Rasûlullah(s.a.v) (s.a.v.) buyurdu ki:
“Aç insanların yemek kabına üşüştükleri gibi yakında diğer milletler de sizin başınıza üşüşeceklerdir. Dinleyenlerden biri: O gün bizim az oluşumuzdan mı böyle olacaktır?” deyince Rasûlullah(s.a.v) (s.a.v.): “Bilakis sizler o gün çok olacaksınız, fakat sizler sel üzerinde akıp giden çer-çöp gibi olacaksınız. ALLAH (c.c.) düşmanlarınızın kalbinden sizden korkma duygusunu çekip alacaktır. Sizin kalbinize ise vehn sokacaktır.” buyurdu. Yine dinleyenlerden biri vehn nedir?” deyince Rasûlullah(s.a.v) (s.a.v.) “Dünyayı sevmek ölümden hoşlanmamaktır.” buyurdu.
(Ebu Davut El-Melahim B.5 H.No:4297 Müsned-i İmam Ahmet C.2 Sh:359, C.5 Sh.278)
Denilebilir ki bu hadis-i şerif Hz. Peygamberin başlı başına bir mucizesidir. Çünkü hadis-i şerif ile önderimiz, gaybi bir durumdan ümmetini haberdar edip uyardığı gibi, bir takım ilahi sünnetleri de açık seçik bir üslupla dile getirmekte, mü’minlerin bu tehlikelere maruz kalmaları, kalmış iseler onlardan kurtulmaları için almaları gereken tedbirleri zımmen ifade edebilmek ise bir Peygamber Bilgisi beşerin sınırları aşarak ilahi vahye mazhar olan, eşya ve olaylara nübüvvet gözüyle bakan bir şahsiyet için mümkündür. Şimdi bu hadis-i şerifin ele aldığı bazı noktalara kısaca değinelim:
1. Kafirlerin Müslümanların Başına Üşüşmeleri:
Hz. Peygamber’in işaret ettiği bu “Üşüşme” günümüze kadar bir kaç defa tekrarlanmış bir olaydır. Moğolların İslam Dünyasını istilaları, olmadık vahşilikleri, hunharlıkları, kan dökücülükleriyle alabildiğine gaddarca cinnetlerinin yaşandığı kara yıllar bunların birincisidir. Haçlı seferleri ve seferler sonucunda İslam Dünyasının bağrında Filistin’de, Urfa ve çevresinde devletler dahi kurmak imkan ve fırsatını elde etmeleri, bu “üşüşme”nin bir diğer örneğidir. Müslüman Endülüs’ü haçlı kafirlerin istila edip cami ve meskenleri yıkmaları da bu “üşüşme”lere bir örnektir.
Fakat ne Moğol İstilası ne de Haçlı Sürülerinin saldırganlıkları ve cinayetleri son asırlarda İslam Dünyasının yaşadığı, karşı karşıya kaldığı "üşüşme" ye benzemektedir. Hatta diyebiliriz ki, Hz. Peygamber’in Hadis-i şerifinin işaret buyurduğu hazin olaylar ya da musibetler zinciri son asırda ümmetin yaşadığı facialardan başkası değildir. Çünkü bütün kavimlerin İslam alem’ine büyük kargalar gibi üşüştükleri bir zaman diliminde yaşıyoruz.
O bakımdan Hadis-i Şerifte haber verilen durum, bütün tafsilatıyla ancak İslam Dünyası’nın Emperyalist Dünya tarafından sömürgeleştirilmesiyle ortaya çıkar.
2. Zaferin Sırrı
Müslümanların kafirlere karşı kazanmaları onların sayıca çok, silahça yeterli hatta düşmanlarından daha ileri bir düzeyde olmalarına bağlı değildi. Yüce ALLAH, Bedir Savaşı'nda Kur’an-ı Kerim'in de ifade ettiği gibi oldukça güçsüz oldukları halde mü’minlere yardım etmiş ve onları düşmanlarına karşı muzaffer kılmıştı. (Al-i İmran, 123) Buna karşılık Huneyn’de sayıca kalabalık hatta kendilerini böbürlendirecek derecede kalabalık olmalarına rağmen, kalabalıklarının kendilerine en ufak bir faydası olmamış, yeryüzü bütün genişliğine rağmen kendilerine dar gelmiş, arkalarını dönüp kaçmışlardı bile. (Tevbe, 25) Oysa -aynı ayetin baş taraflarında ifade edildiği gibi- bundan önce yüce ALLAH müminlere pek çok savaşta zafer nasip etmiş, onlara yardım da bulunmuştu.
Buna göre mü’minlerin zafer kazanabilmeleri, düşmanlarının yenik düşürmeleri için kalabalık olmaları gerekmemektedir. Zaferi hak edebilmeleri için gereken şartları yerine getirmeleri gerekir. Bunlar ise ALLAH'ın yardımını alabilecek nitelikte, tavır ve tutumda olmaktan ibarettir. Bu tavır ve nitelikler ise işaret ettiğimiz ayetin bir öncesinde şöylece ifade edilmektedir;
“Deki: eğer babalarınızı, oğullarınızı, kardeşlerinizi, eşlerinizi, elde ettiğiniz malları, durgunluğunuzdan endişe ettiğiniz bir ticareti ve hoşlandığınız meskenleri ALLAH’tan, Rasulünden ve O’nun yolunda Cihad etmekten daha çok seviyorsanız, o halde ALLAH’ın emri gelinceye dek bekleyedurun. ALLAH fasıklar topluluğuna hidayet vermez.” (Tevbe, 24)
Fısk, ALLAH’ın emir ve buyruklarının dışına çıkmak demektir. Fasık da ALLAH’ın emir ve buyruklarının dışına çıkan kimse demektir. Genel olarak her husus da ve özellikle Cihad konusunda düşmana karşı Cihad etmek. ALLAH’ın adını yüceltmek uğrunda Cennet özlemiyle savaş meydanlarına atılmak için maddi ve manevi her türlü hazırlığı ihmal etmek (bu ayetin ifadesinden anlaşıldığına göre) fasıklıktır. ALLAH da fasıklar topluluğunu (genel olarak her konuda, özel olarak cihad hususunda ve zafere götüren sebepleri, hazırlıkları gerçekleştirmek, tedbirleri almak hususunda) doğruya iletmez. ALLAH’ın Dininin gölgesinde Cihad eden İslam askerleri yazdığı mektubunda ne güzel ifade etmiş;
“Şunu bilin ki biz düşmanlarımızla sayı ve silahımızla savaşmıyoruz. Bizim onlara karşı savaşımızdaki en büyük silahımız bizim mü’min olmamız günahlardan sakınmamızdır. Günahlardan sakınınız. Çünkü biz de onlar gibi günah işleyecek olursak, bizimle onlar arasında bir fark kalmaz, bu sefer onlar (sayı ve silah üstünlüklerinden dolayı) bize galip gelirler.”
Abdullah b. Reveha (ra) da, Mute’de Bizans Ordusu’nun çokluğunun görülmesi üzerine, neler yapılacağına dair istişarede bulunulduğunda aynı gerçeği şöyle ifade etmişti: “Biz şimdiye kadar düşmanlarımıza karşı sayıca ve silahça üstün olduğumuz için hiç bir savaş kazanmış değiliz. Biz düşmanlarla inancımızın verdiği üstünlükle savaştık...”
İşte hadis-i şerifte sahabinin sorduğu O’ gün az oluşumuzdan mı düşmanlarımız üstümüze üşüşüşeceklerdir?” sorusuna Hz. Peygamber, sayıca çok olacağımız fakat zaferin en önemli sebebi olan manevi güç kaynaklarımızı tüketmiş olduğunuzdan dolayı bu hallere düşeceğimizi belirtmektedir. Hadis-i Şerif bizim için manevi güç kaynağı teşkil eden önemli iki hususa işaret etmektedir: Bunlardan bir tanesi düşmanlarımızın kalbindeki bizden korkma duygusudur. Diğeri ise mü'mindeki şehadet arzusu, ahireti dünyaya üstün tuttuğu için ölümden korkmama duygusudur. Bunları da Hadis-i Şerifte sözü önemli hususlardan diğer ikisi olarak ele alalım.
3. Korkutarak Zafer
Düşmanından korkan bir ordu, daha savaş başlamadan yenik düşmüş demektir. İşte bu büyük yardıma mazhar olabilecek niteliklere sahip olmak zorundadır mü’minler. Eğer ALLAH’ın Dini'ni yüceltmek ve böylece kendileri de yücelmek istiyorlarsa. Yüce Rabbimiz mü’minlere düşmanlarını kalbine korku salmak suretiyle Bedir’de (Enfal, 12) Uhud’da Al-i İmran 131) Hendek’te (bk. Ahzab 26) Nadir oğullarının Medine’den sürülmeleri esnasında (bk. Haşr 2) yardımcı olmuştur.
Mü’minlerin Yüce ALLAH'ın bu şekilde yardımına mazhar olmalarının sebeplerine de değinilmiştir. İşaret ettiğimiz ayet-i kerimelerde, ya da onlara yakın diğer ayetlerde...
Bu açıdan bu buyruklara eğildiğimizde görürüz ki, Bedir’de Yüce ALLAH’ın mü’minlere yardım etmesinin sebebi düşmanlarının kafir olmalı (Enfal 12) Uhud’da yardımın sebebi düşmanlarının ALLAH hakkında hiçbir delil indirmediği şeyleri ortak koşmaları, yani müşrik olmaları (Al-i İmran, 151) Hendek’te bu yardımın sebebi düşmanlarının kafir olmaları (el-Ahzab, 26) Nadir oğullarının sürülmeleri sırasında kalplerine korku salınmasının sebebi ise kitap Ehli olmakla birlikte; kafir olmaları (el-Ahzab, 2) ile ALLAH’a ve Rasulüne karşı gelmeleri (Ahzab 4) gösterilmektedir.
Bu şekilde düşmanın kalbine korku salınarak, mü’minlere yardımcı olunması Hz. Peygamber’in ve diğer Peygamberleri; verilmemiş (özelliklerin) den bir tanesiydi. (bk. Buhari, Teyemmüm 1, Cihad 122 Müslim, Mesacid 3, 5, 8, Tirmizi, Siyer 5, Nesei, Cihad)
O halde savaşta zaferi elde edebilmenin en büyük teminatı olan böyle bir yardıma mazhar olmanın belli şartları vardır; Bunlar da kafirlerin özelliklerinden, fasıkların niteliklerinden uzak durmak, ALLAH’ın istediği gibi yaşayıp Hz. Peygamber’in izinden ayrılmamaktır.
4. Dünva Segisi ve Şehadet Arzusu
Hadis-i Şerif İslam Ümmetininin gördüğümüz aciz ve sefil, dünya devletleri nazarında kıymetsizliğini “Vehin” diye adlandırıyor ve “dünyayı sevmek ölümden de hoşlanmak” diye tanımlıyor. Dünya sevgisi elbette ki insana ölümü sevimsiz gösterecektir. Hatta dünya sevgisi insanın kalbinde ne kadar yer etmişse ölümden o kadar nefret etmek söz konusudur. Bunun çaresi insanın ahirete gereği gibi, “yakin ile” iman etmesi, ahiret nimetlerini ruhunda canlandırarak, yaşatarak bilip sevmesi, ahiret nimet ve ecrinin üstünlüklerinin, sonsuz değerlerini gözünün önünden uzaklaştırmaması, diğer yandan ALLAH’ın azabının gerçekleşeceği yer olan Cehennemi, Cehennemin o dayanılmaz, tahammül edilmez, bitmek tükenmek bilmez azabını unutmaması, dehşetini hatırından çıkarmamasıdır. Şüphesiz ki kişinin şehadeti İslam’ın tanıttığı şekilde tanıması, bu makama erişmenin şerefini, üstünlüğünü bilmesi, şehitler için hazırlanmış mükafatlardan haberdar olup bunları gereğince tasavvur edebilmesi de fert ve toplum olarak, ümmet olarak Müslümanların güçlenmelerinin en büyük kaynakları arasında yer alır.
Nitekim Uhud Savaşında mü’minler ordusunun nihai zaferi elde etmelerine ramak kalmışken, bozguna uğrayıp yenilmelerinin sebebi, yılmaları, anlaşmazlığa düşüp çekişmeleri ve (belli bir kesim de olsa) dünyalıklara üşüşmeleridir. (Al-i İmran 152) Hz. Peygamber de bir başka hadis-i şerifinde mü’minlerin dünyaya bağlanıp cihadı terk etmelerinin ilahi cezasını şu şekilde ifade buyurmaktadır: “İnsanlar dinar ve dirhemde cimrilik gösterirse, satışı (nakde ihtiyacı olan bir kimsenin birisinden veresiye mal alıp tekrar o malı aldığı kişiye daha düşük bir fiyata peşin satması) yapar...(Cihadı ihmal ederek) ineklerin kuyruklarının arkasına takılıp kalırlar. (yani hep ziraatla uğraşırlar. ALLAH yolunda cihadı terk ederlerse, ALLAH onların üzerine öyle bir bela indirir ki tekrar dinlerine geri dönecekleri zamana kadar bu belayı üzerlerinden kaldırmaz.”
(Ebu Davud, Buyu 54, Müsned, II, 42. Hadis, el-Fethu’r Rabbani TV, 25-26’daki Abdullah b. Ömer rivayeti esas alınarak tercüme edilmiştir.)
Buna göre ümmet olarak içine düştüğümüz bu zelil durumdan kurtulabilmenin tek bir çaresi vardır. O da bütünüyle ALLAH’ın Dini’ne dönmek. Yani ALLAH’ın Dini'ni topluma, yeryüzüne hakim kılmak. Bu uğurda yeri gelen her türlü fedakarlıkta bulunmak, hiç bir şeyi esirgememek, ALLAH’ın nurunu tamamlaması uğrunda üzerimize düşen görev ve sorumlulukları ifade etmek, eksiksiz yerine getirmek.
“Nice Peygamberler vardır ki, beraberlerinde birçok topluluklar (ribbiyyun, kendilerin Rabbe adamışlar) savaşmıştır. Fakat ALLAH yolunda kendilerine isabet eden (musibet)lerden dolayı gevşemediler, zaafa uğramadılar, boyun da eğmediler, ALLAH sabredenleri sever.”
“Onların sözleri yalnızca: Rabbimiz, günahlarımızı ve içimizdeki taşkınlıklarımızı bağışla, ayaklarımıza sebat ver, kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et demelerinden ibaretti.”
“ALLAH onlara dünya sevabını (zafer, üstünlük ve ganimeti, düşmanlara İslam’ın hükümlerini kabul ettirmeyi) ve ahiret sevabının güzelliğini verdi. ALLAH iyilik edenleri sever.” (Al-i İmran, 146-148)
Konumuz olan Hadis-i Şerif yenilginin, zilletin, sömürülmenin sebeplerini, bu ayet-i kerimeler de üstün olmanın, aziz olmanın, İslam’ın hükümlerini hakim kılmanın, tağutları devirmenin yollarını gösteriyor. Ebu Zeyneb.
********************************************
*************************************************************************************************************************
**************************************************************************************************************************
YanıtlaSilRasûlullah(s.a.v) (s.a.v.) buyurdu ki:
“Aç insanların yemek kabına üşüştükleri gibi yakında diğer milletler de sizin başınıza üşüşeceklerdir. Dinleyenlerden biri: O gün bizim az oluşumuzdan mı böyle olacaktır?” deyince Rasûlullah(s.a.v) (s.a.v.): “Bilakis sizler o gün çok olacaksınız, fakat sizler sel üzerinde akıp giden çer-çöp gibi olacaksınız. ALLAH (c.c.) düşmanlarınızın kalbinden sizden korkma duygusunu çekip alacaktır. Sizin kalbinize ise vehn sokacaktır.” buyurdu. Yine dinleyenlerden biri vehn nedir?” deyince Rasûlullah(s.a.v) (s.a.v.) “Dünyayı sevmek ölümden hoşlanmamaktır.” buyurdu.
(Ebu Davut El-Melahim B.5 H.No:4297 Müsned-i İmam Ahmet C.2 Sh:359, C.5 Sh.278)