20 Kasım 2014 Perşembe

AKİDEDE METOD..AKİDEDE AKLIN ÖNEMİ...AKİDEDE DELİLİN KESİN OLMASI

AKİDEDE METOD

İslam ümmeti arasında vahiy kaynaklı olmayan bir takım hurafe ve bidatların yaygın akide haline geldiği bir dönemde yaşıyoruz. Hiç şüphesiz ki bu hurafe ve bidatlar bazı eklemelerle ve çıkartmalarla geçmişten günümüze miras olarak kalan konulardır. İslam ümmetinin temeli, Müslümanların sahip olmuş olduğu tevhid akidesine ve bu akideden kaynaklanan, hayat nizamını anlamada felsefe, mantık, tasavvuf gibi yabancı akide ve metotların girdiği andan itibaren çatlamaya başlamış ve nihayet Osmanlı Devleti ile yıkılmıştır. Bu Allah'ın;
"Bir toplum, kendi bünyesindekini değiştirmediği müddetçe Allah o toplumun (kavmin) halini değiştirmez." (Ra'd : 11) ayetin doğal sonucu olmuştur. Bu ayete göre Allah (c.c) fert ve toplumlar hakkındaki hükmünü kendi tercihlerine göre vermektedir. Dünyayı tekrar Allah'ın hükümlerine göre yönetmek ve yönlendirmek tekrar İslam akidesine ve bu akideden kaynaklanan hayat nizamına dönmekle mümkün olacaktır. Zillete düşme, sömürülme, ahirette azaba çarptırılma ise yine o akideden uzaklaşmakla gerçekleşecektir.
Resul (S.A.S) risaletle görevlendirildiğinde hiç bir silahı ve yardımcısı yoktu. Buna rağmen bütün dünyaya meydan okuyordu. Yaşamış olduğu cahiliyye şirk toplumuna ait, atalardan kalma bütün şirk ve hurafe inançlarına savaş açmıştı. O, bu uğurda her türlü fikri ve fiili işkencelere maruz kalmıştı. Davetin yayılması ile birlikte Resul (S.A.S)'in davetine icabet eden Müslümanlarda aynı şekilde önderleri olan Nebi (S.A.S)'in karşılaştığı zulüm ve baskılara maruz kalıyorlardı. Fakat bütün baskılar onları imanlarından vazgeçiremediği gibi davalarına daha fazla sarılmalarına neden oluyordu.
Peki neydi onların bunca fikri ve fiili baskılara, işkencelere dayanmasını sağlayan kuvvet? Neydi Allah (c.c)'ın 13 sene ağırlıklı olarak akide üzerinde durup şirki reddetmesindeki hikmeti? Tabiiki bu ve buna benzer soruların tek cevabı akide olacaktır. Tekrar İslami bir devleti kurma, her şeyden önce onların sahip olduğu akideyi ve bu akideden kaynaklanan hayat nizamını onlar gibi sağlam şekilde anlayıp yaşanır hale getirmekle mümkün olacaktır.
Madem ki bu akide bu kadar önemlidir, dünyada ve ahirette izzet ve şerefin, huzur ve kurtuluşun tek kaynağıdır, öyleyse bu konunun çok açık ve çok net şekilde hiç bir yabancı kültür ve felsefenin, yönteminin tesiri altında kalmadan anlaşılması gerekir. Allah (c.c) Kur'an-ı Kerimde bir çok konuyla ilgili metot gösterdiği gibi akideyi anlama hususunda da yöntem göstermiştir. Bu ise Kuran ile Resulden bize tevatür yolu ile gelen hadislerdir. Şu bir gerçektir ki; Allah'a ve Onun bildirdiği her şeye inandım diyen bir Müslüman’ın akidesini vahiy oluşturduğu gibi, akidesini anlamadaki yöntemi de vahyin oluşturması gerekir
Bu iki mesele yani akide ve metot birbirinden ayrılmayan, ayrıldığı zaman canlılığını kaybeden vazgeçilmez iki önemli unsurdur. Nitekim Müslümanların çoğunun belirle bir dönemden sonra hayatta canlılığını kaybetmesine sebep, inancını anlamasındaki yönteme (metoda) vahiy kaynaklı olmayan yabancı felsefi metotların karışması değil midir? İşte biz bu yazımızda meselenin ehemmiyetine binaen akidedeki metodu izah etmeye çalışacağız.

AKİDEDE AKLIN ÖNEMİ

Akide; "düğümlenip kalma, bilerek inanma, aklen ve kalben tasdik etmek anlamına" gelir. İman ile akide aynı manaları ifade eder.
İnsanı diğer canlılardan ayıran en büyük özellik hiç şüphesiz sahip olduğu akıldır. İnsan aklını doğru şekilde kullanıp, hayatı ve kainatı (ayetleri) doğru şekilde anladığı müddetçe gerçek insan olma vasfını kazanacaktır. Aklını kainattaki gerçeklerin (ayetlerin) ve vahyin ışığında kullanmadığı müddetçe hayvanlardan daha aşağı bir konuma düşecektir.
İnsan, akli muhakemesi sonucu hayatın ve kainatın kendi başına var olamayacağını var olan bu muhteşem eserin, bir yaratıcısının olması sonucuna varacaktır. Çünkü sonradan var olan sınırlı, her şey kendisinden önce sınırsız bir yaratıcıya muhtaçtır. Bu evren ile birlikte içindeki her şey yaratılmış ve sınırlıdır.
Akli metot yaratıcının varlığını ve birliğini göstermektedir. Yine insan akli muhakemesi sonucu Peygamberlik iddiasında bulunanların gerçekten Peygamber olup olmadığını insanlara sundukları mesajın vahiy kaynaklı olup olmadığını anlayacaktır.
Bütün bunlardan yani duyu organları ile görülüp hissedilen konularda Allah'a iman, Resule iman, Kitap'a iman gibi hususlarda aklını hakem kılacaktır. Akli metodu takip edecektir.
Allah insanları devamlı hayatı ve kainatı içinde olup bitenleri düşünmeye davet etmektedir. Ve böylece akla dayalı bir Allah inancını isterken atalardan kalma, taklidi, hissi ve vicdani imana çatmaktadır. Sık sık düşünmüyor musunuz? akletmiyor musunuz? düşünenler için ibretler vardır, gibi sözleri tekrarlamaktadır. Gaybi konularda kitabı olan Kuran’a bakılmasını isterken, müşahede alanına giren hususlarda da kainat kitabına bakılmasını istemektedir. Allah'ın bize gösterdiği akidedeki yöntem aklın ve kalbin tasdik edip, mutmain olduğu yöntemdir. Aklı kalbe hapsetmek suretiyle devre dışı bırakan taklidi bir yönteme karşı olduğu kadar, aklın hakem  kılındığı (gaybi konularda dahil) rasyonalist akılcılığa da karşıdır. İslam, ne akılsızların dini, ne de akılcıların dinidir. Bundan ziyade aklını akıllıca kullanan akıllıların dinidir.
Rabbımız, doğru şekilde bir Allah inancını doğru şekilde hayatı ve kainatı bunların öncesini ve sonrasını düşünmenin yolu olan, akli metoda bağlamıştır. Bundan dolayı Müslüman hayatında atalarından almak taklidi imana yer yoktur. O; akıldan neşet etmeyen Allah inancı, Kitap inancı ve Resul inancını her zor şartlar altında sönmeye mahkum olduğunu bilir. Hayatta canlı olmayı, hayatı ve eşyayı düşünmeye bağlar. Rabbımız bir çok ayette insanın dikkatini eşya üzerine çekmektedir. Daha indirdiği ilk ayetlerde insanın dikkatini kendi yaratılışının başlangıcı olan biyolojik yapısına çekmektedir. Rabbımız şöyle der :
"Gökleri ve yeri hak ile yaratmıştır. Size suret verip, suretinizi güzel şekilde yapmıştır. Dönüş Onadır." (Tegabun : 3)
Yine Rabbımız Kitabında insanın dikkatini bazen aya, güneşe, bazın gökten indirdiği yağmura, dağlara, denizlere, bazen de şirk koşanların taptıkları putların aslında hiç bir şeye gücü yetmediğini asıl güç ve kudretin Kendisinde olduğunu anlatır.
"Şüphesiz yerin ve göğün yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri arkasına gelişinde akıl sahipleri için deliller vardır." (Ali İmran : 190)
"İnsan neden yaratıldığına bir baksın." (Tarık : 5)
"Devlerin nasıl yaratıldığına, göğün nasıl yükseltildiğine, dağların nasıl dikildiğine, yerin nasıl serildiğine bakmıyorlar mı?"                    (Gaşiye : 17-20)
"De ki; Allah'ı bırakıp da size ne bir fayda ne de zarar veremeyecek birine mi ibadet ediyorsunuz?" (Maide : 76)
Burada zikretmediğimiz diğer bir çok ayette Rabbımız aklımızı kullanmayı emretmiştir. Ve netice olarak insanın hissettiği ya da duyu organları ile algıladığı akideyi konularda Allah (c.c)'a, Kitap’a, Resule iman konusunda aklımızı kullanmayı emretmiştir. müşahede alanı dışında kalan aklın idrak etmeyip duyu organlarının hissedip göremediği konularda, cenneti, cehennemi, melek, cin vb. konularda nakli olmasını istemiştir. Gaybi bilen sadece Allah olduğundan sadece onun bildirdiği kadarı ile biliriz. Bunun dışında zanna dayalı herhangi bir fikir yürütemeyiz.

AKİDEDE DELİLİN KESİN OLMASI

Akide, ister duyu organları ile hissedilip idrak edilen hususlarda olsun, isterse aklın üstünde duyu organları ile algılanması imkansız olan gaybi konularda olsun mutlaka kesin delile dayanmalıdır. Çünkü akidede zan, ihtimal ve şüpheye yer yoktur. Bu manada akidenin tarifi şöyledir: "Vakıaya uygun kesin delile dayalı kesin tasdiktir." Bir şeyin iman konusu olabilmesi için delilin ve tasdikin kesin olması gerekir. Delil kesin olmazsa tasdikte kesin olmaz. Akideyi ancak subuti (haberin gelişi) ve delaleti (verdiği manada) kati naslar oluşturur. Bu ise ya Kuran’da tek mana veren muhkem bir ayet cennet, melek, cin, namazı kılın ayetleri gibi ya da Resul (S.A.S)'den tevatür yolu ile bize aktarılan Sünnettir namazın rekatları gibi.
Bu naslarda ise içtihada, tartışmaya ve tevile yer yoktur. Müslüman’ım diyen herkesin inanıp, teslim olması gereklidir. Tarihte Müslümanların itikadi mezhepler adı altındaki ihtilafları incelendiğinde ayrılıklarına sebep olan konuların çoğunun Allah'ın hakkında kesin bilgi indirmediği konular olduğu görülür.
Yine incelendiğinde onların akidevi konuları değerlendirilmesindeki metodlarına felsefi ve tasavvufi İslam kaynaklı olmayan metotları kullandıkları görülür. Kuran’a göre onların müteşabih ayetler hakkında hiç bir tartışmaya ve yoruma gitmeden o ayetlere teslim olmaları gerekirken, yersiz, Kuran dışı tartışmaların sonucu gaybi konularda karanlığa taş atarcasına delilsiz hükme varmışlardır.
Oraya atmış oldukları Kuran dışı Allah'ın hakkında hüccet indirmediği tartışma konularını desteklemek için bazen ayetlere tekilci olarak yaklaşmışlar, bazen de tevil ve yorumlara gitmişlerdir. Hatta bazıları akide alanına girmeyen zannı görüşlerini kesin itikat haline getirmişler, kabul etmeyenleri de tekfir etmişlerdir.
Bilindiği gibi Kuran ayetleri iki kısma ayrılır. Bunlar; muhkem (tek mana veren), diğeri ise müteşabih (birden fazla anlama gelen) ayetlerdir.
Resul (S.A.S)'in hakkında hayır konuştuğu ve övdüğü sahabe, tabiin, tebeuttabin, muhkem ayetlere inanıp teslim olurken, müteşabih ayetler hakkında herhangi bir yoruma ve tartışmaya girmezlerdi. Onlar Allah'ın;
"Arşı istiva etmesi." (Ra'd : 2) "Allah'ın eli onların elinin üstündedir."(Fetih:10) vb. ayetleri olduğu gibi kabul edip inanır. Kuran’ın tabiri ile;
"Biz ona inandık, hepsi Rabbimizin katındadır derler" (Ali İmran : 7)
Fakat  daha sonra gelenler, Allah'ın teslim olunmasını isteyip herhangi bir yorum ve tevilden nehyettiği yukarıdaki gibi müteşabih ayetler hakkında tevil ve yorumlarda bulundular. Kendi zanlarını akide haline getirdiler. Böylece gereksiz gruplaşmalara sebep oldular. Oysa ki Allah, akidede kesin delil istemekle birlikte zanna uymayı nehyetmiştir. Kuran’ı inceleyen kimse zan ve kesin delilin geçtiği ayetlerin inanç konuları hakkında olduğunu görür. Allah (c.c) akide ile ilgili hususlarda burhan ve sultan kelimelerini kullanmıştır. Bu kelimelerin geçtiği her ayet akide ile ilgili olmakla birlikte o konuda kesin delil istemektedir. Rabbımız şöyle der :
"Yoksa onlar Ondan başka ilahlar mı edindiler. De ki; burhanınızı (kesin delilinizi) getirin." (Enbiya : 24)
"Burhansız (kesin delil olmaksızın) kim Allah'la beraber bir ilah edinirse, Rabbı katında hesabını bulsun." (Mü'minun : 117)
"Biz Musa'yı ayetlerimizle ve apaçık bir sultan ile gönderdik." (Hud : 96)
"Allah'ın ayetleri üzerinde kendi katlarında bir sultan (kesin delil) gelmeksizin cedelleşenler, göğüslerinde ulaşamayacakları kibirlik vardır." (Gafir :  56)
"Cennete Hıristiyan ve Yahudilerden başkası giremez dediler. Bu, onların kuruntularıdır. De ki; Eğer doğru iseniz burhanınızı getiriniz." (Bakara : 111)
Burada yazdığımız ayetlerin dışında daha bir çok ayette Rabbımız akide hususunda kesin delil istemektedir. Yukarıda izah ettiğimiz gibi burhan ve sultan (kesin delil) kelimelerinin geçtiği ayetler akide ile ilgilidir. Allah (c.c) akidede kesin delil isterken, delile dayalı olmayan zannı akidelere şu ayetlerle çatmaktadır :
"Ahirete inanmayanlar. meleklere dişi ismini verirler. Halbuki onların herhangi bir ilmi yoktur. Onlar zandan başka bir şeye uymazlar. Halbuki zan haktan bir şey değildir."(Necm : 27-28)
"Yeryüzündekilerin çoğuna uyarsan, Allah yolundan seni saptırırlar. Onlar ancak zanna uyarlar." (En'am : 116)
"De ki; Bize göstereceğiniz bir ilim var mı? Siz zandan başkasına uymuyorsunuz. Halbuki siz yalan söylüyorsunuz." (En'am : 148)
"Onun hakkında ihtilafa düşenler şüphe içindedirler. Onlarla ilgili bir ilim yoktur. Onlar ancak zanna bağlanırlar."(Nisa:157)
Yukarıdaki ayetlerden anlaşıldığı gibi Allah'ın akidede nehyettiği ayetler zanna dayalı, ilimsiz, itikatlardır. Ve zannın geçtiği ayetler akide ile ilgilidir.
Resulden gelene mutevatir hadislerin dışındaki ahad haberlere gelince; onların Resul (S.A.S)'den geldiği kesin olmadığından dolayı inanç haline dönüştürülmez. Fakat haberi ahad amelde delil olmakla birlikte akidede yakın bilgi ifade etmez. Haberi ahad, zannı haberdir. Yukarıdaki nasların ışığında görüldüğü gibi akidede zanna ve şüpheye yer yoktur. Bir insan "%99 ahirete inanıyorum, bir ihtimal da inanmıyorum" derse, onun akidesi sahih değildir. Allah'a ve onun bildirdiklerine inandığını söyleyen her Müslüman, akidesini Kuran ve Sünnetten delaleti ve subuti kati naslara dayandırmalıdır. Kuran’da geçen akide ile ilgili müteşabih ayetlere inanmalı, herhangi bir yoruma gitmeden hakiki anlamını Allah'a bırakmalıdır.
Yine Müslüman İslam ümmeti arasında vahiy kaynaklı olmayan vahdeti vucud, hulûl vb. tasavvufa ait hurafelere karşı mücadele vermeli, onlara hayatında yer vermemelidir. Şu unutulmamalıdır ki, Müslüman’ın akidesini vahiy oluşturduğu gibi akidesindeki metodu da vahiy oluşturur. Çünkü metot, akidenin cinsindendir. Şu da bir gerçektir ki; Resulün Kuran’ı uygulamasının metodu olan Sünneti de vahiyden bir parçadır. Çünkü o (S.A.S)'in Allah adına konuştuğu her şey vahiyden bir parçadır. Çünkü o (S.A.S)'ın Allah adına konuştuğu her şey vahiy kaynaklıdır. "O heva ve hevesinden konuşmaz, ancak vahiydir." (Necm : 35)  o

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder