18 Nisan 2015 Cumartesi

İşte Allah'ın. İsrail oğullarının kefilleriyle yapmış olduğu misak...

Bundan sonra artık onun için hidayete erme diye bir şey yoktur. Dalâletten kurtulup sığınacakları bir mahal mevcud de ğildir. Hidayet yolu gösterildikten, verilen ahidler tahdid edildikten, kendilerine yol gösterildikten sonra ceza bir daha te’kid edilmiş oluyor...

İşte Allah'ın. İsrail oğullarının kefilleriyle yapmış olduğu misak... Gerçi bu misak, onlardan habersiz olarak yapılmıştı, ama hepsi de bunu kabul etmişti. Böylece onlardan her biri, bizzat misaka iştirak etmiş oluyorlardı...

Peki, sonra ne yaptı İsrail Oğulları?

Allah'a plan ahidlerini bozdular. Haksız yere Peygamber lerini öldürdüler. Peygamberlerinin sonuncusu olan Hz. İsa' nın idamı için tuzaklar hazırladılar. Allah tarafından gönderilen kitablarını tahrif ettiler. Tevrattaki ahkâmı unuttular, İlâhi emirleri yerine getirmediler. Son Peygamberin karşısına da inatçı hilekâr ve alçak bir eda ile dikildiler. Ona da. O’nunla yaptıkları ahidlere de ihanet ettiler. Böylece Allah’ın hidayetinden tardedildiler. Kalbleri katılaştı: artık İlâhî hidayeti kabul edebilecek bir istidattan mahrum kaldılar...

«Sonra da bu sözlerini bozdukları için onlara lanet ettik; kalblerîni katılaştırdık. Kelimeleri yerlerinden oynatarak tahrif ederler, ihtar edildikleri hakikatlerden hisse almayı unuttular...»

Allah, şüphesiz ki doğru söylemiştir. İşte, Yahudilerin alâmeti farikaları..,Simalarında bile farkedilebilen İlâhi bir lânet... Allah'ın hidayetinden tardedilen melun~ cibilliyetlerine. bu lânetin hamuru karıştırılmıştır... Merhametten uzak bakışlarında, İnsanî duygulardan uzak tasarruflarında bile bir katılık göze çarpar... Bir korku ve menfaat gördüler mi, bir hile ve kuvvetle karşılaştılar mı hemen gevşerler, yumuşak ve tatlı sözlerle idare yoluna giderler. Sima ve bakışlarının katı oluşu, kalblerin de katılaşmasına yol açar...
Yahudilerin ana hususiyeti, kelimeleri yerlerinden oynatarak değiştirmek ve Hz. M u s a 'ya indirilen Tevratı tahrif etmektir. Ya Tevratın tazammun ettiği hedefleri değiştirmek vc bu ameliyeye Allah'a iftira ederek uydurulan âyetlerle Tevratı tahrif ediyorlar; veya âyetlerin hakikî manasını kendi arzularına, menfaatlerine ve habis gayelerine uygun olarak tefsir etmek suretiyle onu tahrife yelteniyorlardı. Sonra dinlerinin emirlerini unutuyorlar. İhmal ediyorlar, şahsi ve içtimai hayatlarında bu emirlerin tatbikine yanaşmıyorlardı. Çünkü onların tatbiki, Allah'ın yüce nizamının gösterdiği hedef üzere doğru olmayı teklif ediyordu onlara.

«İçlerinden pek azından başkasının daima hainliklerini görürsün.»

/ Yahudilerin Medine’de, müslümanlar arasındaki hallerini tasvir eden bu hitap. Resûlullahadır. Onlar. Resûlullaha hıyanetten asla ellerini çekmiyorlar, ihanetlerini ardarda sürdürüp duruyorlardı. Hattâ bu. onların önce Medine 'de, sonra bütün Arap yarımadasındaki hayatlarında görülen bir hâdisedir. Tarih boyunca bütün İslâm cemiyetlerinde onların bu halleri devam edip durmuştur. İslâm cemiyetleri, onları sinesine alan, bağrını açan, her türlü zorluktan kurtaran, güzel muamelelerde bulunan ve hayatın her türlü imkânlarından hissedar eden tarih boyunca akrepler, yılanlar gibi soktular, tilkiler, kurtlar gibi hiyanet ve tuzaklar hazırladılar, durmadan hile ve' desiseler icad ettiler.

Müslümanların zahiren gücü yetip de onları tenkil ettikleri vukubulunca müslümanlara karşı tuzaklar hazırladılar, şebekeler kurdular. Fırsat düştükçe müslümanların düşmanlarıyle birleştiler, müslümanlarla olan ahidlerini bozdular. Onlara karşı en ufak bir merhamet hissi duymadılar. Onların ne ahdine ne de zimmetine riayet ettiler. Yahudilerin çoğu bu tabiat tadır. Allah da onları kitabında böyle tavsif etmiş* eskiden beri Allah’ın misakını nakzetmek cibilliyetini tevârüs ettiklerini bize haber vermiştir.

Yahudilerin, M e d i e ’de Resûlullaha karşı olan durumlarını anlatan Kur anın kendine mahsus ifadesi, gayet zariftir:

«İçlerinden pek azından başkasının daima hainliklerini görürsün.»

İşte hainlik... Niyette hainlik... Sözde hainlik... Bakışta hainlik... Âyet, onların bu sıfatını ispat için tek kelimeyi kâfi görüyor:


Mücerret bir hiyanet ortaya çıkıyor, her yeri dolduruyor ve bütün kavmi ihata ediyor... İşte onların yaratılışlarının özü budur. Resûlullaha ve müslümanlara karşı olan durumlarının özü de budur...

Muhakkak şu Kur’an-ı Kerîm, müslümanların muallimi, mürşidi, önderi ve hayatları boyunca yollarını aydınlatan ışıklardır. Onlara, düşmanlarının hali hazır hallerini ve tarih boyunca Allah’ın hidayetine karşı olan tavırlarını anlatıyor. Şayet bu millet, her meselede Kur’anla istişare etse, onun prensiplerine kulak verse, kanun ve kaidelerini hayatlarında tatbik etselerdi, düşmanları hiçbir zaman onlara güç yetiremezdi. Fakat onlar Kur’andan kaçtılar ve Rableri ile olan ahidlerini nakzettiler... Her ne kadar Kur'anı bir musiki nağmesi gibi dinliyorlar, dua ediyorlar, üflüyorlar, ve musibetlere karşı ona sığınıyorlarsa da, tatbikat sahasından onu tamamen uzaklaştırmışlardır. Sonunda da musibetten musibete yuvarlandılar.

Allah; ahidlerini nakzettikleri zaman kelimeleri yerlerinden oynatarak tahrif etmek, kalbleri katılaşmak. Allah’ın rahmetinden tardedilmek ve lanete uğramak gibi Yahudilerin başına gelen musibetleri; Allah’a olan ahidlerini bozmaktan sakınmaları ve ahdi bozan her insanın başına gelen musibete duçar olmamaları için müslümanlara teker teker anlatıyor... Bu hakikatten gaflet eder ve yollarını değiştirirlerse, Allah, onlardan beşeriyete önderlik vasfını kaldırır ve işte bugün olduğu gibi zillet içinde terkediverir... Nihayet onlar, Allah’a dönerler, onun ahdine yapışırlar ve akidleri yerine getirirlerse. Allah da onları yeryüzünün hâkimi kılacağına, beşeriyetin önderi ve insanların şâhidi yapacağına dair olan vadini gerçekleştirir... Aksi halde, insanlık kervanında, işte böyle zillet içinde kalırlar... Allah, asla vadinden dönmez...

Bu âyet indiği zaman Allah. Peygamberine şu prensibi tevcih ediyor:

«Yine sen onları affet ve aldırma. Allah iyilik yapanları şüphesiz sever.»
Onların kabalıklarına aldırmamak iyiliktir; hiyanetlerini Affetmek de iyiliktir...

Fakat öyle bir zaman gelir ki, o anda ne affa, ne de aldırmamaya imkân kalır... İşte böyle bir zaman geliyor ve Allah. Peygamberine onları Medine den uzaklaştırmasını emrediyor. Sonra bütün arap yarımadasından çıkarılmalarını emretmesini istiyor... Ve bu emirler, zamanla gerçekleşiyor...

HIRİSTİY ANLAR

Kezâ Allahü zülcelâl, ehli kitaptan «biz hıristiyanız» diyenlerden de söz aldığını, fakat sözlerini nakzettiklerini ve bu İhanetlerinin karşılığını da gördüklerini Peygamberine ve müslümanlara hikâye ediyor:

~~ «Biz hıristiyanız» diyenlerden de söz almıştık. Derken, bunlar da ihtar edildikleri hakikatlerin bir çoğunu unuttular. Bu yüzden aralarına kıyamete kadar sürecek düşmanlık ve kin bıraktık. Allah, yapmakta olduklarını kendilerine haber verecektir.

Burada özel bir manaya delâlet eden hususî bir ifade ile karşılaşıyoruz:

«Biz hıristiyanız» diyenlerden...

Bu ifadenin delâleti şudur: Onlar bu iddiayı ileri sürüyorlar, fakat hayatlarında onu tatbik etmiyorlardı. Halbuki verilen sözün esası da, Allah’ı bir olarak kabul etmekti. Burada hıristiyanlığın tarihi seyrinde görülen köklü inhiraf noktalarından biri göze çarpıyor. Bu da, ihtar edildikleri hakikatleri unutmuş olmalarıdır. Bu ise: sonradan kendilerine her sahada inhirafa sürükleyen bir âkıbetle yüz yüze getirmiştir. Mezhepler, fırkalar ve guruplar arasında ilâ nihaye devam eden, asla dinmeyen bir ihtilâfa sebep olmuştur. Allah’ın haber verdiği gibi aralarındaki kin ve düşmanlık, kıyamete kadar devam edeçektir. Sözlerini nakzetmelerinin ve ihtar edildikleri hakikatleri unutmuş olmalarının karşılığı olarak, onlar bu şekilde cezalandırılmışlardır. Âhiretteki cezaları ise; yapmakta olduklarını kendilerine haber verecek ve yaptıklarına uygun düşen cezaları verecek olan Allah’ın nezdindedir.

«Biz hıristiyanız» diyenler arasında. Kur’anı Kerîm’in verdiği habere uygun olarak, bütün tarih boyunca ihtilaf, düşmanlık, kin ve şekavet devam etmiş durmuştur. Bütün tarih boyunca yaptıkları harplerde akıttıkları kanlardan daha çok birbirlerinin kanını akıtmışlardır. Gerek akide ile ve gerek içtimai siyasi ve iktisadi ihtilaflar sebebiyle olsun, aralarındaki kin hiçbir zaman durmamıştır. Uzun tarihleri boyunca bu düşmanlık ve ihtilaf dindirilememiş, harplere ve katliamlara nihayet verilememiştir. En doğru haberi veren Allah’ın buyurduğu gibi, onların bu hali kıyamete kadar devam edecektir. Sözlerini nakzetmeleri ve ihtar edildikleri hakikatleri unutmaları sebebiyle onlara, bu müstahaktır. Bunun yegâne çaresi tevhittir. —Burada tafsiline imkân olmayan bazı sebepler dolayısiyle— Hz. î s a ’nın vefatından az sonra saptıkları tevhide, yeniden avdet etmektir.
Yahudi ve hıristiyanlarla yapılan sözleşmeleri anlatan âyetlerin akışı bu noktaya gelince; yeni bir âyet serdediliyor ve bütün ehli kitaba hitap ediliyor. Nübüvveti tamamlayan son risaletin geldiğini ve risaletin kendileri de dahil olmak üzere bütün insanlığı içine aldığını bildirmek için böyle bir hitaba zaten zaruret vardı.

Evet, onlar bu şekilde hitap edildiler ve son Peygambere tabi olmakla emrolundular. Zaten bu. geçmişte kendilerinden alınan sözlerin bir şıkkı idi. Bu son Peygamber, ellerindeki kitaptan gizledikleri şeyleri onlara açıklamak, nakzettikleri sözlerini yeniden muhafazaya çağırmak ve gizledikleri şeylerin bir kısmını da geçivermek için gönderilmiştir. Esasen yeni bir şeriata da zaruret vardı.

Sonra bu hitapta; «AlIah, ancak Meryem oğlu Isa Mesihtir» diyen hıristiyanlarla. «Biz Allah’ın çocukları ve sevgilileriyiz» diyen
1. Bkz. «Hıristiyanlık Hakkında Konferanslar» Prof. Muhammed Ebû Zehra. «FİuUü-il-Knr'an» C 3 S. 148 Hikmet Yayınevi.
yahudilerin sapık inançlanna taarruz ediliyor ve son Peygamberin bu sapıklıkları düzeltmek için geldiği beyan ediliyor. Nihayet bu açık ve parlak risaletten sonra, artık onların Allah nezdinde hiç bir delillerinin bulunmayacağı: ^Peygamberlerden sonra
uzun zaman geçti, ilahi emirleri unuttuk, meseleleri birbirine karıştırdık*
mazeretlerinin kabul edilmiyeceği beyan edilerek hitap sona erdiriliyor:

İLAHİ KİTAB VE NUR

15 — Ey kitab ehli, kitab'dan gizleyip durduğunuzun çoğunu size açıkça anlatan ve çoğunu da geçiveren Peygamberimiz
gelmiştir. Doğrusu size Allah'dan bir nur ve apaçık bir kitab gelmiştir.

16 — Allah onunla, rızasını gözetenleri selâmet yollarına eriştirir ve onları, izni ile, karanlıklardan aydınlığa çıkarır.
Onları doğru yola iletir.

17 — «Allah ancak Meryem oğlu İsa-Mesihtir» diyenler and olsun ki kâfir olmuşlardır. De ki: «Allah, Meryem oğlu Mesih'i,
anasını ve yeryüzünde olanların hepsini yok etmek isterse kim O'na karşı koyabilir?» Göklerin, yerin ve arasındakilerin hükümranlığı Allah'ındır, dilediğini yaratır. Allah her şeye kadirdir.

18 — Yahudiler ve Hıristiyanlar, «Biz Allah'ın oğulları ve sevgilileriyiz» dediler. «Öyleyse günahınızdan ötürü size niçin azab ediyor? Oysa siz O'nun yarattığı insanlarsınız» de. Allah dilediğini bağışlar, dilediğine azab eder. Göklerin, yerin ve ikilinin arasındakilerin hükümranlığı Allah'ındır. Dönüş O'nadır.

19 — Ey kitab ehli, Peygamberlerin arası kesildiğinde; • Bize müjdeci ve uyarıcı gelmedi» dersiniz diye, size açıkça anlatacak Peygamberimiz geldi. Şüphesiz O, size müjdeci ve uyarıcı olarak gelmiştir. Allah her şeye kaadirdir.

Ehli kitap; kendilerinden olmayan bir Peygamber, hâkimiyetleri altında bulunan ve kendilerinden ilim öğrenen ümmîler arasından çıkan bir Allah elçisi tarafından sık sık Islâma davet
edildiler. Evet, kendileri kitap ehli, öbürleri ümmî idi; ama Allah, ümmilerin yücelmesini murad etti ve Peygamberlerin sonuncusunu onlar arasından seçerek son risaleti, bütün beşeriyete şamil olan risâleti onlara nasip etti. O ümmîlere de büyük bir ilim lütfetti. Artık onlar da, yeryüzünün en alim, tasavvur itikad yönünden en ince, metod ve gidiş bakımından en sağlam nizam ve şeriat cihetinden en üstün, ahlâk ve toplum açısınd da en salih insanlar haline geldiler... Bütün bunlar, şüphesiz Allah'ın lütfunun eseridir. Bu dini göndermek suretiyle onlara olan nimetinin ve onlar için bu dini seçip beğenmesinin neticesidir. Şayet bu ilahi nimet olmasaydı, o ümmilerin bütün beşeriyete önder olmalarına imkân yoktu. Bu din olmasaydı, kimsenin onlara üstün beşerî bir vasıf kazandırmasına imkan yoktu...

Ehli kitaba yöneltilen bu ilahi hitapta, onların İslama davet oldukları, kendilerinden âIınân söz~icabı Resulullah'a iman; etmeye ona yardımda bulunmaya~ve arka~çıkmaya çağırıldıkları tescil edilmekdedir.
 Keza O ümmî Peygamberin, hem kendilerine, hem araplara ve hem de bütün insanlara gönderildiği bizzat Allah'ın şehadeti ile katiyet kazanmaktadır. Onun, Allah’tan getirdiği risaletini inkâr etmeye imkân olmadığı gibi, risaletinin sadece araplara mahsus olduğu veya ehli kitaba tevcih edilmediği gibi bir iddiaya imkân yoktur:

«Ey kitap ehli, kitaptan gizleyip durduğunuzun çoğunu size açıkça anlatan ve çoğunu da geçiveren Peygamberimiz gelmiştir.»
O, Allah’ın, size gönderdiği bir elçidir. Vazifesi; ilahi emirleri size açıklayıp beyan etmektir. Elinizdeki Allah’ın kitabından gizlediğiniz hakikatleri ortaya koymaktır... Bu hususta yahudiler de, hıristiyanlar da aynı durumdadırlar. Hıristiyanlar, dinlerinin ana esası olan tevhidi; yahudiler de zina eden zinan  recmedilmesi, faizin haram kılınışı gibi ilahi şeriatın bir çok ahkâmını gizlemişlerdi. Nihayet her iki gurup da, o ümmü Nebinin gönderileceği haberini saklamışlardı. Halbuki ellerindeki Tevrat ve İncilde bu haber veriliyordu... Resulullah onların gizleyip tahrif ettikleri bir çok şeyleri geçiverdi. Allah da
insan cemiyetlerinde tatbikine lüzum kalmayan geçmiş kitapların. ahkâm ve kanunların bir kısmını neshetti. Çünkü onlar, küçük bir topluma mahsus ve muvakkat bir zamanla mukayyetti, Daimî ve bütün insanlığa şamil risalet gönderilmeden önce gelen Peygamberler, Allah nezdinde malûm olan mahdud bir zaman zarfında hüküm sürüyorlardı. Nihayet Allah, bu risaleti kemâle erdirdi, kullarına olan nimetini tamamladı ve din olarak İslâmî seçti. Artık bundan sonra ne nesih, ne tebdil, ne tadil bahis konusudur...

Allah. son Peygamberin getirmiş olduğu dinin tabiatını, onun beşer hayatındaki vazifesini ve insan hayatında takdir ulunan tesirini de beyan edivor:

«Doğrusu size apaçık bir nur ve Allah'dan bir kitap gelmiştir...»

«Allah onunla, rızasını gözetenleri selamet yollarına eriştirir ve onları izni ile karanlıklardan aydınlığa çıkarır. Onları doğru yola iletir.»

Bu kitabın; Kur’an’ın... bu nizamın; îslâmın tabiatını ifade için bundan daha güzel, daha ince, daha doğru ve daha manalı bir söz düşünülebilir mi?..

«Apaçık bir nur...»

Mümin bu hakikati, kalbinde, varlığının her zerresinde, hayatının her şubesinde görür. Eşyayı, hâdiseleri ve şahısları takdir ölçüsünde kullanır. Mücerret olarak kalbindeki imanda bile onun varlığını hisseder...

«Apaçık bir nur...»

İnsan varlığını aydınlatan, onu şeffaf ve parlak bir hale getiren, hafifleten ve yücelten bir nur... İnsanın önüne çıkan her şeyi izah eden, her şeyi açıklayan ve inşanı gerçeğe ulaştıran bir nur...

İnsan bünyesindeki çamurun sıkleti... Toprağın karanlığı... Et ve kanın kesafeti... Arzu ve şehvetlerin coşkunluğu... İşte bütün bunları aydınlatıyor, parlatıyor ve gözler önüne seriyor. Çamurun sıkletini hafifletiyor. Toprağın karanlığını aydınlatıyor. Kesafeti inceltiyor. Coşkunluğu emiyor...

Görüşteki karanlık ve karışıklık... Yürüyüşteki tereddüt ve şaşkınlık... Prensiplerdeki hayret ve sapıklık... Yollardaki hayvanilik ve rehbersizlik... İşte bütün bunları parlatıyor, aydınlatıyor, berraklaştırıyor... Hedefi açıklıyor, o hedefe giden doğru yolu gösteriyor ve bu yolda ruhları istikamete erdiriyor

«Nur... Ve apaçık bir kitap...»

Aynı şeyin iki vasfı... Resulu Ekrem’in getirdiği ilahi dinin vasfı...

«Allah, onunla rızasını gözetenleri selâmet yollarına eriştirir. Ve onları izni ile karanlıklardan aydınlığa çıkarır. Onları, doğru yola iletir...»

Allah, din olarak İslâmî beğenip seçmiştir. İslâm, kendisine tabi olup rızasını kazananları hidayete eriştirir, onlardan razı olur, Allah'ın da rızasını kazandırır... Evet, onu hidayete eriştirir... «Selâmet yollarına» ulaştırır.

^ Bu dinin bütün hayat hakkında koymuş olduğu esaslar için «selâmet» kelimesinden daha manalı, daha ince ve daha doğru bir kelime bulunamaz... Ferdin selâmeti... Toplumun selâmati... Âlemin selâmeti... Vicdanın, aklın azaların selâmeti ,, Evin, ailenin selâmeti... Cemiyetin milletin selâmeti... insanınnın, insanlığın selâmeti... Hayatın, kâinatın selâmeti... Hayat ve kâinatın rabbi olan Allah'ın lütfettiği selâmet... Beşeriyyetin bugün dahi, ancak bu dinde, onun nizam ve şeriatında, akide ve şeriatine bağlı cemiyetlerde görebildiği bir selâmet...

Gerçekten Allah, kendi rızasına tabi olanların, seçtiği bu din vasıtasıyla, bu sahaların hepsinde selâmet yollarına ulaştırır... Eski veya yeni cahiliyette harp vasıtalarını görüp idrak eden kimseler kadar, bu hakikatin derinliğini anlayamazlar Hele, vicdanların derinliklerindeki cahiliyet akidelerinden, cahiliyenin prensip ve nizamlarından neş’et eden anarşik çatışmaları görenler, kadar hiç anlayamazlar.

Bu söze ilk defa muhatap olan insanlar, bu selâmetin manasını cahiliyet devrindeki tecrübelerinden biliyorlardı. Çünkü onlar bunun tadını, bizzat tatmışlar ve bu tattan büyük bir lezzet duymuşlardı.
Biz; ve asırlar boyu vicdanlarda ve cemiyetlerde sürüp giden harbin her çeşidini tadan etrafımızdaki insanlar, bugün bu hakikati anlamaya ne kadar çok muhtacız!..

Geçmişte bu selâmet için yaşayan, fakat sonra bu selametlen çıkıp ruhunu ve kalbini, ahlâk ve gidişatını, ayaklar altına alarak bir anarşi bataklığına yuvarlanan bizler, bu gerçeği anlamaya ne kadar çok muhtacız!.. Halbuki, Allah’ın bizim için kurduğu nizamındaki selâmet yollarına girmek bizim elimizde... Onun rızasına tabi olur, Allah'ın bizim için beğendiğini biz de kendimiz için beğenirsek bu yola ilk adımımızı atmış oluruz.

Fakat biz, kendimizi cahiliyet çarkına kaptırmışız, İslâm, bizden uzaklaşmış. İslâmın selâmeti önümüzde iken cahiliyetin harp ve anarşisi ruhlarımızı bürümüş... En hayırlıyı, en kötüye değiştiriyoruz. Bu nasıl alış veriş?!. Bu ne zararlı ticaret?!, ne iştir ki, hidayete mukabil dalaleti satın alıyor, selâmete mukabil savaşı tercih ediyoruz?..

Halbuki beşeriyeti bu cahiliyet girdabından ve çeşitli şekillerde kaynatılan harp kazanından kurtarabilirdik. Fakat kendimizi kurtarmadan, selâmetin gölgesine kendimizi atmadan beşeriyeti kurtaramayız. Kendimizi Allah'ın rızasına teslim ettiğimiz ve O’na tabi olduğumuz zaman; işte o zaman, Allah'ın selâmet yollarına eriştireceğinden bahsettiği şu insanları kurtarmak kudretini elde ederiz.

«İzniyle karanlıktan aydınlığa çıkarır.»

Cahiliyet, bütün yönleriyle karanlıktır. Şüpheler, hurafeler, efsaneler karanlığı... Arzular, şehvetler ve şehvet denizinde yüzme karanlığı... Hayret, şaşkınlık, anarşi, hidayetten uzaklaşma ve vahşet karanlığı... Hükümlerin, değerlerin, ölçülerin bozulduğu, her şeyin allak bullak ettiği karanlıklar...

Ve nur... işte nur!.. Vicdan, akıl, bünye, hayat ve her türlü meseleler hakkında az önce bahsettiğimiz nur...

«Ve onları doğru yola ulaştırır.»

 «Selâmettin daha geniş manası için bakınız: «Cihan Sulhu ve İslâm» Prof. Sey-yid Kutub. «İslâm ve Medeniyetin Problemleri» Prof. Seyyid Kutub. (Fİzılâl-il-Kur’an OUd: 1 Sh: 429 ve devamı) Hikmet Yavınevt





1 yorum:

  1. ************Muhakkak şu Kur’an-ı Kerîm, müslümanların muallimi, mürşidi, önderi ve hayatları boyunca yollarını aydınlatan ışıklardır. Onlara, düşmanlarının hali hazır hallerini ve tarih boyunca Allah’ın hidayetine karşı olan tavırlarını anlatıyor. Şayet bu millet, her meselede Kur’anla istişare etse, onun prensiplerine kulak verse, kanun ve kaidelerini hayatlarında tatbik etselerdi, düşmanları hiçbir zaman onlara güç yetiremezdi. Fakat onlar Kur’andan kaçtılar ve Rableri ile olan ahidlerini nakzettiler... Her ne kadar Kur'anı bir musiki nağmesi gibi dinliyorlar, dua ediyorlar, üflüyorlar, ve musibetlere karşı ona sığınıyorlarsa da, tatbikat sahasından onu tamamen uzaklaştırmışlardır. Sonunda da musibetten musibete yuvarlandılar.

    Allah; ahidlerini nakzettikleri zaman kelimeleri yerlerinden oynatarak tahrif etmek, kalbleri katılaşmak. Allah’ın rahmetinden tardedilmek ve lanete uğramak gibi Yahudilerin başına gelen musibetleri; Allah’a olan ahidlerini bozmaktan sakınmaları ve ahdi bozan her insanın başına gelen musibete duçar olmamaları için müslümanlara teker teker anlatıyor... Bu hakikatten gaflet eder ve yollarını değiştirirlerse, Allah, onlardan beşeriyete önderlik vasfını kaldırır ve işte bugün olduğu gibi zillet içinde terkediverir... Nihayet onlar, Allah’a dönerler, onun ahdine yapışırlar ve akidleri yerine getirirlerse. Allah da onları yeryüzünün hâkimi kılacağına, beşeriyetin önderi ve insanların şâhidi yapacağına dair olan vadini gerçekleştirir... Aksi halde, insanlık kervanında, işte böyle zillet içinde kalırlar... Allah, asla vadinden dönmez.*************..

    YanıtlaSil