6 Mart 2015 Cuma

EMANETE RİAYET

58 — «Hiç şüphesiz Allah, emanetleri ehline teslim etmenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adalet ile hükmetmenizi emreder. Gerçekten Allah, bununla size ne güzel öğüt veriyor? Şüphesiz ki Allah, hükümlerinizi hakkıyle işitici, yaptıklarınızı hakkıyla görücüdür...»

İşte müslüman bir topluluğun ahlâkı ve mükellefiyetleri. Evvelemirde emaneti ehline vermek. «İNSANLAR» arasında Allah’ın nizamına ve prensiplerine uygun olarak adaletle hükmetmek gelir.

Emanet emaneti kübra dediğimiz büyük İlâhi emanet ile başlar. 
Allahü Taalânın insan fıtratına bahşetmiş olduğu emanet. Göklerin, dağların ve yerlerin yüklenemeyip kaçındıkları ve «insanoğlunun» yüklendiği o büyük emanet... Hidayet, marifet, Allah’a iman ve isteyerek, gönül arzusu ve iştiyakı ile ona yönelme emaneti... İşte sadece insan fıtratına mahsus olan en büyük emanet budur. İnsandan başka bütün varlıklara Rabbi Zülcelal onların irade ve ihtiyarı dışında bir takım fıtri hususiyetler ihsan etmiştir. Fıtratı, aklı, kendi marifeti irade ve isteği ile başbaşa bırakılan sadece insanoğludur. Allahü Taalânın avnü inayeti ile Allah’a vasıl olma cehdi ve arzusu yalnız insanoğluna verilmiştir. «Bizim yolumuzda cihad edenlere kendi yolumuzda hidayete erdiririz...» 
İşte insanoğlunun yüklendiği ilâhı emanet... İşte ilkönce edâ etmesi ve yerine getirmesi gereken emanet budur**1.

Bu emanetten diğer küçük emanetler neşet eder ki Cenabı Allah onların da yerine getirilmesini irade buyuruyor.

Bu emanetler meyanında şunları zikredebiliriz: Evvelemirde bu dine şehâdet edebilme emaneti gelir. İlk olarak insanın bizzat kendisinin nefsi ile şehâdetidir. Evet bu dinin canlı bir tercümanı olacak kadar onun yaşaması... Gidişatı hat ve hareketleri ile canlı bir nümûnesi olması... Bu örnek yaşayış o dereceye varmalıdır ki herkes gerçek imanın canlı şeklini onun yaşayışında görmeli ve demeli ki: «İmanlı bir insan ne güzel, ne iyi ne tatlıdır imanın kendisi?...» Mümin kişi arkadaşları arasında kendisini bu güzel ahlâk ve kemâlın mümessili olarak kabul ettirmelidir... İşte bir insanın bu dine kendi nefsi ile şehâdeti budur. Ve böylece diğerlerine de tesir edebilir.

İnsanları bu dine dâvet ederken gerçek şehâdet vazifesini icra edip, — dâva adamının kendi nefsinde dâvanın müşahhas timsali bunca fazilet ve meziyetleri ile ortaya çıktıktan sonra — bu dâvanın faziletini ve meziyetlerini göstermesi gerekir. Müminin, insanları kendi dâvasına çekmek için imanın canlı bir nümûnesi olmaya ve bunu herkese anlatmaya çalışmadıktan sonra kendi nefsinde imanın erkânını yerine getirmiş olması kâfi değildir... Böyle hareket edenler iman dâvasında tebliğ ve beyan vazifesini yerine getirmemiş sayıylırlar. Halbuki İlâhî emanetlerden birisi de tebliğ ve beyan mükellefiyetidir... —‘ * ■———

Sonra bu dini mübini yeryüzünde bir hayat nizamı olarak inanan insanların ve bütün beşeriyetin sistemi olarak ikame etmek için çırpınarak, dindinererek şehâdet vazifesini deruhde etmekte bir emanettir. Herkesin elinden geldiği ve bütün gücü ile bunun için çalışması, topluluğun elinden gelen her şeyini bu uğurda fedâ etmesi de bir emanet vazifesinin icabıdır... Bu nizamı beşeriyetin hayatına hakim kılmakta kişinin bizzat iman etmesinden sonra en büyük emanettir... Hiç bir ferd veya cemiyet bu emaneti yerine getirmekten affedilmiş sayılamaz... Bu yüzdendir ki «Cihad kıyamete kadar bakidir» fermânı bir düstûrdur...

Yukarda anlattığımız emanetler meyânında insanlar ile muamele edilirken gözetilmesi gereken ve iade edilmesi icabeden emanetler de vardır. Muamelelerde ve maddi borçlanmalarda emanete riayette bu «ulu emanet» ler arasındadır. Devlet adamına ve halka nasihat ve hakkı tebliğde bu emanetler arasındadır. Yeni yetişen çocukların bakımı ve gözetilmesi de bu emanetler arasındadır. Cemiyetin malım ve menfaatini korumak ta emanetler serisindendir. Kısacası kelâmı İlâhî sosyal hayat plânında neleri emretmiş ise hepsi de bu emanetler arasında yer alır. İşte Rabbımızın yerine getirilmesini ve ehline tevdi edilmesini emir buyurduğu emanetler bunlardır. Âyeti kerîme hepsini de gayet kısa ve özlü olarak beyan buyurmuştur. «İnsanlar» arasında adalet ile hükmetmek hususuna gelince âyeti kerîme gör
düğünüz gibi gayet şümûllü olarak bütün insanları içine alacak şekilde bir adaleti emrediyor.

Sadece mâslümanlann birbirleri arasında adaletle hükmetmelerini değil de sadece ehli kitab arasında bir adaleti değilde. Cümle insanlar arasında adaleti emrediyor. Bu hak insan olmaları münasebeti ile bütün insanların hakkıdır. Bu Rabbânî nizamda insan olma vasfı adaletten istifade etmenin yegâne şartıdır... Bu durumda gerek müslüman olsun gerek kâfir, adalethususunda bütün insanlar müsâvîdir... İster dost olsunlar ister düşman... Gerek siyah ırktan olsunlar gerek beyaz ırktan... Arap olsun ister acem olsun... İslâm ümmeti ne zaman iş başına geçerse insanlar arasmda bu adaleti icra etmekle mükelleftir. Böyle bir adalet örneğini beşeriyet tarihi boyunca İslâm nizamından başka bir yerde bilememiş ve tadamamıştır. İslâm’ın beşeriyete kumanda ettiği devirler ve İslâm idaresinin hakim olduğu zamanlar müstesna böyle bir adaletin eşine rastlayamamıştır... Gerek önceleri gerekse sonraları beşeriyet bu İlâhî kumandayı kaybettiği devirlerden beri gerçek adaleti bir kerre olsun tadamamıştır. İnsana «insan» olduğu için değer veren ve adalet hakkından istifade ettiren böyle yüce bir adalet örneğini görememiştir. Bütün «insanların» müşterek olduğu «insanlık» vasfından dolayı hak kazanan ve başka hiç bir şeyi göz önünde tutmayan bir adaleti...

İşte İslâm idaresinin temel esası. Ve bütün medlûlleri ile birlikte emanet İslâmî cemiyet hayatının temelidir1*.

Emanetleri ehline tevdi etmek ve insanlar arasında adaletle hükmetmek hususundaki emri İlâhîyi müteakiben gelen hüküm; bütün bunların Hak Taalâ tarafından gelen tevcihât ve öğüt olduğunu beyan ediyor... Gerçekten ne de güzeldir yüce Rabbimizin öğütleri ve tevcihâtı...


«Gerçekten Allah, bununla size ne güzel öğüt veriyor...»


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder