17 Nisan 2016 Pazar

MÜSLÜMANLARIN GÜNDEMİ NE OLMALI?

NET TAVIR SERGİLEMEK,
BAŞARININ ŞARTLARINDANDIR.
BAŞARI ELDE ETMEK İSTİYORSAN ŞARTLARINI YERİNE GETİRMEN LAZIM.
Tüm Müslümanların bugün içinde bulundukları şu konumda neyi konuşmaları, yazmaları, tartışmaları, neyin üzerinde düşünmeleri ve kafa yormaları, çözüm yolları keşfetmeye ve neyi gerçekleştirmeye çalışmaları gerekir? Tüm Müslümanların gündemlerinin asıl konusu ne olmalıdır?
Müslümanlar bu soruların doğru cevaplarını tespit edip yürürlüğe koymadıkça, daima içinde bulundukları şartlardan etkilenerek düşünmeye ve davranmaya devam edeceklerdir. Halbuki Müslümanlar, akidelerinden çıkan fikirlere göre içerisinde bulundukları ortamı değiştirmelidirler. Zira, vaka düşüncenin kaynağı olursa insan ve toplumlar o vakaya göre şekil alırlar. Başka bir ifade ile "zaman sana uymazsa sen zamana uy" görüşü ağırlık kazanır. Ancak vaka düşüncenin kaynağı değil de değişim için konu olursa, insan vakayı düşüncesi doğrultusunda değiştirmeye çalışır.

ASIL SORUNU TESPİT ETMENİN ÖNEMİ
Müslümanların günümüzdeki konumunu incelerken şuna dikkat etmek gerekir. Bizlerin asıl sorunu, mevcut toplum ve sistemler içerisinde Müslümanların rahatını/refahını sağlamak değildir. Asıl mesele, Müslümanları mevcut cahiliye toplum ve sistemlerinin yaşam çarkları arasından çekip çıkartmaktır. Kısaca, teferruata boğulmadan sorunların esasını tespit edip, her zaman bütün dikkatlerimizi ve zamanımızı onun üzerine toplamalıyız. Çünkü asıl mesele çözüme kavuşmadan diğer feri meselelerin hiç birisi köklü olarak bir çözüm bulamaz. Nitekim 80 yıldır Müslümanlar en ufak sorunlarını dahi çözebilmiş değildir. Bu yüzden Müslümanlar olarak artık uyanık davranmak ve asıl meselemiz üzerine eğilmek zorundayız. Bu ise ölüm kalım meselesi olan İslamî hayatın tekrar başlatılması ve Hilafet Devletinin kurulması meselesidir.
Aksi durumda çalışmalarımız ve sarf ettiğimiz emeklerimiz hem dünyada hem de ahirette heder olur.
Allah-u Teâla şöyle buyurdu:

“Ey iman edenler! Eğer siz Allah'a (Allah'ın dinine) yardım ederseniz O da size yardım eder, ayaklarınızı kaydırmaz.” (Muhammed 7)

ÜMMETİN İÇİNDE BULUNDUĞU KONUM
İslam ümmetinin içerisinde bulunduğu konum, ümmetin kendisinden acilen kurtulması gereken vahim bir vakadır. Bu, tam ortasında bulunduğumuz kurtlar sofrasından (kapitalizmden) kurtulmak için ve İslam Devleti’nin kurulması açısından ümmet için ölüm kalım meselesidir. Zira günümüzde hakaretlere uğrayan, malları gasp edilen, öldürülen, tecavüze uğrayan ve sömürülenler Müslümanlardır. Savaşların bitmediği tek bölge ise Ortadoğu’dur. Bütün bunlar günümüzün acı gerçekleridir. Bunlara sebebiyet veren unsurları inceleyecek olursak, şöyle sıralayabiliriz:

1) İslam Toplumu ve Devletinin Bulunmaması:
Yeryüzünün hiçbir tarafında İslamî hayatın bir bütün olarak yaşandığı İslam toplumu ve İslam Devleti yoktur. Üzerinde Müslümanların yaşadığı İslam topraklarının var olmasına rağmen, oralara Şer-i Hüküm’lerle hükmeden bir İslam Devleti (Hilafet) yoktur. Dolayısıyla İslam toplumu da yoktur. Çünkü toplum sadece fertlerden teşekkül etmez. Fertlerle birlikte fikir, duygu ve nizamdan oluşur. Başka bir ifade ile, bir beldede hangi akidenin fikir ve nizamı hakimse o beldede yaşayan insanlar da o akidenin ismini alırlar. Eğer Kapitalizmin nizamı hakim ise o toplum kapitalist toplum, İslam nizamı hakim ise, o toplum İslam toplumu olur. Kapitalist bir toplum içerisinde, o toplumla uyum halinde yaşayan Müslümanlar, şahsiyetlerini (İslam şahsiyetini) kaybetmiş ya da kaybetmeye mahkum olmuş bir durumdadırlar.
İslamî şahsiyete sahip Müslümanlar, gayri İslamî bir toplum içinde o toplumla uyum halinde yaşamazlar. Bilakis o toplumun yapısını kendi şahsiyetlerine uydurmaya, toplumu tüm unsurları ile İslamî topluma dönüştürmeye çalışırlar. İslam şahsiyeti, kişinin İslam akidesine imanı ile birlikte, o akideden fışkıran fikirlere, hükümlere ve bunların gerektirdiği tavırlara sahip olması demektir.
Yeryüzünde Dar-ul İslam’ın bulunmaması da günümüz vakasının bir başka boyutudur. Zira bir beldenin Dar-ul İslam olabilmesi için o beldede Şer-i Hüküm’lerin uygulanıyor olması ve savunmasının da Müslümanların elinde olması gerekir. Bunun dışındaki bölgeler Dar-ul küfürdür. Velev ki, o bölgenin ahalisinin tamamı Müslüman da olsa. Günümüz vakasının bir boyutu budur. Yani İslam topraklarının çeşitli küfür ve cahiliye nizamları ile kültürel, siyasi ve hatta askeri olarak fiilen işgal ve gasp altında oluşudur. Dar-ul İslam’ın Dar-ul küfre dönüşmesi halinde orayı en kısa zamanda tekrar Dar-ul İslam’a dönüştürmek için gerekli mücadeleyi yapmak tüm Müslümanlara farzdır. Dolayısıyla bu durum ümmetin ölüm kalım meselesidir.

2) Cahiliye Hayatının Yaşanıyor Olması:
İslam devleti ve toplumunun bulunmadığı bir ortamda gerçek anlamda İslamî bir hayat yaşanıyor denilemez. Şayet Müslümanlar içerisinde yaşadıkları toplumu değiştirmek için çaba sarf etmiyorlarsa bunun cahiliye yaşantısından pek bir farkı olmaz.
Zira Allah-u Teâla şöyle buyurdu:

“Yoksa onlar (İslâm öncesi) cahiliye idaresini mi arıyorlar? İyi anlayan bir topluma göre, hükümranlığı Allah'tan daha güzel kim vardır?” (Maide 50)

Bu konuda Resul (sav) şöyle buyurmuştur:

"Kim boynunda bir biat olmadan ölürse cahiliye ölümü ile ölmüş olur." (Müslim)
Dolayısıyla Hilafet Devleti’nin olmadığı bir bölgede sürdürülen ve değiştirilmesi için çaba sarf edilmeyen bir yaşam cahiliye hayatının kendisidir.
İslamî hayat ise, içerisinde bazı İslamî motiflerin olduğu hayat değildir. İslamî hayat, hayatın tamamında İslam’ın bir bütün olarak hakim olduğu hayattır. Yani İslamî hayat; Allah-u Teâla’dan başka ilahın tanınmadığı ve onun nizamının hüküm sürdüğü bir hayattır. Bunun dışındaki bir hayat İslamî olmayan cahiliye hayatıdır. Heva ve heveslere göre ilahların seçildiği, egemenliğin insanın kendisine verildiği ve kula kulluğun yapıldığı bir hayattır. Bu hayat, insanı inebileceği en alt seviyeye indirir ve zelil kılar. Sadece yaratıcıya kullukla imtihan edilecek olan insanı ebedi azaba layık kılar ve akıbetini hüsranla sonuçlandırır. Peki ne oldu da, Müslümanlar bu duruma düştüler?
Allah-u Teâla şöyle buyurdu:

“Bu da, bir millet kendilerinde bulunanı (güzel ahlâk ve meziyetleri) değiştirinceye kadar Allah'ın onlara verdiği nimeti değiştirmeyeceğinden dolayıdır. Gerçekten Allah işitendir, bilendir.” (Enfal 53)
Müslümanlar dün izzet, şeref, haysiyet, maddi refah ve üstünlük nimetini nefislerine yerleştirdikleri bir hayata sahiptiler. Bu ise İslamî hayattı. Müslümanlar o zamanlar İslam’a inanmakla yetinmeyip onu hayatlarına bir ölçü yapmışlardı. Kısaca İslam fert ve toplum olarak Müslümanların yaşam bünyesinde fiilen vardı. Müslümanlar İslam’ın hayır dediğine hayır, şer dediğine şer, kötü dediğine kötü, iyi dediğine de iyi olarak bakmışlardı. Bunun neticesi olarak da Allah-u Teâla'dan nimet olarak izzetli bir hayat buldular. Ancak nezamanki Müslümanların duygu ve düşünceleri değiştirilmeye başlandı, ümmet içerisine fitne atıldı, işte o zaman Müslümanların şahsiyetinde gevşemeler oldu. Hatta batı kültürü, nizamı ve fikirleri ümmetin bünyesinde yer etmeye başladı. İyi ile kötü, güzel ile çirkin, doğru ile yanlış İslam açısından değil de fert ve toplumun heva ve hevesiyle belirlenmeye başlandı. İslam kardeşliği yerine milletçilik ve vatancılık duygularına yer verildi. Toplumsal ilişkilerde laiklik akidesine göre hareket edildi, Şer-i Hüküm’lerden uzaklaşıldı. Dolayısıyla içerisinde bulunduğumuz bu zelil ve perişan ortam oluştu. Kısaca, ümmetin hastalığının sebebi Müslümanların şahsiyetlerini yitirmeleri ya da en azından yitirmeye başlamalarıdır. Bu durum ümmetin bir an önce kurtulması ve İslamî hayatı yeniden başlatması için bir ölüm kalım meselesidir. Aksi halde dünyada zillet içinde yaşamak, ahirette ise azaba mahkum olmak vardır. O halde bu iki yönlü kayıptan, hüsrandan kurtulmak için tek çare İslamî hayata dönmektir.
Allah-u Teâla şöyle buyurdu:


Fert ve top-lum olarak İslam’la yeniden yapılan-mamızın manası, İslam’la bağlantımızı teorik konum-dan pratiğe dönüş-türmemizdir. İsla-mî fikir, mefhum ve nizamını hayatımıza hakim kılmamızdır. İslam toplumunu ve devletini oluşturarak İslamî hayatı fiilen tekrar başlatmamızdır. Kısaca İslam risaletini aleme tatbik, tebliğ ve cihat yoluyla nur ve hidayet meşalesi olarak taşıyacak olan Hilafet Devleti’ni kurmamız gerekir.
Şu halde Hilafet Devleti’nin kurulması Müslümanlar olarak hepimiz için ölüm kalım meselesidir ki, içerisinde bulunduğumuz vahim konumdan kurtulabilelim. Başka çıkar yol yoktur. İnsanlık bugün bir refaha ve huzura muhtaçtır. O halde bu kurtuluş aynı zamanda bütün insanlığın kurtuluşudur. Zira insana alternatif olarak sunulan bütün beşeri ideolojiler iflas etmiş durumdadır. Buna rağmen batılı fikir adamları kapitalizmi "yeni dünya düzeni" adı altında süsleyerek yeniden yapılandırmak istemektedirler. Ancak kapitalizm öylesine köhnemiştir ki, artık dikiş tutmamaktadır. Bunun gibi diğer fikirler, mefhumlar, cumhuriyetçilik, milliyetçilik, vatancılık ve insan hakları maskesi altında sunulan bütün demokratik palavraların da artık faydası kalmamıştır. Müslümanlar bütün bu zararlı fikirlerin ümmeti hüsrana uğrattığını artık fark eder olmuştur. İnsanı kurtuluşa erdirecek olan ise onun fıtratına uygun olan İslam fikridir. Bu durumda Müslümanların yapması gereken İslam’ı iyi anlayıp hayatlarına ölçü olarak benimsemeleridir.

MÜSLÜMANLAR UYANIK OLMALIDIRLAR
İslam beldelerinde yaşanan hüzün verici olayların artık farkına varılmıştır. Bu durumda Müslümanların yapması gereken uygulama, siyasi uyanıklıkla çözümler getirmektir. Bu çözüm ise Resul (sav)'in hayatında mevcuttur. Aksi durumda batılı kafirlerin ve Müslümanlara hükmeden kuklalarının oyunları devam edecektir. Aynı zamanda, içimizde bulunan ve Hilafet’ in ve İslam’ın sap-tırılması için çalı-şan sahte alimlere karşı da uyanık ol-mak zorundayız.
Müslümanlar iyi bilmelidirler ki, ne Hilafet ne de halife sembolik ruhani bir liderlik değildir. Hilafet bütün Müslümanları tek bir bayrak olan Tevhid Bayrağı altında toplayan bir devlettir. Halife ise, Şer-i Hüküm’leri Müslümanlar üzerine uygulaması için ümmetin rızasıyla ve biat yoluyla seçilen kişidir.
Sonuç olarak Müslümanlar, içeri-sinde bulundukları vahim konumdan kurtulup İslamî hayatı yeniden başlatmak zorundadırlar. Böylece işkencelere, mal-ların gasp edilmesine, tecavüzlere ve her türlü aşağılanmalara son verip, geçmişte olduğu gibi izzetli ve şerefli bir hayatı başlatmış olacaklardır.
Allah-u Teâla şöyle buyurmuştur:

"…Aralarında Allah’ın indirdikleri ile hükmet. Haktan sana gelenin dışında onların hevalarına uyma…" (Maide 48)

5 yorum:

  1. Yani sadece eşyayı değil Fikirleri de kaide ve kurallarına göre verin ki şeytanın tuzaklarına düşmeyin.
    Biz isteseydik onları sana gösterirdik de, sen onları yüzlerinden tanırdın. Andolsun ki sen onları, konuşma üslubundan tanırsın. Allah bütün yaptıklarınızı bilir.
    Muhammed.30 da ki sözü uygulayın
    Yoksa bu ölçüler,şablon,kaideler olmasa ben onların konuşma üslubundan nasıl tanıyacağım.
    Örnek; CENNET'İN GARANTİSİ***MÜSLÜMANLARIN VE KAFİRLERİN ALLAH TARİFİ,TANIMI..SEN BU TARİFİN NERESİNDESİN?
    ***********
    EŞYAYI BAZ,ÖLÇÜ ALDIĞIMIZDA
    Vahyin,Son asrın ilim ve teknolojisiyle hazırlanmış açılımı bekleyen Fikri.
    VAHİY KONULARI HARİCİNDE, DALINDA UZMANLAŞMIŞ KİŞİNİN GÖRÜŞLERİ GEÇERLİDİR.
    Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir.
    İNSANDAKİ HALLER..(EŞYADAKİ ÖZELLİKLER.) DEN BAZILARI.
    Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. Fikrin oluşum Süreci ve Aşamaları.
    https://www.facebook.com/permalink.php?story_fbid=220620005056075&id=100013242319421

    YanıtlaSil
  2. Zira davasını dert edinen bir insanın davasını gizlemesi ne kadar abes ise, dünyası için ahirete taalluk edecek akidevi sorularda da netliği korumamak ve yalpalamak da bir o kadar abestir.
    ***
    EŞYAYI BAZ,ÖLÇÜ ALDIĞIMIZDA
    Vahyin,Son asrın ilim ve teknolojisiyle hazırlanmış açılımı bekleyen Fikri. VAHİY KONULARI HARİCİNDE, DALINDA UZMANLAŞMIŞ KİŞİNİN GÖRÜŞLERİ GEÇERLİDİR.
    Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir.
    İNSANDAKİ HALLER..(EŞYADAKİ ÖZELLİKLER.) DEN BAZILARI.
    Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. Fikrin oluşum Süreci ve Aşamaları.

    YanıtlaSil
  3. İslam davetçileri davalarını ****NET*** bir şekilde ortaya koymazlarsa, gelişen olaylar karşısında tavizsiz dik duruş sergileyemezlerse safların netleşeceği aşamaya geçilemez, toplum karışık bir vaziyette devam eder.
    http://www.furkanhaber.net/yazarlar/dr-murat-gulnar/sunnetullaha-uymamanin-sonuclari/103/

    YanıtlaSil
  4. Çünkü gücün cisim bulmuş hali olan iktidarın doğası gereği kararsızlığa tahammülü bulunmaz. Oysa hakikat çoğu zaman araftadır. Sığ sularda değil derindedir, derundadır. Nasıl ki iktidarın doğası gereği belirsizliğe, kararsızlığa tahammülü bile yoksa; siyasetin, tarihin, dinin vd. nin güç ile ilişkisi sonucu doğacak olan yorumların da çok yüzlülüğe tahammülü olmayacak ve bu ölçüde gerçeklikten kopacaktır.

    YanıtlaSil
  5. AÇIK, NET VE ANLAŞILIR

    Bir uyarıcıda ki belirsizlikler ne kadar azsa, o uyarıcının algılanması o kadar kolay olur.

    İletişim kişinin algılama gücü ile sınırlıdır. Bu nedenle söz mutlaka mukteza-yı hâle göre söylenmeli, muğlak ifadelerden kaçınılmalıdır.

    Aksi durumda ya mesajın alıcıya tam olarak ulaşmamasına ya da alıcının mesajı yanlış̧ yorumlamasına sebebiyet verebilir.
    ---
    http://namenstr8bredahollanda.blogspot.nl/2017/05/olcunetliksirasirk.html

    Ne yazık ki günümüzde bir çok kesimin anlatmış olduğu din, gençlerimizin hayatta karşılığı olmayan, hayatın içinden konuşmayan örnekler, olaylar ve hayatlar. Bu anlamda mesaj verilirken muhatabının hayatına dokunabilmeli, dokunabildiğimiz oradan da değiştirilebileceği hatırdan çıkamamalıdır.
    http://namenstr8bredahollanda.blogspot.nl/2017/03/bu-gun-2017-bilim-ve-teknolojinin-acga.html
    http://www.iktibascizgisi.com/dini-iletisim-de-mesaj/

    YanıtlaSil