26 Şubat 2015 Perşembe

AİLE NİZAMI

Bu konuda işlenen son mevzuları şu şekilde sıralayabiliriz.

Aile müessesenin düzeltilmesi...

Meselelerin organize edilmesi...

İş bölümü...

Görevlerin tahdidi...

Çıkabilecek anlaşmazlıklar, aşın arzulardan korunma çareleri velhasıl eldeki imkânlar nisbetinde yuvanın yıkılmaması için ele .alınacak bütün tedbirler bu bahisde gösterilmiştir:

34 — «Allah’ın kimini kimine üstün kılmasından ötürü ve erkeklerin mallarından sarf etmelerinden dolayı erkekler kadınlar üzerine hâkimdirler. İyi kadınlar; gönülden boyun eğerler ve Allah’ın korunmasmı emrettiğini, kocasının bulunmadığı zaman da koruyanlardır. Serkeşlik etmelerinden endişelendiğiniz kadınlara önce öğüt verin. Uslanmazlarsa kendilerini yataklarında yalnız bırakın. Yine dinlemezlerse dövün. Size itaat ettikleri takdirde incitmeye bir bahane aramayın. Çünkü Allah çok yücedir, çok büyüktür.»

35 — «Eğer kan - koca arasının açılmasından endişeye düşerseniz kendilerine, bir hakem erkeğin ailesinden bir hakem de kadının ailesinden gönderin. Bu hakemler gerçekten barıştırmak isterlerse, Allah kan • koca arasındaki dargınlık yerine geçim verir. Şüphesiz ki Allah hakkıyla bilendir. Her şeyin aslından haberdardır.»

— Kur’an-ı Kerim’in bu naslarımn açıklamasına, ferdi ve İçtimaî hedeflerinin beyanına geçmeden önce — İslâm'ın aile müessesi konusundaki görüşünü, kurmak ve himayeetmek babındaki prensip ve hedeflerini imkânlarımız nisbetinde açıklamayı zaruri görüyoruz. Çünkü bu hususda uzun-uzadıya izahlara girişmek başlıbaşı-na bir mevzu teşkil eder:

114. İbni Abbu’dan mervi tef »irde bu Ayetin tefsirinde föyle deniyor: Akrabalık yoluyla olandan bagka her türlü verilet usulünü İslim kaldırdı.- Ancak inceleri yapılmış olan akitleri olduğu gibi bıraktı.
Sür» 4 : Nisa Sûre»! FİZILÂL-İL KUR AN 205
İnsanı yaratan Allah, kainattaki bütün canlılara verdiği gibi insana da «çiftleşme» arzu ve ihtiyacım fıtratına yerleştirmiştir. «Biz her şeyi çift yarattık, düşünesiniz diye..

Sonrada Allahü Taalâ insan çiftinin tek esasdan iki parçaya ayrılmasını dilemiştir :

«Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ondan zevcesini var eden ve ikisinden bir çok erkek ve kadın türeten RabbinizdcA korkun..»

Daha sonra bu iki parçayı tekrar kavuşturmak istemiştir. Bu birleşmenin çok çeşitli faydalan vardır. İnsan denen varlık bu sayede huzura kavuşuyor. Sinirleri yatışıyor... Ruh... tatmin ediliyor... Beden rahata eriyor... Aynca karı-koca birbirlerine destek oluyorlar. Neslin devamı sağlanıyor böylece...

«Size nefislerinizden, kendilerine ısınasınız diye, zevceler yaratmış olması, aranızda bir sevgi ve esirgeme yapması da O’nun âyetler indendir.»

■Onlar sizin için, siz de onlar için libassınız.»

«Kadınlar sizin için bir tarladır. O halde tarlanıza dilediğiniz gibi varın. Ve kendiniz için önceden — iyi ameller — gönderin. Al-lah’dan korkun.»

Ey iman edenler! Kendinizi ve aile halkınızı öyle bir ateşten koruyun ki, onun çırası insanlarla taşlardır.

■İman edip de zürriyetleri de iman ile kendilerine tâbi olanlar; biz onların nesillerini de kendilerini de kendilerine kattık. Amellerinden bir şey de eksiltmedik.»

Tek nefsin iki parçasının Allah katında müsavi olup Allahın «insan»a ikram etmiş olması, kadınada ikram etmiş olması demek olacağından ecir, sevap, mülk edinme, verâset ve medenî şahsiyet konularında yukarıda anlattığımız gibi eşit haklara sahip olmuştur.

Aile müessesesine taalluk eden meseleler bütün teferruatiyle temas edilmiş büyük bir itina ile düzene konulmuştur. Konunun bu kadar incelenmesinin elbette sebebleri vardır. Bu sebebleri şu şekilde sıralayabiliriz. Tek nefsin iki parçasının birleşmesi, yuvanın kurulması ve bu kuruluştan doğacak büyük sonuçlar bakımından
çok önemlidir. Bu neticeler muhteva olarak ayıklanmış olmakla beraber burada bir defa daha tekrarlayalım.

a) Tarafların sükûnet ve güvenle yekdiğerlerine destek olmaları...

b) İnsanlık camiasının gelişerek hayatmı idâme ettirmesi...

Bu ince ve muhkem tanzimat her sûrede yeri geldikçe ele alınmaktadır... Diğer yönden bu sûre bu cüzün başlarında sizlere sunmuş olduğumuz gibi diğer nizamlarıda ihtiva etmektedir. Aynı zamanda beşinci cüzün ilk sahif elerinde; (sûre-i Bakarada) ikinci cüzde, özellikle (sûre-i N û r da) on sekizinci cüzde, (A h z a b sûresinde yirmi bir, yirmi ikinci cüzlerinde, Talak ve Tahrim sûresinde) yirmi sekizinci cüzde ve buna benzer daha bir çok sûrelerde yeri geldikçe izah edilmiş neticede aile müesse-sesiyle ilgili çok geniş ve şümüllü bir takım düstûrlar meydana getirilmiştir. İşte bu esaslar, İslâmm mukaddes aile müessesesi üzerinde — insanlık hayatı yönünden — ne derece hassasiyet gösterdiğini bütün açıklığıyle gözler önüne serer...

Okuyucularımızın hatırlayacağı üzere bu cüzün geçmiş konularında, «insan yavrusunun daha ilk günlerde ne derece âciz olduğunu, kendisini kollayan bir çevreye ne kadar muhtaç olduğunu ve daha önemlisi toplumun gelişmesinde hisse sahibi olabilmesi ve içtimai vecibelerini yerine getirebilmesi için iyice eğitip terbiye edilmesi gerektiğini» anlatmıştık. Bunların aile müessesine verilen değeri anlatmak bakımından önemi büyüktür.

İslâmın bu konudaki görüşlerinin esaslarına ve aileye verdiği değere, onun saadet ve devamlılığını teminat altına alacak yan tedbirleri almaktaki hassasiyetine, kadının şahsına gösterdiği hürmete — sadece şahsını değil bir bütün olarak insanlığın şerefli yüksek hedeflerini gerçekleştirmek ve beşerî hayatı yüceltmek için — vazettiği kadın haklarına kısaca göz attıkdan sonra bu dersin son âyetlerine geçebiliriz.

Bu âyeti celîle — evlilik müessesesinin tanzimi ve fertler arasında herhangi bir çekişmeye meydan vermemek için vazifelerin taksimi, hepsini şahsi arzu ve taşkınlıklara değil sadece Allah'ın hükmüne bağlama babında— ailede hâkim kişinin erkek olduğunu beyan ediyor. Erkeğin birçok kabiliyetlerle teçhiz edilmiş ol-
ması ve ailenin geçimini omuzlarına alması erkeği ailede hâkim kılan sebebler arasında zikredebiliriz. Erkeğe hâkimiyet verilirken ayni zamanda bu hâkimiyeti aile yuvasını dağılmaktan korumak, gelip geçici heveslerin tasallutundan muhafaza etmek gibi hususlara bağlanarak tahdid ediliyor. Ancak hissi anlaşmazlıklar baş gösterdiği zaman belli ölçüler içerisinde bu çekişmelerine rağmen yuvayı dağılmaktan kurtaramazda korunmaya muhtaç yavruların bulunduğu aile yıkılma tehlikesiyle karşılaşırsa bu takdirde alınacak haricî tedbirlerde bu arada beyan edilmiştir. İmkânlarımız nisbetinde bu hikmetleri izâha çalışalım:

«Allah’ın kimini kimine üstün kılmasından ötürü ve erkeklerin mallarından sarfetmelerinden dolayı erkekler kadınlar üzerine hâkimdirler...»

Aile — dediğimiz gibi — beşerî hayatın ilk müessesesidir. Bir cihetten ilkidir. Çünkü yolların bütün merhalelerine tesir eden başlangıç noktasıdır. Ehemmiyet yönünden de ilkidir. Zira insan denen varlığın meydana gelişi, olgunlaşması ve nesillerin devamı ancak bu şekilde sağlanabilir... Tek kelime ile kâinatm İslâm tasavvuruna göre en mukaddes unsuru aile müessesesidir.

Aile müessesesinden daha önemsiz ve daha az değerli müesse-selerde — maliye, idare, sanayi ve benzeri yerlerde — âdet olduğu gibi hakimiyyet ve idare yetkisi nasılki sadece seçilmiş ve işten anlayan ehliyetli kişilere fıtrat yönünden idari istidat sahibi olmaktan öte o sahada ilmi çalışma yapmış, pratik tecrübeye sahib elemanlara verilmesi ne kadar tabii ise, Kâinattaki en değerli unsuru yani insanı meydana getiren aile müessesesinin idaresi konusunda tatbik edilen kaidelerin titizlikle uygulanması son derece tabii bir harekettir...

Yaratılışlarını göz önünde bulundurarak... Tek nefsin iki parçasına verilen kabiliyetlere gereken önemi vererek... Rabbâni nizam bu hususdş gerekeni yapmıştır. Mükellefiyetlerin tevzü babında da adaleti gözeterek hareket etmiştir. Zira fıtrî kabiliyetleri ölçüsünde yük verilmiştir.


Herşeyden önce kadın ve erkeğin Allah'ın birer yaratığı olduğunu kabul etmek gerekir. Çünkü Allahü Taalâ yaratıklarından hiç
birine zulüm etmek istemez. Herkese özel vazifeler tahsis eder. Ve bu vazifeyi hakkıyle yerine getirebilmeleri için gerekli kabiliyetleri verir!

Allahü Taalâ insanları erkek ve dişi olarak yaratmıştır... Evet, kâinatın yaratılışındaki külli kaide esası üzerine karı-koca olarak... Kadına gebe kalmak, doğum yapmak, çocukları emzirmek erkeğiyle arasındaki bağlılık meyvelerini yüklenmek gibi bir takım vazifeler verilmiştir. Herşeyden önce bunlar büyük ve önemli vazifedir... Kadın, bedenî, aklî ve ruhî yönden olgunlaşmadan bu vazifeleri hakkıyle yapamaz! Bu hakikatler göz önünde bulundurulacak olursa, ailenin zarurî ihtiyaçlarının karşılanması ve tehlikelerden korunması gibi vazifelerin erkeğin omuzlarına yüklenmesi adaletin ta kendisidir. Bu görevlerin erkek tarafından alınmasıyle kadın, gebe kalmak, doğum yapmak, çocukları emzirmek ve evin işleriyle meşgul olmak gibi önemli vazifelerle başbaşa kalır... Sonra da kendisinin ve çocuklarının himayesi için icabmda geceleri uykusuz kalır! Şu halde erkeğin vazifesini hakkıyle yerine getirebilmesi için, uzvî, asabî, aklî ve ruhî yapısının olgunlaşmasında mükellefiyetine göre bazı hususiyetler bahşetmek adaletin ta kendisidir. Aynı zamanda kadmın yapmakla mükellef olduğu vazifelerinde yardımcı olacak uzvî, asabî, aklî ve ruhî yapısının gelişmesi için bir takım kabiliyetler vermekde adâlet icabıdır...

Bu bizzat gerçekleşmiştir...»Rabbin hiç bir kimseye zulmetmek istemez...»

Bunun içindir ki kadın — bütün hususiyetleri yanında — şefkat, merhamet, incelik, çabuk heyecana kapılmak ve yavrunun isteklerini hemen yerine getirmek gibi hususiyetlerle teçhiz edilmiştir. Bunları iradesizcejdüşünmeden yapar. Zira kökü derinlere inen İnsanî ihtiyaçları karşılama arzusu — hatta tek kişide bile — uzunca düşünüp beklemeye, yavaşça hareket etmeye imkân vermeyen gayri iradî refleksler halindedir. Zaruretleri derhal telâfi etmeyi kolaylaştırmak için gayri iradî olarak bahşedilmiştir. Ancak bu gayri iradî hareket, harici baskılara bağlı değil, içten gelen şevki tabii vasıtası iledir. Çok kerre hoşa giden ve sevimli bir hal arzeder bu. Bu durum bir taraftan ihtiyaçların çabucak bertaraf edilmesi diğer yandan insana rahat ve huzur vermesinden dolayı ne kadar meşakkat ve fedâkârlıklara mal olursa olsun insan iradesi dışında olduğun-
dan rahatlatıcıdır. Herşeyi en güzel şekilde yaratan Allah’ın sanatı işte beyledir...

Bu hususiyetler sathî değildir. Bilakis kadının uzvî, asabî, aklî ve ruhi yapısının derinliklerinde mevcuttur... Hatta büyük mütehassıslar, bu hususiyetlerin her hücrenin yapısında gizli olduğunu söylüyorlar... Evet, her hücrenin yapısında mevcut olan bu hususiyet bölünüp çoğalan ceninin ilk hücresinde bile vardır... Hem de bütün temel özellikleriyle!

Erkek de — bir çok hususiyetlerinin yan ıs ıra — sertlik, salâ-bet, ani heyecan ve taşkınlıklarını frenlemek; cevap ve harekete yönelmeden önce tefekkür ve aklı selimini kullanma gibi bir takım hususiyetlerle teçhiz edilmiştir. Çünkü hayatının ilk dönemlerindeki ava çıkmadan tutunda son zamanlardaki savaşlara kadar erkeğin vazifesi karısını ve çocuklarını korumak olmuştur. Evet, ailenin rızkını temin etmek... Ve buna benzer daha birçok hayatın mükellefiyetlerini hep bunun için yüklenir erkek... Binaenaleyh erkek, bütün vazifelerinde hareketten önce iyice düşünüp taşınması gerekir. Girişeceği işin şöyle bir muhasebesini' yapması icab eder.Umumiyetle cevaplarını çok ağırdan alması, lâzımdıjl İşte bütün bunlar erkeğin yapısının derinliklerinde mevcuttur... Kadının hususiyetleri de kadının yapısında gizlidir...

Bu özellikler erkeği, ailenin reisi yapıyor. Ve sahasının tek adamı olarak gösteriyor... Aynı zamanda erkeğin ailenin geçimini temin etmekle mükellef olması — ki bu görevlerin dağıtımında ikinci plânda kalır — hâkimiyetin erkeğe verilmesinde başrolü oynar. Çünkü aile müessesesinin hayat şartlarını temin ederek malların tasarrufunu ayarlamak erkeğin yaratılışına ve görevlerine daha yakın daha uygundur... İşte bunlar kur’an-ı Kerim’in naslarının ortaya koyduğu iki unsurdur. İslâm cemiyetindeki erkeklerin kadınlar üzerindeki hâkimiyetini açıklıyor...

Evet, erkekler yapüan ve kabiliyetleri sebebiyle kadınlara hakimdirler. Vazife ve görevlerinin dağıtımı yönünden... Tevzideki adalet bakımından... Çünkü bu taksimatta her iki taraf fıtratının yüklenebileceği kadar mesuliyet altına giriyor...

Erkeğin, kadının üzerindeki üstünlüğü sahib olduğu kabiliyet ve istidatlara mebnidir. — Pek değeri olmayan diğer alelade mües-


FixilAl.il Kur an. C: S - F: M
seseler idarecisiz yürümezken — aile gibi bir müessesenin yöneti-cisiz idare edilmesi düşünülemez. Zira beşeri nefsin parçalarından bi ri aile müessesesinin bütün mükellefiyetlerine tahammül edebilecek şekilde hazırlanmıştır. Diğer parça ise buna müsait dğildir. Hazırlanmamıştır. Şimdi böyle bir durumda erkeğin bütün yüklerini kadının üzerine atıvermek en azından zulümdür. Şu halde erkek kadının yanında gizli bir takım kabiliyetlerle bezenmiştir. İlmî ve amelî alışkanlıklarla maharet kazanmıştır.

İşte bu nevi istidatlar erkeğin başka bir vazifeye... Annelik vazifesine... Atılmasına engel teşkil eder. Zira annelik vazifesinin kendisine has bir takım icablan vardır ki erkek butıu yerine getiremez. Bu istidatların başında da çabuk infiale kapılma ve çabucak uyma gibi hususlar gelir. Bunun da ötesinde asabı ve ruhî yapının tesiri vardır. Gidişatını ve hareketlerini ona göre ayarlama durumu bahis mevzuudur...

Bu meseleler çok önemlidir... Evet beşerî arzuların tahakkümüne terk edilecek kadar basit değildir... İnsanların körü körüne içine dalıp dolaşacakları kadar kolay değildir... Eski ve yeni cahiliy-yet nizamlarında olduğu gibi bu meseleler insanlara ve insanların şahsî arzularına bırakıldığı takdirde insanlığın mevcudiyyetini ve be şer hayatının üzerine kaim olduğu İnsanî hususiyyetlerin bakasım korkunç şekilde tehdid eder.

Fıtratın erkeğin kadın üzerine hâkim olduğuna işaret eden bir takım kanunları vardır. Ve bu kanunların insanoğlunun fıtratında mütehakkim bir tesir icra ettiğinin pek çok delilleri bulunabilir. İsterse onlar bu kanunları inkâr etme, terk etme ve ona karşı baş kaldırma yoluna sapsınlar durum değişmez...

Beşer hayatınm karşılığı bozukluk ve aşağılık, mahv ve helâk olmak, felâket ve musibetlerin tehdidi altında kalmak gibi durumların hepsi olabilir ki her zaman bu esaslı kaideye muhalefet etmekten doğmuştur. Bu muhalefetin neticesinde aile yuvasında erkeğin hâkimiyeti sarsıntıya uğramış yahutta izlerini kaybederek asil, fıtrî kaidesinin dışına çıkmıştır.

Belki de kadının nefsanî arzularının kabarıp, aile müessesesi içinde erkeğin hâkimiyyetine karşı kıyam etmesi de bunun delille-rindendir. Ailede hâkimiyyetin icablannı yerine getirmeyen, erkeklik vazifesini bihakkın icra etmeyen bir erkekle yaşamanın do-
ğurduğu buhranlar, zaaflar ve saadetten mahrumiyyet duygulan
belki de kadına hâkimiyyet hakkını erkeğe verme duygusunu bahsetmiştir. Bu durumlarda kadın bizzat hâkûniyyeti erkeğe teslim etmektedir. Bu gerçeği karanlık bataklıklara düşmüş olan sapık ka-/ dınlar bil ikrar etmekten çekinmemektedirler...

Ailede hâkimiyyetin babaya ait olmadığı yuvalarda yetişmiş çocuklann durumuda bu gerçeği isbat eder mahiyettedir... Bu gibi ailelerde baba ya zayıf karakterlidir de onun için kadın baskı yaparak hakim iyyeti ele almaktadır. Veya baba ölmüş olduğundan mev-cud değildir. — Gayri meşru çocukta olabilir. — Evet işte böyle muhitte yetişen çocuklardan pek azı ancak sağlam karakterli yetişebilmektedir. Asabi ve ruh! bakımdan pek azı sapıklığa düşmekten kendisini kurtarabilmektedir. Ahlaki veamelî yaşayışlarında anormallik ten kurtulanlar pek azdır... işte bunlar, fıtratın varlığına ve hâki-miyyetine ve insan oğullarındaki, hâkim kanunlarının mevcudiyye-tme işaret den delillerin bazılarıdır... Ne yazık ki insanlar bunları inkâr etmeye kalkarlar, ortadan kaldırmak için çalışırlar!

Burada —erkeğin üstünlüğü ve bunun fıtrî zaruretleri aslî — amilleri üzerinde daha fazla söz edemiyeceğiz... Fakat hemen şunu da ifade edeyim ki, erkeğin hâkim oluşunu ifade etmek kadının şahsiyetini evden ve cemiyetten kaldırmak demek değildir. Aynı zamanda— daha önce de beyan ettiğimiz gibi— «Medenî» durumunu — berhava etmek değildir. Bu ancak nazik aile müessesesi-nin idaresi, korunması, himayesi ve yuvanın değerlerinin varlığı babında — aile çatısı içinde — yapılan bir vazifedir. Aile müessesesi içinde biç bir varlığı, hiç bir şahsiyeti ve aralarında bulunan hiç bir hukuku ortadan kaldırmaz. Aynı zamanda vazifelilerin hiç birisine dokunmaz. Nitekim İslâm, başka mevzularda erkeği ailede hâkim kılan sıfatlan ve bu mey anda zikredilen acıma, gözetme, koruma ve himâye etme gibi hususiyetleri, mal ve can hususundaki mükellefiyetleri, erkeğin kansı ve çocuklanyle olan davranışlarının adâb ve erkânım etraflıca izah etmiştir115.

••

115. Bn MBmılf enen meselelerde tafsilât için aşağıdaki Iramaklara müracaat ediniz- .İslâmî cemiyete doğru, isimli eserin .cihanşümul cemiyet, bölümü. .İslâm «e medeniyetin TproMrmirri. adlı kitabın «Kadın ve cinsi Münasebetler- bölümü. ttrtat lâevdOdtnin «Hicab- ve «Nûr Sûresinin tefsiri*. Ayrıca Dr. Ali Abdul-
İYİ KADINLAR

Sûrei celîlenin akışı, erkeğin vazifelerini hak ve hukukunu aile reisi olmasından doğan mükellefiyet ve sorumluluklarını açıkladıktan sonra, Saliha ve Mümine kadınların durumunu, aile muhitindeki davrânışlannı ve imân! konulardaki tasarrufatını beyan ediyor...

«İyi kadınlar; gönülden boyun eğenler ve Allah’ın korunmasını emrettiğini, kocasının bulunmadığı zamanda koruyanlardır...»

Gönülden boyun eğmek.. itaatkâr olmak Mümine kadının imân ve doğruluğunun vazgeçilmez hususiyetlerindendir. Âyeti celîlede geçen oj-» kelimesi, istiyerek itaat etmek, yönelmek sevgi ve arzu manalarını taşıdığı için iyi kadın zorlamadan, içinden gelerek itaat eder denilmektedir. Bu sebebden «jü-Ti (gönülden boyun

eğerler) ifadesi kullanılıyor da cA-ÎU» (itaat ederler) denilmiyor. Çünkü birinci lâfzın manası ruhîdir. Gölgesi tatlı ve rahatlatıcıdır... Zira bu şekilde bir ifade çocukları görüp, gözeten onları kendi atmosferinde, kendi nefesleri arasında ve kendi gölgesi altında barındıran aile çatısı altındaki karı-kocanın muhafaza edilmesi, korunması ve aralarındaki sevgi ve sükûnetin devamlılığı babında en iyisi ve en uygun olanıdır!

İyi kadınların imânının gerektirdiği vazgeçilmez vasıflarından biri de gerek kocası varken gerekse kocası dışarda iken kocasıyle olan mukaddes bağlan muhafaza etmesidir. Aynı zamanda — ırz ve namusu şöyle dursun— bir an bile kocasından başkasına haram olan yerlerini göstermemesi gerekir. Çünkü kadın bir bütünün yarısıdır.

Hangi şeyin mübah, hangi şeyin haram olduğunu ne kadm tayin edebilir ne de erkek. Bunu ancak Allaü Taalâ tayin edebilir.

«Allah’ın korunmasını emrettiğini...»

Demek oluyor ki mesele erkeğin karısına şu veya bu konuda müsaade etmesiyle çözümlenmiyor. Veya cemiyetin bu meseleler üzerine eğilmesiyle halledilmiyor! Çünkü böyle bir zamanda cemiyet Allah'ın yolundan inhiraf edebilir.

Burada koruma babmda bir hüküm var. Kadının kendini bu hükme göre muhafaza etmesi gerekir...
vahid El-V&fl’nin «Aile ve cemiyet. «İnsan hakları*, Muhanuned Kutub’un «Materyalizmle İslâm arasındaki insan, adlı kitablarına müracaat ediniz.
«Allah’ın korunmasını emrettiği...»

Kur’an-ı Kerim’in tabiri bunu «emir» sigasıyle söylemiyor. Bilakis emir sigasmdan daha derin, daha şiddetli ve daha kuvvetli bir ifade kullanıyor. Ve şöyle söylüyor: Bu, Allah’ın korunmasını emrettiği yerleri korumaktır. İşte Saliha kadınların karek-teri budur. Saliha olmalarının icabıda budur.

İşte o zaman yenilgiye uğrayan müslüman kadm ve erkeklerin bütün mazeretleri sapık cemiyetin baskısı altında erir gider... Ve böylece Saliha kadınların kocaları yokken muhafaza etmekle mükellef oldukları yerler meydana çıkar: «Allah'ın korunmasını emrettiği...» yerler... Gönülden itaat ve rıza göstererek... Büyük bir aşkla korunmasını...

Salih olmayan kadınlara gelince... Şımarıktır onlar... (Yani yüksekte, tepede duranlar ve halka yukardan bakanlar manasında). Ruhî durumları ifade eden hissi bir manzaradır bu... Şımarık kimseler, üstünlük taslayarak, isyan ve taşkınlıklariyle kendilerini gösterirler. .. İlâhi nizam, şımarıklığın bilfiil tahakkuk etmesine, isyan bayrağının kaldırılmasına, hakimiyet makam mm düşmesine ve aile müessesinin iki ayrı kampa ayrılmasına kadar beklemez. Bu durumda telâfi ve tedâvi çareleri azalacağından İslâmî prensiblere göre tehlike bu noktaya gelmeden ıslah yollarına baş vurulması gerekir. Zira beliren felâket bu derece büyütüldükten sonra bu mukaddes müessesenin huzur ve saadeti ortadan kalkar. Çocukların terbiye ve ruh sağlığı bozulur. Bedenî, asabi ve ruhî hastalıkların öldürücü baskılan altında anormal vaziyet alır... Ve neticede dağılır gider...

Şu halde mesele çok önemlidir... Uzaktan anlaşmazlık ve çekişmelerin belirtileri baş gösterdiği zaman hemen gerekli icraata ve önleyici tedbirlere girişmek lâzımdır... Aile müessesesini bozgunculuktan ve yok olup gitmekten kurtarmak için... Ailenin reisi durumunda bulunan erkeğin çoğu zaman ıslah edici, önleyici te’dib hareketlerine girişmesi gerekir. înâlûâmaISâE|' ihaneTve'£^efe£ mek için değil. Ailede sükûneti sağlamak, anlaşmazlığı bir an evvel çıkar çıkmaz hemen gidermek için...


«Serkeşlik etmelerinden endişelendiğiniz kadınlara önce öğUt verin, uslanmazlarsa, kendilerini yataklarında yalnız bırakın. Yine
dinlemezlerse dövün. Size itaat ettikleri takdirde incitmeye kir bahane aramayın. Çünkü Allah çok yücedir, çok büyüktür.»

Geçen konularda Allahü Taalâ’nın erkek ve kadına vermiş olduğu şan ve şereften bahsetmiş, kadına verilen hakların insani vasıflardan doğmuş olup, medeni şahsiyetinin korunması için verildiğini, erkeğin aile reisi olduğunu, kadının hayat arkadaşını seçmesi hususunda herhangi bir tesir yapılamıyacağmı anlatmıştık... Aynı şekilde kadının kendi haklan ve mallarının tasarrufundan tutanda İslâmî nizamdaki bariz faktörlere varıncaya kadar hiç bir hakkının kısıtlanmadığım söylemiştik...

Gerek bu anlattıklarımız ve gerekse geçmiş konulardaki beyanatımız dikkate alınacak olursa — insan kendini gurura kaptırmadan tarafsız yorum yapabildiği takdirde — İslâm'ın ilk tedib hareketine baş vurmasının ve bunun neticesinde ikinci bir terbiye metoduna geçmesinin sebebleri kolayca anlaşılmış olur...

Binaenaleyh bu hükümler —serkeşliğin baş göstermesinden korkulduğu zaman — kalbleri ıslah etmek ve aile çatışım yıkmamak için icra edilen pratik esaslardır. Evet gaye budur. Yoksa kalbleri bozmak , ruhları kin ve kötülükle doldurmak veya zillet içinde ezmek değildir...

Bu hükümler... hiç bir zaman... kadınla erkek arasında bir muharebe yaratmaz... Serkeşliğe yöneldiği zaman kadının başmı ezmek veya kudurmuş köpekler gibi zincire vurmak için konulmamıştır!

Katiyyen böyle bir niyet taşımıyor İslâm. İslâm bu değildir... Gerçi bu nevi hareketler tarihi devirlerde bazı cemiyetlerde görülmüştür. İnsanlığın bütününü tahkir eden bir anlayıştan doğmuştur bu. İnsanlardan belli grubu tahkir eden bir anlayıştan değildir. İslâm’a gelince... Bu mesele İslâm’da şekil, suret, hedef ve gaye bakmamdan cidden büyük bir değişiklik arzeder...

«Serkeşlik etmelerinden endişelendiğiniz kadınlara fince fiğüt verin...»

İşte yapılacak ilk icraat budur... Öğüt vermek... Aynı zamanda bu, ailenin reisliğini üzerine alan kimsenin yapacağı ilk vazifedir de... Terbiyeye yönelen bir harekettir. Her zaman için aile reisin den beklenen şu emri ilâhiyeye imtisaldir: «Ey iman edenler! Ne-
fişlerini» ve aile efradının yakacağı taşlar ve insanlar olan ateşten koruyunuz...» Ancak bu gibi hallerde İslâm belirli bir hedef için muayyen bir gayeye yönelir. Bu gayede serkeşliği daha yayılıp dağılmadan tedavi etmektir. İşte bu serkeşliğin belirtilerini bir anda yçk eden biricik tedavi usulüdür.

Fakat öğüt fayda vermeyebilir... Çünkü çeşitli kaprisler veya son hadde varan taşkınlıklar buna engel olabilir... Aym zamanda güzelliğiyle, malıyla... Veya ailevi durumuyla... Yahut ta diğer bir takım kıymet ve değerleriyle üstünlük sevdasma kalkışabilir... Bu arada zevce olmak münasebetiyle aile müessesesinin ortağı durumunda olduğunu, hiç bir zaman çatışmaya veya kendisi için iftihar vesileleri aramaya hakkı olmadığı gerçeğini unutup gidebilir. İşte burada ikinci icraat başlar... Kadının cazibe ve güzelliğinden veya kendisini üstün kılan halinden dolayı nazmı dindirecek bir psikolojik üstünlük temin etme hareketi başlar...

. «Kendilerini yataklarında yalnız bırakınız.»

Yatak cazibe ve tahrik mahalidir. Şımarık serkeş kadın haki-miyyetinin zirvesine burada ulaşır. Eğer erkek kadının bu tutumuna karşı duygularını frenleyebilirse şımarık, serkeş kadının en geçerli silâhını elinden düşürmüş olur. Erkeğin bu derece soğuk kanlılığı ve kuvvetli irâdesi karşısında kadın — çoğu zaman — yumuşar ve âni bir dönüş yapar! Ancak bu icraatın da kendisine has bir şekli vardır. Yataktan yalnız bırakma icraatının... Bu da kan kocanın yatak odasından ayn ve açıktan olmamalıdır. Bu ayrılış çocuklann ya-nmdada olmamalıdır. Çünkü bu, çocuklann ruhunda şer ve fesat tohumunun yetişmesine sebeb olur. Erkek de, ilgisizliğini başkalan-na hissettirmemelidir. Çünkü böyle bir hareket kadını küçük düşür rür. Şeref ve haysiyetini kırar. Netice itibanyle şımarıklığının daha artmasına vesile olur... İslâm’ın bu hükümlerle hedefi serkeşliğin tedâvisidir. Kanyı zelil düşürmek veya çocuklann ahlâkını bozmak değildir! Ve bu iki hedefler İslâm’ın yalnız bırakma icraatlardaki esas gayesini ortaya koymaktadır...


Bu tedbirler yeterli olmayabilir... Peki aile müessesesini yıkılmaya mı terkedelim yani? Hayır! Burada ikinci bir icraat daha var. — Çok çetin olmasma rağmen — bu aile müesesesinin bütünüyle yıkılıp gitmesinden tabii ki daha kolay ve daha iyidir:
216
TtZHAlrtL KUB’AN
Cüz : S
«Yine dinlemezlerse döğün»

Geçmiş manaların ve bütün icraatların hedefinin tek bir noktada toplanmış olması bu dövme işinin intikam almak veya işkence etmek gayesine yönelmediğini açıkça göstermektedir. Aynı zamanda kadma ihanet etmek, hakir ve zelil düşürmek, razı olmadığı bir hayata cebren, zorlayarak teşvik etmek gibi bir hedefe de matuf değildir... Bu arada dövme işinin mürebbinin terbiye duygulanyle mücehhez olması esası üzerinde sınırlandırılıyor. Tıpkı bir babanın çocuklarım veya bir öğretmenin talebesinin iyi niyetle dövmesi gibi...

Bilindiği gibi aile müesses esinde karı-koca tam bir mutluluk içinde geçinip gitmeleri halinde bu icraatların hiç birine lüzum yoktur... Bunlar ancak fesat ve çatışma tehlikeleri baş gösterdiği zaman alınacak tedbirlerdir. Evet, bu icraatların tedavi edemeyeceği bir geçimsizlik husule geldiği zaman bu nevî yollara başvurulur. Öğüt fayda vermezse, yatakda yalnız bırakmak bir şey sağlamazsa, bu takdirde bu anormal hal bir başka çeşit olmalıdır. Başka çarelerin fayda temin etmediği bir seviyededir. Öyleyse bu çare fayda temin edebilir...

Bazı ruhî bozukluklar üzerinde psikologların yaptıkları tecrübeler ve mülâhazalar aynen şöyle konuşuyor. «Ruhi bozuklukların giderilmesi, kişinin davranışlarının düzeltilmesi ve normale doğru götürülmesinde en başarılı yol, dövmektir? ■ Bu durum tecrübi psikolojinin adiyle bildirdiği anormal hastalıklardan başka seöebler-den doğmuş olabilir. Haddi zatında biz psikoloji ilminin mütâlaları-nı tamamen kabul edilmiş ilmi gerçekler olarak kabul etmiyoruz. Dr. Alexis Carrel’in de dediği gibi tecrübi psikoloji İlmî manada bir ilim değildir henüz. Bir kısım kadınlar sevdikleri erkeği tam bir erkek olarak kabul etmek için pazu kuvvetiyle kendilerini alt etmesini arzu ederler. Elbette bu bütün kadınların tabiatı değildir. Bu tip kadınlar da mevcuttur. İşte böyle durumlarda bu son duruma başvurulması icab eder... Aile müessesesi ancak bu şekilde sağlamlaşır ve yuva emniyet, huzur ve selâmet havasına bürünebilir.

Her şeye rağmen bu hükümleri takrir eden zat insanların Halikıdır şüphesiz ki o, yaratıklarım çok daha iyi bilir. Alîm ve Habîr olan Zatı Kibriyanın sözünden sonra yapılacak her münakaşa boş-
tur. Allahü Taalâ’nın ihtiyarının karşısına dikilip O’na teslim olmamak, doğrudan doğruya imandan çıkmaya sebep olur.

Allahü Taalâ bu icraatları, vasfını tayin eden "bir hava içerisinde takrir ediyor ve buradaki niyeti belirterek onun gerisindeki gayeyi tahdid ediyor.

Allahü Taalâ bazı erkeklerin — din adı altında — cellât kesilmeleri, kadınları köle durumuna düşürmeleri, erkeğin kadınlaşması, kadının erkekliğe özenmesi yahutta her iki tarafın kadınla erkek arasında — dinde tekâmül diyerek — hafifçe üçüncü bir sınıf meydana getirmeğe kalkışmaları gibi yanlışlıklara mahal bırakmamak için her müşkilin bir çaresini ve bununla birlikte mâna ve maksadını beyan etmektedir... Böylece din adına yapılanlarla dinin ruhunu birbirinden ayırmak mü’minler için hiç te zor değildir.

Anlaşmazlık —ilerlemeden— emâreleri görülünce telâfi etmek maksadıyle bu icraat mübah kılınmakla beraber, kötüye kullanılmaması için de gereken tedbir alınmıştır. Nitekim Resûlullah (S.A.V.) evinde ailesiyle olan muamelelerinde bu hususu fiilî sünnetiyle ve kavli tevcihatıyla bazı yanlış anlama ve taşkınlıkları bir çok hadis-î şeriflerinde açıklamışlardır.

Sünen ve müsned sahihleri Muaviye Bin Hide’tül Kuşeyriden şu hadisi rivayet ederler. Muaviye peygamberimize sorar: Ya Resûlullah! Birimizin karısının üzerindeki hakkı nedir? Resûlullah cevap verdiler :

t is-ji tjt ç»_:r l Ijl Isj-Cîj c c, tjl İ4«»l»t jl t Jî

■— Yediğin zaman yedirirsin, giydiğin zaman giydirirsin. Yüzüne vurmazsın, takbih (sen çirkin demek) etmez ve evinden başka yerde yatakta yalnız bırakmazsın.»

Ebu Davud, Nesei ve İbni Maceh rivayet ediyorlar. Resûlullah şöyle buyuruyor: «Allah’ın cariyelerini (kadınları) dövmeyiniz.»

Ü ı jyi; v


Hazreti Ömer Resûlullah’m huzuruna geldi ve dedi ki: »Kadınlar kocalarına karşı geliyorlar.» Bunun üzerine Resûlullah, kadınla-
rın dövülmesine müsaade verdi. Bir çok kadın Resûlullah’ın ailelerinin yanına gelerek kocalarından şikâyet ettiler. Bunun üzerine Resûlullah (S.A.) buyurdu:

^ J* ıjL-kl Jîi ı (p«JL») iü JJ

«Muhammed (A.S.) m ailesinin yanma bir çok kadın geliyor, kocasından şikâyet ediyor... O erkekler sizin hayırlılarınızdan değildir.»

Resûlullah (S.A.) buyurdu:

f ‘ .ıÇN jnJK” *^✓'1 1 -j^-eiY >

«Sizden biriniz hayvan gibi gilndüzleyin karısını dövüp te geceleyin yatağına yatmasın.»

Bir başka hadisi şerifte buyuruyor:

• fJf~ ?’•>*’

■Sizin en hayırlınız ailesine karşı hayırlı olanımzdır. Ben de kendi aileme en hayırlı olan iniz ım11*.»

Bu nevi nasslar ve tevcihat ve bunlarm etrafında cereyan eden hâdiseler cahiliyet tortularının İslâmî nizamın talimatıyle çatışmalarını bir tablo halinde sunuyor. Bu tablo, hayatın diğer sahalarındaki tevcihatla bu tortular arasındaki, çatışma şekline çok benziyor. Evet, yeni İslâm! esasların ortaya konulmasından önceki çatışmaya... Müslüman cemiyette yaşayan müslümanların kalblerinin derinliklerinde kökleşmeden önceki mücadeleye...

Durum ne merkezde olursa olsun yukarıdaki belirttiğimiz icraatın herhangi bir merhalesinde - gaye gerçekleşmiş ise - icraatın orada durdurularak başka yere geçilemeyeceği belirtilmiştir:

«Size itaat ettikleri takdirde incitmeye bir bahane aramayınız.» Böylece gayenin gerçekleşmesi anında icraat durduruluyor. Zaten esas gaye de itaattir. îstiyerek yapılan itaat, yoksa zoraki yollarda değil. Çünkü zorla yapılan bir itaat, aile müessesesini cemiyet kaidesi üzerine oturtabilecek bir itaat değildir.
116. Tirmizi ve Teberini.
Aynı zamanda âyeti celîle, itaat tahakkuk ettikten sonra, icraatlara devam etmeyi, zulüm, baskı ve tecavüz olarak karşılamaktadır.

■incitmeye bir bahane aramayınız.»

Bu nehiyden sonra Allahü Taalâ’nın çok yüce ve çok büyük olduğu hatırlatılıyor, kalbleri tatmin etmek, mağrur başlan eğdirmek kibir ve azgınlık duygularını bertaraf etmek için... Bazı nefislerden geçmesi muhtemel olan zulüm ve üstünlük tasarlama hislerini yok etmek için. Bütün bunlar Kur’an’a has teşvik ve korkutma metodu içerisinde yapılıyor.

■Çünkü Allah çok yücedir, çok büyüktür...»

* -5

Yukanda anlattığımız icraat, anlaşmazlık ortaya çıkmadan sadece emarelerinin görülmesi anında alınması gereken ihtiyat tedbirleridir. Fakat taraflar anlaşmazlığı açıkça ortaya koyarlarsa bahsi geçen icraata lüzum yoktur. Çünkü değeri kalmamıştır. Bir fayda temin etmez artık... Zira çekişme, birbirlerinin başım ezmek için çalışan iki hasım arasındaki çatışma ve muharebeye dönmüştür! Halbuki maksat bu değildir. Böyle bir şey arzu edilemez... Daha önceki icraatla! hiç bir fayda temin etmiyor, üstelik geçimsizliğin daha da artmasına, şımarıklığın alevlenmesine ve geride kalan bağların koparılmasına vesile teşkil ediyorsa, veya başka neticeler doğuruyorsa... İşte böyle bir durumda hakim İslâm nizamı, bu büyük mü-esseseyi yıkılmaktan kurtarmak için son icraatı gösterir. Evet, ellerini müesses eden çekmeden, onu yıkılmaya terketmeden önce...

«Eğer karı-koca arasının açılmasından endişeye düşerseniz kendilerine bir hakem erkeğin ailesinden, bir hakem de kadının ailesinden gönderin. Bu hakemler gerçekten barıştırmak isterlerse, Allah, karı-koca arasındaki dargınlık yerine geçim verir. Şüphesiz ki Allah hakkıyle bilendir, her şeyin aslından haberdardır.»


Görülüyor ki İslâm, kan-koca arasındaki gerginlik ve geçimsizliklerin tesir altında kalarak nikâh bağının koparılmasını, aile mü-essesesinin aynı çatı altındaki büyük — küçük — çaresiz, zavallı ve günahsız kimselerin başına yıkılmasını hiç bir «mim istememekte-
d ir. İslâm’da aile müessesesi mukaddes olup cemiyetin temel yapısı olması bakımından büyük bir değer taşır. Bunun için İslâm, aile yapısının uzun ömürlü olması ve gelişmesi için yapısındaki çatlaklara yeni tuğlalar koyarak tamir etmek ister.

İslâm, — karı-koca arasının açılmasından korkulduğu an— aile çatısı çökmeden son çareyi gösteriyor. Bir hakem erkeğin ailesinden, bir hakem de kadının ailesinden gönderilmesini istiyor.

Bu hakemlerin karı-koca arasını bozan rûhî taşkınlıklardan, şuur altında kalan hatıralardan ve hayatın hâdiselerinden uzak kalmaları gerekir.. Aynı zamanda hayat atmosferini bozan, münasebetleri engelleyen — karı-kocaya yakın olmaları sebebiyle — hayatlarındaki diğer bütün temiz duyguları örten tesirlerden de uzak olmaları icab eder. Evet, iki ailenin arzularına kulak vererek. Küçük çocuklara şefkat göstererek... — Zamanımızda olduğu gibi — birini diğerine tercih etmekten çekinerek... Yıkılmakla karşı karşıya bulunan ailenin, çocukların ve karı-kocanın selâmetini düşünerek... Esasında bu iki hakem ailenin sır verebileceği en emin kimselerdir. Çünkü kendi ailelerindendir. Bunun için sırlarını dökmede mahzur yoktur. Öğrendikleri sırları yaymakta çıkarları da yoktur. Hatta saklamakta büyük menfaatları vardır!

Her iki hakem de karı-kocanın ıslahında hem fikirdirler. Tabii ki karı-kocanın kalbinde gerçekten geçim arzusu varsa... Zira sadece öfke bu isteği engellemeye kafidir. Hakemlerin kalblerindeki kuvvetli arzunun tavassutuyle Allahü Taalâ karı-koca arasındaki geçimsizliği giderir.

«Bu hakemler gerçekten barıştırmak isterlerse, Allah, karı-koca arasındaki dargınlık yerine geçim verir.»

Evet, barıştırmak ister onlar... Allahü Taalâ da onların isteklerini kabul eder. Bu yolda muvaffak kılar.

İşte insanların kalbleri ile Allah’ın meşiyyet ve takdiri arasındaki münasebetler böylece temin ediliyor... Hiç şüphe yok ki insanların hayatında vukua gelen her şeyi tahakkuk ettiren Hak Taalâ-dır. İnsanlar gereken şekilde çalışıp çırpma bilir ama bundan sonra her şey Allah’ın takdirine göre tecelil eder.

Ve bunlar her şeyin gizliliklerinden haberdar olan, herkesin
faydasına olan şeyleri en iyi bilen bir zatın ilmine uygun olarak meydana gelir:

«Şüphesiz Allah, hakkıyla bilendir, her şeyin aslından haberdardır...*

İşte böyle... Bu bahis içerisinde İslâm’ın kadına ne kadar değer verdiği, aile müessesesinin ehemmiyeti ve iki cins arasındaki münasebetler hususunda takındığı ciddi tavır ortaya çıkıyor. Ve bunların içtimai rabıtalar arasındaki mevkii ibraz ediliyor. Bu arada İslâm'ın İlahî nizamının beşer hayatının en önemli sahasında ne kadar dikkat ve itina ile hareket ettiği de ortaya çıkıyor. Bu arada bu nizamın sarf et.iği gayretin bir kısmını da müşahede ediyoruz. İslâm bu cemaatın elinden tutuyor kapıp kurtardığı cahiliyyet bataklığından Allah'ın hidayeti üzerinde en yüksek tepeye ta zirvelere kadar yükseltiyor. Allah'ın hidayetinden başka hiç bir hidayet yoktur...

: J2l rrir

1 yorum:

  1. Bu noktadan hareketle kadın mülk edinme ve kazanmak konularında erkekle eşit muamele görmeye hak kazanmıştır.

    Doktor Abdûl Vahit Vâfi «İnsan hakları» adlı kitabında garp devletleriyle İslâm’daki kadın mevzuatını inceledikten sonra şu gerçekleri anlatıyor:

    «İslâm, bütün kanunlar ve medenî hukuk karşısında kadını müsavi tutmuştur. Bu eşitlik, evli ve bekâr kadınlar için aynıdır. İslâm’daki evlilik ile garbın Hiristiyan alemindeki evlilik arasında büyük farklar görülür. İslâm hükümlerine göre, kadın evlendikten sonra medenî hukuk ve değerlerinden hiç bir şey kaybetmez. İsmine, şahsiyetine, alım satım yoluyla mülk sahibi olmaklıktâki hukukuna, mensup olduğu aile bağlarına ve bunlara benzer diğer medenî haklarının hiç birine halel gelmez. Tam bir hürriyet içinde alır, satar, müstakil mal sahibi olabilir; rehin, hibe ve vasiyet gibi şeyleri yapabilir. Kocası — az veya çok — hanımının malından bir hak talep edemez. Allahu Taalâ bu mevzuda şöyle buyurmuştur:

    «Bir eşin yerine başka bir eş almak isterseniz, evvelkilere yüklerle mihir vermiş olsanız bile bir şey almayın. İftira ederek ve günaha girerek ona verdiğinizi alır mısınız?

    Onu nasıl alırsınız ki birbirinize karışıp katıldınız. Ve onlar sizden kuvvetli teminatta aldılar.»

    Diğer bir âyeti kerimede:

    ■Onlara verdiklerinizden bir şey almanız size helâl olmaz»

    buyuruluyor.

    Mademki erkek, karısına kendi verdiğinden birşey alamıyor, o halde kadının asıl mülkünden hiç alamaz. Ancak kadının rızası olursa ve samimiyetle verdiği anlaşılırsa, gerek kendi verdiğinden, gerekse kadının asıl mülkünden alabilir. Bu konuda Hak Taalâ şöyle buyurmuştur:

    •Nikâh ettiğiniz kadınların mihirlerini cömertçe verin. Eğer ondan gönül hoşluğu ile size birşey bağışlarsa onu da içinize sine sine yeyin».

    Erkeğin, kadının malında tasarruf hakkı yoktur. Ancak kadın
    izin verirse veya kendi hesabına akit yapılması üzere kocasını vekil ederek kocası tasarruf hakkına sahip olur. Bu durumda dahi kadın isterse kocasına verdiği vekâleti ilga edip başkasını vekil tayin edebilir.
    ********************
    En modern demokratik ülkelerde bile kadın hakları İslâm'ın tanıdığı haklar seviyesine erişememiştir. Yakın zamanlara kadar Fransa’da — hatta bugün bile — kadının durumu bir çeşit medeni köleliktir. Medenî hak ve yetkilerden çoğunu kanunlar kadından almıştır. Fransız medenîkanununun 217. maddesinde şu hüküm vardır:

    Evli kadın —evlilikleri mülkiyet ayrılığı esasına dayalı olsa bile — hibe etmek, mülkünü elinden çıkarma, rehin verme, bedelli bedelsiz mülk edinme — pazarlığa kocası katılmadıkça veya yazılı muvafakat bildirmedikçe — hakkına sahip değildir.
    **********************
    Sonradan bazı fıkralar ilâve edilmek suret ile kanunda tadilat yapılmış ise de halen Fransız kadınının durumu bu kanunun tesiri altındadır. Garblı kadına yüklenen bu köleliği Garbın kanun ve ananeleri desteklemektedir. Nitekim kadın evlenir evlenmez isim ve aile lakabını kaybederek artık filân kızı filân diye anılmak yerine filanın hanımı anlamına gelen madam filân diye anılır. Yani babasının adını terkederek kocasının aile lakabıyla anılır. Kadının isim değiştirerek kocasının soy adını alması şahsiyetini kaybederek beyinin şahsiyetine bürünmesi demektir.
    ******************
    Ve gariptir ki bizim hanımlarımızdan pek çoğu bu idarenin mahkûm ettiği Garblı hanımlara benzemeye özenmekte, anlattığımız düşüklüğe rıza göstermektedir. Bu, kör taassubun en ileri derecesidir. Daha tuhafı, körü körüne bu özenişi gösterenler kadın haklarının peşinde koşarak kadınla erkek arasında eşitlik olmasmı istiyenlerdir. Bunu yaparken tabii İslâm'ın, onların değerlerini yükselttiğini ve erkeklerle onları eşit kıldığını ve bahşettiği diğer hakları çiğnediklerini bilememektedirler.»

    YanıtlaSil