"Doğrusu bu kitapta kulluk edenler için tebliğ vardır."
Bu Kur'an'da ve onun açıkladığı hayat ve kâinat kanunlarında dünya ve âhiretle ilgili iş ve ücretle alâkalı kaidelerde evet bunlarda tebligat vardır. Allah'ın hidayetine ermek isteyenlere bunlar yeter. Allah bu kullarını "kulluk edenler" diyerek koruyor. Çünkü kulun gönlü Allah'tan korkar, emirleri bekleyip hemen yerine getirmek ister.
Hem Allah peygamberini bütün insanlığa rahmet olarak göndermiştir. Onlann elinden tutar ve doğru yola götürür. Doğru yola gidenler ancak o önceden hazırlanmış olanlardır. Allah'ın rahmeti ise hem mü'minlere hem de mü'min olmayanlara açıktır.
Gerçekten de Hz. M u h a m m e d Mustafa (S.A.) nın
getirdiği nizam bütün insanlığı mutlu kılacak ve hayatta en mükemmel noktaya götürecek kapasitededir. Zaten bu din aklî bakımdan olgunluk çağına ermiş olan insanlık için gelmiştir. Gelecek nesillerden düşünceli davrananların önüne açık bir kitap getirmiştir. Beşer hayatının bütün temel kanunları bu kitaptadır. Ve o hiç değişmez. Bu kitap insanların her an değişen her tür ihtiyaçlarına cevap verebilecek vasıftadır. Çünkü o yarattıklarını en iyi bilen Lâtif ve H a b î r olan Allah tarafından gelmiştir.
Bu kitap her an değişen insanlık hayatı için sürekli prensipler
vazetmiştir.Bu esasların gerisinde kalan ve günlük ihtiyaçlara göre
şekil alması gereken cüz'î hükümleri bu esaslardan çıkarma - salâhiyetini insan aklına terk etmiştir. Ana prensiplerle çatışmamak
kaydıyle gelişen ve diğeşen hayat şartlarına uygun hükümleri çıkarma selâhiyeti insanoğluna verilmiştir. Bu kitap insan aklına hür olarak çalışma teminatı vermiştir. İstediği gibi düşünmesini sağlamış
ve bu düşüncesine saygı ve müsamaha gösteren bir cemiyet hayatını garanti etmiştir. Beşer hayatı için vaz ettiği temel esaslar dairesinde kişiye dilediği gibi düşünme hürriyeti vermiştir. Böylelikle
insan ilerler, gelişir ve yeryüzünde mukadder olan üstün hayat seviyesine ulaşır. Şu ana kadar görülen beşerî tecrübeler göstermiştir ki bu ilâhî nizam eskiden olduğu gibi halen de bütün beşerî hareketleri geride bırakmıştır. Onun gölgesi altında hayatın her sahasının gelişmesi ve yücelmesi mümkündür. Çünkü o her zaman önde gider, geride kalmaz. Hayatı durdurup geriye çekmek istemez. Çünkü o her zaman ileriye, ileriye doğru götürür. Ve her seferinde adımlarını bütünüyle açar.
Bu ilâhî nizam insanın ilerleme ve gelişme arzularına cevap verdiği gibi ferdi veya içtimaî biçimde hiç bir şekilde insan enerjisini
sindirmek ve ezmek istemez. İnsanın çalışmasının semeresini görmesini ve hayatın temiz nimetlerinden faydalanmasını yasaklamaz.
Bu nizamın en önemli yanı dengeli ve mütenasip oluşudur. Ruhen yücelmek için bedene işkence yapmaz. Bedenî eğlenceler için
ruhu ihmal etmez. Devletin veya toplumun menfaati için ferdin hareketlerini kısıtlayıp normal isteklerini dizginlemez. Cemiyet hayatını rencide etmek üzere fertlerin azgın duygularının ve şehvetlerinin esiri olmasına müsaade etmez. Bir ferdin veya fertlerin keyfi yahut eğlencesi için cemiyeti ezmez.
Bu nizamın insanın omuzuna yüklediği bütün mükelefiyetler,
plânlı olarak düşünülmüş hem onun faydasına olduğu için hem de
götürebileceği için konulmuştur. O mükellefiyetleri yerine getırmek
üzere kendisine lâzım olan kabiliyetler verilmiştir. Bu nizam mükellefiyetleri korken onu seve seve kor. Kişi zaman îslâmın koyduğu mükellefiyetler yüzünden acı çekse ve işkencelere düşse de onu yine sever. Çünkü onun koyduğu mükellefiyetler insanın arzularına ve iştiyaklarına cevap verir.
Gerçekten de Hz. Vuhammed (S.A.) ın getirdiği risalet
hem kendi kavmine hem de ondan sonra gelen bütün insanlığa rahmet olmuştur. Onun getirdiği prensipler ilk önce insan vicdanı için tuhaf gibi geliyordu. Zira o prensiplerle fiilen ve ruhen yaşanan
hayat arasında çok uzak mesafeler vardı. Ama daha o günden itibaren yavaş yavaş insanlık bu prensiplerin üstün ufuklarına doğru
yaklaşmış ve yaklaştıkça hissindeki garipseme duygusu yok olmuş,
başka başka adlar ardında koşsa da kendisine ona göre şekil vermek
ihtiyacını duymuştur.
Bir kere İslâm bir tek insanlık binası için çağırmıştır. Bütün insanları. Bu potada cinsî ve coğrafî farklar tek bir akîde nizamında
birleşmek üzere eritilmiş ve yok edilmiştir. Vakıa bu o günkü insanların hayat ve düşünceleri noktasından çok garip bir şeydi... Zira eşraf takımı o gün kendilerinin kölelerden ayrı bir tabiata sahip olduklarını kabul ediyorlardı... Hale bakın ki günümüzde bile insanlık, îslâmın gelişinden onüç şu kadar yüz yıl sonra hâlâ Îslâmın
koyduğu çizgiye ulaşmaya çalışıyor. Fakat yolda yürürken kayıyor
ve bocalayıp duruyor. Çünkü İslâm gibi üstün bir nurun ışığında
yürümüyor. İddialar ve sözlerle de olsa o nizamın hizasına gelebilmek için hâlâ Avrupa ve Amerika milletleri iğrenç ırkçılık bağına sarılıyorlar. Halbuki İslâm bin üçyüz yıl önce bu aşağılık duyguyu kökünden yok etmiştir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder