13 Mart 2014 Perşembe

SAHİH BİR İSLÂMÎ KİTLE İLE ÇALIŞMANIN FARZİYETİ

Hilâfetin yıkılmasından itibaren Müslümanların vakıası/durumu gittikçe kötüleşti. Müslümanların bir uzvu acı çektiğinde diğer uzuvları ona koruma kollama ile ortak olan bir tek vücut gibi birbirine kenetlenmiş bir ümmet halindeyken kanları/canları birbirine denkti, hepsi de kendi dışındakilere karşı dururlardı. Daha sonra parçalandılar. Kafirler onlardan bazılarına saldırdıklarında diğerleri seyirci oldular, sanki o mesele onları alâkadar etmiyormuş gibi. Müslümanlar güçlü bir tek devlet iken dünya o devletin karşısında bin bir hesap yapıyordu. Daha sonra onlar zayıf, peyk ve ajan/uşak devletçikler ve siyasi varlıklar içinde yaşamaya başladılar. Azgın tamâhkârlar gözlerini onlara dikmekteler, sömürgeci kafirler servetlerini çalmaktalar.

Muhakkak ki; Müslümanların halinin fasid/bozuk oluşunun ve zayıf oluşlarının sebebi; bir hayat nizamı olarak İslâm’ı terk etmiş olmaları daha sonra da aralarındaki ilişkilerde beşeri nizamların hakim oluşuna sükut etmeleridir. Müslümanların halini, bu fasid/bozuk vakıasını değiştirmek ise mucizelerden bir mucize değildir, fakat Müslümanların yapabilecek durumda oldukları mümkünâttandır. Nitekim Allahu Teâla bu amaç için metot ve hükümler koymuştur. Rasulullah (sav) ve ashabı da o metot ve hükümler doğrultusunda seyretmişler, yürümüşler ta ki; İslâm Devleti’ni kurarak cahiliyye toplumunu bir İslâmi topluma dönüştüresiye kadar. O İslâm Devleti de, dünyanın büyük bir kısmını dar-ul küfürden/küfür ülkesinden dar-ul İslâm’a/İslâm ülkesine dönüştürmüştür.

Nitekim, fasid münker vakıayı değiştirmenin Müslümanlara farz olduğuna delâlet eden bir çok şer'î nass gelmiştir. Allah'u Teâla şöyle buyurmuştur:

"Mü’min erkek ve mü’min kadınlar birbirlerinin velisidirler. Marufu emrederler, münkerden nehyederler.” (Tevbe: 71)

Rasulullah (sav) de şöyle buyurdular:

“Sizden kim bir münker görürse onu eliyle değiştirsin, gücü yetmezse diliyle değiştirsin, ona da gücü yetmezse kalbiyle değiştirsin (buğz etsin). Bu ise imanın en zayıfıdır.” (Müslim, İman, 70)

“İleride bir takım emirler/yöneticiler olacak. Tanıyacaksınız/farkında olacaksınız ve inkar edeceksiniz/yereceksiniz. Kim farkında olursa suçsuzdur, kim inkar ederse kurtulmuştur. Fakat kim razı olur ve tabîi olursa …” (Müslim, İman, 3445)

“Ey insanlar, Allah Azze ve Celle şöyle buyuruyor: Bana dua ettiğinizde duanızı kabul etmediğim, Benden bir şey istediğinizde onu size vermediğim, benden yardım ve zafer istediğinizde size yardım etmediğim gün gelmeden önce marufu emredin, münkeri nehyedin.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned Ensar, 24094)

Bu nasslar, Müslümanlardan gördükleri herhangi bir münkeri değiştirmelerini kesin bir taleple talep etmektedirler. Bu değiştirmeyi güçlerine göre ya el ile yani eylem ile ya dil ile yani söylem ile ya kalp ile yani hoşnutsuzluk ile yapmalılar. Ancak ortada münkerlerin en büyüğünden birisi vardır ki o da, İslâm dışı yönetimlerin hakimiyetinin neticesi olan Müslümanların hayatlarının fesad/bozuk oluşudur. Nitekim Allah'u Teâla Müslümanlardan onun değiştirilmesi için çalışmalarını talep edip bu çalışmayı farz-ı kifaye kılmıştır. Şöyle demiştir:

“Muhakkak ki Allah, bir toplum bünyesinde olanı değiştirmedikçe o toplumun halini değiştirmez.” (Ra’d: 11)

Bu, sabitliğine ve önemine delâletini haber verme sigâsıyla gelen bir taleptir. Nitekim bu, Allah'u Teâla’nın yaratmış olduğu varlık yasalarından bir yasa olmuştur. Bu yasa, insanların cemaat olarak değiştirmek için çalışmalarını gerekli kılmaktadır. Ta ki; Allah'u Teâla onlarda olanı (yani hallerini) değiştirsin. Buna, ayetin çoğul sigâsıyla gelen lafızları delalet etmektedir. "Kavim/toplum", “onlar değiştiresiye”, "bünyeleri" kelimelerinde olduğu gibi.

Rasulullah (sav) de şöyle buyurdu:

“İçlerinde Allah’a isyanların işlendiği bir toplum bu durumu değiştirmeye güçleri yettiği halde değiştirmezlerse, Allah’ın hepsini toptan cezalandırması yakındır.” (Ebu Davud, Melahim, 17 (3775); Tirmizi, Tefsir, Fiten, 8; İbni Mace, Fiten, 20)

Bu, toplumdan içinde yaşadığı fasid vakıayı değiştirmelerinin kesin talebidir. Eğer bunu yapmazlarsa Allah onların hepsini de cezalandırır. İsterse onların hepsi de Allah’a isyanı işlemesinler fark etmez, herkes aynı cezaya müstahak olur. Çünkü onlar, değiştirmeye güçleri yettiği halde farz-ı kifayeyi yapmaya katılmadılar. Zira münkeri değiştirmek/ortadan kaldırmak Müslümanların üzerine farzdır. Ortada bir münker vardır ki onu fert tek başına değiştiremez, birbirinden kopuk fertler de değiştiremezler. Hilâfet Devleti’nin olmayışından dolayı bugün içinde yaşadığımız fasid vakıa gibi. Allah bu münkerin değiştirilmesi için topluma bir metot koymuştur. Bunu da Müslümanlara aralarından, Hilâfet Devleti’ni tekrar kurmak için çalışan bir kitle oluşturmalarını farz kılarak yapmıştır. Şöyle demiştir:

“İçinizden hayra (İslâm’a) davet eden, marufu emreden ve münkerden nehyeden bir kitle/parti olsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.” (Al-i İmran: 104)

Bu ayette kesin emir, Müslümanlardan İslâm’a davet eden, marufu emredip münkerden nehyeden bir cemaatın oluşturulmasına yönelmiştir. İslâm’a davet; akidesi ile nizamı ile hayat vakıasında İslâm’ı hakim kılmak için çalışmayı gerekli kılar. Bu ise, onu tatbik eden ve bütün insanlara taşıyan bir devlet olmadıkça olmaz. Böylece talep edilen cemaatın yükümlülüğü Hilâfet Devleti olan bu devleti kurmak için çalışmak olmaktadır…

Nitekim Müslümanlardan cemaat olarak marufu emretmelerini, münkeri nehyetmelerini kesin bir taleple talep eden, bunu yapmadıkları zaman Allahu Teâla’nın onları dünya ve ahirette cezalandıracağını haber veren Nebevi hadisler de gelmiştir. Rasul (sav) şöyle demiştir:

“Nefsim elinde olan Zat’a yemin olsun ki ya marufu emreder ve münkerden nehyedersiniz ya da Allah’ın, katından size bir (genel) ceza göndermesi yakındır. O zaman O’na dua edip yalvarırsınız da O duanızı kabul etmez." (Tirmizi, Fiten, 9 (2095), Ahmed b. Hanbel, Müsned Ensar, 22212)

“Muhakkak ki insanlar münkeri gördüklerinde onu inkar etmezlerse Allah’ın onları genel bir şekilde cezalandırması yakındır.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned Aşeretü’l Mübeşşirin Bi’l Cenneh, 1)

“Allah’a yemin olsun ki, ya marufu emreder münkerden nehyedersiniz, zalimin elini tutarsınız (zulûmden alıkorsunuz) ve onu zorla da olsa hakka boyun büktürür ve hak üzere kalmasını sağlarsınız ya da Allah kalplerinizi birbirine benzetir sonra da İsrail oğullarını lanetlediği gibi lanetlenirsiniz.” (Ebu Davud, Melahim, 3774)

Şu halde dünyada ve ahirette Allah’ın azabından kurtulmak istiyorlarsa, Müslümanların üzerlerine düşen vazife; İslâm’ı tekrar hayata devlet ve nizam olarak hakim kılmak maksadıyla İslâm’ın değiştirme metoduna uyarak içinde yaşadıkları münker vakıayı değiştirmek için çalışmaya hemen başlamalarıdır.

Allah'u Teâla’nın farz kıldığı ve Rasulünün açıkladığı bu metot; mescitler inşaat etmek, Kur’an-ı Kerim ezberletmek, hac, umre ve sadakayı artırmak ile olmaz. Her ne kadar bütün bunlar devlet ve fertlerden şer’an talep edilmiş olsalar da bunlar metot değildirler. Allahu Teâla’nın farz kıldığı ve Rasulünün (sav) açıkladığı metod; Müslümanlar arasından, Hilâfet Devleti’ni kurarak, İslâmî hayatı tekrar başlatmak için çalışan bir cemaat örgütlemektir. Bu cemaatın faaliyeti ise; fikrî çatışma, siyasî mücadele ile olur. Fikrî çatışmadan kasıt; İslâm dışı bütün inanç, fikir ve mefhumlara karşı çıkmaktır, toplumda mevcut İslâm dışı esaslar üzerine kurulu bütün ilişkilere karşı çıkmak, sonra da İslâmî bir toplum olması için topluma hakim olması gereken İslâm’ın fikirlerini, mefhumlarını ve hükümlerini açıklamaktır. Siyasî mücadeleden kasıt ise; hayatın bütün yönlerinde İslâm’ı tatbik etmeyen yöneticilere karşı çıkmaktır. İslâm ümmetine karşı tertip ettikleri hilelerini, entrikalarını ve planlarını açığa vurmak, iltifat ve dalkavukluk yapmadan cesaretle onları muhasebe etmektir. Ta ki ümmet İslâm üzere uyansın, bilinçlensin ve Hilâfet Devleti’ni kurarak İslâm’ı hayata tekrar hakim kılmak için çalışan cemaatı bağrına basar hale gelsin.

Allahu Teâla, Rasulü (sav)’e şöyle hitap ediyor:

"Oku!" (Alak: 1) "Ey örtüsüne bürünen! Kalk ve uyar!" (Müddessir: 1-2) “Sana emrolunanı açıkça söyle ve müşriklerden yüz çevir." (Hicr: 94)

Bu ayetlerde Rasul (sav)’e olan hitap her zamanda bulunan Müslümanlara da hitaptır. Şu halde onlara düşen, devleti tesis edesiye kadar Rasul (sav)’in yaptığı işleri onların da yapmalarıdır. Ta ki kendi ellerinden gasbedilen otoriteleri tekrar kendilerine dönsün, sonra da Allah’ın Kitabı ve Resulünün Sünneti üzerine bir Halifeye biat etsinler. Allah'u Teâla’nın;

“İçinizden, hayra (İslâm’a) davet eden, marufu emreden ve münkerden nehyeden bir grup bulunsun." (Al-i İmran: 104) ayetindeki kesin talebine icap edip İslâmi fikir üzerine örgütlenmiş olan ve Allah’ın farz kıldığı, Resulünün açıkladığı metot içindeki merhaleleri geçen, Müslümanlar içinde uyanık, bilinçli bir grup olmasına rağmen -ki o grup Hizb-ut Tahrir’dir- uğruna çalıştığı hedef henüz gerçekleşmemiştir. O hedef ise, Hilâfet Devleti’nin tekrar kurulmasıdır. Bu durum, yukarıda nasslarda geçen, Müslümanlardan kesin talebin gereğini halen geçerli kılmaktadır. Şu halde Müslümanların hemen bu kesin talebe icabet etmek için koşmaları gerekir. Şer'î şartlara haiz bir kitle ile örgütlenip onunla beraber içinde yaşadıkları fasid vakıayı değiştirmek için çalışmaları gerekir. Aksi halde, dünya ve ahirette Allah’ın cezasına müstehak günahkârlar olurlar.

Bu metot, kendisine tabi olunması farz olunmasına ilaveten; onun dışındaki metotlara tabî olarak seyredenler, açıkça başarısız olmuşlardır. Bu ise ümmeti; bütün hareketlere şüpheyle bakmasına, onların eliyle değiştirmenin imkansız olduğunu düşünmesine, hatta onların içinde samimi olanların eliyle dahi imkansız olduğunu düşünmesine sevk etmiştir. Ümmet, bütün bunları samimi hareketin ümmetten ayrılmaz bir parça olduğunu, Hilâfet Devleti’ni kurarak fasid vakıayı değiştirmek için beraber çalışmak uğruna kendisini bağrına basıp liderliğini kendisine verdiği samimi ideolojik bir kitle ile ancak köklü değişimin ya da kalkınmanın mümkün olacağını idrak etmeksizin yapmaktadır.

O halde biz Allah’a karşı takvalı olalım. İçinde yaşadığımız vakıayı, Hilâfet’in tekrar kurulması için daveti yüklenenlerden uyanık, bilinçli samimi olanlarla beraber örgütlenerek değiştirmek için ciddi bir şekilde hemen çalışmaya başlayalım. Ta ki dünyanın izzetine, şerefine ve ahiretin sevabına nail olalım ve Allah'u Teâla’nın Rasulünün (sav) şu hadisinde kastettiği kişilerden olalım:

"Muhakkak ki Din garip olarak başlamıştır ve tekrar garip olarak gelecektir. Müjdeler olsun o gariplere ki onlar, benden sonra Sünnetimden insanların ifsad ettikleri/bozdukları hususları düzeltirler.” (Tirmizi, İman, 2554)

1924 yılında “Atatürk” diye isimlendirilen, İngiliz yetiştirmesi Yahudi Mustafa Kemal, Müslümanların 13 asır kendisi ile yönetildiği yönetim nizamı vasfıyla Hilâfet’in ilgasını ilan etti. Onun yerine beşerî küfür sistemini ilan etti. Bununla birlikte Müslümanların risaletini taşımaktan geri kaldıkları, davalarından yüz çevirdikleri bir dönem başladı. Böylece Müslümanlar kafirler için bir yağma alanı olup tam anlamı ile paramparça oldular. Ülkeleri parçalandı. Mal varlıkları gasp edildi. Kendi amaçlarına hizmet etmeleri ve Müslümanlar üzerinde bekçileri olmaları için Müslümanların başlarında kafirlerin tayin ettiği idareciler/emirler çoğaldı. Böylece onlar ümmete zillet ve aşağılanmanın çeşitlerini tattırdılar. Ümmeti açık küfürle yönettiler. Sorunlarını ümmetin düşmanlarının ellerine teslim ettiler. Bu durum sizin şunları görmenize kadar ulaştı: Düşmanlarınız sizi hâkir görüp, siz dininizden uzaklaşasıya kadar size meydan okuyor ve ülkenizde saldırılara maruz kalıyorsunuz.

Hilâfetin yıkılışı, bu Yahudi'nin ilga edilişini ilan ettiği gün olmamıştır. Bilakis onun yıkılış süreci Müslümanların dinlerini anlamakta gafil olup ona, ondan olmayan küfür fikirleri ve hükümlerinden bazı şeyler katmaya başladıkları, Kur’an lûgatı olması vasfıyla Arapça’dan yüz çevirmeye başladıkları günden itibaren başlamıştır. Böylece dilleri yabancılaştı. Anlayışları bozuldu. Doğru anlayışa muhalif olanı yada hevâ heves eğilimlerini cezbedeni uygulamaya başladılar. Böylece ümmete, esası üzerine Hilâfet Devleti’nin kurulduğu ideolojiyi anlamakta zaafiyet ve tatbikinde çatlaklıklar isabet etti. Doğal bir netice olarak da kalkınmanın rükûnları sarsıldı. Hilâfet parçalanıp her bir parçasının başı, kafirlerin çıkarlarının emin bekçisi, ümmeti çeşitli belalara dûçar eden hainler oldu.

Ey Müslümanlar!

Siz de biliyorsunuz ki; ümmet, ideolojisinin anlayışı ve tatbikinde ihsâna ulaşmadıkça kalkınmaz. Ümmet, yasamayı hevâ hevese terk etmiş halde iken ideolojisi ile ilgili anlayışını düzeltmesi mümkün olur mu? Ya da o, ideolojisinin kapsamına küfür fikirlerinden demokrasi ve ondan fışkıran hürriyetler gibi fikirleri katma gayreti ve hevesi içindeyken ümmetin ideolojisi ile ilgili anlayışının düzelmesi mümkün olur mu? Ya da ideolojisini anlamanın şartlarından olan şer'î ilimleri ve Arapça’yı ikmal etmeden ideoloji anlayışının düzelmesi mümkün mü? Kendisi ile İslâmî hayatın tekrar başlayıp; İslâm davetinin aleme cihad ve hûccet ile taşınacağı Hilâfet Devleti olmadan İslâm’ı tatbik etmek mümkün olur mu?

Sizi, İslâmî, hâlis tertemiz bir anlayışa davet ediyoruz. Kafirin yıktığı Hilâfet Devleti’ni yeniden kurmaya davet ediyoruz. O halde Allah’ın şu sözüyle size emrettiği Allah’ın sultasına-otoritesine davet edene uyun!

“Aralarında Allah’ın indirdiği ile hükmet/yönet. Haktan sana geleni bırakıp da onların heva-heveslerine/arzularına uyma.” (Maide: 48)

“Kim Allah’ın indirdikleri ile hükmetmezse/yönetmezse, işte onlar kafirlerdir.” (Maide: 44)

Haydin dünya ve Ahiret izzetine koşun! Kendinizi kafirin saldırısından, yüzlerinize ve sırtlarınıza inmekte olan kırbaçlarından kurtarın! Bakışlarınızı gelmekte olan izzetli günlere çevirin! Zira Allah size nusretini vaad etti. Şöyle buyurdu:

"Mü’minlere yardım etmek de bize bir hak olmuştur.” (Rum: 47)

“Allah, kendisine yardım edene (dinine sımsıkı sarılıp gereğini yapanlara) kesinlikle yardım eder. Hiç şüphesiz Allah, güçlüdür, galiptir.” (Hac: 40)

Huzeyfe (ra)’dan rivayetle Rasulullah (sav) şöyle buyurmuştur:

“Nübüvvet aranızda Allah’ın kalmasını istediği kadar kalacaktır. Sonra Allah onu kaldırmayı dileyince kalkacaktır. Sonra Nübüvvet metodu üzerinde Hilâfet olacaktır. Allah’ın dilediği kadar kalacak ve sonra Allah kaldırmayı dilediğinde onu da kaldıracaktır. Sonra eziyet çektirici bir otorite olacaktır. Allah’ın dilediği kadar kalıp Allah kaldırmayı dilediğinde onu da kaldıracaktır. Sonra despot bir yönetim olacaktır. Allah’ın dilediği kadar kalıp Allah kaldırmayı dilediğinde onu da kaldıracaktır. Daha sonra da Nübüvvet metodu üzere Hilâfet olacaktır.” Sonra sustu." (Ahmed b. Hanbel, Müsned Kufiyyîn, 17680)

O halde, Rabbinizin size vaad ettiği ve Rasulünün sizi kendisiyle müjdelediği şey için çalışın! Zira dünya ve Ahiretin hayrı ondadır.

"Ey iman edenler! Allah ve Rasulü sizi size hayat verene davet edince onlara icabet edin/uyun. Bilin ki Allah kişi ile kalbi arasına girer ve siz kesinlikle O’nun huzurunda toplanacaksınız.” (Enfal: 24)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder