20 Aralık 2014 Cumartesi

“Ve gizli gizli konuşarak yürüyorlardı, sakın bugün hiçbir yoksul çıkmasın karşınıza ve oraya girmesin, diyerek.”

Şimdi biz o bahçe sahiplerinin karşısında bulunuyoruz. Ve işte onlar bu bahçeyle ilgili birtakım fısıltılar içerisindeler. Bu bahçenin meyvesinden miskinlere de bir pay ayırmaktaydılar. Bahçenin iyi niyetli sahibi böyle istemişti. Ne var ki, varisleri meyvesini kendileri toplamak istiyor ve miskinlere pay ayırmak istemiyorlar. Şimdi biz olayın nasıl cereyan ettiğini görelim:

“Biz vaktiyle o bahçe sahiplerini denediğimiz gibi bunları da denedik. Hani sabah olunca onu mutlaka devşireceklerine ve biçeceklerine yemin etmişlerdi. Bir istisna da yapmıyorlardı.”

Sabahın erken vaktinde bahçenin meyvesini devşirmek üzere kararlaşmışlardı. Miskinlere hiçbir şey ayırmamaya karar vermişlerdi. Buna yemin etmiş ve bunu kötü niyetle yapmışlardı. Şimdi biz onları bu gaflet uykularında veya kurdukları hileleriyle baş başa bırakalım da onlar farkına varmadan gecenin karanlığında nelerin cereyan ettiğini görelim. Çünkü Allah her zaman uyanıktır. Onlar gibi uyumaz. Düşündüklerinden başka şekilde düşünür O. Nimetle şımarmanın, hayrı men etmenin ve miskinlerin payına ayrılan şeylerde cimrilik etmelerinin cezası olarak neler hazırlamaktadır Allah? Aniden ve gizlice birşeyler oluvermektedir. Karanlıkta hayaletlerin hareketi gibi görünmez bir hareket. İnsanlar derin uykuya dalmış bulunuyorlar:

“Ama onlar daha uykudayken Rabbinin katından gönderilen bir salgın onu sarıverdi. Ve bahçe kapkara kesiliverdi.”

Şimdi biz bahçeyi ve meydana gelen felaketi bir kenara bırakalım da kısa bir süre için o hilekârların ne yaptıklarına bakalım.

İşte onlar plânladıkları gibi sabahın erken vaktinde kalkmışlar kararlaştırdıkları şeyi yapmak için birbirlerine sesleniyorlar :

“Sabah erken birbirlerine seslendiler. Mahsullerinizi devşirecekseniz erkence çıkın diye.”

Birbirleriyle söyleşiyor ve teşvik ediyorlardı.

Bilâhare âyeti kerîme istihza ile anlatıyor onların halini. Gizli gizli konuştuklarını, kurdukları plânı daha muhkem yapmak için söyleştiklerini ve bu esnada bahçenin bütün meyvesini toplayıp miskinleri ondan mahrum bırakmayı plânlayışlarını tasvir ediyor.

“Ve gizli gizli konuşarak yürüyorlardı, sakın bugün hiçbir yoksul çıkmasın karşınıza ve oraya girmesin, diyerek.”

Ve sanki biz — Kur’an’ı dinleyen veya okuyanlar — o bahçe sahiplerinin bilmediği birçok şeyleri biliyoruz. Evet biz gecenin karanlığında uzanan o gizli ve görünmez eli gördük. Bahçenin bütün meyvelerini yok ettiğini seyrettik. O korkunç ve soluk kesici kudret elinin birden bire meyveleri kökünden kesip attığını gördük, öyleyse şimdi soluklarımızı tutalım ve uyuyan hilebazların ne yaptıklarını görmeye çalışalım. Ayeti kerime halen onlarla alay ediyor :

“Güçleri yeterken böyle konuşarak erkenden gittiler.”

Evet onlar verip vermemeye muktedirdirler. En azından kendilerini mahrum etmeye güçleri yeter.

Ve işte bakınız aniden bir şeyle karşılaştılar şimdi. Biz alaylı ifadelerle mânasına bakalım. Çarpılmışa döndüklerini görüyoruz şimdi

Onu gördüklerinde dediler ki; herhalde biz yanlış geldik."

Bizim meyve yüklü bahçemiz bu olmasa gerek. Yolu yitirdik her halde. Ama dönüp iyice bakıyorlar :

“Hayır belki de biz mahrumlarız.” Ve işte kesin haber. Ve şimdi hile ve oyunlarının akıbetine çarpılmış bulunuyorlar. Şımarıp hayrı engellemelerinin sonucuna. Ortalarından en akıllı ve dürüst olanları öne atılıyor. Anlaşılıyor ki o bunların görüşünde değilmiş. Fakat görüşünde yalnız kalınca onlara uymak zorunda olmuş. Bildiği hakikatte İsrar ederek karşı çıkmamış bu yüzden de onların başına gelenler kendinin de başına gelmiş. Ayeti kerîme burada onlara bu kişinin nasihatlerini ve sözlerini naklediyor.

“Ortancaları dedi ki, ben size demedim mi? teşbih etmeli değil miydiniz?”

Ve ancak şimdi dinliyorlar öğüt vereni. Ama iş işten geçmiş bulunuyor.

“Dediler ki, teşbih ederiz Seni Rabbimiz. Gerçekten biz zalimlerden olmuşuz.”

Ve sanki bu kötü sonuç karşısında her ortak kendi mükellefiyetini unutuyor ve öbürünü suçlamaya başlıyor. Evet işte yaptıkları;

“Şimdi birbirlerini yermeye başladılar.”

Ve işte hepsi birden birbirini yermeyi bırakıyor bu kötü sonuç
karşısındaki suçlarını itiraf ediyorlar. Belki Allah onları bağışlar ve şımarmalarının hile ve oyunlarının kurbanı olarak kaybettikleri bahçelerini geri verir:

“Belki Rabbimiz bize bundan daha iyisini verir. Doğrusu biz artık Rabbimizden dilemekteyiz.’’

Ve âyeti kerîme son sahnenin perdelerini çekmezden evvel şu İlâhî kelamı duyuyoruz :

“Azap işte böyledir. Fakat âhiret azabı daha büyüktür. Keşke bilmiş olsalardı.”

Nimetle imtihan böyledir işte. Şu halde M e k k e ’li müşrikler de bilsinler: “Biz vaktiyle o bahçe sahiplerini denediğimiz gibi bunları da denedik.” Bilsinler de imtihanın sonunda neler olduğunu görsünler. Ve sakınsınlar dünya imtihanından ve azabından çok daha büyük olan şeylerden : “Fakat âhiret azabı daha büyüktür. Keşki bilmiş olsalardı.”
Ve böylece Kureyşlilere kendi cemiyetlerinden alınma, aralarında dolaşan hikâyelerden çıkarılma bir gerçek tecrübe gösteriliyor. Allah’ın geçmişleri ve şimdikileri yakalayışı hususundaki kanunu arasında bağlantı kuruluyor. Onların günlük hayatından alınma en rahat anlayabilecekleri bir üslûpla kalblerine dokunuluyor. Ve aynı zamanda mü’minlere müşrüklerden gördükleri şeylerin Kureyş ulularının zenginlik ve servetini Allah’ın bir imtihanı olduğunu neticeleri ve tehlikeleri bulunduğunu ima ediyor. Allah’ın kanunudur felaketle denediği gibi nimetle denemek. Şımaranlar, aldanıp da iyiliğe engel olanlar, sahibi bulundukları nimetin kadrini bilmeyenler işte onların varacakları akîbetin misali: “Fakat âhiret azabı daha büyüktür. Keşke bilmiş olsalardı.” Allah’tan korkan mü’minlere gelince onlar için Rableri katında Naim cennetleri vardır:

34 — Muhakkak ki müttakiler için Rableri katında Naim cennetleri vardır.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder