21 Ekim 2014 Salı

(6) Huseyin Sasmaz

(6) Huseyin Sasmaz

kişi evvelemirde «insanlık» vasfını almaktadır, inanç hürriyetinin yanısıra eziyyet ve fitnelerden salim olarak inandığı davanın neşrini yapmak ve davetini yürütmek hakkı gelir... Kişi inandığı davayı açıkça savunamadıktan sonra, hürriyetin hiç bir manası yoktur. Pratik hayatta hiç bir değer ifade etmez...



— İnsanlığın en ideal ve en doğru nizamı, varlık ve hayat hakkında en yüksek telâkkiye sahip olan — İslâm; Dinde zorlama yoktur prensibini destanlaştıran bir nizamdır. Başkalarını değil, önce kendi tâbilerini, insanları zorla kendi dinlerine girdirmekten menediyor. Halbuki yeryüzünü kasıp kavuran bir takım sapık prensibler, yeryüzüne bağlı kimselerin düzenleri nisanlara devlet güçlerinin inancını zorla benimsetmekte ve ona muhalif bir inanca asla hayat hakkı tanımamaktadırlar...



Buradaki ifade mutlak bir nefiy şeklinde varid oluyor : «Dinde zorlama yoktur.» Zorlamanın bütün nevilerini nefy ediyor. Nahiv âlimlerinin tâbiri ile «nefyi cins» için. Yani zorlama cinsinden bütün hareketleri yasaklıyor. Bu ifade ile dinî hususta zorlama metodu vakıalar ve hâdiseler âleminden silinip atılıyor.. Nehiy, başlangıçtandır. Yoksa devamıyla alâkalı değildir. Nefiy şekliyle yasaklama — hem de nefyi cins edatıyla — tesir bakımından daha derin, delâlet yönünden daha kuvvetlidir.



Âyet-i kerîme bundan başka insanın vicdanını ikaz eden, hidayete teşvik edip, hidayet yolunu gösteren bir ifadeye baş vurmuyor. Âyet, apaçık olduğunu ilân ettiği îman hakikatini ayrıca beyan etmiyor. Sadece :



«Gerçekten hak ile batıl iyice ayrılmıştır.»



buyuruyor.



îman; insanoğlunun hırs ile gözetlediği ve dikkatle aradığı Haktan ibarettir. Küfür ise, insanın her zaman nefret etmesi gereken ve bulaşmaktan sakınması icap eden dalâletin ta kendisidir...



Mesele fiilen böyledir. İnsanoğlu îman nimetini bu tarzda düşündüğü, îmanın beşer idrakine bahşettiği açık ve parlak mefküreyi böyle anladığı zaman... îman hakikatlarının beşer kalbine sunduğu huzur ve selâmeti, insan ruhunda meydana getirdiği yüce değerleri, temiz duyguları ve bu duyguların cemiyet hayatında ortaya çıkardığı kuvvetli ve sağlam nizamı ile hayatı terakki ettirip

geliştirmesini... Evet, bütün bunları iman nimetinin içinde görüp, bu şekilde kabul ettiğimiz takdirde öyle hakikatlar ortaya çıkar ki



bunlar bütün insanlığın hidayete erişmesine kâfidir. Artık bu hakikatları, doğruyu eğriye değişen sefihlerden başka kimse reddedemez. Bunlar, hidayeti dalâlete değişirler. Huzur ve selâmet, yücelik ve ulviyyet yerine dalâleti ve sapıklığı, düşüklük ve kararsızlığı tercih ederler...



 MÜ’MİN VE ALLAH



Sonra âyet-i kerime îman hakikatlarını daha vazıh ve geniş bir şekilde beyan ediyor:



«Putları inkâr edip, Allah’a inanan kimse, kopmak bilmeyen sağlam bir kulpa sarılmıştır.»



Küfür, elbette küfre lâyık olan şeylere yönelecektir. Ki bu da «tağut» kelimesi ile ifade edilen puttur. îman ehli olanların da, mü’mine yaraşan bir yöne dönmesi lâzımdır. O da şüphesiz Hak Taâlâ’nın kendisidir. ( ) kelimesi ( jUl ) masdarından alınmış bir kelimedir. Tağut; hakka, hakikata ve imana karşı gelen, Allahü Taâlâ’nın kulları için çizdiği nizamı ve hududu tecavüz eden her şeyi ifade eder. Onda Allah mefkûresinden eser bulunmaz. Allah'ın koyduğu şeriat ile alâkası yoktur. Put ile ifade edilen tağut; bir şahıs olabileceği gibi, Allah nizamından alınmamış her türlü sistem, Allah’a bağlanmıyan her çeşit fikir, düşünce, âdet ve alışkanlık da olabilir. Kim bütün bunları —ne şekilde olursa olsun — reddeder de bir tek Allah’a îman edip bağlanırsa ve sadece Allahü Taâlâ’dan kanun ve nizamlarını alırsa hiç .şüphe yok ki kurtulmuştur... Ve onun kurtuluşu, kopmak bilmeyen sağlam bir kulpa bağlanan kişininki gibidir...



Âyet-i kerîmenin bu kısmında kendimizi; şuurla ilgili ve manevi bir hakikatin insan hissinde resimleşmiş şekilde belirdiği bir manzara karşısında buluyoruz. Allahü Taâlâ’ya îman, hiç şüphe yok ki, asla kopmak bilmeyen sağlam bir kulp gibidir... Bu kulp metindir, hiç kopmaz. O kulpa sarılan kişi kurtuluş yolunu asla kaybetmez. Bu kulp, kurtuluş ve felâket hâdiselerinin yaratanına bağlıdır. Hadd-i zatında iman hakikati insanı; kâinattaki bütün

hakikatların üzerine kaim olduğu bir ilk hakikata götürür... Allah hakikatına... Sonra Allah’ın mevcudatta hükümferma olan ve mevcudatın kıyamı onunla mümkün olan Allah’ın kanununa... îman hakikatına sarılan kişi, hidayet üzerinde Rabb-ı Zülcelâline kadar ulaşır. Şaşkınlık içerisinde kalmaz. Yolunu kaybetmez. Azgınlığa ve yitiklige duçar olmaz.,.



«Ve Allah, Semi dir, Alîm dir.»


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder