mevcut yetersizliği hakkı bâtıl yapmaz; bâtıla tabii olanların kendi fasit anlayışlarını hak olarak sunmadaki becerileri de bâtılı hak yapmaz. Hak er ya da geç bâtıla üstün gelecektir. Allah [Subhânehu ve Te'alâ] şöyle buyurmuştur:
َقُلْ جَاء الْحَقُّ وَزَهَقَ الْبَاطِلُ إِنَّ الْبَاطِلَ كَانَ زَهُوقًا De ki: Hak geldi; bâtıl yıkılıp gitti. Zaten bâtıl yıkılmaya mahkumdur!
Ey Müslümanlar! Ey Güç Sahipleri!
Muhakkak ki Hilâfet, Allah'ın vaadidir ve Rasûlü'nün müjdesidir. Dünyanın ve Âhiretin izzeti, İslâm'ın bütünüyle uygulanması, korunması ve yayılması, tüm insanlığın azgın Kâfirlerden ve karanlık küfür nizâmlarından kurtarılmasının yolu ancak ve sadece odur. Aynı zamanda o, tüm cihandaki hayrın ve adaletin minaresidir.
Haydi! Ellerinizi ellerimizin üzerine koyun! Allah'ın vermenizi emrettiği nusreti verin bize! Bizimle irtibata geçin! Bizimle birlikte Râşidî Hilâfet'i kurmak için siz de çalışın!
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اسْتَجِيبُواْ لِلّهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُم لِمَا يُحْيِيكُمْ وَاعْلَمُواْ أَنَّ اللّهَ يَحُولُ بَيْنَ الْمَرْءِ وَقَلْبِهِ وَأَنَّهُ إِلَيْهِ تُحْشَرُونَ "Ey imân edenler! Allah ve Rasûlü sizi, size hayat verene çağırdığında icâbet edin. Bilin ki Allah kişi ile kalbi arasına girer ve siz muhakkak O'nun huzurunda toplanacaksınız." [el-Enfâl 24]
Image
Hizb-ut Tahrir
Türkiye Vilâyeti
CİHAD-
https://www.facebook.com/huseyin.sasmaz.75/media_set?set=a.510030935684389.110974.100000324607185&type=3
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder