28 Mart 2015 Cumartesi

İMAN EDENLERE SESLENİŞ

135 — Ey iman edenler, kendiniz, Ana - babanız ve yakınlarınız aleyhine de olsa, Allah için şahit olarak adaleti gözetin. İster zengin, ister fakir olsun, onları Allah’ın koruması daha uygundur. Adaletinizde heveslere uymayın. Eğer doğru söylemekte dilinizi bükerseniz veya şahitlikten yüz çevirirseniz kat’iyetle bilin ki Allah yaptıklarınızdan haberdardır.

Sadece müminlere tevcih edilen İlâhî hitab!. Müminleri yeni vasıfları ile, biricik sıfatlarıyla çağıran İlâhî nidâ!. Onları eskisinden tamamen faiklı yeni bir insan şekline inkılab ettiren vasıfları ile... Bununla adeta yeniden dünyaya geldiler. Sanki ruhları da yeniden yaratıldı. Düşünceleri değişti. Prensipleri ve gayeleri yeniden düzene sokuldu. Yepyeni düşünceler, yepyeni prensipler, yepyeni gayelerle yepyeni bir insan olarak dünyaya geldiler. Onlarla beraber yepyeni bir dâva da dünyaya geliyor; azim bir emanet de arza intikal ediyor. İnsanlar arasında adaletle hükmeden bütün beşeriyete şâmil bir emanet. Bundan dolayıdır ki; «Ey iman edenler» diye İlâhî hitaba mazhar olmanın ayrı bir manası ve ayrı bir kıymeti vardır. Bu «iman» vasfını ibraz etmeleri sebebiyledir ki, kendilerine bu büyük emanet tevdi ediliyor. Böyle bir sıfatla tavsif edilmeleri sebebiyledir ki, bu büyük emaneti bütün cihana teşmil etmek için çalışmaları, gayret etmeleri ve hazırlıklı olmaları emrediliyor.

Burada temas edilen mesele, Kur’anın çok ehemmiyet verdiği eğitici noktalarından biridir. Fakat şüphe yok ki bu, zor ve ağır bir tekliftir.

«Kendiniz, ana babanız ve yakınlarınız aleyhine de olsa, Allah için şahit olarak adaleti gözetin. İster zengin, ister fakir olsun onları Allah'ın koruması daha uygundur.»

Müslümanlara teklif edilen bu emanet hakikaten çok değerli bir vediadır. Her hâlûkârda adaleti mutlak olarak ayakta tutmak için teklif edilen bu emanet, cidden büyük bir ehemmiyete haizdir. Bu, yeryüzünde zulüm ve taşkınlığa set çeken bir adalettir. Müslüman olsun veya olmasın, her hak sahibine hakkını veren bir adalettir. Hak noktai nazarından müminle münkir, Allah nezdinde müsavidir. Yetim Yahudi kıssasında bunu görmüştük. Akrabalarla akraba olmıyanlar da müsavidir. Dostlarla düşmanlar, fakirlerle zenginler de müsavidir...

■Allah için şahit olarak adaleti gözetin.»

Sadece Allah için. Doğrudan doğruya Allah rızası için. Leh veya aleyhinde şahadet edilen herhangi birinin arzusu için değil!. Her hangi bir ferdin, bir cemaatin veya bir kavmin maslahatı için hiç değil!.

Sadece Allah için şahitlik... Sadece O’nun rızası için... Her türlü meyil, arzu ve menfaaten tecerrüd ederek sadece O'nun rızai bârisi için...

■Kendiniz ana babanız ve yakınlarınız aleyhine de olsa.»

Öyle bir eğitim tarzı ki; insanı, daha ilk hamlede kendi şahsına ve duygularına karşı harekete getiriyor. Onlara rağmen adaletin tahakkukunu temin ediyor. Sonra anne baba ve akrabalara karşı da aynı hareketi devam ettiriyor. Rabbim; ne zor bir iş bu!. Ne çetin bir ameliye bu!. Bu âyeti dilimizle tekrar etmek çok kolay... Mana ve medlûlünü aklımızla idrak etmek pek basit... Ama gelde, sen bunun tatbikatını tahakkuk ettir bakalım!... Ameliye; . lâftan, akılla idrâkten çok daha ayrı, çok daha çetin bir meseledir.

Bunun zorluğunu, bizzat bu tecrübeyi geçirmeyenler kolay kolay anlayamazlar, işte İlâhî nizam, müminleri, her şeye rağmen bu zorlu tecrübeye hazırlıyor. Onları alıştırıyor ve eğitiyor. Çünkü bu düsturu, onlar yeryüzüne getirecekler. Beşeriyete onlar takdim edecekler. Yeryüzünde bu İlâhî kaideyi onlar devam ettirecekler. Yaradanın hakimiyeti esaslarını onlar cihana yayacaklar.  Kur’an, müminleri şimdi de, fıtrî ve İçtimaî duygularına karşı harekete getiriyor. İnsan, bir fakir hakkında şahitlik yaparken  ister istemez ona karşı nefsinde şefkat ve merhamet hisleri uyanır. Onu korumak ister. Bundan dolayıdır ki şahitliğinde hata edebilir \ve adalete gölge düşürebilir.

Fıtrî duyguları, onu, hakkı açıklamaktan alıkoyabilir. Yahut onun fakir oluşu, cahiliyyet devrinde olduğu gibi, cemiyetin İçtimaî bünyesini zedeliyor düşüncesiyle haksız bir şahadete yol açabilir. Bir zengin hakkında yapılacak şehadette bu aynı şeyler mevzubahistir. O zengindir; içtimai şuur, ona güzel muamele, tabiatiyle haksizliğin kapısını açacaktır. Veyahut onun zenginliği bir reaksiyona sebep olabilir, bir aksülâmel meydana getirebilir. Bu durumda yapılacak şahitlik, tabiatiyle bu reaksiyona bağlı olacak ve aleyhte bir havaya bürünecektir.

İşte bütün bunlar, fıtrî duyguların veya içtima! icapların eseridir. İçtimaî hayatta böyle bir vakıa ile karşılaşan insanın, fıtrî
açıklaması, oldukça zor bir meseledir. Kur’an, müslümanları buna karşı da harekete geçiriyor. Nitekim daha önce kendi şahıslarına, ebeveyn ve akrabalarına karşı muamelede de harekete geçirmişti.

«İster zengin ister fakir olsun onları Allah’ın koruması daha uygundur.»

Çok zor bir mesele bu! Israrla tekrar ediyoruz ki, çok zor bir dâva bu!. Ama İslâm, mümin ruhların, zorluğun üzerine basa basa zirveye tırmanmalarını istiyor. Sadece istemekle kalmıyor, onlara yardım ediyor. Neticede de beşeriyet aleminde gerçekten örnek bir cemiyet meydana geliyor. Zirveya yükselme dâvası tahakkuk ediyor. Tarihin sinesinde meknûz vakıalar, bunun en güzel şahididir. Evet, bu bir mucizedir; sadece ilâhi nizamın gölgesinden zuhur eden bir mucize!...

^ «Adaletinizde heveslere uymayın.»

Hevesler çeşit çeşittir. Kendi şahsını sevmek, hevestir. Aile ve yakınlarını sevmek, hevestir. Şehadet ve hükümde fakirlere merhametle muamele etmek hevestir. Zenginlere güzel muamele etmek, hevestir. Zengindir diye kötü davranmak, da hevestir. Hüküm ve şahadet mevzuunda aşiret, kabile, millet, devlet ve vatan taassubu da, hakeza hevestir. Sürü sürü, çeşit hevesler... Hepsi de Allah'ın yasak ettiği bir davranışa vesile olan duygular... Haktan ve doğruluktan saptıran müessir vasıtalar...

ADALET

Şehadet âyeti sona ermeden ağır bir tehdit ibaresi serdediliyor. Şehadeti tahrif eden ve bu prensiplerden yüz çevirenlere, ağır tehditleri havi çok manalı bir ifade kullanılıyor:

«Eğer doğru söylemekten dilinizi bükerseniz veya şahitlikten yüz çevirirseniz, katiyetle bilin ki Allah yaptıklarınızdan haberdardır.»

Müminlere, Allah'ın, her yapılan şeyden haberdar olduğunu
duygusunu ve İçtimaî muktezayı hiç nazarı itibara almadan hakkı
hatırlatmak zaten kâfi!. O büyük tehlikeyi, o ağır tehdidi anlayabilmeleri ve korkudan tiril tiril titremeleri için, bu kadarı yeter de artar bile! İşte Allah da, Kur’anı müblninde mümin kullarına böyle hitap ediyor.

Rivayet edilir ki Abdullah İbni Ravaha (R.A.) yı efendimiz (A.S.) H a y b e r’e meyve ve bitkilerini insaflıca taksim etmek için yollamıştı. H a y b e r’in fethinden sonra Resûlullah ile böyle anlaşmışlardı. Yahudiler kendilerine yumuşak muamele etmesi için Abdullah İbni Ravah a’ya rüşvet teklif edince dedi ki : ■Vallahi ben sizin yanınıza insanlar içinde en çok sevdiğim birisi tarafından gönderildim. Allah’a kasem ederim ki siz bana kendi sayınızca domuz ve maymunlardan daha sevimsizsiniz. Size karşı olan nefretim ve Peygambere karşı sonsuz mahabbetim, beni size adaletli davranmaktan uzaklaştırır.* Onlar; gökler ve yer adaleti ile kaim olur dediler.

Gerçekten Abdullah İbni Ravaha yegâne Rabbani nizam üzerine kaim olan Resûlullah medresesinden yetişmişti. Beşer cinsinden bir insan olarak bu yorucu imtihana katılmış ve gerçekten başarı kazanmıştı. Ve —Bu nizamın sayesinde diğer bütün ashab gibi— o da nizamdan başka hiç bir nizam dairesinde tahakkuku mümkün olmayan o İlâhi mucizeyi tahakkuk ettirmişti...

İnsanı hayretlere sevk eden o devreden sonra çağlar çağların ardı sıra geçti. Kütübhaneler hukuk ve kanun kitabları ile doldu taştı. Nizamlar, İdarî teşkilât umdeleri, bir takım formalite ve nizamlar her tarafa yayıldı. Kafalarda adalet kelimesi dolaşmaya başladı. Ağızlarda bol bol adaletten dem vuran lâflar gezinmeye başladı... Ve bütün bunları yerleştirmek için bir yığın nazariyeler icad-edildi, heyetler teşkil edildi, teşkilâtlar kuruldu...

Ama gerçek manası ile adalet zevki ve bu zevkin hakiki manasının hem vicdanlarda hem de sosyal hayatta pratik olarak tahakkuku... Bu parlak ve yüce zirveye ulaşmak bir hayal oldu... Ancak bu gerçek bu mucizevi nizamın gölgesinde tahakkuk edebildi... Evet o hayretâmiz devrede... O zirvenin de üstünde. Devam ediş süresine gelince bu da Islâmın yeryüzündeki hakimiyet müddeti boyuncadır... Kalblerde İslâm akidesinin yer ettiği müddetçedir... Bu yegâne İlâhî nizamın yetiştirdiği ferdler ve cemaatlar seviyesinde yürümüştür...

Mevcud kazaî teşkilatları, ihdas edilen icra organlarını, gelişen ve ilerleyen nizam ve sistemleri almak isteyenlerin bu hususa dikkat etmeleri gerekir. Bu husus üzerinde duranlar, bu sistemlerin adaletin tahakkuku için daha teminatlı olduğunu, o eski devirlerdeki basit icraattarı daha iyi ve daha doğru olduğunu sanırlar. O uzak devirlerden çok ileri olduğunu zannederler (!) O günkü ibtidaî ve basit şeklinden bugünkü ileri ve modern şeklinin adaletin tahakkukunda daha garantili olduğu vehmindedirler (!).

Eşyanın mantığını idrak etmeyen bir takım şekillere ve formalitelere bağlı gelişmemiş kafaların kapıldıkları bir vehimdir bu. Şekiller ve formaliteler basit olmasına rağmen insanlar en ulvi seviyeye bu İlâhî nizam sayesinde ulaşabilmiştir. Şekiller ve formaliteler ne kadar değişirse değişsin insanoğlunun ulaşabileceği en üstün seviye ancak bu nizam sayesinde mümkün olmuştur.

Bu demek değildir ki modern kazai nizamları lağvedip atalım. Şunu bilelim ki, esas değer, konulan nizamlarda değildir. Asıl değer verilmesi gereken husus bu nizamların gerisinde gizlenmiş olan ruhdur. Şekli ve formalitesi nasıl olursa olsun... Zaman ve mekânı ne kadar değişirse değişsin. Üstünlük, zaman ve mekân hududunun ötesinde üstünlük vasfına sahip olanındır.

****************************************************




136 — Ey iman edenler! Allah’a, Peygamberine, Pengamberi-ne indirdiği kitaba ve daha önce indirdiği kitaba inanın. Kim Allah’ı, meleklerini, kitablarını, peygamberlerini ve ahiret gününü inkâr ederse, şüphesiz derin bir sapıklığa düşmüştür.

İkinci nida... Müminleri, cahiliyyet insanlarından temyiz eden, onların vazife ve mükellefiyetlerini beyan eden ve onları, kendisinden kuvvet ve yardım talep ettikleri en büyük kaynağa rapteden İlâhi sedâ!.

«Ey iman edenler! Allah’a, Peygamberine, Paygamberine indirdiği kitaba ve daha önce indirdiği kitaba inanın.»

Bunlar; mümin olduklarını iddia edenlerin mutlak olarak inan-

1 yorum:

  1. «İster zengin ister fakir olsun onları Allah’ın koruması daha uygundur.»

    Çok zor bir mesele bu! Israrla tekrar ediyoruz ki, çok zor bir dâva bu!. Ama İslâm, mümin ruhların, zorluğun üzerine basa basa zirveye tırmanmalarını istiyor. Sadece istemekle kalmıyor, onlara yardım ediyor. Neticede de beşeriyet aleminde gerçekten örnek bir cemiyet meydana geliyor. Zirveya yükselme dâvası tahakkuk ediyor. Tarihin sinesinde meknûz vakıalar, bunun en güzel şahididir. Evet, bu bir mucizedir; sadece ilâhi nizamın gölgesinden zuhur eden bir mucize!...

    ^ «Adaletinizde heveslere uymayın.»

    YanıtlaSil