hem de dalâlete müstait olarak yaratılmasını istedi. İki yoldan hangisine gideceğini kendisinin hür iradesiyle seçmesini irade buyurdu.
Bilâhere bu iki yoldan hangisine gideceğini kendisinin serbestçe seçebilmesi için akıl verdi. Ve insanoğlunun çevresinde bulunan kâinata göze, kulağa, kafaya, gönle ve duyguya hitap eden deliller serpiştirdi, gece ve gündüz hangi yöne yönelirse yönelsin bu delillerle
karşılaşmasını temin etti...
Bütün bunlara rağmen yine de rahmeti
ilâhi kullarının sadece aklın eline terkedilmemesini irade buyurdu
ve bunun için akla da ölçü olacak değişmez prensiplerini peygamberleri vasıtasıyle gönderdi. Bunları şeriatında açıkladı. Akıl her ne
zaman zor bir şeyle karşılaşsa o kaynağa başvurur ve yaptığı şeyin
iyi mi kötü mü olduğunu, doğru mu, eğri mi hareket ettiğini bu sabit
ölçeğe göre ölçer. Ve o zaman değişen arzuların peşinde koşarak bocalayıp durmaz.
Bunun ötesinde Allah peygamberleri herkesi zorla
İmana getiren birer zalim kılmadı, sadece tebliğ vazifesi ile mükellef kıldı. Peygamberlerin vazifesi tebliğden ibarettir. Bir tek Allah'a
ibadeti emrederler, geriye kalan her türlü putperestinden, şehvet ve
arzuların mahkûmiyetinden sakınmalarını bildirirler:
-Andolsun ki her ümmete: "Allah'a ibadet edin ve putlardan kaçının" diye peygamberler göndermişizdir."
Bu davete bir grup insan uymuştur: "İçlerinden kimini Allah
hidayete erdirdi." Ama bir grup ta dalâleti seçti: "Kimi de sapıklığı
hakketti." Gerek birinci grup gerekse ikinci grup Allah'ın meşiyetinin dışına çıkmış değildir.
Her ikisini de Allah ne hidayete ne de dalâlete zorlamıştır. Herkes Allah'ın verdiği hür iradesiyle kendi gideceği yolu seçmiştir. Ama Allah insanoğlunun çevresine hidayeti gösteren yol işaretlerini yerleştirmiş ve isteyen bu işaretlerden faydalanmıştır.


Hiç yorum yok:
Yorum Gönder