12 Ekim 2014 Pazar

Evvelâ Kur’an-ı Mübin’in vazife ve mahiyyetini idrak etmemizde büyük faydalar sağlar.

Rasûlullah’ın devrinde müslüman topluluk arasında her iki grupta mevcut idi. Bu hakikati bilmemiz bize bir takım önemli faydalar sağlayacaktır.

I — Evvelâ Kur’an-ı Mübin’in vazife ve mahiyyetini idrak etmemizde büyük faydalar sağlar. Şüphesiz ki Kur’an-ı Kerîm canlı ve müteharrik bir bünyeye sahiptir. Müslüman topluluk içerisinde cereyan eden hâdiselerden anlıyoruz ki, Kur’an-ı Kerîm o günkü topluluk içerisinde kendisine düşen ameliye ve hareketleri başarı ile yürütmüş, bazı vakıaları reddederek bir takım vakıaları kabul ederek müslümanlara yön vermiş ve kumanda etmiştir. Kur’an, devamlı bir hareket ve sonsuz bir faaliyyet unsurudur. O gün hem harp meydanlarında, hem de hayat sahnesinde müteharrik bir unsur olarak gereken mevkii ibraz etmiştir.

Kur’anı bu şekilde anlamaya ve O’nu her zaman müteharrik, canlı bir varlık olarak telâkki etmeye ne kadar muhtacız... Bizim neslimiz ile İslâmî harekete ve İslâm hayatma şahid olan sahabe nesli arasında uzun zaman geçti. Bizim his dünyamızda Kur’an-ı Kerîm gerçek tarihî ve hayatî formasyonunu kaybetti. Artık Kur’-an-ı Mübin, bir zamanlar dünyaya hâkim olan bir hayat tarzını temsil etmiyor. İslâm cemaatının tarihindeki canlılığı da göstermiyor. Ve biz şimdi Kur’an-ı Azîmüşşan’ın dinmeyen savaş müddetince müslüman askerlere, «gün lük emirler veren kumanda» kitabı olduğunu hatırımızdan bile geçirmiyoruz. Müslüman neferlerin hareket ve tabya usulünü öğrendikleri prensipler kitabı olduğunu kavrıyamıyoruz. Bizim his âlemimizde Kur’an öldü... Ya da derin bir uykuya daldı... Artık Kuranın ilk* inmeye başladığı zaman müslümanların hissiyatında yer eden hakikî şekli kalmadı. Biz o Kitab-ı Mübîn’i mest olarak dinlenilen nağmeler haline soktuk. Veya karmakarışık, tuhaf vicdanî tesirler icra eden bir kitap haline getirdik. Şimdi biz Kur’an-ı Azîm’i 
evrad ve dua manzumesi olarak okuyoruz. Halbuki sadık mü’minlerin hissiyatında bu en son gelen husustu. Evrad ve dua manzumesinden ibaret olan Kur’an, gönüllerde ya vecd ve sükûnet hali peyda eder, ya da mübhem olduğu kadar mücmel olan bir nevi huzur havası estirir... Hadd-i zatında Kur’an bunların hepsini birden icra eder. Ama bunların yanı sıra Kur’andan beklenilen; müslüman gönüllerde bir ideal ve hayat unsuru olarak belirmesidir. Evet, biz Kur’andan öyle bir ideal hayatı bekliyoruz ki onunla birlikte inşa etmek için geldiği gerçek hayat tarzı teşekkül etmiş olsun. Kur’andan istediğimiz; her müslümanın katıldığı savaş meydanında onu bizzat görmesidir. Bu gün de Kur’an İslâm ümmetinin hayatında ayni savaşı devam ettirecek güçtedir. Kur’andan beklediğimiz; — tıpkı ilk müslümanlarm yaptığı gibi — her müslümanın ne yapacağını ve nasıl hareket edeceğini ondan öğrenmesidir. Müslüman ona yönelirken çevresinde cereyan eden hâdiselere, hayatın çeşitli ve karmakarışık problemlerine karşı nasıl davranacağını ve o mevzuda Kur’an hakikatlarının nasıl emrettiğini bilip, kavramalıdır. Müslüman; İslâm cemaatmm tarihinin Kur’an-ı Kerîm ile ortaya çıktığını bizzat görmelidir. Kur’anın kelimeleri ve tevcihatı arasında teker teker İslâm tarihini okumalıdır. İşte ancak o zaman bu tarihin kendisine yabancı olmadığını anlar. Çünkü bu tarih, bizzat onun tarihidir. Bugünkü hayatı bu uzun tarihin devamından ibarettir. Bugün karşı karşıya bulunduğu hâdiseler, dün geçmişlerinin karşılaştığı hâdiselerin aynısıdır. Veya onların semeresidir. Bu Kur’an dün ecdadını o hâdiselere karşı bir takım belli tasarruflar yapmaya davet etmişti. Bütün bu sebeplerden dolayı müslüman bu Kur’anın kendinin malı, kendi Kur’anı olduğunu yaşayarak hisseder. Evet, karşı karşıya bulunduğu hâdiseler ve problemlerde onunla istişare eder. O’na danışır. Kur'an, müslümanın düşünce ve hareketlerini, hayat ve idealini tanzim eden bir anayasadır. Bu vazifesini bugün de yapacak, yarın da yapacak, hiç aralık vermeksizin ebediyyete kadar devam ettirecektir.

II — Beşeriyyetin îman dâvasına ve bu dâvanın mükellefiyetlerine karşı hiç değişmeyen fıtratını ve bu fıtratın mahiyyetini görmemizi sağlar. Evet, ilk müslümanların hayatında tesirler icra eden işaretleri bizzat vakıaların gerisinden gerçek yanıyla görmemizi temin eder. Rasulü Ekrem’in devr-i saadetinde yaşamak şerefine nail olan ve bu Kur’an-ı Azîm’in ilk olarak kendilerine indiği müslüman topluluğun içinde bir takım zaaf ve noksanlıklar mevcut idi. Bu zaaf ve noksanlıkları bertaraf etmek için devamlı bir gözetim ve ilhamlarla dolu tevcihatların bulunması lâzımdı. Ama bu zaaf ve noksanların mevcudiyyeti; onların cihana gelmiş en yüce ve ideal neslin fertleri olmalarına mani değildi.

Bu hakikati iyice bilmemiz bize şu faydaları sağlar:

a) Bir kerre beşer cinsinden olan bir topluluğun mahiyyetini mübalâğa yapmadan, uçucu heveslere kapılmadan, hevaî sözlere aldanmadan görmemizi temin eder.

b) Islâmın plânlaştırdığı ve bütün insanlığa sunduğu o yüce ufuklara ulaşmak için çırpınıp da ulaşamadığımız vakitlerde ümitsizliğe düşmememizi temin eder ve nefislerimizdeki ye’si defeder. Bu durumda Hak yolunda olmak yeter. Yeter ki gayeye ulaşmak için gereken samimiyyeti gösterip, dinmeyen bir hareket içinde bulunalım.

c) Bu hususu bilmemiz bir başka hakikati daha idrak etmemizi temin eder : Şurası hiç unutulmamalıdır ki, mükemmel bir dâva mutlaka halka inmelidir. Bir takım eksikler, zaaf ve noksanlar belirince kemal dâvasmda ye’se düşmemeli, ümitsizliğe kapılmamalı ve Hakka dâvet etmekten yılmamalıdır. İnsan nefsi böyledir. Vazifeye çağrıldığı zaman hemen koşmaz. Yavaş yavaş gelir. Onu daima kemal yoluna çağırmalı, hayır ve hidayeti hatırlatmalı, hayır yolunu güzelleştirip, şer yolunu kötülemeli. Zaaf ve noksanın fena taraflarını açıklayarak ondan nefret ettirmeli. Hak yolunda yürürken, ayağı kaydıkça elinden tutmalı, yoruldukça yardım etmeli!..

III — Bu hakikatların bilinmesi bir de çok zaman basit olarak görüp, unuttuğumuz şu hakikatin kavranılmasını sağlar... Gerçekten insanlar aynı insanlardır... Dâva ayni dâvadır. Ve girişilen savaş ayni savaştır... Bizim savaşımız, her şeyden önce nefislerin derinliğinde hırsa, cimriliğe, zaaf ve noksanlara karşı girişilen savaştır. Sonra pratik hayatın içinde dalâlet tuğyan, şer ve batıl karşısında girişilen bir savaştır... Her iki sahada da savaşa katılmak mecburiyyetindeyiz. Yer yüzünde İslâm davasına sarılan kimseler ve bu davayı yürütenler, zikrettiğimiz bu iki sahada da tıpkı Kur’anın ve peygamberin ilk müslümanlara karşı giriştikleri gibi bir savaşa girişmek mecburiyetindedirler. Bu iki tarafı da karşılayıcı vasıtaları temin etmekle mükelleftirler. Elbette ki yanlışlıklar ve yoldan sapmalar olacaktır. Uzun yol merhalesi boyunca zaaflar ve noksanlıklar tezahür edecektir. Hâdise ve tecrübelerin gösterdiği şekilde, tezahür eden bu zaaf ve noksanlıklar tedavi edilmelidir. Kur’an-ı Azimüşşan’ın; dâvanın tebliğinde takip ettiği metoda muvafık olarak gönüller Allah yoluna tatlı üslûplarla yöneltilmeye çalışılmalıdır. Şimdi tekrar mevzuun başına dönebiliriz. Artık pratik hayatımızda karşılaştığımız hâdiseleri bertaraf etmek için Kur’an-ı Mübîn’i dinleyelim. İlk müslümanların hayatında faal bir unsur olarak hareket ettiği gibi kendi hayatımızda ve duygularımızda da Kur’anın tekrar faaliyet ve hareket unsuru olması için onunla istişare edelim.





1 yorum:

  1. Bir şeyin reklamını yapmak istiyorsan iyisi veya kötüsü olmaz.
    Bu batıl güç hakkı hiç bir zaman istememiş daimi olarak reklamını kötülüklerin anası diye lanze etmektedir.
    Bu dünya kuruldu kurulalı böyledir.
    Bir çok komplolar düzenlemiş bu komplolarada cahil kişiler alet olmuşlardır.
    Günümüzdeki IŞİD komplosu gibi...
    Biz Müslümanlar için bizim yaratıcımız Allah diyor ki sizin önderiniz lideriniz Muhammed sas dır.
    Bizim liderimizin önderimizin medotunda kelle kesip top oynamak,kadın öldürmek(savaşan müstesna)çocuk öldürmek,ihtiyar öldürmek yoktur.
    o zaman bir kitle bunları yapıyorsa o zaman o kitlenin çahilliğinden faydalanıp bu kitleyi bu batıl güçler kullanıyor demektir.
    Hicr(39-40) 'Rabbim! Beni saptırdığın için, and olsun ki yeryüzünde fenalıkları onlara güzel göstereceğim; halis kıldığın kulların bir yana, onların hepsini saptıracağım' dedi.
    Sad(82-83) İblis: 'Senin kudretine and olsun ki, onlardan, sana içten bağlı olan kulların bir yana, hepsini azdıracağım' dedi.
    Mesele kamuoyunu elde etmek ve şeytanı doğrulamak.

    YanıtlaSil