9 Kasım 2013 Cumartesi

ACABA BEN ALLAH'IN DİNİNDEN BAŞKA BİR DİN ÜZEREMİYİM..!!!! ?...ÇOK ÖNEMLİ.

ACABA BEN ALLAH'IN DİNİNDEN BAŞKA BİR DİN ÜZEREMİYİM..!!!! ????
Burada geçen din kelimesine çok ince ve sınırlı bir mâna verildiği görülüyor. "Hükümdarı dinine göre" cümlesindeki din kelimesi,
doğrudan doğruya "Hükümdarın kanun ve nizamları" mânasında kullanılmıştır. 
Hükümdarın kanun ve nizamlarına göre, hırsızlık
yapan kimseye elkonulması gibi bir müeyyide yoktu. Böyle bir müeyyide ancak Hz. Ya'kub 'un dinindeki şeriat ve kanunlarda mevcuttu. Yûsuf 'un kardeşleri kendi kanun ve şeriatlerinin hükümlerine göre ceza verilmesine razı oldular. Hz. Yûsuf da hükümdarın su kabını kardeşinin yükünde bulunca, razı oldukları kanuna göre ceza verdi... 
Burada mühim olan husus. Kuranı Kerîmin, hükümdara ait kanun ve nizamları din olarak ifade etmesidir..
Kur'an'ın ifade ettiği bu açık ve ince mâna, yirminci asrın cahiliyetinde tamamen kaybolmuş bulunuyor.
Müslüman olduklarını iddia edenler arasın da bunların dışındaki diğer cahiliyet toplumlarında da bu mânanın idrâk edildiğine kati'yen rastlanmıyor, Herkes din kelimesinin manasını bîr takım inanç ve ibadetlerden İbaret kabul ediyor. 
Onlara göre, Allah'ı bir ve peygamberi hak bildikten sonra; Allah'ın meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe, kader, hayır ve şer her şeyin Allah'tan olduğuna inanan ve Allah'ın kitabındaki ibadetleri yerine getiren herkes Allah'ın dinine girmiş sayılır. 
Yine onlara göre bu kimselerin diğer taraftan, yeryüzünde kendi kendini tanrılaştırmış olan şahıslara boyun eğip onların koyduğu kanun ve nizamları titizlikle yerine getirmesi, Allah'ın dışında bunlara da yeryüzünde hükümranlık hakkı tanıması, bir dine -teslim olur gibi bunların tatbik ettiği nizama teslim olması Allah'ın dininde bulunmalarına zarar vermez.
Halbuki biraz önce gördüğümüz gibi Kuranı Kerim, hükümdarın kanun ve nizamlarını "hükümdarın dini" Allah'ın şeriat ve nizamlarını da "Allah'ın dini"
olarak tarif etmektedir...
Allah'a ait olan "din"in mânası darala darala öyle bir hâle gelmiştir ki, cahiliyet toplulukları nezdinde dinleyince akıllarına sadece bir takım inanç ve ibadetler geliyor.. 
Halbuki Hz. Âdem, Hz. N û h gününden devam edip Hz. Muhammed'e kadar gelip dayanan dînin gerçek-mânası hiç te öyle değildir.
Gerçek dinin o günden bu güne kadar muhafaza ettiği mânaya
göre: Din olarak sadece Allah'a bağlanılıp O'na teslim olunur, O'nun koyduğu nizam ve şeriat yerine getirilir, O'ndan gayrisinin şeriat ve
nizamına uyulmaz, yerde ve gökte ulûhiyet sadece O'na tanınır; emirleri, hükümranlığı, saltanatı ve şeriatını ihtiva eden rubûbiyet hakkının sadece O'na ait olduğu kabullenilir...
Allah'ın dininde olanlarla hükümdarın dininde olanların yolu buradan ayrılır. Birinciler,
sadece Allah'ın şeriat ve nizamını kendilerine din olarak almışlar,
ikinciler 
ise ya hükümdarın kanun ve nizamını din olarak seçmişler,
yahutta bir yandan Allah'ın dinine ait inanç ve ibadetlere bağlanıp
diğer yandan bir kulun kanun ve nizamlarını yerine getirmek suretiyle Allah'a ortak koşmuşlardır!
Dinimizin kat'î emirleri ve islâm itikadının sarih hükümleri bunun böyle olduğunu haber vermektedir.
Bu gün insanlara güya acıyan bazı kimseler, insanların Allah'ın
dinini bilmemelerini özür sayarak onları kurtarabileceklerini sanıyorlar.
Güya Din'in mahiyetini iyi bilmedikleri için Allah'ın şeriatını hâkim kılıp onu başka nizamların üstünde tutmayı da düşünemiyorlarmış.
Onların din hakkındaki bu bilgisizlikleri şirk ve cahaliyete düşmelerinde mazeret saydırmış!..
İnsanların bu dinin mahiyetini öğrenmeden bu dinin hudutları
içinde sayılacaklarını benim hafısam bir türlü almıyor!
Bir gerçeğe inanmak, o gerçeği tanımış olmanın parçasıdır.
Bir akidenin mahiyetini bilmeyenler bu akideye nasıl teslim olurlar? Baştan itibaren o akidenin yabancısı oldukları halde nasıl o akidenin
mensuplarından sayılabilirler?
Dinin mahiyetini bilmemelerinin günahı, belki bu dini bilip te
kendilerine öğretmemiş olanlara yüklenebilir. Bu suretle âhirette
kendilerine verilecek ceza, ya hafifletilmiş, yahut kaldırılmış olabilir. Bu hususlar ise tamamen Allah'a ait meselelerdir. Cezayı ne
türlü tatbik edeceğini kimse bilemez. Cahiliyet mensuplarının âhirette karşılaşacakları cezanın münakaşasını yapmak bize mühim bir
şey kazandırmaz. Bizlerin, üzerinde yaşadığımız şu dünyada islâma
çağırılan insanlar olarak, vazifesi âhiretteki cezaların münakaşasını
yapmak değildir.
Bizim üzerimize düşen vazife, bu gün insanların din olarak kabul
ettikleri şeyin gerçek mahiyetini ortaya koymaktır... Bilmek lâzımdır ki, bu gün din kabul edilen şey, kat'iyen Allah'ın dini değildir.
Allah'ın dini, Kur'an'ın açık âyetlerine mutabık şekilde onun nizam ve şeriatıdır. Allanın nizâm ve şeriatını yaşayan kimse Allah'ın
dinine mensuptur". Bir hükümdarın nizam ve şeriatını yaşayan kimse
ise o hükümdarın dinine mensuptur. Bu mevzuun münakaşa edilecek tarafı olamaz.
Bu dinin ne olduğunu bilmeyen kimselerin aynı dine itikat etmiş olmaları mümkün değildir.
Çünkü buradaki bilgisizlik, dinin aslı ve mahiyetine ait bilgisizliktir. Dinin aslını ve mahiyetini bilmeyen kimsenin o dine itikat etmiş olması ne akla ne gerçeğe uygundur.
Zira bir şeye inanmak, o şeyi yakından tanıyıp bilmiş olmanın bir
parçasıdır...
Bu, gün gibi aşikârdır...
Allah'ın dininin haricindeki insanları müdafaa edip, kendi dininin mahiyetini ve hudutlarını çizmiş olan Allah'tan daha merhametliymiş gibi onlara mazeretler aramak tansa; insanlara Allah'ın dinini
tarif edip bu dinin mahiyetini onlara açıklamak bizim için daha hayırlı olur. O zaman ya kabul eder dine girerler, yahut reddederler...
Bu, hem bizim için hayırlıdır, hem beşeriyet için... Bizim için
hayırlıdır çünkü, bu dini bilmeyen cahillerin, bilgisizlikleri yüzünden gerçekte bu dine bağlanmayıp sapık bir yola gitmelerini tasvip
etmiş olmayacağız. 
Onlar için hayırlıdır çünkü, hakikati öğrenmeleri
sonunda — Allah'ın dinine değil, bir hükümdarın dinine bağlı olduklarını — anlayacaklardır. 
Belki bu davranışımız onların silkinip bu hallerinden kurtulmalarına, Allah'ın dinine girmelerine vesile olacaktır!
Peygamberler — salat ve selâm oların üzerine olsun — bu yolu
takip etmişlerdir. Her zaman ve her yerde cahiliyet mensuplarını
Allah'ın dinine davet edenlerin de bu yolu takip etmeleri lâzımdır...



Allah'tan başkalarının dinine ve buyruğuna uyan insanların insanlık şeref ve haysiyetleri kalmaz ve böyle fertlerden müteşekkil topluluklarda hak ve hürriyetten söz edilmez. 

"Bu  d kavmi Rablerinin âyetlerini bile bile inkâr ettiler.
Peygamberlerine isyan ettiler ve her inatçı zorbanın emrine uydular."...
Demek ki suçları, peygamberlerin emrine isyan edip zorbaların
buyruğuna uymaktır. Zaten cahiliyet ile islâm arasındaki yolların
ayrılış noktası da burasıdır. Küfür ile iman bu noktada ayrılır birbirinden. Her peygamber ve her risalette böyledir bu.
Buradan da anlaşılıyor ki, tevhit davetinin asıl konusu ve üzerinde en çok durduğu husus, Allah'tan- başkasının buyruğuna uyma
ve zalim diktatörlerin sultasına karşı direnme hususudur. İnsanın
şahsiyetini ayaklar altına alan, hürriyetini yok eden mütekebbir diktatörlüğün buyruğuna uymak öyle bir suç, öyle bir şirk, öyle bir küfürdür ki, bu noktalarda umursamazlık gösterenler yok olup gidecekleri gibi dünya ve ahirette de korkunç azaba müstahak olacaklardır.
Allah insanları hür olarak yaratmıştır. Hiç bir kula kulluk edip
hürriyetlerini yok etmemeleri için yaratmıştır. Bir diktatörün, bir
despotun, bir zalimin veya mütekebbir bir liderin, bir devlet adamının buyruklariyle hürriyetlerinden vaz geçmemeleri için yaratmıştır. Zaten insanın şerefli oluşunun sebebi de budur, insanlar hürriyetlerini korumazlarsa Allah'ın dindeki şeref ve haysiyetlerini de yitirirler. Bir daha da kurtulamazlar.

Allah'tan başkalarının dinine ve buyruğuna uyan insanların insanlık şeref ve haysiyetleri kalmaz ve böyle fertlerden müteşekkil topluluklarda hak ve hürriyetten söz
edilmez. Allah'ın dininden başka dinlere uyarıların ve Haktan başkasına kul olanların kulluk ve bağlılıklarını haklı gösterecek hiç bir
mazeret bulunmaz. Mağlup olmaları ve yenilgiye düşmüş olmaları
Allah'tan başkalarına kul olmaları için yeter bir mazeret değildir.
Her zaman ezilenler çoğunlukta ezenler azınlıktadır. Eğer hürriyetlerini elde etmek için savâşsalar veya hürriyetleri uğrunda bazı fedakarlıkları göze alsalar, tanrılık taslayan diktatörlerin karşısına dikilir ve zillet vergisi ödemekten, ırz ve mallarının payimal olmasından kurtulurlar...
Ad kavmi helak olmuştur çünkü her zalim zorbanın buyruğuna evet demiştir. Dünya ve ahirette lanete müstahak olarak helak olmuşlardır,
"Bu dünyada da, kıyamet gününde de lanete uğradılar.''...
*Bu günümüzdeki kavimler neden olmasın?*


103- "Sen insanların iman etmesini ne kadar ısrarla istersen iste, onların çoğu iman etmeyecektir. "
104- "Oysa sen bu çabama karşılık onlardan herhangi bir ücret istemiyorsun. Kur'an, tüm insanlara seslenèn bir hatırlatmadır sadece. "
105- "Göklerde ve yerde nice ayetler, nice ibret içerikli belgeler vardır, yanlarından geçtikleri halde onları umursamazlar. "
106- "Onların çoğu, Allah'a ortak koşmaksızın O'na inanmazlar. "
107- "Acaba onlar, hepsini birlikte çarpacak, yaygın bir ilahi azaba uğramayacaklarından ya da hiç farkında olmadıkları bir sırada ansızın kıyametin başlarına kopmayacağından emin midirler?"
Peygamberimiz, -salât ve selâm üzerine olsun- yaşadığı toplumdaki herkesin imana gelmesi için ısrarla çabalayan bir kimseydi. O, kendileri için getirmiş bulunduğu gerçek, hayır ve iyiliği onların herbirine benimsetebilme arzusuyla yanıp tutuşuyordu. Onlara duyduğu merhametten ötürü hiç kimsenin, dünyada perişanlıktan, ahirette de azaptan kurtulamayacak olan müşriklerin akıbetine uğramasını istemiyordu. Ancak Allah, insanların yüreklerini en iyi bildiği gibi, onların doğalarından, iç dünyalarından da en iyi biçimde haberdardır. Bu nedenle de Peygamberimizi, ne kadar uğraşıp çabalarsa çabalasın, çoğunluk durumundaki müşriklerin imana yanaşmayacakları noktasında uyarıyor. Çünkü onlar, Allah'ın ayetlerinden yüz çeviren ve bunları zerre kadar umursamayan kimselerdir. Bu yüz çevirmelerinden ötürüdür ki, bir türlü iman edecek bir düzeye gelemezler. Yine bundan ötürüdür ki bir türlü kendilerini çepeçevre kuşatmış Allah'ın ayetlerinden yararlanarak gerçeği yakalamasını bilemezler!
Ey Muhammed! Senin, onların imanına ihtiyacın yoktur. Doğru yola iletme noktasında onlardan bir ücret. de istemiyorsun. Doğru yol onlara, hiçbir ücret, hiçbir karşılık beklenmeksizin apaçık sunulmasına karşın, onların böylesine yüz çevirmekte direnmelerine şaşırmamak elde değildir.
"Oysa sen bu çabana karşılık onlardan herhangi bir ücret istemiyorsun. Kur'an, tüm insanlara seslenen bir hatırlatmadır sadece." Onlara Allah'ın ayetlerini söylüyorsun. Onların gözlerini, algılama güçlerini Allah'ın ayetlerinin üzerine çekmeye çabalıyorsun. O ayetler ki, tüm insanlara sunulmuş bulunmaktadır. O ayetler ki hiçbir ulusun, hiçbir ırkın, hiçbir oymağın tekelinde değildir! O ayetler ki bir ücret karşılığında değildir! Dolayısıyla bu. noktada herhangi bir kimsenin gücünün yetmemesi ya da zenginlerin yoksullara oranla ayrıcalıklı olması sözkonusu değildir! O ayetler ki hiçbir önkoşula bağlanmamıştır! Dolayısıyla bu noktada da herhangi bir kimsenin gücünün yetmemesi ya da güçlülerin güçsüzlere oranla ayrıcalıklı olması sözkonusu değildir! Tam tersine Allah'ın ayetleri, tüm insanlara seslenen bir hatırlatma bir öğüttür; isteyen herkesin buyurabileceği, tüm insanlara açık bir ziyafet sofrasıdır.
"Göklerde ve yerde nice ayetler, nice ibret içerikli belgeler vardır, yanlarından geçtikleri halde onları umursamazlar." Allah'ı, O'nun birliğini ve gücünü gösteren nice ayetler, evrenin her köşesine serpiştirilmiş; göklerde ve yerde insanların gözleri ve algılama güçleri önüne açıkça serilmiş durumdadır. İnsanlar gece gündüz demeden, sabah akşam her an Allah'ın ayetleriyle karşılaşmaktadırlar. O ayetler ki neredeyse dile gelmiş ve insanları açıkça çağırmaktadırlar. İnsanların gözleri ve duyuları karşısında apaçık durmaktadırlar. İnsanların yüreklerine ve akıllarına durmadan esinler fısıldamaktadırlar. Ne var ki, insanlar tüm bu ayetleri görememekte, ayetlerin çağrısını işitememekte ve onlardaki derin çağrışımları sezinleyememektedirler.
Bir an için güneşin doğuşunu ve batışını düşünün! Bir an için yavaşça uzayan ya da kısalan gölgeyi düşünün! Bir an için engin denizleri, gürül gürül akan pınarları, insanların susuzluğunu gideren kaynakları düşünün! Bir an için büyüyen bitkiyi, güzelim tomurcuğu, açılan çiçeği ve nazlı nazlı sallanan ekinleri düşünün! Bir an için yüzüyormuşçasına havada uçan kuşu, suda yüzen balığı, sürünerek yürüyen kurtçuğu, harıl harıl çalışan karıncayı, diğer hayvan, haşarat ve böcekleri düşünün! Bir an için, sabahın ve akşamın nasıl olduğunu, gecenin sessizliğini, gündüzün kalabalıklığını ibret gözüyle bir düşünün!.. İnsanın yüreği bir an için bile, şaşılası varlıklar dünyasındaki ritimleri yakalayabilir. O korkunç anlama ve etkilenim sürecinin ürpertisiyle insanın yüreğinin titremesi için bir anlık bir zaman dilimi bile yeterlidir. Ama insanlar, Allah'ın tüm bu ayetlerinin "yanlarından geçtikleri halde, onları umursamazlar." Bu sebeple de onların çoğu iman etmezler!
İman edenlerden bile pek çoğunun yüreğine, -şu ya da bu biçimde- şirk sızabilmektedir. Dolayısıyla saf ve katışıksız imanın, her şeyden önce tüm şeytani sızmaları ve yeryüzü kökenli anlayışları kalpten uzak tutabilmek için sürekli uyanık durmaya ihtiyacı vardır. Her hareketin,her davranışın Allah için olması, sadece ve sadece O'na özgü kılınması gerekir. Saf ve katışıksız imanın, kalp, davranış ve hareketler üzerindeki otoritenin kime tanınacağı noktasında kesinkes ve bütüncül bir tavra ihtiyacı vardır. Kalp, sadece ve sadece Allah'a boyun eğmelidir. Yaşamda, dilediğini dilediği biçimde isteyen ve bir olan Allah dışında, hiç kimseye kulluğa yer verilmemelidir. Ama insanların ne kadarı bunu başarabilir?
"Onların çoğu Allah'a ortak koşmaksızın O'na inanmazlar." Olayları, olguları ya da kişileri değerlendirirken, yeryüzü kökenli değer ölçütlerini benimseyerek Allah'a ortak koşarlar! Yarar da zarar da Allah'ın elinde olmasına karşın, bunları sadece nedenlere bağlayarak bir tür determinizmle O'na, Allah'a ortak koşarlar! Tek bir olan Allah'ın şeriatını temel almamış bir yönetici ya da yönlendiriciye itaat ederek; Allah'ın gücü dışında bir güce boyun eğmek suretiyle O'na ortak koşarlar! Allah'ın dışında, O'nun kullarından birine umut bağlamakla Allah'a ortak koşarlar! Aslında diğer insanların bir tür beğenisini kazanabilmek amacıyla kendilerini feda ederek Allah'a ortak koşarlar! Bir yarar sağlamak ya da bir zararı bertaraf etmek için cihada katıldıklarında, Allah'dan başkasının rızasını gözeterek Allah'a ortak koşarlar! İbadet sırasında Allah'ın yanısıra, başkalarının da hoşnutluğunu kazanmaya çalışarak Allah'a ortak koşarlar! .. Bu nedenledir ki Peygamberimiz: "İçinizdeki şirk, karıncanın ayak seslerinden bile sessizdir!"
Hadislerde bu gizli şirke ilişkin, başka örnekler de yeralmaktadır: Tirmîzî'nin, İbn Ömer'den aktardığına göre, Peygamberimiz şöyle buyurmuştur:
"Allah'dan başkasının adına üstüne yemin eden, Allah'a ortak koşmuştur!" İmam Ahmed, Ebu Davud ve diğer hadis imamlarının, İbn Mesud'dan aktardıklarına göre Peygamberimiz: "Büyücülük ve muskacılık, şirktir!" buyurmuştur.
İmam Ahmed'in Müsned adlı eserinde, Ukbe bin Amir'den aktardığına göre, Peygamberimiz şöyle buyurmuştur:
"Muska ya da nazarlık taşıyan, Allah'a ortak koşmuştur!".
Ebu Hureyre'den de şu şekilde bir hadis aktarılır: "Resulullah -salât ve selâm üzerine olsun- şöyle dedi: "Allah buyuruyor ki: "Ben ortaklara en muhtar olmayan en uluyum. Kim işlediği herhangi bir amelde başkasını bana ortak koşarsa, onun bana koştuğu ortakla başbaşa bırakırım."
İmam Ahmed, Ebu Said bin Ebı Fedale'den şu hadisi aktarır: "Resulullah'ın -salât ve selâm üzerine olsun- şöyle dediğini duydum:
"Hakkında en ufak bir kuşkuya yer bulunmayan kıyamet gününde Allah, ilk insandan son insana varana dek herkesi biraraya topladığında bir münâdî; `Allah için yaptığı bir işte O'na ortak koşmuş kimse varsa, yaptığının karşılığını gitsin o ortak koştuğundan istesin! Çünkü Allah, ortaklara en muhtaç olmayan en uludur..." diye seslenecektir. Yine İmam Ahmed, Mahmud bin Lebid'den şöyle bir hadis aktarmaktadır:
"Resulullah -salât ve selâm üzerine olsun- "Sizin adınıza en çok korktuğum, küçük şirktir" buyurdular. Çevresindekiler bunun üzerine: "Ey Allah'ın elçisi! Küçük şirk nedir?" diye sordular. O da buna cevap olarak dedi ki: "Riyâdır! Kıyamet gününde insanlar yaptıklarıyla birlikte huzura geldikleride Allah onlara: `Hadi şimdi dünyadayken kendilerine riya yapıp gösterişte bulunduğunuz kimselerin yanına gidin! Bakalım onlar size yaptıklarınızın mükafatını verebilecekler mi!' buyuracaktır."
İnananların kendilerini kollayıp imanlarını koruyabilmeleri için sürekli dikkatli olmaları gereken gizli şirk işte budur.
Bir de gözle görülür apaçık şirk vardır. Bu da yaşama ilişkin herhangi bir meselede Allah dışında herhangi bir kimseye boyun eğilmesidir! Allah'ın şeriatı dışında bir şeriatla yargılanmayı kabul etmektir! -Bunun şirk olduğu tartışma götürmeyecek denli kesindir!- Allah'ın belirlemediği bütünüyle insanların çıkardığı bayramları ya da törenleri benimsemek vb. biçimde herhangi bir geleneği kabullenmektir! Allah'ın bırakacak, Allah'ın buyruğuyla çelişecek bir kıyafet modelini benimsemektir!..
Bu tür konularda, kulların Rabbinin apaçık buyruğunu bir yana bırakarak, kulların çıkardıkları yaygın sosyal bir geleneği benimseme ve kabullenme sözkonusu olduğundan, yanlış hareket etme suretiyle işlenen günah sınırlarının da ötesine geçmektedir... Zira böyle bir durumda sözkonusu eylem, günah değil, düpedüz şirktir! Neden diye sorulacak olursa, bu tür bir eylem, Allah'ın buyruğunun tam tersine, Allah dışında bir otoriteye boyun eğmenin göstergesidir! Bu açıdan sözkonusu türden bir eylem, oldukça korkunç ve tehlikeli bir iştir...
Nitekim bu noktada Allah'ın sözü de açıktır:
"Onların çoğu Allah'a ortak koşmaksızın O'na inanmazlar."
Bu ayet, Arap Yarımadası'nda Peygamberimizle bizzat karşılaşmış bulunan kimseler için geçerli olduğu gibi, daha sonraki zamanlarda yaşayan ve dünyanın neresinde olursa olsunlar, tüm insanları kapsamı içine alan bir tespittir.
Varlıklar dünyasının dört bir yanında karşılaştıkları Allah'ın ayetlerini umursamayan; hiçbir ücret istenilmeksizin kendilerine sunulmuş bulunan Kur'an ayetlerinden yüz çeviren bu insanlar, daha neyi beklemektedirler acaba?
Evet, neyi beklemektedirler?
Acaba onlar, hepsini birlikte çarpacak, yaygın bir ilahi azaba uğramayacaklarından ya da hiç farkında olmadıkları bir sırada ansızın kıyametin başlarına kopmayacağından emin midirler?" Bu, onları aymazlıklarından (gafletlerinden) uyandırıp kendilerine getirebilmek, bu aymazlıklarının beraberinde taşıyacağı kötü sondan onları sakındırabilmek için, sözkonusu kimselerin duygularına yönelik güçlü bir dokundurmadır. Hiç kimsenin ne zaman gerçekleşeceğini bilemediği Allah'ın azabı, bir anda başlarında kopu verebilecek kıyametle, onların tümünü birden kasıp kavurabilir elbet. Kimbilir, belki de gelip kapıya dayanmış durumdadır kıyamet. O dehşetengiz, o korkunç gün belki de gelip ansızın kapılarına dayanmıştır, ama onlar bunun farkında bile değildirler. Gayb, bir başka deyişle, yarının neye gebe olduğu, sözcüğün tam anlamıyla kapalı bir kutudur! Bu bağlamda ne göz işe yarar, ne de kulak! Bir anda neler olup biteceğini hiç kimse bilemez! Dolayısıyla o aymazların, böyle bir konuda nasıl güven içindedirler!
Bir yanda Kur'an'da Muhammed'in -salât ve selâm üzerine olsun- peygamberliğini açıkça kanıtlayan ayetler ve de insanlar görsün diye evrenin dört bir köşesine serpiştirilmiş durumdaki Allah'ın diğer ayetleri... Bir yanda da, yanlarından geçip durdukları halde tüm bu ayetleri umursamayarak yüz çeviren; Allah'a ama gizli, ama açık bir biçimde ortak koşan kimseler... Varsın bu tür kimseler çoğunlukta olsunlar! Peygamberimiz ve onun gösterdiği doğru yolun yolcuları, yollarına devam etmektedirler! Onlar sapıtmadıkları gibi, sapıklardan da zerre kadar etkilenmemektedirler:
Buy cheap web hosting service where fatcow web hosting review will give you advices and please read bluehost review for more hosting information.

3 yorum:

  1. 106- "Onların çoğu, Allah'a ortak koşmaksızın O'na inanmazlar. "

    YanıtlaSil
  2. MÜSLÜMANIM DEMEKLE MÜSLÜMAN OLUNMUYOR...
    Yeni gelen mahkum eski mahkumlara sorar.
    Burada hangi inançta olana daha güzel yemek veriliyor?
    Eskiler sorar niye diye.
    Çünkü kime iyi yemek veriliyorsa ben o dinden olduğumu söyleyeceğim gelen gardiyana der.
    İşte bu mahkum gibi bu günün müslümanlarının çoğu.
    Onun için sen kendini bir sağlama yap.
    https://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2014/10/muslumanlarin-ve-kafirlerin-allah.html?showComment=1492251976794#c7290483458906108406

    YanıtlaSil
  3. Kamuoyuna Duyuru -
    https://t.co/NFTT9Y57qF
    Dostunu düşmanını tanıman için önce matematiksel verilerini bilmen gerekir.
    Cahillik öyle bir bedel istiyor ki, öde öde bitmez.
    Ya değiştirirsiniz, ya da değiştirilirsiniz.
    İNSANLARIN İYİLİĞİ DETAYLARDA GİZLİDİR.
    https://t.co/rRdMU1qrpP

    YanıtlaSil