13 Eylül 2014 Cumartesi

ALLAH’A VE PEYGAMBERİNE KARŞI HARB AÇANLAR...

Aman Allah’ım ne korkunç?... Allah’a ve peygamberine karşı girişilen bir harb... İnsan ruhunun yüz yüze geldiği bir harb... Akibeti besbelli dehşetler saçan korkunç bir harb... Fani, zayıf, güçsüz, takatsiz insanoğlu nerde?... O kuvvetli, cebbarı mutlak olan mahvü perişan edici kuvveti Rabbaniyye nerede?...

Rasulullah (S.A.) son zamanlarda inmiş olan bu âyet-i kerîmenin nüzulünden sonra Mekke-i Mükerreme’de bulunan âmiline faiz ile muamele eden Mugire kabilesiyle faizcilikten vaz geçmedikleri takdirde muharebe etmesini emretti. Diğer taraftan veda haccı esnasında Rasulü kibriya cahiliyyet devrinden kalma âdetler arasında yer alan faizi ayakları altına aldığını ve kaldırdığını beyan etmişti. Kaldırdığı ilk faiz de amcası Hz. A b b a s ’ınkiydi. Ve bu faiz borçlarını İslâmın gelişinden bir müddet sonraya kadar taşıyorlardı. Nihayet İslâm cemiyetinin temel kaideleri iyice yerleşip, cemaat olgunlaşınca arta kalan bütün faiz hükümleri lağv edildi. İşte Rasulullah bu son hükmü kat’iyetle bildiren veda hutbesinde şöyle diyordu:

«Cahiliyyet devrinden kalma bütün faizler iki ayağımın altındadır. Kaldırdığım ilk faiz amcam Abbas ’ınkidir.» Cahiliyyet devrinde aldıkları faizleri tekrar iade ettirmedi.

----------------------İslâm cemiyeti mevcut olduğu zaman, devlet reisi faiz üzerinde ısrar edenlerle savaşmakla mükelleftir. Faizcilikte ısrar edenler her ne kadar müslüman olduklarını da iddia etseler, onlar Allah'ın emrinden dışan çıkmışlardır... Hz. Ebu Bekir ’in kelime-i şehadet getirdikleri ve namaz kıldıkları halde zekât vermeyenlerle savaştığı gibi müslüman devlet reisi de faiz yiyenlerle savaşacaktır. Allah'ın şeriatından kaçanlar, onun emirlerine itaat. etmeyenler v'e'islâmı hayatlarında tatbik etmeyenler hiç bir zaman müslüman değildirler...------------
Hem Allahü Taâlâ tarafından onlara harb açılmış olması, kulların kılıçla yaptıkları savaştan daha önemlidir. Bu savaş — Allah savaşı— İçtimaî ve İktisadî nizamı faiz prensipleri üzerine kaim olan her cemiyete ve topluluğa ilân edilmiştir ve bunu sözlerin en doğrusu olan Kur’an-ı Mübin beyan etmiştir. Bu harp en korkunç ve öldürücü şekliyle halen ilân edilmiştir. Bu savaş bir kalb ve asab savaşıdır... Bereket ve bolluğa karşı girişilmiş savaştır ... Saadet ve huzur savaşıdır. Bu harbte Allahü Taâlâ bazı isyankâr kullarını diğer bir kısım âsi kulları üzerine musallat etmektedir. Bu, menfaatların boğuşmasının savaşıdır. Zulüm ve dolandırıcılık savaşıdır bu... Korku ve ıstırab savaşıdır bu... Ve o nihayet milletler ve devletler arası orduların ve silâhların savaşıdır... Öldürücü faiz nizamının doğurduğu korkunç ve kahr edici bir harb-tir bu... Direkt veya endirekt yollarla bu savaşları körükleyenler yüksek tabakadan faizci kapitalistlerdir... Onların kurdukları şebeke ve ağlara düşmeyen sanayici veya tüccar mevcut değildir... Önce şirketler ve müesseseler, sonra da devletler düşer bu şebekeye. Harbler bunun neticesinde çıkar. Birbirine giren pençelerin sonunda savaş doğar. Yahut devletleri ve askerleriyle mallarının peşine düşerler ve harblerin patlamasına sebep olurlar. Faiz kredilerinden alınan vergiler ağırlaşınca işçiler ve üreticiler arasında darlık baş gösterir bu sefer onlar da bu öldürücü propagandalara göğüslerini açarlar ve neticede bir harb patlar. Bunların hiç birisi olmasa bile ahlâkı bozmak, şehvet pazarlarını sonuna kadar açmak, beşeriyyeti temelinden bombardıman etmek, nefisleri aşağılık hisleriyle öldürmek yeter onlar için. Korkunç atom savaşları bile bu sonuncuların yaptığı tahribatı yapamaz nesiller arasında...-----------

Her zaman mevcut olan bu savaşı Allahü Taâlâ faiz yiyenlere karşı ilan etmektedir. Faiz yiyenler her zaman kaybetmektedirler...

Faiz; yolunu yitirmiş insanlığın hayatını harab etmektedir. Yaş, kuru insanoğlu neye malik ise faiz tarafından felâket haberlerinin müjdecisidir. Zavallı beşeriyyet ne acı ki bu durumdan habersizdir. Fabrikaların imâl ettiği sınai üretim tomarları gözler önüne geldikçe insanoğlu kazanıp, terakki ettiğini sanmaktadır. Şayet bu üretim maddeleri temiz bir kaynaktan neş’et etmiş olsaydı, bütün beşeriyyeti mes’ud etmeye yeterdi... Ama ne yazık ki, faiz denilen o mülevves menbadan çıktığı için insanlığa felâketten başka bir şey getirmemektedir. Her an beşeriyyetin nefes deliklerini tıkamakta, gittikçe musibet tufanına boğmaktadır. Ve bir kenarda bu felâketlerin üzerine çökmüş olan bir avuç kapitalist bu mel’un felâketin zulmü altında, insanların çektiği acıların hiç birisini hissetmeden durmaktadır...

İslâm; ilk müslüman cemiyetini davet etmiş olduğu gibi bütün beşeriyyeti o temiz ve nazif kaynağa çağırmaktadır. İnsanlığı faiz günahından tevbe etmeye mikroplu nizamın hatalarından dolayı af dilemeye dâvet etmektedir.

«Şayet tevbe ederseniz, sermayeniz sizindir. Hem haksızlık yapmış, hem de haksızlığa uğratılmış olmazsınız.»

Bu, büyük bir hatadan dolayı tevbedir. Evet, bu hata cahiliyyetin hatasıdır. Cahiliyyetin zamanı ve zemini olmaz. Nizamdan nizama da değişmez. Cahiliyyet her zaman ve her yerde aynıdır. Nerde, ne zaman ve ne şekilde olursa olsun Allah’ın nizamından inhiraf, şeriatı İslâmiyyeden uzaklaşmak cahiliyyettir. Bu büyük hatanın acı neticeleri fertlerin duygu ve hareketlerinde, yaşayış ve hayat mefkûrelerinde kendisini belli eder. Bunun korkunç eserleri cemiyet hayatında ve amme münasebetlerinde ortaya çıkar. İktisadi hayatta bu inhirafın semerelerine rastlandığı gibi beşer hayatının bütün safhalarında onun acı izleri görülür. Her ne kadar kapitalist propagandanın gafilleri faiz nizamım iktisadi kalkınmanın temel unsuru saysalar da...

Fakat ana sermayeyi geri almak gayet meşru bir haktır. Borçlunun da, alacaklının da zulme uğramadığı adil bir iştir. Mal kazanmanın daha .başka yolları vardır. Bunlar faiz kazancından çok daha temiz ve faydalıdır. Mal önce ferdi çalışma sayesinde kazanılır. Ortaklıklar ve şirketler kurarak hem kâra, hem de zarara ortak olarak ticaret yapmak bir kazanç şeklidir. Piyasada satışa arz edilen ve muayyen nisbette hisse senetleri de — kârın fazlasını kurucu hissedarların cebine aktarmayan — bir halâl kazanç yoludur. Parayı faizsiz bankaya® yatırıp, —şirketlere, sanayi müessesele-rine ve ticari sahalara direkt ve endirekt yollarla yatırım yapan ve hissedarlarına sabit nisbette kâr dağıtmayan— hem kazanca, hem de zarara ayni nisbette ortak olmak da bir halâl kazanç şeklidir. Bu nevi faizsiz bankalar idareleri altında kullandıkları bu mallardan çalıştırdığı kimselere ücret vermek için muayyen bir miktar alabilirler. Burada dercetmemiz ve tafsilâtlı şekilde anlatmamız mümkün olmayan daha birçok halâl kazanç vasıtaları vardır. Gönüllerde iman olduğu, temiz gelir kaynakları temin etmek için sağlam niyyet bulunduğu, pis, kokmuş, müteaffin kaynaklardan sakınıldığı takdirde halâl kazanç yolları bulmak gayet kolaydır*4...

Âyet-i kerimenin seyri darda kalmış kimselerden alınacak borçlara dair hükümlerle nihayet buluyor. Bunun çaresi R i b a i N e s i e değildir. Yani darda kalmış borçlunun borcunu uzatıp, mukabilinde borcunun miktarını artırmak değildir. Bunun çaresi, kolaylığa kadar, yani borçlu rahatlayıncaya kadar beklemektir. Daha fazla hayır elde etmek isteyenler borcu sadaka olarak bağışlasınlar. Bu daha hayırlıdır...


«Borçlu darda ise kolaylığa kadar beklemelidir. Bununla beraber, eğer bilirseniz sadaka olarak bağışlamanız sizin için daha hayırlıdır.»

lslâmın beşeriyyete getirdiği şey müsamaha ve sevimliliktir. İslâm, tamahkârlık, bencilik, egoistlik, edebsizlik ve cimrilik sahrasında insanoğlunun sığınabileceği yegâne gölgeliktir... Bu din hem borçlanan, hem de borç veren için ve gölgesine sığınan bütün topluluklar için bir rahmet ve şefkat kucağıdır.

4 yorum:

  1. «Borçlu darda ise kolaylığa kadar beklemelidir. Bununla beraber, eğer bilirseniz sadaka olarak bağışlamanız sizin için daha hayırlıdır.»

    lslâmın beşeriyyete getirdiği şey müsamaha ve sevimliliktir. İslâm, tamahkârlık, bencilik, egoistlik, edebsizlik ve cimrilik sahrasında insanoğlunun sığınabileceği yegâne gölgeliktir... Bu din hem borçlanan, hem de borç veren için ve gölgesine sığınan bütün topluluklar için bir rahmet ve şefkat kucağıdır.

    YanıtlaSil
  2. “–Şâyet zekât mallarından küçücük bir ip parçasını bile benden saklayıp onu vermezlerse onlara savaş açarım!..” dedi. Böylece fitnenin büyümesine mânî oldu ve dini tahrife sebep olacak bütün kapıları kapattı. Onun bu kat’î ve cesur tavrına, adâlet ve celâdet âbidesi Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh- bile gıpta etmiş ve hayran kalmıştır.7
    7) Ali el-Kârî, Mirkât, X, 381-383/6034.

    YanıtlaSil
  3. Islam'in dört sartini yerine getirip, sadece bir tek sartini ifâ etmeyeceklerini söyleyen bu Müslümanlar üzerine de, Hz.Ebû Bekir r.a. cihâd ilân etti. Bu, son derece mühim bir karardi: Müslümanlara cihâd ilân etmek!

    Hz.Ömer r.a.; o sertligiyle, siddetiyle ün salmis olan insan, gelmis Hz.Ebû Bekir r.a.'a yalvariyor ve ona söyle diyor:

    "Sen, Resûlullah s.a.s'in, "Ben insanlar lâ ilâhe illallah Muhammedun Resûlullah' deyinceye kadar onlarla savasmakla emrolundum. Kim bunu derse mali ve cani emniyette olur, hukuku ve hesabi Allah'a kalir" dedigini duydugun halde, nasil Müslümanlara, "zekât vermiyorlar" diye savas açarsin"(1). Hz.Ebû Bekir r.a. söyle cevap verdi:

    "Vallahi, namaz'la zekâtin arasini açanlarla savasacagim; çünkü zekât malin hakkidir". Daha sonra Hz.Ömer r.a. söyle demistir:

    "Vallahi, Allah'in, Ebu Bekir'in gögsünü ferahlattigini gördüm ve anladim ki, o haklidir"(2)

    Hz.Ebû Bekir r.a., bu karari aldiktan sonra, Halid b. Velid'i, Islam'in bes sartindan herhangi birisini terkedenlerle savasmaya gönderdi (3). Yâni Hz.Ebû Bekir r.a. Islamin bes sartindan bir tanesini dahi terk edeni Müslüman saymiyor ve onlara cihâd ilân ediyor. "Islam bir bütündür" diyor; bir kismi terkedilince, o Islam'dan baska bir sey olur diye kabul ediyor ve Islâm'i bu sekilde anlayanlara savas açiyor.
    (1) Suyûti Tarihul-Hulefa, Misir, 1964, s. 74-75

    (2) Ay. es. s.75.

    YanıtlaSil
  4. "Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'e daha önce verdiklerini, bir keçi yavrusu bile olsa, bana vermezlerse onlara savaş açarım." (El-İhkam Şerhu Usulu'l Ahkam c: 4, s: 400)

    YanıtlaSil