İSLÂM'DA YÖNETİM NİZAMI |
Ümmet Meclisinin Yetkileri Ümmet meclisinin yetkileri şunlardır:1- a- Yönetim, eğitim, sağlık, ekonomi, ticaret, sanayi ve tarım gibi inceleme ve araştırma yapmayı, tecrübe sahibi olmayı gerektirmeyen ameli konularda, ve işlerde Halife, ümmet meclisi ile istişare eder, ümmet meclisi de ona görüşlerini bildirir. b- İnceleme ve araştırma yapmayı, tecrübe sahibi olmayı gerektiren teknik işlerde, mali konularda, orduyu ve dış politikayı ilgilendiren meselelerde Halife’nin ümmet meclisine danışma ve görüşlerini alma hakkı vardır. Ancak bu konularda meclisin görüşleri Halife’yi bağlayıcı değildir. 2- Halife’nin benimsemek istediği hükümleri ve kanunları ümmet meclisine havale etme hakkı vardır. Ümmet meclisinin Müslüman üyelerinin ise bu gibi meseleleri tartışıp doğruluğu veya yanlışlığı hakkında görüş belirtmek hakları vardır. Ancak buna dair belirttikleri görüşleri Halife’yi bağlayıcı değildir. 3- Ümmet meclisinin, iç işlerinin, dış işlerini, maliyeyi, orduyu ilgilendiren konularda ve diğer işlerin tümünde Halife’yi denetleme, muhasebe etme hakkı vardır. Çoğunluğun görüşünün bağlayıcı olduğu konularda meclisin görüşü Halife’yi bağlayıcıdır. Çoğunluğun görüşünün bağlayıcı olmadığı konularda ise bağlayıcı değildir. Fiilen tamamlanmış olan bir konuya ait şer’î hükümde meclis ile Halife ihtilaf ederse, uygulamanın şer’î olup olmadığının tespiti hususunda konu mezalim mahkemesine götürülür. Bu durumda mahkemenin görüşü bağlayıcıdır. 4- Ümmet meclisinin, yardımcılar, valiler ve amillerden hoşnut olmadığını açığa vurma hakkı vardır. Bu konuda ümmet meclisinin görüşü bağlayıcıdır. Böyle bir durumda Halife, derhal bu gibi görevlileri azletmek zorundadır. 5- Ümmet meclisinin Müslüman üyelerinin Halife adaylarını tespit etme ve sınırlandırma hakkı vardır. Bu konudaki görüşleri bağlayıcıdır. Meclisin gösterdiği adaylar dışında kalanların adaylığı kabul edilemez. İşte ümmet meclisinin yetkileri bunlardır. Bu yetkileri oluşturan maddelerin her birinin delilleri ise şunlardır: "a" fıkrasının delili, şanı yüce Allah'ın şu ayetleridir: "İş hususunda onlarla müşavere et." [1] "Ve onların işleri, aralarında müşavere iledir." [2] Yüce Allah, bu ayette; "iş hususunda" ifadesine istinaden müşaverenin genel olarak her hususta yapılacağını belirtmektedir. Emir kelimesi ise "elif lam" ile birlikte getirilmiş cins isimdir. "Onların işleri" ayeti ise izafe halinde getirilmiş bir cins isimdir. Her iki kelime de umum ifade eden lafızlar arasında yer alır ve her işi kapsar. Ancak bu genellik, diğer şer’î hükümlerle tahsis edilmektedir. Çünkü şer’î hükümler Allah'tan bir vahiydir. Vahyin bulunduğu yerde ise insanların görüşlerine yer verilmez. Çünkü tek hakim ve kanun koyucu yalnızca Allah'tır. "b" fıkrasının deliline gelince: Bu madde, Rasulullah (r.a.)'in Bedir savaşında, savaş yeri konusunda diğer sahabelerin görüşlerini almadan Habbab b. Münzir'in önerisi üzerine savaş yerini seçmesi olayından alınmıştır. Fikri konular, teknik işler, maliyeyi, orduyu, dış politikayı ilgilendiren konularda işin erbabına ve uzmanların görüşlerine müracaat edilir. Bu türden konularda insanların görüşünün çokluğunun veya azlığının hiçbir değeri yoktur. Şûranın mübah olan hususlarda söz konusu olması, şûranın vacip değil, mendup olduğunun bir karinesidir. Rasulullah (s.a.v.) birçok işlerde ve birçok zaman sahabelerle istişare yapıyor ve onların görüşlerini alıyordu. Ahmed'in Enes'den yaptığı rivayet şöyledir: "Rasulullah (s.a.v)'e Ebu Süfyan'ın başında olduğu kervanın geldiği haberi kendisine ulaşınca istişare yaptı." [3] Yine Amed'in Enes'den yaptığı bir başka rivayet ise şöyledir: "Nebi (s.a.v) Bedir savaş˝na çıkma konusunda ashabı ile istişare yaptı. Ebu Bekir Görüşünü belirtti. Sonra Ömer ile istişare yaptı. Ömer de görüşünü belirtti. Sonra diğer Müslümanlarla istişare etti. Bunun üzerine Ensar'dan bazıları: Ey Ensar topluluğu! Allah'ın Nebisi sizin görüşünüzü öğrenmek istiyor deyince, Ensar'dan birisi şöyle dedi: Bizim görüşümüzü mü almak istiyorsunuz ey Allah'n Nebisi? Şüphesiz ki biz, İsrail oğullarının Musa (aleyhisselam)'a dedikleri gibi: 'Sen ve Rabbin gidin savaşın biz burada oturacağız' demeyiz. Seni hak ile gönderene yemin olsun ki atını Berku'l Ğımad'a sürmüş olsan dahi yine senin peşinden geliriz.” [4] Ahmed ibni Hanbel'in Bedir esirleri ile ilgili olarak rivayet ettiği Ömer hadisi ise şöyledir: ". . .Rasulullah (s.a.v) Ebu Bekir Ömer ve Ali ile istişare yaptı...)” [5] İbni İshak Zühri'den yaptığı rivayette şöyle der: "İnsanların üzerindeki sıkıntılar iyice şiddetlendiği zaman Rasulullah (s.a.v), Ğatafan'ın liderleri olan Uyeyne b. Hısn ve El-Haris b. Avf El-Merri'ye bir heyet gönderdi. Onlara, beraber oldukları müttefiklerinden ayrılmaları şartıyla Medine mahsülünün üçte birini vereceğini bildirdi. Allah'ın Rasulü ile onlar arasında sulh yapılması üzerinde anlaşıldı ve anlaşma maddelerinin yazılması için kağıt kalem hazırlandı. Ancak antlaşma imzalanmadı. İmzalanması için ciddi anlamda istek de yoktu. Sadece Ğatafan'ı oyalamak için yapılan bir işlemdi. Rasulullah (s.a.v) görüşlerini almak üzere Sa'd b. Muaz ile Sa'd b. Übade'ye haber gönderdi. Durumu onlara anlattı ve onların görüşlerini aldı...” [6] Yine Rasulullah (s.a.v) Uhud savaşı öncesinde Medine dışına çıkıp çıkmama konusunda ashabı ile istişare etmişti. Bunun dışında daha birçok olayda da istişare yapmıştı. Ebu Bekir (r.a.), Ensar ve Muhacirin liderleri ve alimleri ile istişareler yapardı. Mürtedlerle, zekât vermeyenlerle, ve Rum'la savaş konusunda ve daha birçok meselede sahabelerle istişareler yapıyordu. Aynı şekilde Ömer (r.a.) ve diğer Halifelerin tümü de insanlarla istişare yapıyorlardı. Ebu Bekir hilafe seçilmesinden sonra Üsame Ordusunun gönderilmeyi istemesinde -ki insanların büyük bir kısmı mürted olmuştu- olduğu gibi insanlar zaman zaman kendilerinden görüşleri sorulmadan bazı konularda görüşlerini belirtiyorlardı. Bu olay üzerine Ömer, Osman, Ebu Ubeyde, Sa'd b.Ebi Vakkas ve Sa'd b. Zeyd istişarede bulunmak üzerine Ebu Bekir’in yanına girdiler ve bu durumda Üsame ordusunun gönderilmemesi konusunda görüş belirttiler. Ancak Ebu Bekir onların bu görüşlerini kabul etmedi. Rasulullah (s.a.v)'in ve sahabelerin gözleri önünde cereyan eden raşidi Halifelerin hayatlarından aktarılan bu olaylar, şûranın ve istişarede bulunmak için insanların görüşlerini almanın mendub olduğuna delalet etmektedir. Aynı şekilde Halife’nin çeşitli hususlarda ümmet meclisinin görüşüne müracaat ederek onların görüşlerini alması da mendubtur. Halife’nin ameli konularda ve işlerde ümmet meclisinin görüşüne başvurması durumunda çoğunluğun görüşüne bağlı kalması lazımdır. Çünkü, Rasulullah (s.a.v) Uhud savaşında, hem kendisinin hem de sahabenin büyüklerinin görüşü Medine'nin dışına çıkılmaması yönünde olduğu halde çoğunluğun görüşünü kabul etmiştir. Bu olay; bu türden konularda ve işlerde araştırma ve inceleme yapılmasına, uzmanların görüşünün alınmasına gerek olmadığı, Müslümanların çoğunluğunun görüşüne göre hareket edileceğini göstermektedir. Çünkü Rasulullah (s.a.v) Ebu Bekir ve Ömer'e şöyle demiştir: "İkiniz bir meşverede ittifak ettiğiniz zaman size muhalefet etmem.” [7] Bu hadiste yer alan "meşvere" kelimesi şûra ile aynı anlamdadır. İster pratikte uygulanmakta olan bir iş olsun ister diğer işlerden olsun her işi kapsamına almaktadır. Birinci maddenin "a" fıkrasının açıklaması bu şekildedir. "b" Fıkrasının açıklamasına gelince: Bu türden konularda Halife ümmet meclisinin görüşüne müracaat edecek olursa, meclisin görüşü bağlayıcı değildir. Bu türden konularda Halife’nin, alimlerin, uzmanların, konu hakkında deneyimli olan kimselerin görüşünü alması gerekir. Zira Rasulullah (s.a.v) Bedir savaşında savaş yerinin tespiti konusunda Habbab b. Münzir'in görüşünü kabul etmiştir. Bu olay İbni Hişam'da şöyle anlatılmaktadır: "Allah'ın Rasulü Bedir kuyularından uzak bir yere indiği zaman, bu yer Habbab b. Münzir'in hoşuna gitmedi. Bunun üzerine Habbab: Ey Allah'ın Rasulü! Bu yer, İleri ve geri gitmemiz mümkün olmayan Allah'ın sena vahiyle bildirdiği bir yer midir, yoksa şahsi bir görüş neticesi savaş ve hile türünden kişisel davranışınız mıdır? Allah'ın Rasulü: Hayır. Bu görüş, savaş ve hile türünden şahsi bir görüştür. Habbab: Ey Allah'ın Rasulü! Burası uygun bir yer değildir. Orduyu kaldır da Kureyş kavminin konaklayacağı yerin hemen yanındaki su başına gidip yerleşelim. Sonra gerideki tüm kuyuları kapatalım, ardında bir havuz yapalım ve içini su ile dolduralım. Sonra da kavimle savaşalım. Biz susadıkça havuzdan su içeriz, onlarsa içemezler. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v) şöyle dedi:Görüşüne katılıyorum. Rasulullah (s.a.v) ve beraberindekiler bulundukları yerden kalktılar ve Habbab'ın dediği yere indiler, yerleştiler. Sonra kuyuların kapatılmasını emretti. Bir havuz yapılıp içerisi su ile dolduruldu. İçine de bir kap konuldu.” [8] Bu olayda Rasulullah (s.a.v) Habbab'ı dinledi ve onun görüşüne tabi oldu. Savaş ve savaş tedbiri türünden olaylarda insanların görüşüne müracat edilmez ve çoğunluğun görüşünün hiçbir kıymeti de yoktur. Bu türden konularda yalnızca uzmanların görüşü dikkate alınır. Teknik işlerde, inceleme ve araştırma yapmayı, ileri görüşlü olmayı gerektiren konularda çeşitli meselelerin tarifinde de ilgili konunun uzmanlarına, işin erbabının görüşüne başvurulur. Bu türden konularda insanların, çoğunluğun görüşünün hiçbir kıymeti yoktur. Yalnızca bilgiye, tecrübeye uzmanlığa itibar edilir. Mali konular da yanı kapsam içerisinde değerlendirilir. Çünkü şeriat gelir olarak toplanacak malların türlerini ve miktarlarını, nerelere ve nasıl harcanacağını, ne zaman vergi alınabileceğini belirlemiştir. Bu nedenle, devlete nerelerden gelir toplanacağını ve nerelere harcanacağı konusunda çoğunluğun veya insanların görüşüne bakılmaz. Ordu da aynı kapsamda değerlendirilir. Şeriat, ordunun idaresi ile ilgili konuları Halifeye bırakmıştır. Cihad ile ilgili hükümleri belirtmiştir. Dolayısıyla şeriat tarafından kararlaştırılan konularda insanların görüşüne bakılmaz. Devletlerarası ilişkiler açısından da durum aynıdır. Çünkü devletlerarası ilişkiler, inceleme ve araştırma yapmayı, ileri görüşlü olmayı gerektirmektedir. Cihadla bağlantısı vardır. Üstelik savaş ve savaşla ilgili olarak görüş belirtme, hile kurma türünden meselelerdendir. Dolayısıyla az da olsa çok da olsa bu türden konuların tümünde insanların görüşüne hiçbir surette itibar edilmez. Bununla birlikte Halife’nin, görüşünü almak için bu türden konuları ümmet meclisinin görüşüne sunması caizdir ve görüşünü alabilir. Çünkü bir konunun ümmet meclisinin görüşüne sunulması mübahlardandır. Bedir olayında sabit olduğu üzere bu türden konularda ümmet meclisinin görüşü bağlayıcı değildir. İkinci maddeye gelince: Hükümleri ve kanunları benimsemek Halife’nin yetkisine giren konulardan olmasına ve meclisin görüşünün de bağlayıcı olmamasına rağmen, Halife’nin, benimsemek istediği şer’î hükümlerde ve kanunlarda görüşünü öğrenmek için ümmet meclisine müracaat etme hakkı vardır. Tıpkı Ömer (r.a.)'in şer’î hükümlerde Müslümanların görüşüne müracaat etmesi ve sahabenin de bu konuda olumsuz bir şey söylememeleri olayında olduğu gibi. Fethedilen Irak arazisi konusunda Ömer (r.a.) Müslümanların görüşünü almış, onlar da arazinin savaşan gaziler arasında taksim edilmesi yönünde görüş belirtmişlerdir. Daha sonra ise görüşü; arazinin Irakta yaşayan insanların ellerinde bırakılması, adam başı ödedikleri cizyeye ilave olarak arazi karşılığında da harac ödemelerinde istikrar bulmuştur. Ebu Bekir ve Ömer (r.a.)'nın sahabeye soru sormaları ve şer’î hükümlerde onların görüşlerini almaları, sahabenin de onların bu davranışlarına karşı çıkmamaları; Halife’nin, Allah'ın Kitabında ve Rasulünün sünnetinde açık nass bulamadığı veya nassı anlamada şüpheye düştüğü veya benimsemek istediği zaman şer’î hükümler konusunda görüşlerini almak üzere Müslümanların görüşüne başvurmasının caiz olduğuna dair sahabe icmasını göstermektedir. Ancak bunların tümünde Müslümanların görüşü bağlayıcı değildir. Ümmet meclisinin Müslüman olmayan üyelerinin Halife’nin benimsemek istediği hükümler ve kanunlar konusunda görüş belirtme hakları yoktur. Çünkü onlar İslâm'a inanmamaktadırlar. Onların görüş belirtme hakları, yöneticilerin kendilerine yaptıkları zulümleri dile getirmekle sınırlıdır. Halife tarafından benimsenmek istenen şer’î hükümler ve kanunlar hakkında görüş belirtemezler. Üçüncü Maddenin deliline gelince: Yöneticileri muhasebe etmekle ilgili olarak gelen şer’î nassların genelliği bu konunu delillerini oluşturmaktadır. Rasulullah (s.a.v) şöyle buyurmaktadır: َ "Başınızda, kendileri yapmadıkları şeyleri sizlere emreden bir takım emirler olacaktır. Kim onların yalanlarını doğrular ve zulümlerine yardım ederse, benden değildir. Ben de ondan değilim. Kesinlikle o, Kevser havuzunda yanıma gelmeyecektir.” [9] "...Cihadın en faziletlisi zalim bir sultanın yanında hak söz söylemektir.” [10] Cabir (r.a.)'den rivayet edilen bir hadiste Nebi (s.a.v) şöyle buyurmaktadır: "Şehitlerin efendisi Abdülmüttalib'in oğlu Hamza ile zalim bir imama karşı hakkı emrettiği ve zulümden nehyettiği için öldürülen kimsedir.” [11] Avf b. Malik El-Eşcaî'den: Rasulullah (s.a.v) şöyle dedi: "Dikkat edin! Kimin başına yönetici tayin edilir de o yöneticinin Allah'a isyan eden bir iş yaptığını görecek olursa işlediği bu masiyeti hoş görmesin. Bununla birlikte de itaattan asla el çekmesin.” [12] Ümmü Seleme'den, Rasulullah (s.a.v) şöyle dedi: "Sizin başınıza öyle kimseler emir olacak ki, bazı davranışlarını güzel bulup memnun kalacaksınız. Bazı davranışlarını da çirkin bulacaksınız. Onların iyi davranışlarını bilen kimse (onların münkerinden) uzak olur. Her kim (münkerlerine) karşı çıkarsa kurtuluşa erer. Razı olup tabi olan ise...” [13] İşte genel olarak gelen bu nassların tümü, hangi konuda olursa olsun yöneticilerin muhasebe edilebileceğine delalet etmektedir. Hudeybiye musalahasında sahabenin Rasulullah (s.a.v)'e şiddetle karşı çıkmalarına rağmen Allah'ın Rasulü onları azarlamamış, yalnızca görüşlerini kabul etmemiş ve antlaşmayı imzalamıştır. Çünkü Allah'ın Rasulü, vahyin gereğini yerine getiriyordu. Vahyin olduğu yerde ise insanların görüşlerinin değeri yoktur. İhramdan çıkmaları, kurbanlıklarını kesmeleri ve tıraş olmaları emrine itaat etmedikleri için onları azarlamıştır. Yine Rasulullah (s.a.v), bedir ordusunun konakladığı yer hakkında Allah'ın Rasulüne karşı çıkan Habbab b. Münzir'i de azarlamamış, tam tersine onun görüşüne tabi olmuştur. İster şer’î hükme muhalif bir iş olsun, ister hatalı bir davranış olsun, ister Müslümanlara zarar veren bir iş olsun, ister tebaaya yapılan bir zulüm olsun, isterse yerine getirilmesi gereken herhangi bir işin aksatılması olsun, fiilen yapılan her iş hakkında ümmet meclisinin Halife’yi, yardımcıları, valileri ve amilleri muhasebe etme hakkı vardır. Halife’nin ise, kendisine yapılan muhasebe ve itirazlara yönelik yapmış olduğu işler ve söyledikleri hakkında, deliline dayanarak açıklık getirmesi gerekir. Böylece ümmet meclisi Halife’nin yaptığı işlerden ve söylediği sözlerden dolayı işlerin iyi bir şekilde yürüdüğünden mutmain olsun. Ancak ümmet meclisi Halife’nin bakış açısını ve delillerini kabul etmez ve geri çevirirse duruma bakılır: Eğer söz konusu mesele çoğunluğun görüşüne gere hareket edilmesi gereken bir iş ise ümmet meclisinin görüşü bağlayıcıdır. Çoğunluğun görüşünün bağlayıcı olmadığı konularda ise, ümmet meclisinin görüşü bağlayıcı değildir. Eğer ümmet meclisinin görüşü bağlayıcı değilse Halife’yi denetmenin ne anlamı vardır? şeklinde bir itiraz ileri sürülemez. Böyle bir itiraz ileri sürülemez. Çünkü, yöneticileri muhasebe etmek mutlak surette yapılması gereken şer’î bir hükümdür. Farzı kifayedir. Aynı zamanda yöneticileri muhasebe etmek, görüşlerin açığa çıkmasına, netleşmesine, kamu oyunun şuurlandırılmasına ve uyanık tutulmasına katkıda bulunmaktadır. Denetleme, her yerde yöneticileri korkutan, ordulardan bile kuvvetli bir güçtür. Bunun için yöneticilerin denetlenmesinde çok büyük faydalar vardır. Halife’yi denetleyen kimseler herhangi bir konuda yöneticilerle ihtilafa düşerlerse, mesele mezalim mahkemesine havale edilir. Zira yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Ey iman edenler. Allah'a itaat edin. Rasüle itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine de. Eğer bir şey hakkında anlaşmazlığa düşerseniz onu, Allah'a ve Rasulüne götürün." [14] Yani, ey Müslümanlar, herhangi bir konuda emir sahipleri ile anlaşmazlığa düşerseniz, meseleyi Allah'a ve Rasulüne götürünüz. Yani şeriatın hakemliğine müracaat ediniz. Şeriatın hakemliğine müracaat etmek meseleyi yargıya, mahkemeye götürmek demektir. Bu nedenle konu mezalim mahkemesine götürülür ve mahkemenin görüşü her iki tarafı da bağlayıcıdır. Dördüncü Maddenin deliline gelince: Rasulullah (s.a.v) Bahreyn'deki amili El-Alâ b. El-Hadrami'yi, Abdi Kays heyetinin şikayeti nedeniyle azletmişti. İbni Sa'd Muhammed b. Ömer yoluyla şunu rivayet eder: "Rasulullah (s.a.v) Abdülkays'tan yirmi kişilik bir gurupla Medine'ye gelmesi için El-Alâ b. El-Hadrami'ye mektup yazdı. Başkanlığını Abdullah b. Avf El-Eşecc'in yaptığı yirmi kişilik bir grup Medine'ye geldi. El-Alâ Bahreyn'de yerine El-Münzir b. Sava'yı bıraktı. Heyetin şikayetçi olmaları üzerine Rasulullah (s.a.v) El-Alâ b. El-Harami'yi azletti. Yerine Ebban b. Saîd b. El-As'ı görevlendirdi ve ona: Abdi Kays heyetine hayır tavsiye et. Önde gelenlerine ikramda bulun." [15] dedi. Yine Ömer b. El-Hattab (r.a.), sadece insanların şikayetçi olmaları üzerine Sa'd b. Ebi Vakkas'ı azletmiş ve ardından: "Onu, acizliğinden veya hıyanetinden dolayı azletmedim." Bu rivayetler, vilayet halkının valilerden ve emirlerinden hoşnut olmadıklarını ve onlara kızgın olduklarını açıklama hakları olduğunu göstermektedir. Bu durumda ise Halife’nin de hakkında şikayetin söz konusu olduğu kişileri azletmesi gerekir. Aynı şey ümmet meclisi için de geçerlidir. Çünkü ümmet meclisi, vilayetlerdeki tüm Müslümanların vekilidir. Dolayısıyla ümmet meclisi valilerden ve amillerden razı olmadıklarını söylediği zaman Halife’nin bunları azletmesi gereklidir. Beşinci maddenin deliline gelince: Ömer (r.a.) hançerle yaralandığı zaman artık hayatta kalacağından ümit kesilince Müslümanların Ömer'den yerine Halife adayı göstermesini istedikleri sabittir. Kendisi ise bunu kabul etmedi. Bir defa daha aynı isteği tekrarlamaları üzerine altı kişiyi Halifeliğe aday gösterdi. İşte bu sukûti bir icmadır. Bu icma, ümmet meclisinin Müslüman üyelerinin Halife adaylarını tespit etme haklarının bulunduğu, bu konudaki görüşlerinin de bağlayıcı olduğunun delilidir. Yine sabit olduğu üzere, Ömer'in bu altı kişiyle birlikte elli kişiyi daha görevlendirmiş ve içlerinden karşı çıkanın öldürülmesini emretmiştir. Bu altı kişiye de içlerinden birini Halife olarak seçmeleri için üç günlük bir süre tanımıştır. Bu olaydan bağlayıcılık ilkesi anlaşılmaktadır. Müslüman olmayanların ise adayları belirleme hakları yoktur. Çünkü biat yalnızca Müslümanlara ait bir haktır. [1] Ali İmran: 159 [2] Şura: 38 [3] Ahmed b. Hanbel [4] Ahmed b. Hanbel [5] Ahmed b. Hanbel [6] İbn İshak [7] Ahmed b. Hanbel, 17309; İbn Ganem el-Eşari yoluyla rivayet etmiştir [8] İbn Hişam [9] Ahmed b. Hanbel, 5444; İbn Ömer’den [10] Ahmed b. Hanbel, 10716; Ebu Saîd el-Hudri’den [11] Hakim; Cabir’den rivayet edilmiştir [12] Müslim, 3448; Ebu Davud, 2677 [13] Müslim, 3445 [14] Nisa: 59 [15] İbn İshak |
17 Aralık 2013 Salı
İslâm'da Yönetim Nizâmı - Abdulkadim ZELLUM
İslâm'da Yönetim Nizâmı - Abdulkadim ZELLUM
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder