3 Şubat 2015 Salı

Sen öğüt ver çünkü sen ancak bir öğütçüsün.

21 — Sen öğüt ver çünkü sen ancak bir öğütçüsün.

22 — Onların üzerine zor kullanacak değilsin.

23 — Ancak kim yüz çevirir ve küfrederse,

24 — Allah ta onu en büyük azap ile azaplandırır.

25 .— Şüphesiz onların dönüşü ancak bizedir.

26 — Sonra hesaplarını görmek de şüphesiz bize düşer.

Sen bununla ve onunla öğüt ver kendilerine. Âhireti hatırlat, Ahirete olanları söyle. Kâinatı ve kâinatta olanları öğütle. Zira sen yalnızca bir öğütçüsün. Kesin olarak senin vazifen budur. Bu dâvadaki vazifen de bundan ibarettir. Bunun ötesinde ne lehinde ne de aleyhinde birşey vardır. Senin vazifen sadece öğüt vermektir. Sen bunun için vazifelendirilmiş ve buna hazırlanmışsın.

“Onların üzerine zor kullanacak değilsin.” Sen onların kalbine birşey yapamazsın. Zorla ve baskıyle kalblerine imanı sokamazsın. Çünkü kalbler Rahman’ın parmaklan arasındadır. Oraya hiçbir insanın gücü yetmez. Bundan sonra farz olmuş bulunan cihad ise insanları zorla imana sokmak için değil, insanlara iman dâvasını tebliğ noktasından önlerine dikilecek engelleri kaldırmak içindir. Ortada hiçbir engel kalmaması, duymalarını kimsenin önlememesi duydukları zaman istedikleri dini seçmelerini kimsenin engellememesi içindir. Peygamberin yapabileceği biricik vazife hatırlatmak için yollara dikilen engelleri kaldırmaktır.
******************************
Peygamberin bu dâvada öğütçü, tebliğci olmaktan başka vazifesi bulunmadığı hususu Kur’anı kerîmde çeşitli sebeplerden ötürü çok tekrarlanır. Bu sebeplerden birincisi peygamberi tebliğ eden sonra davet vazifesini yerine getiremediği endişesinden kurtulmak, sinirlerini rahatlatmak ve işi dilediğini yapan takdiri ilâhiye bırakmaktır. Hayır dâvasının zaferi ve insanların bu dâvaya el atmasını istemek hususunda insanların aşırı istek ve ısrarı şüphesi ki çok şiddetli bir ısrardır. Ve dâva adamının nefsini, arzularını dâva sahasından çekip çıkarmak için böylesine ard arda imaları gerekli kılmaktadır. Ancak böylece o vazifesini yapar, dâvet nasıl karşılanırsa karşılansın, netice ne olursa olsun o bundan kendini sorumlu tutmaz. İman eden, iman etmeyenlerin düşüncesiyle içini yeyip bitirmez. İman ettiği dâvanın çevresindeki şartlar fenalaşınca, dâvaya bağlananlar azalıp düşmanlıklar çoğalınca kafasını bu ağır meselelerle meşgul edip yormaz. İnsanların Allah dâvasının zaferi ve onda bulunan hayır ve rahmeti tatmaları hususunda aşırı bir istek ve ısrar içerisinde olduklarını gösteren hususlardan birisi de Hz. Peygambere yapılan bu mü kerrer tevcihattır. O Hz. Peygamber ki, Allah’ın edebiyle edeblenmiş, Allah’ın takdir ve ilmini en iyi bilenlerden birisi olmuştur. Bunun için işte uzun tekrarlarla çeşitli zamanlarda yapılan uyarılarla bu hırsı ve ısrarı yenip telafi etmek gerekmiştir. Peygamberin hududu bu olunca mesele bu hududa gelip dayanmakla bitmez. Yalancılar kurtulup sağ salim geri dönecek değillerdir ya. İşin sonunda Allah vardır. Ve bütün meseleler en sonunda ona döndürülür: “Ancak kim yüz çevirir ve küfrederse, Allah ta onu en büyük azap ile azaplandırır.” Onlar mutlaka yalnız ve yalnız Allah’a döneceklerdir. Ve yalnızca Allah cezalandıracaktır kendilerini. Surenin sonundaki bu kesinlik ve açıklık içerisinde yer almaktadır bu ifade: “Şüphesiz onların dönüşü ancak Bizedir. Sonra hesaplarını görmek te şüphesiz Bize düşer.” Böylece bu dâvada peygamberin vazifesi, onun ardından gelen dâva adamlarının da vazifelerini sınırlandırılmış oluyor... Sen ancak bir öğütçüsün, öğüdünü verdikten sonra onların hesabını görmek Allah’a düşer. Allah’a dönmekten kaçıp kurtulacak hesap ve cezasından sıyrılacak halleri yoktur. Yalnız iyice anlaşılmalıdır ki öğütle, dâvanın insanlara tebliği ve öğüdün bütünüyle gerçekleşmesi İçin aradaki engellerin kaldırılması icap eder. İşte gerek Kur’an-dan gerekse peygamberin hayatından çıkardığımız görev vazifesi bundan ibarettir. Eksik ve fazla olmadan.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder