8 Mayıs 2016 Pazar

Dünya'nın uzaydaki yeri ( Yüce Allah'ın yarattığı Kainat)

KAİNAT, İNSAN ve HAYAT HAKKINDA AKIL YÜRÜTME SİSTEMATİĞİ

Kâinat, insan ve hayatı araştırmak, "doğa"yı araştırmaktan farklıdır. Çünkü "doğa"; kâinat, insan ve hayata oranla daha kapsamlı bir kavramdır. "Kâinat, insan ve hayat"ı araştırmak, "alem"i araştırmaktan da farklıdır. Çünkü "alem", Allah'ın dışındaki her şeyi kapsar. Bu açıdan "alem", melekleri, şeytanları ve doğayı da kapsamına alır. Dolayısıyla "biz kâinat, insan ve hayat hakkında araştırma yapıyoruz" dediğimizde, bu sözümüzle ne "doğa"yı ne de "alem"i kastediyoruz. Bizim bu sözden kastımız, sadece kâinat, insan ve hayat hakkında akıl yürütmektir. Çünkü insan, kâinatta yaşar. Bu nedenle insanı, kâinatı ve hayatı tanımak zorundadır. Bu durumda doğayı araştırmak gibi bir misyon yüklenmez. Zira doğayla ilgili araştırma yapmak, ona kendi türü, hayatı ve yaşadığı kâinat hakkında bir fayda sağlamayacaktır. Aynı şekilde melek, şeytan gibi doğa ötesi varlıklara ilişkin araştırma yapmak da onu ilgilendirmez. Çünkü bunları araştırmak, insanda bir "düğüm" oluşturmaz. Çünkü insan, kendi varlığını, hayatını ve yaşadığı kâinatı hisleriyle algılar. İnsan, olayları ve eşyayı birbirinden ayırt edebilme safhasına geldiğinde kendi kendine birtakım sorular sormaya başlar:

Kendi varlığından, annesinin, babasının, hatta en uzak dedesinin varlığından önce ne vardı? Kendisinin veya diğer insanların yaşamakta oldukları hayattan önce bir şey var mıydı, yok muydu? Kâinatta görmekte olduğu yeryüzü ve güneş, adlarını duymakta olduğu yıldızlardan önce bir şey var mıydı? Bunlar ezeli mi, yoksa bunlardan önce ezeli bir varlık var mıydı? Kâinat, insan ve hayatın sonrası var mı, yok mu? Ebediyete kadar böyle mi devam edecekler, yoksa bir gün yok olup gidecekler mi? İnsan, kendisine bu tip soruları sık sık sorar. Yaşadıkça bu tip soruların oranı gittikçe artar. Zamanla bu durum, onda öyle "büyük bir düğüm" meydana getirir ki, insan sürekli onu çözmekle uğraşıp durur. İnsanın kendisine sorduğu bu sorular, onun bir vakıayı öğrenme arayışlarının sonucudur. Başka bir ifadeyle bu sorular, bir vakıanın duyu organları aracılığıyla beyne iletilmesi işlevini görürler ve böylece insan vakıayı hissetmiş olur. Ancak kişinin elindeki bilgiler, söz konusu "büyük düğüm"ü çözmesine yetmez. Büyüdükçe daha çok bilgiye sahip olur ve her defasında elde ettiği bilgilerle vakıayı yorumlamaya yeltenir. Bütün bu girişimlerden sonra vakıayı "kesin" bir şekilde yorumlayabilirse, aynı sorularla bir daha karşı karşıya kalmaz. Dolayısıyla "büyük düğüm"ü çözmüş olur. "Kesin" bir şekilde söz konusu vakıayı yorumlayamadığı takdirde kendi kendine sorular sormaya devam eder. Zaman zaman geçici çözümler bulur, fakat soru işaretleri tekrar ortaya çıktığı zaman "büyük düğüm"ü çözemediğini anlar. Böylece kafasındaki sorular zinciri doğal bir biçimde devam eder. Fıtratının -ki buna "dinamik enerji" veya "duygu" da denebilir- tasdik ettiği cevapları buluncaya kadar kafasındaki sorular sürüp gider. Kişi fıtratıyla uyumlu cevaplar aldığında ise, "büyük düğüm"ü kesin bir şekilde çözüp bu sorulardan kurtulmuş olur. Aksi takdirde sorular peşini bırakmaz ve onu rahatsız etmeye devam ederler. Kısaca, kişi, doğru veya yanlış olsun kendisini tatmin eden bir çözüm bulmadığı sürece huzursuz olma akibetinden endişe etme halinden kurtulamaz.

İşte insanda, "kâinat, insan ve hayat hakkında akıl yürütme" böyle gelişir. Her insan, doğal ve zorunlu olarak bu üç unsur hakkında akıl yürütür. Zira insanın varlığı böyle bir akıl yürütme eyleminin oluşumunu zorunlu kılar. İnsan hissi sürekli bu üç unsuru algılamakla meşguldür. Zaten insanın düşünceye ulaşma çabasını körükleyen de bu histir. Bu nedenle kâinat, insan ve hayat hakkında akıl yürütmek, insan için vazgeçilmez bir unsurdur. Kaldı ki insanın zorunlu olarak hissettiği bu üç unsuru, sadece sezmesi bile tek başına, kişinin kendisinde mevcut olan veya başkasından talep ettiği bilgi ya da çözümlerin devreye girmesi için yeterlidir. Çünkü insan, fıtratında var olan otomatik bir dürtüyle problemleri çözme isteği duyar. İnsan, sürekli bu "büyük düğüm"ü çözme çabasındadır. Ancak tüm bu soru işaretleriyle uğraşıp bunlara cevap bulmak için göstermiş oldukları yoğun çabalar sonucunda değişik çözümler bulurlar. Kimileri bu sorulardan kaçar, kimileri sorulara cevap arama girişimini sürdürür. Ergenlik çağına varmamış çocuklar ise sorularının cevaplarını ailelerinden alırlar. Çünkü çocuklar dünyaya sorulardan soyutlanmış bir halde gelirler. Ancak etraflarında olup biteni fark etmeye başladıklarında kafalarında çeşitli sorular belirmeye başlar. Bu dönemde aileler, onların sorularını cevaplamayı üstlenirler. Çocuklar, ailelerine veya işlerini yürüten kişilere duydukları güvenden dolayı onların verdikleri cevapları kolayca kabullenirler. Cevaplarını güven duydukları kişilerden aldıklarında huzur içinde kendilerini onlara teslim ederler. Ergenlik çağına erişenlerin ezici bir çoğunluğu, çocukken aldıkları bu cevaplarla yetinirler. Bunların az bir bölümü ise, küçükken aldıkları cevaplardan tatmin olmadıklarından kafalarında tekrar soru işaretleri belirir. Bu yüzden "büyük düğüm"ün çözülmesi yolunda küçükken aldıkları cevapları buluğ çağında tekrar gözden geçirip bu düğümü kendi başlarına çözmeye girişirler.

"Büyük düğüm"ü çözmek için düşünme, yani kâinat, insan ve hayatı düşünme, insan için vazgeçilmez bir zorunluluktur. Ne var ki insanların bir kısmı "büyük düğüm"ü kendi kendine çözmeye çalışırken, bir kısmı küçükken aldığı cevaplarla çözmüş olurlar. Her iki çözüm biçiminde de eğer kişi, fıtratına uygun bir çözüm bulup ona itimat ederse, tatmin olmanın verdiği hazla rahatlar, mutlu olur. Kişinin bulduğu çözüm fıtratıyla uyum içinde değilse, bulduğu bu çözüme itimat etmez. Sorular peşini bırakmaz. Kişi bu hususta renk vermese de, sorular ona büyük bir sıkıntı verir. İşte bu yüzden, insan, "büyük düğüm"ü çözmeye girişirken, fıtratına uygun bir çözüm üzerinde akıl yürütmelidir.

Gerçi "büyük düğüm"ü çözmek amacıyla akıl yürütmek, her insanda doğal, hatta zorunlu olarak gelişir. Ancak bu gelişmenin seyri doğru olabildiği gibi, yanlış da olabilir. Hatta insanda düşünmeden kaçış biçiminde de ortaya çıkabilir. Şu var ki, her halükarda yapılan düşünme eylemi, "akli metot"a aykırı değildir. İnsan, kâinat ve hayatı maddeye indirgeyip incelenecek bir şey varsa onun da ancak madde olduğuna karar verenler, düşünme eylemini insan, kâinat ve hayat üzerinde yoğunlaştıracaklarına, madde üzerinde yoğunlaştırmaktadırlar. Madde üzerinde yoğunlaşmak, doğal ve zorunlu düşünme biçiminden kaçış olduğuna göre, onların bu yöntemleri, kendilerini sağlıklı olmayan bir düşünme biçimine sevk etmektedir. Çünkü madde laboratuar koşullarında incelenebilir, fakat insan, kâinat ve hayat bu koşullarda incelenemez. İnsanın kafasındaki soru işaretleri "akli metot"la çözülmesi gerekirken, adı geçen üç unsuru maddeye indirgeyenler "bilimsel metot"a başvuruyorlar. Halbuki bu şekilde doğru bir çözüm elde etmeleri mümkün değildir. "Büyük düğüm"ü çözme yolunda getirdikleri çözüm yolları insan fıtratıyla uyumlu olmadığından, sadece bireysel bazda kalmakta, herhangi bir toplum, halk veya ümmete hitap etme kabiliyetinden yoksun olmaktadır. Böylece halk veya ümmet, fıtratına uygun birtakım çözümler getirilmediği için sürekli bocalamaktadır. Sorular insanların peşini bırakmaz. Sorun sadece toplumun değil, materyalist çözümü kabul eden bir çok ferdin de kafasını meşgul eder.

"Büyük düğüm"ün bireysel olduğunu, dolayısıyla halk, ümmet ve hayatla ilişkisinin bulunmadığını düşünenler, aslında "büyük düğüm"ün çözümünden kaçan kişilerdir. Böyle bir yaklaşıma sahip olanlar, hem fertleri hem de toplumu kendi sorunlarıyla baş başa bırakmış olurlar. Gerçekte "büyük düğüm" çözülemediği için herkese ruhsal ve fıtri rahatsızlık egemen olur ve insanlar sahte çözümlerle avunup yaşamlarını sürdürmüş olurlar.


Gerçekte ise, "büyük düğüm"ün çözümünü iki açıdan ele almak gerekir. Bunlardan birincisi, "akıl" ile ilgilidir. İkincisi ise, tatmin edilmesi gereken insandaki "dinamik enerji"yle, yani insanın tatmin edilmesi gereken ihtiyaçlarıyla ilgilidir. Bu açıdan düşünme eylemi, "dinamik enerji"yi tatmin edecek düzeyde olmalıdır. "Dinamik enerji"nin "düşünce"yle tatmin edilmesi ise, ancak "düşünme" eyleminden, yani "maddenin duyu organları vasıtasıyla beyne iletilmesi"nden sonra mümkün olabilir. Ancak "dinamik enerji"nin tatmini, maddenin duyu organlarıyla beyne iletilmesiyle değil de varsayımlarla gerçekleştirilmeye çalışılmışsa, bu durumda ne iç huzurdan ne de herhangi bir çözümden söz edilebilir. Aynı şekilde düşünme olgusu, tatmini oluşturmayan, yani insan fıtratıyla uyumlu olmayan bir vasıtayla gerçekleştirilmiş ise, buradaki bulgular salt varsayım veya salt histen öteye geçmez. Dolayısıyla kişinin iç dünyasını rahatlatan bir çözüm bulunmamış ve böylece "dinamik enerji" de tatmin edilmemiş olur.

İnsandaki "büyük düğüm"ün doğru bir şekilde çözülmesi için ileri sürülen çözümün "akli metot"u baz alan bir düşünme biçiminin ürünü olması, insandaki "dinamik güç"ü tatmin etmesi ve kafasındaki soru işaretlerinin tekrar belirmesine mecal vermeyecek şekilde kesin olması gerekir. Ancak bu şekilde doğru çözüm bulunabilir ve söz konusu çözüm için sürekli bir iç huzur ortamı sağlanabilir. Bu açıdan kâinat, insan ve hayat hakkında akıl yürütmek, en önemli düşünme türlerinden biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Başka bir deyişle insandaki "büyük düğüm"e insan fıtratıyla uyumlu, soru işaretlerinin tekrar belirmesine mecal vermeyecek kesinlikte ve "dinamik enerji"yi tatmin edecek şekilde bir çözüm bulunmasının önemi buradan kaynaklanmaktadır.

Gerçi "dinamik enerji"nin, insanın tatmin edilmesi gereken gereksinimlerini doyurma çabası, insandaki "büyük düğüm"ün çözülmesine ön ayak olabilir. Zira insandaki acizlik duygusu ve imdadına koşacak bir güce ihtiyaç duyması, bu düğümün çözülmesine yardımcı olabilir ve bu duygunun sonucu olarak insanın kafasındaki sorulara birtakım cevaplar dikte edilebilir. Ancak bu metot, sonuçlarına güvenilmeyen ve tek başına bırakıldığı zaman, köklü bir çözüme ulaştırmayan bir metottur. Zira "Tedeyyün/İnanma ve kutsama içgüdüsü" beyinde gerçekle uzaktan yakından ilgisi olmayan bir takım varsayımlara ve faraziyelere neden olabilir. "Tedeyyün/İnanma ve kutsama içgüdüsü", insandaki "dinamik enerji"yi, puta tapıcılık gibi aykırı bir biçimde ya da evliyaları kutsamak gibi yanlış bir biçimde tatmin edebilir. Bu nedenle "büyük düğüm"ü çözüp insanın kafasındaki sorulara cevap verme misyonunu insandaki "dinamik enerji"ye yüklemek doğru değildir. İnsanın kafasındaki soruları cevaplamak için, düşünme eyleminin kâinat, insan ve hayat üzerinde yoğunlaşması gerekmektedir. Ancak verilen cevaplar, insan fıtratıyla uyumlu olmalıdır. Diğer bir ifade ile insandaki "dinamik güç"ü şüpheye yer bırakmayacak bir şekilde kesin ve şüphesiz bir şekilde doyuracak halde olmalıdır. İşte insan fıtratıyla uyum gösteren bir çözümün bulunması halinde, insanın aklı kanaatle, kalbi ise iç huzuruyla dolar.

TEFEKKÜR

1 yorum:

  1. Gerçi "büyük düğüm"ü çözmek amacıyla akıl yürütmek, her insanda doğal, hatta zorunlu olarak gelişir. Ancak bu gelişmenin seyri doğru olabildiği gibi, yanlış da olabilir. Hatta insanda düşünmeden kaçış biçiminde de ortaya çıkabilir. Şu var ki, her halükarda yapılan düşünme eylemi, "akli metot"a aykırı değildir. İnsan, kâinat ve hayatı maddeye indirgeyip incelenecek bir şey varsa onun da ancak madde olduğuna karar verenler, düşünme eylemini insan, kâinat ve hayat üzerinde yoğunlaştıracaklarına, madde üzerinde yoğunlaştırmaktadırlar. Madde üzerinde yoğunlaşmak, doğal ve zorunlu düşünme biçiminden kaçış olduğuna göre, onların bu yöntemleri, kendilerini sağlıklı olmayan bir düşünme biçimine sevk etmektedir. Çünkü madde laboratuar koşullarında incelenebilir, fakat insan, kâinat ve hayat bu koşullarda incelenemez. İnsanın kafasındaki soru işaretleri "akli metot"la çözülmesi gerekirken, adı geçen üç unsuru maddeye indirgeyenler "bilimsel metot"a başvuruyorlar. Halbuki bu şekilde doğru bir çözüm elde etmeleri mümkün değildir. "Büyük düğüm"ü çözme yolunda getirdikleri çözüm yolları insan fıtratıyla uyumlu olmadığından, sadece bireysel bazda kalmakta, herhangi bir toplum, halk veya ümmete hitap etme kabiliyetinden yoksun olmaktadır. Böylece halk veya ümmet, fıtratına uygun birtakım çözümler getirilmediği için sürekli bocalamaktadır. Sorular insanların peşini bırakmaz. Sorun sadece toplumun değil, materyalist çözümü kabul eden bir çok ferdin de kafasını meşgul eder.



    "Büyük düğüm"ün bireysel olduğunu, dolayısıyla halk, ümmet ve hayatla ilişkisinin bulunmadığını düşünenler, aslında "büyük düğüm"ün çözümünden kaçan kişilerdir. Böyle bir yaklaşıma sahip olanlar, hem fertleri hem de toplumu kendi sorunlarıyla baş başa bırakmış olurlar. Gerçekte "büyük düğüm" çözülemediği için herkese ruhsal ve fıtri rahatsızlık egemen olur ve insanlar sahte çözümlerle avunup yaşamlarını sürdürmüş olurlar.

    YanıtlaSil