4 Mart 2015 Çarşamba

İNSANLIĞIN CAN DÜŞMANLARI

Yahudilerin, durumu, tutumu ve sözlerinden dolayı Allahü Taalâ onları taaccüble karşılayıp, üzerlerine lanet yağdırdıktan sonra... Resûlullaha ve müslümanlara karşı tutumlarını ve Allah’ın müslümanlara böyle bir lütfü ihsanda bulunması münasebetiyle yahudilerin kin beslemelerini ayıplıyor. Allah'ın bu dini, bu nimeti ve ihsanı müminlere bahşetmesi ve kendilerine bir şey verilmemiş olmasından dolayı besledikleri kin... Ayni zamanda yahudilerin dönek tabiatlarını*ve başkalarına verilen ihsanları olduğundan fazla, çok göstermelerindeki tutumlarını da açıklıyor. Halbuki Allahü Taalâ kendilerine ve atalarına da bol bol ihsanlarda bulunmuştu, ama onlar bunun kadrini ve kıymetini bilmemişlerdi. Yine de buğz ve hased beslemekten imtina etmemişlerdi:

«Yoksa onların hükümranlıktan bir payı mı var? Bu takdirde onlar, insanlara bir çekirdek parçası bile vermezler.

Yoksa Allah'ın bol nimetinden verdiği ihsanları mı çekemiyorlar? Oysa İbrahim hânedânına da kitab ve hikmet verdik ve onlara büyük bir nimet bahş ettik.»

Aman Allah’ım ne tuhaf... Allahü Taalâ’nın kendi indi İlâhîsinden bir kuluna nimetler ihsan etmesine tahammül edemiyorlar. Yoksa bu yahudiler —Haşa— Allah'ın ortakları mıdırlar?... Onun mülkünde kendilerinin payı mı vardır? Halbuki O mülkünden dilediğine dilediği kadar verir... Şayet bu mülkü İlâhîde onların bir payı olsaydı —Cimriliklerinden ve gözlerinin darlığından— kimseye bir çekirdek bile tattırmazlardı... 
yı olsa insanlara bir hurma çekirdeğinin içindeki zerre miktarındaki bir şeyi bile vermezlerdi... Hamd olsun Allah’aki bir şeye malik değiller... Yoksa bütün insanlar helâk olurlardı... Çünkü dar-gözlü yahudiler zerre miktarı bir şey vermezlerdi kimseye...

Belki de bu içlerindeki hased yüzündendir... Allahü Taalânın fazlu kereminden Resûlullaha ve müminlere nimetler bahş etmiş olmasına karşı duydukları hasedden... Müslümanları yeniden yepyeni bir hayata başlatan ve tekrar doğmalarını temin eden lıu din nimetine hasedlerinden... Müslümanlara apayrı bir insan mevcudiyeti bahşeden, şeref ve izzet verdiği gibi tertemiz kılan, huzur ve güven, nur ve yakin bahşeden bu İlâhî dine hasedlerinden...

Yahudiler bilfiil kıskanıyorlardı müslümanları... Çünkü bu dini İlâhî gelmeden evvel... Birbiriyle çarpışan, birbirini yiyen bölük pörçük cahiliyyet devri Araplann üzerinde temin etmiş oldukları siyasî ve İktisadî hakimiyet arzularını artık yitiriyorlardı. Gidiyordu ellerinden hepsi...

Fakat Allahü Taalânın kendi indi İlâhîsinden insanlara ihsan buyurduğu nübüvvet ve risalet nimetini niçin kıskanıyorlardı? Allahü Taalâ kendi fazlu kereminden İbrahim peygamber devrinde onlara da vermemiş miydi?... Nitekim Hak Taalâ H z . İbrahim’e ve onun sülalesine kitab vermiş, hikmet vermişti — ki bu nübüvvetin kendisidir— Mülk vermişti onlara. Efendi kılmıştı. Fakat onlar bu nimetin kadrini bilmediler, İlâhî ihsanı muhafaza edemediler, ahdi kadîmi koruyamadılar. Bir yığın imansız topluluklar karıştı aralarına. Halbuki Allah'ın bu ihsanına maz-har olanların arasında imansız kâfirlerin bulunması uygun düşmezdi.

■Oysa İbrahim hanedanına da kitab ve hikmet verdik. Ve onlara büyük bir nimet bahşettik. Onlardan bir kısmı ona inandı. Bir kısmı da ondan yüz çevirdi. Çılgın bir ateş olarak cehennem

yeter...»

Şu halde kimi kıskanıyorlar bunlar?... Allah'ın nimet ve ihsanını bahşettiği kimseleri mi? Bu takdirde kıskançlık mahrûmi-yetten gelir ki bu, kıskanan kimseyi rezil ve rüsvay eder. Yahut ta nimetin içine gömülmüş kimselerden gelir ki bu, gayet çirkin ve

Sûre 4 : Nisa Sûresi FfZILÂL~lL KUR*AN 275

iğrenç bir hastalıktır. Yahudilere mahsus şirretliktir bu... Sadece onlara mahsustur...

Bunun için işte cehennem ile tehdid geliyor. Bu iğrenç şirretliğin en uygun cezası da budur:

«Çılgın bir ateş olarak cehennem yeter...*

Âyeti kerîmenin seyri tam bu noktaya gelince, iman! mevzular zikredilip İbrahim peygamberin hânedânından oldukları halde imana engel olmaya çalışanların hali anlatıldıktan sonra âlem şümûl mücâzât kaidesi yer alıyor. Müminlerin ve yalancıların mücâzâtı... Bunların ve onlann ceza ve mükâfatı... Her zaman ve her dinden... Bu ceza, kıyametin korkunç ve dehşetengiz sahnelerinden bir sahne halinde canlandırılıyor :

56 — Şüphesiz ki âyetlerimizi inkâr eden kafirleri yarın ateşe atacağız. Derileri piştikçe azabı duysunlar diye, derilerini değiştirip yenileyeceğiz. Allah, Azız olandır, Hakim olandır.

57 — İman edip, salih amel işleyenleri içinde ebedî kalacakları, alımdan ırmaklar akan cennetlere koyacağız. Onlara orada zevceler vardır. Onları en koyu gölgeliklere yerleştireceğiz.*

«... Derileri piştikçe, azabı tatsınlar diye kendilerine değiştirerek başka deriler vereceğiz...*

Bitip tükenmek bilmeyen bir sahnedir bu. Müşahhas halde durmadan tekrarlanan bir manzaradır bu... Hayal ona bir kerre ilişiyor ve bir daha sıynlamıyor! Bir dehşet. Dehşetin de çekici ve kahredici cazibesi vardır... İşte âyeti kerîmenin seyri bu manzarayı canlandırıyor ve bir lafız halinde tekrarlıyor... ( Çg ) «her

ne zaman» lafzı ile ifade ediyor... Ayni sahneyi de bir cümlecik ile korkunç ve dehşetengiz şekliyle gözler önüne seriyor... «Herne zaman derileri pişerse...*...Cümlenin geri kalan kısmı ile de fevkelade ve hayretâmiz şekilde sahneyi resmediyor... «Kendilerine başka deriler vereceğiz?...» O korkunç ve dehşetengiz, tüyleri ürperten sahne kısacık bir şart cümlesi içerisinde özet leniveriyor.

İman için bütün şartlar hazırlandıktan sonra küfre dalmanın. cezası böyledir işte... En uygun ceza budur:

«Azabı tatsınlar diye...»






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder