14 Ocak 2015 Çarşamba

Ey inkarcılar, sizi yaratmak mı daha zordur, yoksa göğü yaratmak mı?

Uyanınız! Kendinize geliniz! Bakınız! Araştınnız! Düşününüz! Tefekkür ediniz! Başıboş değilsiniz, sizin bir ilâhınız vardır. Bu dünyanın bir nizamı ve intizamı vardır. Her şey bir takdire bağlı olarak yürümektedir. Dünya bir imtihan dünyasıdır. Sonunda sorgu, hesap, kitap varadır. Neticesinde de ya şiddetli azap veya son derece büyük mükâfatlar bulunmaktadır. Uyanınız! Kendinize geliniz. Bakınız! Araştırınız! Tefekkür ediniz!.. Bu yoldaki hitaplar devamlı tekrarlanır. Üç dört beş... on... Bu ikaz ve seslenişlerle gaflet uykusuna dalmış, hisleri dumura uğramışları güçlü bir el uyarmak için sarsmaktadır. Onlar ise daldıkları bu gaflet uykusundan ve uyuşmuş vaziyetlerinden bir an için gözlerini açıyorlar, sonra yine kapayıp dalıp gidiyorlar. Güçlü el tekrar onları şiddetle sarsıyor. O yüksek ses tekrarlanıyor. Kalblere ve kulaklara bu sesler ve darbeler tekrar tekrar aksedip duruyor... Muhataplar ise bu hitaplara karşılık ara sıra gözlerini, sadece ısrar ve inatla “hayır” diyebilmek için açmakta sonra da yine gaflet uykusuna dalıp gitmektedir. Seslenen, uyararak, sakındıran onların peşini bırakmamakta uyarmak maksadıyle başlarına taş yağdırmakta, kötü âkıbetlere uğratmakta, buna rağmen yine onlar eski gaflet uykularına tekrar dalıp gitmekte, yine yeniden sarsılıp uyandırılmaya devam olunmaktadırlar.

Bu cüzü okurken benim hatırıma bunlar gelmektedir. Mevzuun muayyen hakikatlerde toplandığını da hissediyorum. Bununla be raber son derece ehemmiyetli olan mevzular. Kalbleri derinden tesir altına alan hadiseler, kâinatta ve ruhlarda görülen eserler kıyamet gününde cereyan eden mevzuların hepsi sûrenin gayesini teşkil etmektedir. Tekrarlarında değişiklikler bulunmakta, her tekrar hiç şüphesiz bir maksada ve bir gayeye mebni bulunmaktadır.

Şu âyetleri okurken her okuyucu hiç şüphesiz bunları hissedecektir :

“İnsanoğlu şu yediği yiyeceklerine baksın.” “İnsanoğlu hangi şeyden yaratıldığına bir baksın.”

“Şu insanlar devenin nasıl yaratıldığına, göğün ne şekilde yükseldiğine dağların nasıl dikildiğine bakmazlar mı.”

Yine okumaya devam edecek : “Ey inkarcılar, sizi yaratmak mı daha zordur, yoksa göğü yaratmak mı? Allah onu bina edip yükseltmiş ve ona şekil vermiştir. Gecesini karanlık yapmış, gündüzünü de aydınlatmıştır. Ardından da yeryüzünü düzenlemiştir. Suyunu ve otlak yerini ondan çıkarmıştır. Dağları yerli yerinde yerleştirmiştir. Bunları sizin ve hayvanlarınızın yaşaması için yapmıştır.” “Biz yeryüzünü bir beşik, dağları da onun için birer direk kılmadık mı? Sizi çift .çift yarattık. Uykunuzu dinleme vakti kıldık. Geceyi bir örtü yaptık. Gündüzü geçimi sağlama vakti kıldık. Üstünüze yedi kat sağlam gök bina yaptık. Parlak ışık veren güneşi var
27 — 28 — Ey inkârcılar. Sizi yaratmak mı daha zordur yoksa göğü yaratmak mı? Allah onu bina edip yükseltmiş ve ona şekil vermiştir.

29 — Gecesini karanlık yapmış gündüzünü de aydınlatmıştır.

30 — Sonra da yeri düzenlemiştir.

31 — Suyu ondan çıkarmış ve otlak yeri meydana getirmiştir.

32 — Dağları yerli yerine yerleştirmiştir.

33 — Bunları sizin ve hayvanlarınızın geçinmesi için yapmıştır.

“Sizi yaratmak mı daha zordur, yoksa göğü yaratmak mı?” Bu
öyle bir soru ki, münakaşasız hakkı teslimden başka söz yoktur. Hiç şüphesiz göğü yaratmak insanı yaratmaktan daha zordur. Bu, itirazsız, münakaşasız kabul edilecek bir hakikattir. Göğün yaratılışı sizin yaratılışınızdan daha güç olduğuna göre artık kendi gücümüze aldanmanın yeri var mı? Göğü yaratan göklerden daha güçlü değil midir? Bu husus sorunun bir yanı, diğer bir yanı da “yeniden dirilmenizi neden güç görürsünüz?” Bu gökleri yaratanın bunlardan çok güçlü diriltmek de bir yaratılış iadesi olduğuna göre sizleri yeniden yaratmak her şeye kadir olan Allah’a neden zor olsun? Bu onun için çok kolay bir şeydir.

Bu gökler, hiç şüphesiz yaratılış bakımından çok sağlamdır.. “Onları bina etti.”., inşa etmek bir güç ve yüceliği bildirir. Semanın
mânasında da bu mevcuttur. () yıldız ve diğer cisimlerin saçılıp çözülmesi mümkün olmayan demektir. Semavi cisimlerin hiçbiri yörüngelerinden ayrılmadan dönerler. Bu öyle bir yapıdır ki bütün parçaları birbiriyle ahenkli ve birbirlerini tutar vaziyettedir.

“Allah onu bina edip yükseltmiş ve ona şekil vermiştir.” Âyette
geçen ( ) tabiri bir şeyin boyu ve yüksekliği mânasında kullanılmıştır. Gökler de bir nizam ve bir ahenk içinde yükselmiştir. Âyette geçen ( ) tabiri de ona verilen şekli ve düzenlemeleri içine alır. Mücerret bir bakış ve en basit bir düşünce dahi bu mutlak nizamı görmeye kâfi gelir. Bu nizamın kanunlarını, bunlar arasındaki hareketleri, birbirlerine tesirlerini bilen bir kimse için bu tabirlerin geniş mânası vardır. İnsanoğlu bu âlemin ancak bir kısmı
hakkında edinebildiği bilgileriyle, akıllara durgunluk veren bu hakikatin ölçülerinde mesafeler katetmek imkânını bulabilmiştir. Buna rağmen feza boşluğu ve büyüklüğü karşısında şaşkın ve dehşete düşmüş bir vaziyette kalırlar. Hele mutlak olarak bir dine inanmamış olan kişiler bunları yaratan, takdir eden büyük bir kuvvetin varlığından uzak düşündükleri takdirde tam mânasıyle bir aczin ve korkunun içine düşmüş olurlar.

“Gecesini karanlık yapmış, gündüzünü de aydınlatmıştır.”..

Kelimelerin mâna ve ses tonu şiddet itibariyle birbirine mütenasiptir. Kulağa gelen ( ) gecesini kararttı, 
gündüzünü aydınlattı. Mânası kasdedilmekle beraber seçilen kelimelerin âyetlerin devamıyla tam bir ahenk teşkil ettiği görülmekte dir. Geceleyin karanlığın basması, sabahın ilk ışıklarıyle gündüzün aydınlanması devam edip gitmekte ve herkes de bu hakikati görmekte, her kalb te bunu hissetmektedir. Bununla beraber çok tekrarlanması ve alışkanlık haline gelmesi sebebiyle insanoğlu bunların bazen tesirinden uzaklaşmaktadır. Bu sebepten Kur’an işin ehemmiyetini tekrar tekrar gözler önüne sermektedir. Halbuki bunlar devamlı olarak her gün yenidirler Duyguları da tesirleri de yenilenir. Bunların gerisinde bunları tanzim eden iradenin azameti ise görebilenleri hayranlık içinde bırakmaktadır. İnsanların bu mevzulardaki ilim ve marifetleri arttıkça kalbleri daha fazla ürpermekte hayanlıkları daha çok artmaktadır.

“Daha sonra da yeryüzünü düzenlemiş, suyu ondan çıkarmış ve otlak yerleri meydana getirmiş, dağları da yerli yerine yerleştirmiştir.”

Yeryüzünün düzenlenmesi, yerkabuğunu yaşamaya ve her türlü hareket etmeye ve bitkilerin yetişmesine elverişli hale getirmek demektir. Dağları yerleştirmek ise, yer yüzünün istikrarını ve ısı derecesinin de yaşamaya elverişli bir halde bulunmasını temin demektir.

Allahuteâlâ yeryüzünde suları da gerek pınarlardan ve gerekse yağmurlar vasıtasıyle semadan indirmek suretiyle meydana getirmiştir. Yağmur suları da buharlaşma suretiyle gök yüzüne çıkması nazarı itibara alınırsa bu da yerden çıkıyor kabul edilir. 



Bunların hepsi semaların inşasından, gecenin kararmasından, gündüzün ağarmasından sonra ancak mümkün olabilmektedir. Yeni astronomik naziriyeler de Kur’an’ın bu beyanına yakın görüşler ileri sürmektedirler. Yeryüzünün bu hale gelebilmesi için milyonlarca sene geçtiği bütün düzlükleri ve yükseklikleriyle ziraate ve insan yaşayışına elverişli duruma ulaşıncaya kadar birçok gece ve gündüzün durmadan devrettiği görüşünden hareket edildiği takdir de bu hakikate ulaşılabilir.

Kur’an, bunların hepsinin “Sizin ve hayvanlarınızın yaşaması için” yaratıldığını ilan ediyor. Allah’ın mülkündeki takdir ve tedbirlerin azametini işaret ederken bir cihetten de insanlar için aldığı tedbirlerin büyüklüğünü beyan buyurmaktadır. Hiç şüphesiz, göklerin inşası, yeryüzünün bu şekildeki tanzimi rastgele bir şey değildir. Bu dünyada yer alacak mahlukatın hesabı yeryüzünün ve semaların yaratılması esnasında inceden inceye hesaplanmış idi. Varoluşları, gelişmeleri ve yükselmelerinin gerektirdiği her şey, bu kâinat plânında büyük bir ahenk içinde tanzim edilmiş bulunuyordu. Hasseten güneş sisteminde ve bilhassa yeryüzü şartlarında bu husus daha açıklıkla görülür.

Kur’anı kerîm burada —işin aslını beyan eden kısa işaret metodu üzere— göklerin binasını, gecenin kararmasını, gündüzün meydana gelmesini, yeryüzünün tanzimini, suların ve mer’aların çıkarılmasını, dağların yerli yerince yerleştirilmesini ve bunların hepsinin insanların ve hayvanların yaşaması için yaratıldığını hatırlatmaktadır. Bunların bir kısmını tezahürlerini herkese her zaman ve her toplulukta muayyen bir bilgi ve kültür derecesine bağlı olmaksızın her insanın yaratılıştaki kabiliyetine göre artan bir ölçüde, İlâhî takdir ve tedbirlerin aksettirdiğini belirtmektedir. Aynı zamanda Kur’an’ın hitapları, her zaman ve mekânda geniş insan tabakalarını tesiri altına almaktadır.

Bunlardan başka büyük hakikatin bu seviyede başka yönleri ve dikkate değer özellikleri de vardır. Bir tanesi bu muazzam kâinat plânındaki İlâhî takdir ve tedbir hakikati, diğeri bu kâinatın yaratılışının tesadüflerden uzak bulunmasıdır. Zira tesadüfle birlikte bu muazzam ahenk ve nizamın bir arada bulanması hiçbir şekilde mümkün değildir.

Kâinattaki bu nizam ve ahenk dünyamızı da içine alan güneş sistemiyle başlar, bu, yüz milyonlarca yıldız sistemleri arasında hakikaten emsalsiz ve muazzam bir hadisedir. Dünyamız ise güneş sistemi içindeki durumu itibariyle eşi benzeri olmayan başlı başına bir gezegendir. Bu haliyle insan yaşayışına elverişli gezegendir. Sayıları binlerle ifade edilen sistemler arasında böyle hayat için zaruri şartlar taşıyan bir yıldız ve gezegen —bu gün dahi— bilinmemektedir.

“Hayat şartları birçok bakımdan dünya gezegeninde toplanmış bulunmaktadır. Yaşamaya elverişli bir vasat, mütenasip bir uzaklık ve canlıların hareket ve yaşamasına uygun nispette maddî unsurların bir araya geldiği dünyamızda görülmektedir.

“Canlıların yaşaması için hiç şüphesiz uygun bir vasat gereklidir. Yerçekimi sebebiyle dünyanın etrafındaki hava tabakası böyle bir vasatı hazırlamış bulunmaktadır.”

“Uygun bir uzaklıkta zaruridir. Zira güneşe yaklaşan bir cismin fazla sıcağı, çok uzakta bulunan cisimlerin de aşırı soğuğa tahammül edemiyeceği tabiîdir.”

“Ayrıca canlıların yaşamasına ve hareket etmesine elverişli bir şekilde maddî unsurların bir araya gelmesi de zarurîdir. Böyle bir vasat ve nispetler, bitkilerin yetişmesi ve gıdalara dayalı hayatın devamı için gereklidir.

“Dünyamız ise, bilindiği gibi hayat için vazgeçilmez olan bu şartları en uygun bir şekilde kendinde toplamış bulunmaktadır. 1

Bu muazzam kâinat plânındaki takdir ve tedbirin hakikatinin açıklanması ve kâinat içinde insanın mevkii, bunun için de yaratılışını ve geçirdiği hayat safhalarını göz önünde tuttuğumuz takdirde, bunların tabiî neticesi olarak insan kalbi ve aklını âhiret hakikatini ve orda bulunan hesap ve cezayı büyük bir itminan ve teslimiyet içinde kabule götürdüğünü görürüz. Bu durumuyle kâinatın ve insan yaratılışının tamamlandığını ve neticeye ulaştığını kabul etmek mümkün olamaz.
**************************************************
Yinninci Asırda Mütefekkirlerin Akideleri: Prof. Akkad. Sahile. 36.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder