16 Aralık 2013 Pazartesi

İslâm'da Yönetim Nizâmı - Abdulkadim ZELLUM

İslâm'da Yönetim Nizâmı - Abdulkadim ZELLUM
İSLÂM'DA YÖNETİM NİZAMI

Ümmet Meclisine Üyelik
İslâm devletinin tebaasından olup akil-baliğ olan herkes; ister erkek, ister kadın, ister Müslüman, ister gayri müslim olsun ümmet meclisine üye olma ve üyelerini seçme hakkına sahiptir. Çünkü ümmet meclisi, yalnızca görüş belirtmek hususunda insanların vekilidir. Ümmet meclisinin yönetim ve teşride bulunma yetkisi yoktur. Ümmet Meclisi, görüş belirtme hususunda vekil olduğuna göre, İslâm Devletinde yaşayan insanların şer’î hukukta vekil olma ehliyetine sahip bulunan kimseler arasından dilediklerini vekil tayin edebilme hakkına da sahip olabilmelidirler. Müslümanın şûra hakkı bulunduğuna göre, Müslüman olmayan kimsenin de kendisine İslâm hükümlerinin uygulanması hususunda ve yöneticilerin kendisine yaptığı zulümler ile ilgili olarak görüşünü belirtme hakkı vardır. Bundan dolayı, dilediği kimseyi kendisine vekil tayin etme ve kendisinin de dilediği kimselere vekil olmak hakkına sahiptir. Ne vekilde, ne de vekil tayin edende Müslüman olma şartı aranmaz. Aksine vekil edenin de, vekilin de Müslüman ya da gayri müslim olmaları caizdir. İşte bundan hareketle; Müslüman olsun ya da olmasın Müslümanların, ümmet meclisinde kendilerini temsil edecek kişiyi seçmeleri caiz olduğu gibi, Müslüman olmayanların da böyle bir seçim hakları vardır. İslâm devleti tabiiyetliğini sürdürdükleri sürece bu hakları devam eder.
Aynı şekilde İslâm, yönettiği raiyyesine sadece insan olarak bakar. Bu bakışında kabile, cins, ırk, erkeklik ve dişilik gibi hususları göz önünde bulundurmaz. Onlar için belirlenecek yönetim politikası, insanlığın menfaatına olması, insanlığı karanlıktan aydınlığa çıkartması için yalnızca insanî vasıfları itibarıyla belirlenir. İşte bundan dolayı raiyye, insan oldukları için, insanla ilgili hak ve görevler hususunda ve şer’î hükümlerin herkese uygulanması bakımından birbirlerine eşittirler.
Hakim, anlaşmazlıkları çözerken; yönetici, yönetirken insanlar arasında fark gözetemez. İslâm devletinin tabiiyetini taşımalarının dışında hiçbir özelliği dikkate almadan onlara eşit bir şekilde mualele eder. Bu nedenle devletin raiyyesinden birisi olmak sıfatıyla, herkesin kendi görüşünü bizzat ifade edebilme hakkı bulunduğu gibi; hem kendisini hem de kendisini seçenlerin görüşlerini ifade edebilmek üzere temsilcisini seçebilme hakkı vardır. Çünkü yüce Allah; bütün insanlara, insanlık nitelikleriyle hitab etmiş ve şöyle buyurmuştur: "Ey insanlar! Size rabbinizden apaçık bir delil gelmiş bulunuyor. Ve size apaçık bir nur da indirmişizdir." [1] "Ey insanlar! Şüphesiz ki ben, Allah'ın hepinize gönderdiği Rasulüyüm." [2]
İslâm alimleri ve özellikle usül alimleri, ister Müslüman, ister gayri müslim olsun, ister erkek, ister kadın olsun şer’î hükümlere muhatab olan kimsenin hitabı anlayan aklı başında insanlar olduğunu ittifakla kabul etmişlerdir.
Müslüman olmayanlar açısından durum budur. Kadın açısından durumun böyle oluş sebebine gelince; Ümmet meclisi yönetim kapsamına giren görevleri icra etmez. Bu nedenle ümmet meclisi, kadının yöneticiliğiyle ilgili hadis-i şerifin kapsamına girmemektedir. Diğer taraftan efendimiz Ömer (r.a.)’dan sabit olduğuna göre o, ister şer’î hükümlerle (teşrii), ister yönetimle isterse devletin herhangi bir işiyle ilgili olsun, Müslümanların görüşlerini almak istediği herhangi bir olay ile karşı karşıya kaldığı zaman erkek-kadın herkesi mescide çağırır ve hep birlikte onların görüşlerini alırdı. Nitekim mehirlerin sınırlandırılması hususunda bir kadın, onun görüşünü kabul etmeyip, reddedince ileri sürdüğü görüşünden vazgeçmişti.
Diğer taraftan Rasül (s.a.v.) Peygamberliğinin 13. yılında (yani hicret ettiği sene) huzuruna 75 Müslüman gelmişti. Bunların 73'ü erkek, 2'si hanımdı. Bunlar hep birlikte İkinci Akabe Biatı'nda ona biat ettiler. Bu biat, hem savaş ve kıtal biatı, hem de siyasi bir biattı. Biat sona erdikten sonra, onlara şöyle dedi: "Bana, aranızdan on iki nakip çıkartınız ki, bunlar, aralarında olacak şeylerde kavimlerinin kefili olsunlar." [3] Bu, aralarında seçimde bulunmak üzere hepsine verdiği bir emirdi. Bu emri yalnızca erkeklere yöneltip, kadınları bundan istisna etmemiştir. Ne seçecekler, ne de seçilecekler hakkında böyle bir istisna ve tahsis söz konusu değildir.
Kayıtlayıcı bir delil varid olmadığı sürece mutlak ifade mutlak olarak kalır. Tıpkı umumi huküm ifade eden emrin, genelliği üzere kaldığı gibi. Burada ise ifade hem genel hem de mutlak olarak varid olmuştur. Tahsis edici ve kayıtlandırıcı herhangi bir delil varid değildir. O halde bu ifade, Allah'ın Rasulünün iki kadına nakibleri seçme emrini ve Müslümanlar arasından nakib seçilme hakkını verdiğini göstermektedir.
Peygamber (s.a.v.) bir gün, insanlar kendisine biatte bulunsunlar diye oturdu. Beraberinde de Ebu Bekir (r.a.) ile Ömer (r.a.) da oturdu. Ona erkekler ve kadınlar biat etti. Bu biat ise, İslâm üzere bir biat olmayıp, ancak yönetim üzere bir biat idi. Çünkü bu biata katılan kadınlar, Müslüman kadınlar idiler. Hudeybiye'deki Rıdvan bıatından sonra kadınların da ona biat ettiklerini görüyoruz. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Ey peygamber! Mümin kadınlar; Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmamaları, hırsızlık yapmamaları, zina etmemeleri, çocuklarını öldürmemeleri, elleri ve ayakları arasında iftira düzüp getirmemeleri ve hiçbir marufda sana isyan etmemeleri üzerine sana biat etmeye geldikleri vakit biatlarını kabul et. Onlar için Allah'tan mağfiret dile. Muhakkak ki Allah çok mağfiret edicidir, çok esirgeyicidir." [4]
İşte bu da yönetim üzere yapılan bir biattır. Çünkü Kur'an-ı Kerim, onların mü'min kadınlar olduklarını bildirmektedir. Bu biat, maruf olan hiçbir hususta kadınların ona isyan etmemeleri üzere yapılmıştır.
Buna ek olarak kadının görüş belirtme hususunda kendisine vekil tayin etme hakkı olduğu gibi başkasının onu vekil etme hakkı da vardır. Çünkü kadın, görüşünü açıklayabilir ve bu hususta kendisine vekil olacak kimseyi de tayin edebilir. Diğer taraftan vekalette erkeklik şartı da aranmaz. O halde kadının, başkasının vekili olma hakkı vardır.
Bütün bunlarla beraber, Müslüman olmayanların teşrii hususunda görüş açıklama hakları yoktur. Çünkü İslâmi teşrii, İslâm akidesinden kaynaklanır. İslâmi teşrii, tafsili delillerden çıkartılmış şer’î ve ameli hükümlerdir. İslâmi teşrii, İslâm akidesinin belirlediği muayyen bir bakış açısına uygun bir şekilde, insanın meselelerini ele alır. Müslüman olmayan bir kimse ise, İslâm akidesiyle çelişen bir inanca sahiptir. Onun hayata dair bakış açısı da İslâm’ın bakış açıyla çelişkilidir. Bundan dolayı Müslüman olmayan bir kimsenin teşrii hususlarda görüşü alınmaz.
Yine Müslüman olmayan bir kimsenin, Halife seçimine katılma ve aralarından Halife’nin seçilebilmesi için Halife adaylarının tesbitinde bulunma hakkı yoktur. Çünkü gayri müslimin yönetime katılma hakkı bulunmamaktadır. Ümmet meclisinin yetkisi kapsamına giren diğer hususlarda ise Müslüman bir üye gibi görüş belirtme hakkına sahiptir.

[1] Nisa: 174

[2] A’raf: 158

[3] Ahmed b. Hanbel, 1537; İbn Hişam, Siret’inde, Ka’b b. Malik’ten

[4] Mümtehine: 12

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder