11 Ekim 2014 Cumartesi

ŞAHİD... MÜJDELEYİCİ... VE UYARICI... PEYGAMBER

Bilâhare ilahi kitap Hz. Peygambere dönüyor ve ona vazifesini anlatarak hedefini beyan ediyor. Peygamberin tebligatından sonra müminlerin yapması gerekenleri gösteriyor. Ve biatlarında müminleri doğrudan doğruya Allah’a havale ederek, O’na söz verdiklerini peygambere biat ederken Allah’a ahdetmiş olduklarını belirtiyor. Söylece peygambere yapılan biati yüceltiyor, şerefyab' ediyor:
 8 — Muhakkak ki Biz seni şahid, müjdeleyici ve uyarıcı olarak

gönderdik.

 9 — Ki Allah’a ve peygamberine iman edesiniz, O’na saygı gösteresiniz ve yardım edesiniz. Sabah akşam O’nu teşbih edesiniz.

10 — Muhakkak ki sana biat edenler ancak Allah’a biat etmektedirler. Allah’ın eli onların ellerinin üstündedir. Onun için kim bu ahdi bozarsa ancak kendi aleyhine bozmuş olur. Kim de Allah’a verdiği ahde vefa gösterine ona Allah büyük bir ecir verecektir.

Hz. Peygamber peygamber olarak gönderildiği insanlığın şahididir. Kendisine gelen emirleri insanlara tebliğ ederek bir kısmının bunlara inandığını bir kısmının inanmadığını, bir kısmının münafıklar olup bir kısmının iyilik sever olduğunu bir başka grubun ise bozguncular gürûhu olduğunu görerek tıpkı risalet vazifesini ifa ettiği gibi şahitlik görevini de yerine getirmiştir. O itaatkâr mü’minler için hayır, mağfiret memnuniyet ve güzel mükâfatlan müjdelemiş. Kâfirler, münafıklar, isyankârlar ve bozguncular için kötü âkıbeti, İlâhi gazab ve lâneti, en sonunda da elim cezayı ihtar etmiştir.

Peygamberin vazifesi budur. Ve ardından âyeti kerime hitabını mü’minlere tevcih ediyor. Peygamberin gönderilmesiyle matlup olan ana gayeyi açıklıyor. Buna göre peygamberin gönderiliş sebebi Allah’a ve peygambere inanmalarını sağlamak sonra bu imanın gereklerini yerine getirip Allah’ın nizamını ve şeriatını destekleyerek İlâhi zeferi beklemek, rahlarında İlâhî azameti hissederek gece ve gündüz Allah’ı hamd ve teşbihle tenzih etmek... Burada geçen “günün iki tarafı” teriminden murat bütünüyle her an gönlü Allah’a bağlamaktır ki mü’minlere peygamber gönderilişinin ve bu peygamberin onlara şahadet ederek müjdeleyip korkutmasının asıl semeresi işte bu bağlılıktır. Aslında Hz. Peygamberin vazifesi onları Allah’a bağlamak ve Allah ile kendileri arasında — peygamberin uzaklaşması halinde bile— kopmayacak sürekli bir biat bağı kurmaktır. Hz. Peygamber elini onların elinin üstüne koyarak biat etmekle Allah adına biatleri kabul etmiş olmaktadır. Çünkü: “Muhakkak ki sana biat edenler ancak Allah’a biat etmektedirler. Allah’ın eli onların ellerinin üstündedir.” Bu ifade onlarla Allah'ın Resulü arasındaki biatin yüceliğini ve azametini ifade eden dehşet dolu bir tasvirdir. Mü’minlerden her fert elini peygamberin elinin altına koyarken çok İyi bilmektedir ki Allah'ın eli kendi elinin üstündedir. Allah biat yapılırken hazır ve nazırdır. Allah biati almakta ve biat yapanların elinin üstünde onun kudret eli bulunmaktadır. Kimdir biati alan?... Allah... Aman ne müthiş, ne yüce ve ne büyük bir hadise...

Bu tasavvur bile insan zihninden verilen biati bozmak düşüncesini kökten yıkıp atmaktadır. Peygamberin şahsı ortadan kalksa da 
Allah her zaman hazır ve nazırdır. Çünkü bu biati alan ve veren O’dur. Kimin biata uyup kimin uymadığıni O kontrol eder:

“O’nun için kim bu 'ahdi bozarsa ancak kendi aleyhine bozmuş olur.”

Her yandan kaybedecek olan odur. Her şeyden önce Allah’la kendi arasında varılan kârlı kazançtan dönüş mânası taşır ki bütünüyle hüsrandır bu. Şüphesiz ki Allah ile hangi kul arasında bir biat yapılırsa yapılsın o biattan kârlı çıkan her zaman için kuldur. Zira Allah lütfetmektedir ona. Kendisi ise âlemlerden müstağnidir. Bunun muhalifi olarak Allah’a verilen biati bozan ve çiğneyen kul her zaman için hüsrandadır. O’nun gazap ve ikabina maruz kalır. Çünkü verdiği sözü bozanları Allah sevmez. O, ahde vefa edenleri ve vefakârları sever.

“Kim de Allah’a verdiği ahde vefa gösterirse ona Allah büyük bir ecir verecektir.”

İşte böyle. Tam anlamıyle “büyük bir ecir...” Tafsilatı ve hududu belirsiz. Sadece onun hakkında yüce Allah büyük sıfatını kullanıyor. Çünkü Allah'ın hesap ve mizanında gerçekten o çok büyük ve ağırdır. Onu tavsif etmeye yeryüzü insanlarını sınırlı, fani ve küçücük tasavvuru yetmez.

• *
Konu biatin hakikatine, biati bozmanın fenalığına, ahde vefanın önemine gelmişken âyeti kerime sözü Allah’a karşı kötü zan beslediklerinden kureyşlilerin kendi yurtlarında yok etmeye giden mü’minler için kötülük ve fenalık beklediklerinden peygamberle birlikte savaşa çıkmayan geri kalmış bedevilere çevirmektedir. Kureyşliler daha evvel iki yıl boyunca ard arda M e d î n e ’ye savaş açmışlardı. İşte burada âyeti kerime Hz. Peygambere yönelerek beraberindekilerle birlikte sağ salim geri döndükleri zaman Kureyşlilerle anlaşma yapıp savaşmaksızın muahede aktettikleri takdirde o geri kalmış olan bedevilerin kendisinden özür dileyeceklerini haber veriyor. Ayrıca onların Hz. Peygamberle bildikte savaşa çıkmayışlarinın.ana hedefini açıklayarak mü’minlerin ve peygamberin huzurunda bütün sırlarını faş ediyor, ortaya döküyor. Bunun yanı sıra peygamberle birlik olup savaşa çıkanlara büyük müjdeler veriyor. Kısa zamanda çok yakın ganimetlere kavuşacaklarını belirtiyor. Ve o zaman şimdi savaştan kaçan bedevilerin kolay ganimetlere konmak için birlikte savaşmak isteyeceklerini açıklıyor. Ve Hz. Peygambere o zaman bu bedevilere nasıl muamele etmesi gerektiğini belirterek daha önce Hudeybiye hareketine katılan kimselerin kazanacağı kolay ganimetlere onların da ortak olmamaları için savaşa katılmamalarını istemesini telkin ediyor. Haber veriyor ki meşakkatli, zor savaşın bulunacağı başka hareketler de olacaktır. Şayet gerçekten peygamberle savaşa katılmak istiyorlarsa o gün savaşmalarını ve o zaman Allah dilediği şekilde kendilerine ganimet vereceğini beyan ediyor. İtaat ederlerse büyük mükâfata ulaşacaklarını karşı gelirlerse şiddetli azaba duçâr olacaklarını ifade ediyor :

11 — Bedevilerden geri kalmış olanlar sana diyeceklerdir ki: “Mallarımız ve ailelerimiz bizi alıkoydu. Allah’tan bizim bağışlanmamızı dile.” Kalblerinde olmayanı dilleriyle söylerler. De ki: “Allah size bir zarar gelmesini dilerse veya bir fayda elde etmenizi isterse O’na karşı kimin bir şeye gücü yetebilir. Hayır Allah yaptıklarınızdan haberdardır.

12 — Aslında siz peygamberin ve mü’minlerin ailelerine bir daha dönmeyeceklerini sanmıştınız. Bu sizin kalblerinize güzel göründü de kötü zanda bulundunuz. Ve helâke mahkûm bir kavim oldunuz.

, 13 — Kim Allah’a ve Resulüne iman etmezse muhakkak ki Biz kâfirler için çılgın bir ateş hazırlamışızdır.

14 — Göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır. Dilediğini bağışlar, dilediğini azaplandınr. Ve Allah Gafur ve Rahim olandır.

15 — Siz ganimetleri almak için gittiğinizde geri kalanlar diyeceklerdir ki: “Bırakın biz de arkanıza düşelim.” Onlar Allah’ın kelamını değiştirmek isterler. De ki: “Bize uymayacaksınız. Allah daha önce böyle buyurmuştur.” Size “Hayır bizi çekemiyorsunuz” diyeceklerdir. Bilakis onlar ancak pek ez anlayan kimselerdir.

16 — Bedevilerden geri kalmış olanlara de ki: “Güçlü kuvvetli bir kavme karşı savaşmaya çağırılacaksınız. Onlar müslüman olana kadar savaşacaksınız. Şayet itaat ederseniz Allah size güzel bir ecir verir. Ama daha önce döndüğünüz gibi yine dönecek olursanız sizi elim bir azaba uğratır.







1 yorum:

  1. Aslında onların kalbleri çorak bir araziden farksızdır. Verimsiz, bor bir topraktır onlar. Zaten Allah’a karşı iyi zan beslemeyen bir kalbten başka ne beklenebilir ki? Onların ruhu Allah’a bağlanmanın verdiği semereden mahrum olduğu için herşeyden aridir. Neticede yok olup gidecek bor bir araziden farksızdır.

    Mü’minlere karşı halkın zannı da aynı böyledir. Allah’a bağlılığını yitirmiş hayat ve ruhu bor bir arazi gibi verimsizleşmiş insanlar mü’minleri böyle kabul ederler. Bâtılın kefesinin ağır bastığını, zahirî güçlerin şer ve dalâlet ehlinin yanında olduğunu mü’minlerin sayısının az olduğunu, kuvvetinin ve hazırlığının bulunmadığını, mal ve makam bakımından dayanak noktalarının olmadığını görünce bu bedevi Araplar gibi kötü zan beslerler mü’minlere karşı. Evet bedeviler ve benzerleri her zaman şişkin ve azgın bâtılın zahiri kuvvetine karşı çıkan mü’minleri gördükleri zaman tekrar yuvalarına sağ salim dönmeyeceklerini sanırlar. Bu yüzden de rahat etmek için mü’minlerden uzak dururlar. Hep iman ehlinin kökünün ne zaman kesileceğini, dâvalarının ne zaman biteceğini bekleyerek tetikte dururlar. Mü’minlerin gittiği mayın ve tehlike dolu yoldan uzakta ihtiyatlı olarak bekleyip dururlar. Ne var ki Allah bu gibi kötü zanları hüsrana mahkûm eder, durumları değiştirir herşeyi kendi bilgisine göre ayarlar, idare eder. İlâhî kuvvetin tuttuğu gerçek ölçüye göre ölçerek terazinin bir kefesindeki kitleyi alçaltır, diğer kefesin-dekini yükseltir. Bunun ne zaman nasıl ve ne şekilde olduğunu her zaman ve her yerde Allah’a karşı kötü zan besleyen ve tahminler yapıp duran münafıklar görmezler bile.

    Ama şunu unutmamak gerekir ki ölçü iman ölçüsüdür. Bunun için Allah o bedevileri iman ölçüsüne havale ediyor ve bu ölçüye göre kendileri için uygun düşen ceza konusunda umumî prensipler vaz ediyor. Bunun yanısıra Allah’ın pek yakın olan Rahmetini göstererek fırsatı ganimet bilip onun rahmet ve mağfiretine koşmak gerektiğini ima ediyor:

    Kim Allah’a ve Resulüne iman etmezse muhakkak ki Biz o kâfirler için çılgın bir ateş hazırlamışızdir.

    YanıtlaSil