15 Ekim 2014 Çarşamba

EĞER İKİ MÜ’MİN BİRBİRİYLE DÖĞÜŞÜRSE?..


9 — Eğer mü’minlerden iki tayife birbirleriyle döğüşürlerse aralarını düzeltin. Şayet biri diğeri üzerine saldırırsa o saldıranla Allah'ın buyruğuna dönünceye kadar savaşın. Eğer dönerse artık aralarını adaletle bulun. Ve adaletli davranın. Şüphesiz ki Allah adil davrananları sever.

10 — Mü’minler ancak kardeştirler, öyle ise iki kardeşinizin arasını düzeltin. Ve Allah’tan Korkun ki esirgenesiniz.

Mü’min kitleyi çekişmeden bağırmadan arzu ve heyecanların tesiri altında birbirine düşmeden muhafaza edebilmek için bu hem hukukî hem de amelî bir kaidedir. Fasıkın getirdiği haberin araştırılmasını hamaset ve hamiyet peşine kapılarak heyecanlanıp patlamamayı, acele etmemeyi önce tesbit edip iyice araştırmayı belirten hükümden sonra varit olmaktadır.

İster bu âyetin sebebi nüzûlü bazı rivayetlerin naklettiği gibi belli bir hadise ile alâkalı olsun ister bu gibi halleri telafi etmek için konulan bir hüküm olsun umumiyeti itibariyle İslâm cemiyetini dağınıklıktan, parçalanmaktan koruyan son derece muhkem bir kaidedir. Koruyuculuğunun yanısıra hakkı, adaleti, ıslahı yerleştirmekte ve bütün bu hususlarda Allah'ın takvasına müracaat edip rahmetini beklemeyi, adaleti ve iyiliği yerleştirmeyi belirtmektedir.

Kur’anı kerîm mü’minlerden iki taife arasında çatışmanın mümkün olabileceğini ya farazi olarak ele almakta veyahut böyle bir ihtimali telafi etmektedir. Her iki taife birbirleriyle savaşmakla beraber iman vasfını yitirmezler. Hattâ birisi diğerine zulmetmiş de olabilir. Veya her iki taifenin de bazı noktalardan birbirine zulmettiği görülebilir. Ayeti kerime O karşılaşan ve çatışan iki taifenin dışında kalan mü’minleri bu iki taife arasını düzeltip ıslah etmekle mükellef kılıyor. Şayet bunlardan birisi işi azıtır, hakka dönmeyi kabul etmezse — ki ikisinin de ihtilaf edilen konularda Allah’ın hükmünü kabul etmemesi veya sulhu reddedmesi de olabilir — o zaman mü’-minlerin vazifesi azgınlarla savaşmak ve onlar Allah’ın emrine rücu edene kadar muharebe etmektir. Allah’ın bu konudaki emri ise mü’minler arasında husumeti kaldırıp ihtilâfa düşülen konuda Allah’ın hükmünü kabul ederek savaşı ve çatışmayı kesmektir. Azgınların Allah’ın hükmünü kabul etmeleri gerçekleşince ince bir adalete ve Allah’ın rızasına uygun olan ıslah ameliyesini gerçekleştirmeye başlar mü’minler: “Ve adaletli davranın. Şüphesiz ki Allah âdil davrananları sever.”

Bütün bu davetin hükmün ardından gelen ifade iman edenlerin kalbini harekete geçirmekte, aralarındaki kopmaz bağı canlandırmakta, daha önce tefrikada iken kendilerini bu bağın birleştirdiğini, çatışan kalblerinin bu bağ ile dost olduğunu belirtmekte Allah’tan korkmayı ve istedikleri rahmetini beklemeyi hatırlatmaktadır:

“Mü’minler ancak kardeştirler, öyle ise iki kardeşinizin arasını düzeltin. Ve Allah’tan korkun ki esirgenesiniz.”

Bu kardeşliğin gereği olarak İslâm cemaati arasında yardımlaşma, birlik, sevişme ve sulhun temel esas olması icap eder. İhtilâf çatışma gibi hususlar istisnai haller olmalı ve vuku anında ana esasa havale edilmelidir. Bu temel esasın yerleştirilmesi için aşın davranan ve saldıran kardeşlerini mü’minlerin durdurmasını sağlayan savaşı mübah kılmalıdır. Ve böylece onlar yeniden safha girdirilmek ve bu temel kaideden sapanlar kaldırılmalıdır. Ki bu kesin bir icraatı, kat’i bir kararı gerektirir.

Yine bu kaidenin icabı olarak bu gibi hükme döndürme için yapılan savaşlarda yaralılara karşı kötü muamele yapılmaması, esir alınanların öldürülmemesi savaşı bırakıp silahı atanların takibata maruz bırakılmaması ve saldıranların malının ganimet olarak alınmaması gerekir. Çünkü böyle bir savaşın asıl gayesi savaşılan kitleyi öldürmek değil onları saflara çekmek ve İslâm kardeşliği bayrağının altına doplamakdır.

İslâm ümmetinin nizamında esas olan bütün dünyadaki müslü-manlann bir tek imamı olmasıdır. Bir imama biat edildiği zaman da İkincinin katlinin vacip olmasıdır. Onun ve beraberindekilerin saldırgan olarak kabul edilmesi ve mü’minlerin imamla birlikte onlara savaş açması gerekmelidir. Nitekim bu esasa dayanarak İmamı Ali (Kerremallahuveche Cemel ve Sıffın vakıalarında asilerle savaşmış ve onunla birlikte sahabei kiramın ileri gelenleri savaşa katılmışlardı. Aralarında Sa’d, Muhammed ibn Mesleme, Usama İbn Zeyd ve İbn Ömer gibi bazı zevat savaş konusunda farklı görüşe sahip olmuşlar ve savaşa katılmamışlardır. Bunun sebebi ya zamanında hakikati görüp değerlendirememişler veya savaşa katılmayı fitne olarak telakki etmişlerdir. Yahutta İmamı Cessas’m dediği gibi “Onlar meşru imamın beraberindekilerle birlikte asilerin hakkından geleceklerini kabul ederek bunun için savaşa katılmamayı yeğ tutmuşlardır.” Birinci ihtimal ise daha kuvvetlidir. Nitekim onlardan nakledilen bazı sözler bu ihtimalin kuvvetli olduğunu göstermektedir. Hattâ İbn Ömer’den İmamı Ali ile savaşa katılmadığından dolayı pişman olduğu nakledilir ki bu da birinci ihtimali kuvvetlendirmektedir.

Asıl olan böyle olmakla beraber Kur’anı kerim muhtelif hallet e çareler göstermektedir. Ki bu haller arasında birbirinden uzak farklı İslâm memleketlerinde istisnaî olarak birden fazla imamın bulunması da vardır ki bu kaide dışıdır. Bu gibi hallerde müslümanların vazifesi asilere karşı çıkıp imamla birlikte onlarla savaşmaktır. Eğer bu asiler imama karşı çıkıp isyan etmişlerse, yahut içlerinden bir taifenin imametine karşı baş kaldırmışsa, istisnaî bir durum olan birçok imamm bulunması halinde de müslümanlara düşen vazife Allah’ın emrini kabul edinceye kadar asi güruha karaşı birleşip onlarla savaşmaktır. Böylece Kur’anı kerim bütün halleri ve şartlan değerlendirmektedir.

Açıkça görülüyor ki hükme irca etme ve Allah’ın emrine döne-nene kadar azgınlar güruhuyla savaş nizamı bu konudaki beşeri hareketlerin ve çatışmaların çok öncesinde vuku bulmuş ve her türlü ayıplardan eksikliklerden uzak bir nizamdır. Ne var ki insanlar bu gibi durumlarda isyan ve ihtilal hareketlerinde çok kötü tecrübelerle yüz yüze gelmişler ve çok acı sonuçlar elde etmişlerdir.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder