7 Nisan 2014 Pazartesi

ÎMAN ETTİK DİYENLER DE İMTİHAN EDİLECEKLERDİR.

1 — Elif, Lam, Mim.
Mukattaa harfleri konusunda bu tefsirimizde biz şu görüşü benimsemiştik: Allah'ın Resulüne indirdiği bu kitabın ana maddesi ve temel taşıdır. Bu harfler Kur'an Mekke lilerin alıştığı tarzdan bu
gibi harflerle meydana gelmiş olup dilerlerse onlar da bu harflerle
istedikleri sözü söyleyebilirler. Ama bu Kur'an'a benzer bîr kitabı
kat'iyen telif edemezler. Çünkü o insan yapısı değil Allah yapısıdır.
Ve daha önce demiştik ki bu gibi mukattaa harfleriyle başlayan sûrelerin hepsi yer yer Kur'an'dan söz etmekte, ve hemen bu harfleri
müteakiben Kur'an mevzuuna temas etmekte veya sûrenin içerisinde o mevzuu işlemektedir. Nitekim bu sûre sonuncu nevidendir. Burada yer yer şu çeşit ifadelere rastlıyoruz: "Sana kitaptan vahyolunanı oku." "İşte böyle sana kitabı indirdik"... "Daha önce de sen hiç
bir kitabı okumazdın ve onu sağ elinle yazmazdın"... "Sana kitabı indirmiş olmamız ve onlara okunması kendilerine yetmez mi?..." İşte
bu ve benzeri ifadeler sûrelerin başında yer alan mukattaa harflerinin tefsiri konusunda benimsediğimiz görüşü destekler mahiyettedir.
Bu girişten sonra imandan söz eden ve mü'minlerin bu inandıkları hususları gerçekleştirmeleri hususunda maruz kaldıkları fitneyi
anlatan bir bölüm varit olmakta, imtihanda doğrularla yalancıların
açığa çıkacağı söz konusu edilmektedir:
2 — Yoksa insanlar inandık demeleriyle bırakılacaklarını ve
kendilerinin imtihana çekilmeyeceklerini mi sandılar?
3 — And olsun ki biz onlardan öncekileri de denedik. Allah elbet te doğruları bilir. Ve elbet te yalancıları da bilir.
Sûrenin bu güçlü bölümündeki ilk müessir ifade insanların iman anlayışı istinkâri bir istifham şeklinde varit olmakta ve onların imanı, dille söylenen bir söz sandıkları anlatılmaktadır:
"Yoksa insanlar inandık demeleriyle bırakılacaklarını ve kendilerinin imtihana çekilmeyeceklerini mi sandılar?"
Şüphesiz ki iman dille söylenen bir lâf değildir. Bilâkis kendisine has sorumlulukları olan bir gerçek, kendisine has ağırlıkları olan
bir emanet, sabrı gerektiren bir cıhad ve tahammülü icap ettiren bir
çaba İşidir. Bunun için insanların sadece inandık demeleriyle mesele bitmez Fitnelere maruz kalsalar da inançlarında diretip her turlu imtihandan halis kalble çıkmadıkça isleri bitmiş sayılmaz Nasıl
kı altın ocakta eritilerek içindeki muhtelif maddelerin karışımı temizlenir ve ona sonradan girmiş olan unsurlar antılırsa fitneler de
gönüllerin temizlenip arınması hususunda aynı rolu oynarlar. Haddizatında fitne kelimesinin lügat manası budur Bu anlamın kendisine has delâleti duygu ve ilhamları da vardır.
imanlıların fitnelerle denenip imtihandan geçirilmesi değişmez
bir esas ve Allah'ın mizanında câri olan bir kanundur:
"And olsun ki biz onlardan Öncekileri de denedik. Allah elbel te
doğruları bilir. Ve elbet te yalancıları da bilir."
Şüphesi/ kı Allah imtihana çekmeden once de kalblerin mahiyetini çok iyi bilir. Ancak imtihan pratikte Allah'ın ilmi tarafından
belli olup ta insanlar tarafından bilinmeyin gerçeklen ortaya çıkarır Binaenaleyh Cenabı Allah insanları onların hakkında bildiği
mücerret şeylere göre değil yaptıklarına gore hesaba çeker Bu da
Hakteâlâ'nın bir yandan lutfunun. bir yandan adaletinin, bir yandan
da insanları terbiye edişinin belirtisidir. Hiç kimse birisini aklından
geçenlerle muaheze edemez Ancak fiilen yaptığı şeylerle muaheze
eder.
Şimdi yeniden Hakteâlânın İnananları imtihan edip içlerinden
doğrularla yalancıları belirlemek üzere fitneye maruz kılışındakı
ilâhi kanununa donelim.
 Filhakika iman Allah'ın yeryüzüne bir emanetidir. Ve onu ancak iman ehli olanlar taşırlar Ihlâs ve samimiyetle gönlünü Allah'a
bağlayanlar imana sahip bulunabilirler, iman emanetini ancak ve
ancak onu rahat ve keyfe, emniyet ve selâmete, eğlence ve aldatmacaya tercih edenler omuzlayabilirler. İman emanetini insanları Allah'ın yoluna çekmek ve Allah kelâmını insanların hayatında tahakkuk ettirmek isteyenler yuklenebılirler Bu emanet son derece yüce.
son derece ağır bir yüktür Ve onu ancak Allah'ın müyesser kıldığı
kimseler taşıyabilirler.

Mü'minlerın bâtıl erbabı tarafından işkencelere maruz bırakılması. sonra onları destekleyecek ve savunacak yardımcıların bulunmaması bir imtihandır. İnananların kendisini kurtaracak bir destekten mahrum bulunması, zulüm erbabına karşı çıkacak güçten yoksun bulunması da bir imtihandır. İste fitne ve imtihan dendiği zaman alışılagelen görüşler muvacehesinde akla bunlar gelir. Ama şunu unutmamak gerekir ki bu fitnenin en ağırı değildir. Daha öyle
imtihan ve fitne çeşitleri vardır ki bunlardan çok daha acı ve çok
daha beterdir.
Kendisini sevenlerin ve aile efradının kendisi yüzünden başlarına bir belâ gelmesi ihtimali ve onları koruyamamak durumu fitnelerin en korkunçlarından biridir. O dostlar, o yakınlar, o aile fertleri dostlukları adına, yakınlıkları adına gelirler ve mü'minlere seslenirler. Kendilerini seviyorsa eziyetlere ve felâketlere duçar olmamaları için teslim olmasını veya küfür ehli ile barışmasını arzu ederler. Bu sûrede ana ve babayla ilgili ve kişilere çok ağır, çok zor gelen bir takım fitnelere işaret edilmiştir.
İnsanların bâtıl ehline gülmesi, herkesin onları muvaffak olmuş
görmesi ve alkışla karşılaması, yığınların onları medîhlerle kucaklamaları ve böylece yollarındaki engelleri yıkmaya çalışmaları da
bir başka fitne şeklidir. Ehli bâtıla hürmet ve saygı beslenilmesi, onların yaşama İmkânının hazırlanması çok korkunç bir İmtihandır.
Ona karşı dikilen mü'min kişi herkes tarafından reddedilip ihmale
maruz bırakılırken, kimse tarafından korunmazken, sahip bulunduğu hakikatlerin değerini dünyada gücü ve imkânı bulunmayan kendisi gibi çok az bir kitlenin farkına vararak değerini bilmesi ama yığınların küfür ve inkâr ehline alkış tutması çok zor bir imtihandır. 
Bir başka imtihan şekli de aileden ve yakınlardan uzak kalmak, toplumdan ayrılmak inanç uğruna yalnızlığa düşmektir. Mu'min kişi
çevresine bakıp ta etrafındakilerin hepsinin dalalet seline kapıldıklarını, bataklıklara doğru yuvarlandıklarını görünce kendisini yapayalnız, toplumdan ayrı, garip ve kovulmuş olarak hisseder ki bu da çok zor bir imtihandır. Şu günlerde beliren bir başka imtihan şekli de rezaletlere diz boyu batmış, fenalıklara gömülmüş milletlerin ve devletlerin İçtimai hayat bakımından gelişmeleri, medeni seviyelerinin yüksekliği ve oralarda fertlerin insanın değerine yaraşan himaye ve korunma görmesidir. İnsanlık hak ve hürriyetlerini şereflice kullanıp Allah'a isyan etmekle beraber güçlü ve müreffeh bir hayat sürmeleridir.
Bütün bu saydıklarımızdan çok daha büyük, çok daha zor, çok
daha ağır bir fitne var. Nefis ve şehvet fitnesi. Yeryüzünün cazibesi
et ve kanın ağırlığı, eğlenmek ve güçlü olmak arzusu, rahat ve emniyet isteği... Ayrıca imanın gerektirdiği doğru istikamette yürümenin, lslâmın icabettirdiği üstün seviyede yaşamanın, ruhun derinliklerinden, hayatın içinden, toplumun mantığından ve devrin insanlarının düşüncesinden gelen baskılar ve karşı koymalar...
Zaman uzayınca, Allah'ın nusreti gecikince, fitne bir kat daha
şiddet kazanır, bir kat daha katılaşır. İmtihan bir daha zorlaşır, bir
daha şiddetlenir. Ve bütün bunlara Allah'ın koruduğu kimseler ancak dayanabilirler. Bunlar da ruhlarında imanın gerçekten yer ettiği o büyük ilâhî emanete hak kazanan mü'mınlerdir. Gökyüzünün
ve yeryüzünün emanetini, Allah'ın insan vicdanına teslim ettiği emaneti yüklenenler... Şüphesiz ki Allah bu imtihanlarla mu'minlere
azap çektirmek, bu fitnelerle işkence yapmak istemez. Fakat ilâhi
emaneti omuzlamak için bu şarttır. Meşakkat dolu çalışmalara katlanabilmek için böyle özel bir eğitim görüp hazırlanmak gerekir.
Şehvete karşı tam bir üstünlük temin etmek, acılara karşı gerçek
mânada sabır göstermek ve diretmek, fitnenin uzamasına, imtihanın
şiddetine rağmen her zaman Allah'ın nusretini ve inayetini bütün
samimiyetle beklemek için böyle özel bir eğitimden geçmek şarttır.
Şiddetler insanların ruhlarını arıtır. Ve pisliklerini izale eder.
İç kuvvetlerini harekete geçirir, uyarır Şiddet darbeleri bütün ağırlığına, bütün zorluğuna rağmen onun demirini daha sertleştirir, da ha da güçlendirir. Toplumlar içinde şiddetlerin böyle önemli bir yeri vardır. Cemiyetlerden ancak Allah'a tam olarak bağlanan. Allah'ın
zafer ve mükâfatına gönülden teslim olan, sarsılmaz inançlı, çelik
fıtratlı kimseler geriye kalır. Ve işte en sonunda sancağı teslim alacaklar da bunlardırlar, imtihanın ve hazırlığın uzaması onları sıkmaz. Ç.ünkü neticeden emindirler.






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder