14 Aralık 2013 Cumartesi

İslâm'da Yönetim Nizâmı - Abdulkadim ZELLUM

İslâm'da Yönetim Nizâmı - Abdulkadim ZELLUM
İSLÂM'DA YÖNETİM NİZAMI

ŞÛRANIN HÜKMÜ

Şûra, (şavera) kelimesinin mastarıdır. Kendisine danışılan kimseden görüş istemek anlamına gelmektedir. Onunla danıştı, ondan meşveret istedi denilir.
Şûra ve (elmeşuverat) kelimeleri aynı anlama gelmektedir. Şin harfinin sükün olması ile okunan (elmeşverat) kelimesi de aynı anlama gelmektedir. Lisanü'l Arab'da şöyle geçmektedir: "Filan kişi de iyidir denilir." El-Ferra der ki: (elmeşuverat) kelimesinin aslı (elmeşverat)’dir. Daha sonra kolay söylenmesi için sonraları (meşverat) şekline dönüşmüştür. Bu konuda el-Leys ise şöyle demektedir: Meşvere, mefale kalıbında olup (el-işarat) kelimesinden türetilmiştir. (meşuverat) denilir ki bu da şûra anlamına gelmektedir. Şin harfinin dammesi ile okunan (el-meşuverat) kelimesi (elmeşverat) kelimesi ile aynı anlama gelmektedir. Bir iş hususunda onunla istişare ettim dersin. Muhtar Es-Sıhah'da ise şöyle denilmektedir: (elmeşverat) şûra demektir. Şin harfinin dammesi ile okunan (el-meşuverat) kelimesi de aynıdır. Bir iş hususunda şûra yaptı yani istişare etti deriz.
Şûranın meşruiyyetinin asıl delili, Allah Sübhanehu ve Teâla’nın kerim Rasulüne müminlerle istişare etmesini emreden şu emridir: "İş hususunda onlara danış." [1] İstişare ile ilgili bu emir mutlak bir talebi ifade etmektedir. Ancak bu talibin; farz, mendub veya mübah olup olmadığını karineler belirleyecektir.
Ayette yer alan istişare isteği vucub (farziyet) ifade edecek bir karine ile birlikte gelmemektedir. Tam tersine vucub anlamının dışında bir anlamla gelmiştir. Şöyle ki:
1- Aynı ayette geçen "iş hususunda" ifadesi, türü ne olursa olsun her hususta istişareyi ifade etmektedir. Ancak farzlar ve haramlar gibi belli bir şekilde nasslarla açıklanmış ve insanların görüş belirtmelerine, hatta istişare yapılmasına kesinlikle imkan bırakmayan şer’î hükümler vardır. Çünkü kanun koyucu yalnızca yüce Allah'tır. Tek hakim O'dur ve hüküm O'na aittir. Zira yüce Allah ayetti kerimelerde şöyle buyurmaktadır: "Hüküm (koymak) ancak Allah'a aittir." [2] "Rabbinizden size indirilene tabi olun." [3] "Rasul size neyi getirdiyse onu olan. Sizi neden yasakladıysa onu da bırakın." [4]
Bu ayetler ve bunların dışındaki daha birçok ayet insanlara danışmanın hiçbir değeri ve yeri olmadığını göstermektedir. Dolayısıyla bu hükümler, şûra ayetinde geçen "El-emr" kelimesinin genelliği kapsamı dışında tutulmaktadırlar. Öyleyse istişare veya şûra farzların ve haramların dışında kalan mübah işler için söz konusudur. İşte bu, şûranın farziyetini ve kesinliğini ortadan kaldıran bir karinedir.
2- Aynı ayette yer alan: "Artık kararını verdiğinde de Allah'a güven" [5] ifadesindeki "karar verme" olayı doğrudan doğruya Rasül (s.a.v)'e bırakıldığının nassıdır. Bu ifade, karar almada danışmanlara yer vermemektedir. İstişare yapmanın farz olmadığının ikinci karinesi de budur.
3- Rasulullah (s.a.v)'in sahabelere danışmadan; valileri, kâdıları, katipleri, seriyye emirlerini ve ordu komutanlarını tayin etmesi, antlaşmalar yapması, elçiler ve heyetler göndermesi gibi doğrudan doğruya kendi kararı yaptığı işlerin tümü, ayette yer alan danışma talebinin kesinlik ve farziyet ifade etmediğinin üçüncü karinesini oluşturmaktadır. Eğer ayette yer alan "onlara danış" ifadesi kesinlik ve farziyet anlamında olmuş olsaydı Rasulullah (s.a.v) bu işlerin tümünde sahabelere danışırdı.
Şura, meşûra ve istişare kelimeleri ile ifade edilen "danışma" olayı farz olmadığına göre mendub veya mübah olması durumu söz konusu olmaktadır. Dolayısıyla deliller ve karineler dikkatlice incelendiği zaman "şûra"nın hükmünün mendub ve müstahab olduğunu görürüz. Bu cümleden olmak üzere; şûra, meşûra ve istişare mendubtur. Çünkü:
1- Allah sübhanehu ve Teâla müminleri aralarında şûra yapmakla övmüştür. "Onların işleri aralarında şûra iledir." [6]
2- Rasulullah (s.a.v)'in birçok hususta sahabelerle istişare yapmış olması, şûra yapılmasına gösterdiği hırsa, verdiği öneme, şûranın faziletine ve kendisinden sonra Müslümanlara şûra yapmayı öğrettiğine delalet etmektedir. Tirmizi Ebu Hüreyre'den şunu rivayet etmektedir: "Rasulullah (s.a.v)'den daha fazla ashabı ile istişare yapan kimseyi görmedim.” [7]
3- Rasul (s.a.v)'e ashabı ile istişare yapmasını telkin eden ayette yüce Allah Rasulüne, onlara karşı yumuşak davranmasını, affedici olmasını ve onlar için mağfiret dilemesini istemektedir. Ayette Allahu Teâla şöyle buyurmaktadır: "Allah'ın rahmeti sayesinde sen onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba ve katı kalpli olsaydın şüphesiz çevrenden dağılır giderlerdi. Öyleyse onları bağışla ve yargılanmalarını dile. İş hakkında onlara danış." [8]
İşte istişarenin mendub olduğunun bir diğer karinesi de budur.
Mübah olan hususlarda istişare yapmak mendub olmakla birlikte bunların neler olduğu, Allah'ın Kitabında veya Rasulünün sünnetindeki açık nasslarla şer’î hüküm olarak belirtilmemişlerdir. Dolayısıyla bunların öğrenilmesi için incelenmesi ve araştırılması gerekmektedir. Tarifler, teknik işler, inceleme ve araştırma yapmayı gerektiren konular, savaş ve hile gibi ileri görüşlü olmayı gerektiren işler de böyledir. Bu türden işlerin tümü hakkında bilginlerin, tecrübe sahiplerinin ve uzmanların görüşlerine müracaat edilir. Bu türden konularda sayının çokluğuna veya azlığına bakılmaz. Danışmanların görüşleri de bağlayıcı değildir. Esirlerle ilgili hükmü bildiren vahyin inmesinden önce Bedir esirleri hakkında Rasul (s.a.v)'in sahabeleri ile istişare yapması, Ebu Bekir ve Ömer (r.anhüma)'nın hilafetleri döneminde bir olayla veya yargıyı ilgilendiren bir mesele ile karşılaştıkları, Allah'ın Kitabı ve Rasulünün sünnetinde de bir hüküm bulamadıkları zaman konu hakkında sahabenin ileri gelenlerine ve alimlerine müracaat etmeleri bunun delilleridir. Bedir savaşında, Rasul (sav) 'in savaş yerinin tespiti konusunda Habbab b. Münzir'in görüşünü kabul etmesi de buna delildir.
Mübah amel ve işlerde şûra mendub olmakla birlikte, her işte veya bir kısmında Halife’nin kendisini şuraya bağlı kılması caizdir. Bir veya birkaç işte Halife kendisini bağlı kıldığı zaman bu bağlılığını devam ettirmesi vaciptir. İstişare yaparak kendisini bağlı hale getirdiği konularda gereğini yerine getirmesi vaciptir. Osman (r.a)'ın, kendisinden önceki Halifeler Ebu Bekir ve Ömer'in takip ettikleri yol üzere hilafet görevini üstlenmeyi kabul etmesinde olduğu gibi. Bu olay sahabelerin gözleri önünde cereyan ettiği halde onlardan herhangi birisi buna itiraz etmemiştir.
Halife; inceleme ve araştırma yapmayı, ileri görüşlü olmayı gerektirmeyen işlerde ve ameli konularda ümmet meclisine danıştığı zaman çoğunluğun görüşüne bağlı kalmak zorundadır. Yönetim, eğitim, sağlık, ticaret, sanayi, tarım ve benzeri iç işlerini ilgilendiren konular bu kapsama giren konulardandır. Bu türden işleri bilfiil yapmaya kalkışması durumunda Halife’nin muhasebe edilmesi de aynı kapsamda değerlendirilir. Zira Rasulullah (s.a.v) Uhud Savaşında müşrik ordusu ile karşılaşma meselesinde çoğunluğun görüşünü kabul ederek Medine dışına çıkmıştır. Oysa hem kendisi hem de sahabenin ileri gelenleri Medine dışına çıkılmaması görüşündeydiler. Ayrıca Rasulullah (s.a.v)'in Ebu Bekir ve Ömer'e söylediği: "Siz bir meşverede ittifak ettiğiniz zaman ben size muhalefet etmem.” [9] sözü de buna işaret etmektedir.
Ancak Halife, bu türden işlerin dışında inceleme ve araştırma yapmayı, tecrübeyi, görüş belirtmeyi ve hile (plan) yapmayı gerektiren savaşlarla ilgili konularda ümmet meclisi ile istişare yaparsa, çoğunluğun görüşü bağlayıcı değildir. Bu durumda karar sahibi Halifedir. Çünkü Rasul (s.a.v) Bedir'de savaş yerinin tespiti konusunda sahabelerin görüşlerine iltifat etmeyerek Habbab b. Münzir'in görüşüne göre hareket etmiştir. Hatta bu konuda onlarla istişare dahi yapmamıştır. Yine Ebu Bekir (r.a.)’ın, hilafetinin başlangıcında zekât vermemekte direnenlerle ve mürtedlerle savaşılmasına karşı olan sahabelerin çoğunluğunun görüşlerine rağmen savaş kararı alması da buna delildir. Yine ümmet meclisi bu türden işlerin bilfiil yerine getirilmesi konusunda Halife’yi muhasebe etmeleri halinde de ümmet meclisinin çoğunluğunun görüşü bağlayıcı değildir.
Ancak Halife’nin, benimsemek istediği şer’î hükümleri ve kanunları ümmet meclisinin görüşüne sunması caizdir. Ancak böylesi bir konuda ümmet meclisinin görüşü bağlayıcı değildir. Görüş belirtenlerin azlığının veya çokluğunun bir değeri yoktur. Sonunda karar sahibi yine Halifedir. Çünkü şer’î hükümleri ve kanunları benimseme yetkisi sahabenin icmasına istinaden Halifeye aittir. Zira fethedildikten sonra Irak arazisi konusunda Müslümanlarla istişare yapan Ömer (r.a.)'in aldığı karara süküt eden sahabelerin icması bu konunun delilidir.

[1] Ali İmran: 159

[2] Yusuf: 40

[3] Ali İmran: 3

[4] Haşr: 7

[5] Ali İmran: 159

[6] Şura: 38

[7] Tirmizi

[8] Ali İmran: 159

[9] Ahmed b. Hanbel, 17309; İbn Ğanem el-Eşari yoluyla rivayet etmiştir

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder