8 Ocak 2015 Perşembe

RUH HAKKINDA Sana ruh hakkında soru sorarlar.

RUH HAKKINDA Sana ruh hakkında soru sorarlar.
De ki; «Ruh Rabbimin tekelinde olan bir olgudur. Size bilginin çok az bir bölümü verilmiştir. (Tercih edilen görüşe göre bu soruyu kitap ehli sormuştu. Bu ayet ve ondan sonraki yedi ayet yine bu görüşe göre Medine'de inmişlerdi.) İSRA-85

Irzını korumuş olan, İmran kızı Meryem'i de Allah misal verdi. Biz, onun içine ruhumuzdan üfledik ve Rabbinin sözlerini, kitaplarını tasdik etti. Ve o gönülden itaat etti. Tahrim-12

Irzına dokundurtmayan Meryem'e gelince ona ruhumuzdan bir soluk üfleyerek kendisini ve oğlunu tüm insanlar için gücümüzün sınırsızlığını kanıtlayan bir mucize yaptık. Enbiya-91

Sual: Yüce Allah Kur’an-ı Kerimde “Biz Âdeme ruhumuzdan üfledik” (Hicr, 15:29) buyurmaktadır. ‘Bu durumda Allah kendi ruhunu cehennemde yakar mı? Kâfilerin de ruhu olduğuna göre bedenleri cehennemde yanar, ruhları azap görmez’ denebilir mi?

Cevap: Allah ruhun yaratıcısıdır. Allah’ın bizim gibi ruhu ve bedeni yoktur. O cisimden, zamandan, mekândan ve mahlûkata ait olan bilcümle hallerden münezzehtir. Allah-u Teâla 'vücut mertebelerinin en kuvvetlisi' 'maddiyattan münezzeh' 'bütün mahiyetlere mübayin'dir.” Hal böyle olunca Allah’ın ruhu vardır ve o ruhtan üflemiştir demek mecazdır. Burada kast edilen insan ruhuna yüce Allah’ın cüz’î olarak merhamet, şefkat, muhabbet ve memnuniyet gibi manevi duyguları vermesidir. Nasıl ki yüce Allah insan bedenine işitme, görme, konuşma gibi kendisine ait olan subûtî sıfatlardan sem, basar ve kelam sıfatının cüz’î tecellisini vermiştir. Aynı şekilde manevi duyguları da vermiştir. Ancak bu sıfatlar Cenab-ı Hakkın sonsuz olan sıfatlarını anlamak içindir. Aynı şekilde insan nefsine “benlik/enaniyet” vererek sahiplik duygusunu yerleştirmiştir. Zira insan bu benlik duygusu ile ben varsam Allah da vardır. Ben nasıl bunu yapabiliyorum, Allah da bunların dışındaki her şeyi yapabilir. Benim gücüm buna yetiyor, Allah’ın gücü vardır ve her şeye kadirdir” diyebilsin ve anlasın…

Ruh Allah’ın emir âleminden olduğu “Ruh Rabbinin emrindendir” (İsra, 17:85) ayeti ile sabittir.

Yüce Allah Âdemi çamurdan yaratıp tesviye ettikten sonra en son ona ruh vermiştir. Aynı şekilde “Allah insanı yarattı ve tesviye etti” (Â’lâ, 87:2) ayetine göre Allah anne rahminde insan bedenini yaratmış ve organlarını düzenlemiş ve en son ona ruh vermiştir. Allah’ın ruh üflemesi de bedenin organlarını yaratıp ruhu taşımaya hazır hale gelen bedene hayat vermek, akıl, kalp ve duygularla donattığı ruhu onun bedenine göndermektedir. İşte bu duruma “ruh üfleme” denmektedir. Bu nedenle bedene ruhun üflenmesi insan bedenin anne karnında dört ay (120 gün) içinde organların teşekkülünden sonra olmaktadır. Yüce Allah’ın hazinesi kelâmıdır. Nitekim buyurur: “Allah bir şeyin olmasını dilediği zaman ona ‘Ol!’ der o da anında oluverir.” (Yasin, 36:82) Böylece Allah her şeyi adem-i sırf dediğimiz tamamen yoktan yaratır. Yaratması ise kelamı iledir. Ve “Allah’ın emri bir defadır ve emir ile iş arası göz açıp kapamak kadar az bir zaman içindedir. (Kamer, 54:50) Ruhun yaratılması da böyledir. Sonuçta “yaratmak da emretmek de Allah’a aittir.” (A’raf, 7:54) Allah Hz. Âdemi de topraktan yarattı ve sonra ona ‘Ol!’ dedi o da hemen oluverdi. (Al-i İmran, 3:59) ayeti mahlukat gibi Hz. Âdem’in (as) da bir emirle yaratıldığını ifade etmektedir.Beden maddeden yaratılmıştır, cansız ve hareketsizdir. Ruh ise yaratıcı Allah ile maddi beden arasında ilâhî bir cereyandır. Aynen bilgisayara elektrik vermek gibidir. Allah bedeni ölümlü, değişken ve gelişmeye müsait olarak yaratmıştır. Ruhu ise ölümsüz, basit ve değişmez yaratmakla beraber duygularını gelişmeye müsait olarak yaratmıştır. Ruh bedene girince ona hareket, hayat ve akıl, şuur gibi duygular verir. İnsan bu duygularını akıl ve iradesi ile ya geliştirir veya öldürür. Ya hayra veya şerre kullanır. Buna göre de mükâfatı veya cezayı hak eder. Akıl nasıl ki hayat boyu eğitim ve tecrübe ile gelişme kaydeder, diğer duygular da böyle terakki eder. Sonuçta insan ruhu cennete layık olacak güzel duygularla ve güzel ahlakla, ilim ve hikmetle donanımlı hale gelir.Hayat boyu ruh ve beden ikilisi beraber hareket ederek birbirini etkiler ve hayrı da şerri de beraber işlerler. Yani kazanımları müşterektir. Biri olmayınca diğeri olmaz. Hal böyle olunca Allah’ın bedeni cezalandırıp ruhu cezalandırmaması veya ruhu mükâfatlandırıp bedeni cezalandırması haksızlık ve zulümdür. Allah asla zalim değildir ve böyle haksızlığı yapmaz. Bu nedenle ibadetin ve iyiliğin mükâfatını cennette ruh ve beden beraber göreceği gibi, yaptıkları kötü ve şerli işlerin cezasını da cehennemde beraber çekerler.Sonuç olarak Allah’a beden denemeyeceği gibi ruh ve nur denemez. Ancak nuru ve ruhu yaratan denir. Allah’a “Nur” denmesi “Hayat” denmesi gibidir ve mecazidir. Zira “Hayy” yani hayatı veren ve yaratan Allah olduğu gibi, nuru ve nurdan melekleri, hayatı ve canlı tüm varlıkları yaratan ve ruhu ve ruhlu varlıkları yaratan ve ruh veren Allah’tır denir. Zaten “Ruh ve Ruhu’l-Küdüs” Allah’ın vahiy ve ilham meleği Cebrail’in (as) unvanıdır. Cebrail’e (as) ruh denmesinin sebebi de Cebrail’in (as) Allah’ın vahyini (peygamberlere vahiy ve mahlukata ilham olarak) mahlukata getirerek onların maddi ve manevi hayat bulmasını sağlamasından dolayı mecazi olarak “Ruh” ve “Ruhu’l-Kuds” denmiştir. Hz. Meryem’e (as) erkek gibi görünerek ruh üflemesi de Allah’ın “Meryem’e de ruhumuzdan üfledik” buyurması “Sana müjdeler olsun Allah sana İsa (as) adında bir erkek çocuğu verecek” demesinden ibarettir. Bu kelam Hz. İsa (as) suretinde tecelli etmiştir. Yani Allah Hz. İsa’nın hem bedenini hem de ruhunu Hz. Cebrail’in Allah’ın emrini bu şekilde tebliği ile yaratmıştır. Zaten “Allah bir şeyin olmasını irade ederse ona “Ol!” der o da hemen oluverir” ayeti bunu açıklamaktadır.Bütün bunlardan anlaşıldı ki ruh da beden ve madde gibi Allah’ın mahlûkudur ve Allah’ın eseri ve sanatıdır. Dilerse iman ve ibadetinden dolayı cennetine alır, dilerse günahlarını affetmez hikmeti gereği cehenneme atar. Hiçbir şey Allah’ın bir parçası değildir ve olamaz. Allah bütün âlemlerden ve mahlûkattan müstağnidir ve mahlûkata zıttır ve haricindedir.Yüce Allah’ın “ruhumdan nefhettim, yani üfledim” demesinin sebebi de hayat ve ruhun doğrudan Allah’a ait olup arada sebeplerin vasıta olmamasını ifade etmek içindir. Yani hayat ve ruh vermek doğrudan Allah’a aittir ve bunlar için herhangi sebep araya girmemektedir. Bu nedenle hayat ve ruh Allah’ın varlığının en büyük ve en parlak delidir. Zira Allah maddi şeyleri sebep ve sonuç ilişkisine bağlamış ve bir silsile takip etmiştir. Ama hayat ve ruh için böyle bir aracı, sebep ve silsile yoktur ve doğrudan Allah’a aittir. Yani “Şu sebeple bu ruh oluştu” denemez. Doğrudan “Allah ona ruh verdi” denir RUHUN SIRRI “Ve sana ruh hakkında soru soruyorlar. De ki: ‘Ruh, Rabbimin bileceği bir şeydir. Size pek az ilim verilmiştir.’”[25] Kıyamete ilişkin sorulardan sonra, "ruh" konusunda soru­lan bu soru bir başka gayb gerçeğine dikkat çekmektedir. Ayetin geçtiği sure, Mekke'de inmiş olup, surenin adına konu olan bir meseleyle başlamaktadır. Burada değinilen olay, "Mi'rac" ve "İsrâ" olarak bilinmektedir. Sahih hadislere göre bu olay Hicret'ten bir yıl önce meydana gelmiştir. İsrâ hadisesiyle başlayan bu sure­nin tamamı, Hz. Peygamber ile Mekkeliler arasındaki karşılaş­mayı ve tartışmaları içermektedir. Mekkî surelerin yapısında gördüğümüz tarihsel hikâyeler, burada da konularla bağlantılı olarak anlatılmaktadır. Bu hikâyeler, esas tartışma konusunun malzemeleri olarak sunulmaktadır. Başka bir deyişle amaç hikâye anlatmak değil, hikâyeler yardımıyla bir meseleyi açıklığa kavuşturmaktır. Ruh hakkında sorulan sorunun öncesinde ve son­rasında nakledilen ayetler bu sorunun da bağlamını belirlemek­tedir, ilk bakışta Mekkeliler, insana ve canlılara hayatiyet veren ruhun sırrı konusunda bir soru soruyorlarmış gibi görünse de ayetin bağlamı bu soruyu başka bir biçimde de anlamamıza olanak tanımaktadır. Bu sebeple soru hakkındaki değişik görüşleri ele almakta fayda görüyoruz. Fakat bundan önce "Ruh" kavra­mının Kur’an’da hangi anlamlarda kullanıldığına bakacağız. Ruh kavramı, Kur'an'da en az dört farklı anlamda kulla­nılmaktadır. Bazı ayetlerde bu kavram Cebrail'i niteleme ve onun ismi olarak kullanılmaktadır. Bu anlamda Allah, Rûhu'l Kudüs, Rûhu'l Emîn ve ruh olarak Cebraili insanlara gönderdi­ğini belirtmektedir.[26] Bazı ayetlerde ruh, Allah'ın emri ve vahyi anlamında kullanılmaktadır.[27] Bazı ayetlerde ise Allah'ın yardımı ve desteği anlamında kullanılmaktadır.[28] Son olarak ruh, Allah'ın canlılara; Adem ve Mer­yem'e verdiği canlılık anlamında kullanılmıştır.[29] Bu son anlamında her canlı, özünde Allah'ın verdiği ruh cevherini taşımakta ve bu cevher sayesinde hayatiyetini sürdürmektedir. Bu öz canlılardan alındığı zaman, ortada kuru bir ce­setten başka bir şey kalmamaktadır. Hangi anlamında alınırsa alınsın "ruh" dediğimiz zaman, gaybi gerçeklerle karşı karşıya kaldığımız muhakkaktır. İster "vahiy" anlamında ruh hakkında konuşalım, isterse bu ruhu in­sanlara ileten "Cebrail" hakkında konuşalım, bu konular aklın kendi gücüyle kavrayacağı konular değildir. Yine "Allah'ın yardı­mı" anlamında ruh nasıl bir şeydir, bunu tam olarak bilemeyiz. Belki bazı olaylarda Allah'ın yardımının sonuçlarını görebiliriz, fakat buradan hareketle yardımın nasıl olaylarda kendini göster­diğini kavramak mümkün değildir. Bırakalım dışımızda cereyan eden ruhsal oluşumları, içimizde taşıdığımız ve bize hayatiyet verdiğini sezgisel olarak kavradığımız ruhun mahiyeti nedir, bu­nu bile hâlâ bilemiyoruz. Ruhbilim olarak çalışan psikoloji, ger­çekten insanın ruhsal yaşamının sadece zahiri boyutlarıyla (yani hisler ve bunun dışavurumlarıyla) ilgilenmektedir. Dolayısıyla ilk etapta verdiği izlenimin ötesinde psikoloji, ruhbilim olmak­tan ziyade "ruhsuz" bir bilimdir. Gaybi gerçeklere işaret etmekle birlikte, bu gaybi gerçek­ler arasında farklar bulunmaktadır. Birini diğerine eşitlemek doğru değildir. Bu sebeple yorumcular, yukarıda sorulan sorudan Mekkelilerin tam olarak neyi bilmek istedikleri konusunda fark­lı açıklamalar yapmışlardır. Üstelik Arapların ruh konusundaki görüşlerini de Kur'an'dan çıkarsamak kolay değildir. Araplar bir yandan cin ve melek gibi gaybi varlıkların insanı etkilediklerine inanmakla birlikte, diğer yandan da ölümden sonra dirilişe ve onların kendi deyimleriyle "kemiklerin yeniden hayatiyet kaza­nacağına" ihtimal vermemektedirler. Yorumcularda genellikle Arapça "ruh" kelimesinin "can", "insan ruhu" anlamında kullanıldığı yargısı vardır. Buna göre Hz. Peygamberin ilk muhatapları ruhun tabiatı konusunda, onun peygamberliğini test etmek amacıyla sorular sormuşlar ve bu konuda cevap alamamışlardır. Ya da verilen cevabı yeterli bulmamışlardır. Bu görüş doğrultusunda çağdaş Kur'an yorum­cularından Seyyid Kutup şunları nakletmektedir: "Bazı kimseler Hz. Peygamberden ruhun nasıl bir şey olduğunu sormaya başla­dılar. Kur’an’ın takip ettiği prensip ise -ki en doğru prensip odur- insanlar için lüzumlu olan ihtiyaçlara cevap vermek, beşer idrakinin kavrayıp anlayabileceği şeyleri onlara açmaktır. Kur'an, Allah'ın insana lütfettiği aklı lüzumsuz ve kavrayamayacağı şeylerle meşgul etmez. Onu kendi sahası dışına zorlamaz. Hz. Peygambere ruh hakkında sualler sorulunca, Allah ruh me­selesinin kendine ait bir mesele olduğunu, bu husustaki bilgile­rin sadece kendisinde bulunduğunu bildirdi ve onlara bu ceva­bı vermesini emretti."[30] Bu konuda yine çağdaş yorumculardan Pakistanlı Mevdûdî, farklı bir görüşü savunmaktadır. Bizce de bu görüş, öncekin­den daha fazla ayetin bağlamına ve Arapların zihin yapısına ya­kın gözükmektedir. Mevdûdî'ye göre söz konusu ayette geçen ruh kelimesini "insan ruhu" anlamında almak doğru değildir, çünkü ayetin içinde yer aldığı bölümden yani siyak ve sibaktan bunu çıkarmak mümkün değildir. Ayeti ancak bu bağlamdan çı­kardığımızda "insan ruhu" olarak anlayabiliriz ki bu durumda ayet, öncesinden ve sonrasından gelen ayetlerle bağlantısı kopartılmış olarak anlamsız bir hale gelir. "Eğer ayeti yer aldığı bö­lüm içinde okursak, burada "Ruh" kelimesinin vahyi getiren Me­lek olduğunu anlarız. Bu, müşriklerin şu sorusuna verilen bir cevaptı: "Kur'an'ı nereden alıyorsun?" Cevapta sanki şöyle denil­mek isteniyordu: "Ey Peygamber, bu insanlar sana "Ruh"tan ya­ni Kur’an’ın kaynağından veya onu elde ettiğin araçtan soruyor­lar. De ki: Bu "Ruh" bana Rabbimin emri ile gelir. Fakat sizin bil­diğiniz o kadar azdır ki, insan sözleriyle Allah'tan vahyolunan sözleri birbirinden ayırt edemezsiniz. Kur’an’ın başka biri tara­fından uydurulduğunu sanmanızın nedeni budur" (1986: 3/121). Mevdûdî, klasik Kur'an yorumcularından İbn Abbas, Katâde ve Hasan el-Basri'nin de bu ayeti bu şekilde anladıkları­nı nakletmektedir. Muhamnıed Esed, ruh kelimesini az bir farkla "ilahi esin­lenme" olarak çevirmeyi tercih etmekle birlikte, Mevdûdî'ye ka­tılmaktadır. "Bazı müfessirler burada ruh sözcüğünden kastın ‘vahiy’ olgusu, bazıları ise, sözcüğü ‘ruh’, yani ‘insan ruhu’ olarak anlamışlardır. Ne var ki, bu son yorum, önceki ve sonra­ki ayetlerin açıkça Kur'an'a işaret ettikleri göz önünde tutulursa, bölümün anlam örgüsü içinde pek inandırıcı gözükmemektedir; bunun içindir ki, bizce ‘ruh’tan kasıt, vahiy olgusudur" (1996: C.2. 576). Bizce de bu son yorum daha isabetlidir. Çünkü az önce de belirttiğimiz gibi bu yorum hem ayetin bağlamına hem de Cahiliye Araplarının inançlarına uygun düşmektedir, İslâm'dan önce­ki Araplar, vahyin gerçek niteliğini bilmiyorlardı. Onların bildi­ği şey, günümüzde de Şamanizm olarak bilinen bir inanç kapsa­mında herhangi bir tabiatüstü varlığın (ruhsal olsun ilahî olsun) insanı geçici olarak etkisine alması ve onun ağzından çoğunluk­la beyitler şeklinde, normal halde insanın söyleyemeyeceği heye­can veren kelimeler söylemesidir. Bu olayı Cahiliye Arapları çok iyi biliyorlardı. Onlara göre kâhin denen kimse herhangi bir üs­tün varlık tarafından sahip olunan ve kendisine ilham gelen bir kişiydi. Yine şairler de esas itibariyle böyle insanlardı. Gerek kâhinler gerekse şairlerin Arap toplumundaki ko­numu oldukça yüksekti. Çünkü bu insanlar bir şekilde gökle (ya da gayb alemiyle) ilişki kuran insanlardı. Bu kişiler bilgisini ken­di şahsi görüşüyle değil, cin denen üstün varlıklarla içsel müna­sebetler kurarak alırlardı. Onun için bu çağda şiir pek sanat de­ğil, çevresindeki havada uçuştuklarına inanılan görünmez ruh­larla direkt temas kurmaktan gelen bir bilgi idi. Cin herkesle konuşmaz. Her cin kendine mahsus bir adam seçer ve onunla ko­nuşur. Eğer bir adamı sevgisine layık görürse onu bir anlamda sözcüsü olarak seçer ve onunla çok içten bir ilişki içine girer. Şa­ir, genellikle kendi cinine "halil: samimi arkadaş" derdi. Hatta böyle samimi bir ilişki kurulan cinlere insan isimleri verilerek, onlar da bir topumun üyesi gibi görülürdü. Bu inanç, bize Hz. Peygamber'e çağdaşlarının neden "cinlenmiş şair" dediklerini açıklar. Müşrik Araplar, Hz. Peygamber'de onu başka cin çarpmış şairlerden ayıracak bir özellik gör­meyi inatla reddetmişlerdi. Onların gözünde görülemez alemin bilgisine sahip olduğunu söyleyen bir insan vardı. Bu bilginin tabiatüstü bir varlık tarafından gökten indirildiğini söylüyordu. Bu tabiatüstü varlık, Allah olsun, melek olsun ya da şeytan ol­sun onlara göre neticede pek fark yoktu. Hepsi de cindi. Üstelik Hz. Peygamber'in vahiy alırken içine girdiği ruhsal ve fiziksel sı­kıntılar, cin’in etkisi altındaki kâhin ve şairleri hatırlatıyordu. Bundan dolayı onlar, onu da cin’in yönettiği bir şair diye dü­şündüler. Vardıkları peşin ve doğal sonuç bu idi (Izutsu, Tarih­siz: 158-161). Demek ki Hz. Peygamber'e ruh hakkında soru soran çağ­daşları, belirli bir arka plandan hareketle bu soruyu yöneltiyor­lardı. Kafalarında cinden kaynaklandığına inandıkları "ilham" ile Allah tarafından melekle gönderilen "vahiy" olgusu arasındaki farkı ayırt edecek bir ölçüt yoktu. Vahiy getiren ruh (Melek) ile ilham veren cin’i birbirine karıştırıyor ve aynı şey olarak görü­yorlardı. Oysa Hz. Peygamber onlara bunun farkını anlatmak için uğraşıyordu. Elbette bu uğraşı da kirlenmiş zihinlere yeni bir düşünceyi kabul ettirme anlamında zor bir işlemdi ve zaman istiyordu. İşte, İsrâ suresi bu farkı anlatmaya çalışan Mekkî su­relerden sadece birisidir. İlgili sorunun cevabı, kıyamet örneğinde olduğu gibi ne­gatiftir. Yani "Ruh konusunda insanlara pek az bir bilgi verilmiş­tir. Bunun bilgisi Rabbin katındadır." Bu cevap, surenin geç Mekke döneminde indiği dikkate alınırsa, olayın umutsuz yanı­na da işaret etmektedir. Demek ki Hz. Peygamber, kafaları eski inançlarla karışık olan Mekke halkına Cebrail ile cin, vahiy ile şi­ir arasındaki farkı tam olarak anlatamamıştır. Onlar hâlâ eski inançlarında ısrar etmekte ve açıklamalar, Kur’an’ın deyimiyle "küfürlerini artırmaktan başka" bir işe yaramamaktadır. Belki bu nedenle, belki ısrarla sorulan ve açıklığa kavuşturulması zor olan gaybi meseleler hakkında cevap negatif çıkmaktadır: "Ruh, Rabbimin bileceği bir şeydir. Size pek az ilim verilmiştir." İşte tam bu noktada, farklı varsayımlardan (önyargılardan) hareket eden insanların nasıl bir iletişimsizlik içine düştükleri de görül­mektedir. Özellikle kişilerin birbirlerini anlamaya değil, birbirle­rini saf dışı etmeye çalıştıkları bir ortamda bu, hiç mümkün de­ğildir. Demek ki anlama ve iletişim biraz da niyet ve ortam me­selesidir. Ruh maddesi hakkındaki sorunun mahiyeti ile Arap dün­ya görüşü arasındaki bu ilişkiye değindikten sonra şimdi tekrar, bu sorunun ne kadar dönemsel ne kadar evrensel olduğu mese­lesine girebiliriz. Demin gösterdiğimiz üzere sorunun mahiyeti ile dönemin Cahiliye düşüncesi arasında sıkı bir bağ bulunmak­tadır. Fakat bu bağ, sorunun genel bir insanlık sorunu olduğu­nu ortadan kaldırmıyor. Hz. Peygamber, başka bir topluma da gelseydi, yine insanlar toplumsal kökeni ve kültürel arka planı ne olursa olsun, ona gelen vahyin kaynağına ilişkin sorular soracak­lardı. Nitekim Kur'an'da, özellikle Mekkî surelerde durmadan geçmiş toplumların hikâyelerine ve peygamberlerle toplumları arasındaki didişmelere geniş bir yer verilmesi boşuna değildir. Bunun bir amacı vardır: Gaybi meselelerde insan dün de merak sahibiydi, bugün de bu böyledir. İlginçtir, ruh hakkındaki sözü edilen ayetten hemen önceki ayetler insanın değişmez karakterine dikkat çekmektedir. "Biz Kur'an'dan, mü'minler için şifa ve rahmet olacak şey­ler indiriyoruz. Zalimlerin ise Kur'an, ancak zararını artırır. İn­sana nimet verdiğimizde yüz çevirip yan çizer. Kendisine şer do­kununca da umutsuzluğa düşer. De ki: ‘Herkes kendi yapısına uygun işler görür. Rabbiniz, en doğru yolda olanı daha iyi bilir.’"[31]

Sana bu Kitab'ı indiren O'dur. Bu Kitab'ın bir kısım ayetleri kesin anlamlı (muhkem)dir, bunlar onun özünü oluştururlar. Diğer kısmı da birden çok anlamlı (müteşabih)dir. Kalplerinde eğrilik olanlar fitne çıkarmak ve keyfi yorumlar yapmak amacı ile bu kitabın birden çok anlamlı ayetlerinin ardına düşerler. Oysa onların yorumunu sadece Allah bilir. Köklü bilgiye sahip olanlar ise «Bu Kitab 'a inandık, O bütünü ile Allah katından gelmiştir» derler. Bunu ancak aklı başında olanlar düşünebilirler. Ali imran-7

Not;
Ayetler böyle deyip dururken bu mutaşabih ayetlerle uğraşanlara,Ruh ile uğraşanlara müslüman demek Kuran'a hakaret olmazmı?
 Senin bir sürü sorumlulukların varken sen niye mütaşabihlere sana gerekli olmayan şeylere yükleniyorsun demezlermi adama. *********************************************************** Kişi müslümanım diyorsa HZ.Muhammedin getirmiş olduğu Allah tanımını,tarifini alması lazımdır.Yoksa her ne kadar Müslüman olduğunu iddia ediyorsada Müslüman değildir. HZ.Muhammedin getirdiği tarif şudur. Kul hüvallâhü ehad. Allâhüssamed. Lem yelid ve lem yûled. Ve lem yekün lehû küfüven ehad. 1-De ki; O Allah bir tektir. 2-Allah eksiksiz, sameddir (Bütün varlıklar O'na muhtaç, fakat O, hiç bir şeye muhtaç değildir 3-Doğurmadı ve doğurulmadı 4-O 'na bir denk de olmadı. --------------------- "Elhamdü lillâhi rabbil’alemin. Errahmânir’rahim. Mâliki yevmiddin. İyyâke na’budü ve iyyâke neste’în, İhdinessırâtel müstâkim. Sırâtellezîne en’amte aleyhim ğayrilmağdûbi aleyhim ve leddâllîn." Anlamı : "Hamd, âlemlerin Rabbi, merhametli olan, merhamet eden ve Din Günü’nün sahibi olan Allah’a mahsustur. (Allahım!) Ancak sana kulluk eder ve yalnız senden yardım dileriz. Bizi doğru yola, nimete erdirdiğin kimselerin, gazaba uğramayanların, sapmayanların yoluna eriştir. " ----------------------------------- Müslümanların kafasını karıştırdıkları konulardan Göklerin ve yerin Rabbi, Arş'ın da Rabbi olan Allah onların uydurdukları noksan sıfatlardan yücedir, münezzehtir. Zuhruf-82
"Şubhesiz sizin Rabbiniz, altı günde gökleri ve yeri yaratan, sonra arşa istiva eden, işleri evirip-çeviren ALLAH'tır. Onun izni olmadıktan sonra, hiç kimse şefaatçi olamaz. İşte Rabbiniz olan ALLAH budur, öyleyse O'na kulluk edin. Yine de öğüt alıp düşünmeyecek misiniz?" (Yunus 3)



Yüce Allah Kur’an-ı Kerimde “Biz Âdeme ruhumuzdan üfledik” (Hicr, 15:29) Burada arş ve istiva sözünü,Ruh konusunu acmaya gerek yok bak Allah ne diyor Sana bu Kitab'ı indiren O'dur. Bu Kitab'ın bir kısım ayetleri kesin anlamlı (muhkem)dir, bunlar onun özünü oluştururlar. Diğer kısmı da birden çok anlamlı (müteşabih)dir. Kalplerinde eğrilik olanlar fitne çıkarmak ve keyfi yorumlar yapmak amacı ile bu kitabın birden çok anlamlı ayetlerinin ardına düşerler. Oysa onların yorumunu sadece Allah bilir. Köklü bilgiye sahip olanlar ise «Bu Kitab 'a inandık, O bütünü ile Allah katından gelmiştir» derler. Bunu ancak aklı başında olanlar düşünebilirler. Aliimran-7 **************************************** Bu tarifin dışıda kalan kişi LA İLAHE İLLALLAH MUHAMMEDİN RESULALLAH Demiş olmuyor. sadece LA İLAHE İLLALLAH DEMİŞ OLUYOR.Bu sözü kafirlerde söylüyor. (Tevhid kalesi-mütercim-mustafa Özcan kitabının 6 ıncı sayfasında.

TEVHİD İNANCININ FAZİLETLERİ
1- Tevhid dünya ve ahirette sıkıntılardan kurtulmanın, dünya ve ahiret cezasını savuşturmanın en büyük sebebidir.

2- Tevhid cehennemde ebedi kalmaya engeldir. Böyle bir imanın zerre kadarının kalpte bulunması cehennemde ebedi kalmaya manidir. Tevhid inancı

kalpte kemâl derecesine ulaşırsa cehenneme girmeyi tamamen ortadan kaldırır.

3- Tevhid inancına sahip olan kimse dünya ve ahirette kâmil bir hidâyete ve tam bir güvene erer.

4- Tevhid inancı Allah teâlâ’nın rızasına ve sevabına nail olmanın yegâne


sebebidir. Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-’in şefaatiyle en ziyade mutlu olacak kimse, ihlâslı olarak can-ı gönülden “la ilahe illallah” diyen kişidir.
KİM ALLAH’A ve RASUL’UNE İMAN ETMEZSE BİLSİN Kİ BİZ KÂFİRLER İÇİN ÇILGIN BİR ATEŞ HAZIRLAMIŞIZDIR.” (Fetih: 13) 

Gerek kitap verilenlerden, gerekse müşriklerden küfredenler, muhakkak cehennem ateşindedirler, orada ebedi kalacaklardır. Onlardır bütün insanların en şerlileri![Beyyine 6] 
 
bu yazılar vardır)


Not.Ahirette Amelde cahillik Mazeret olarak gecer ama itikatta cahillik mazeret olarak gecmez.) KAFİRLERİN ALLAH TANIMIDA ŞÖYLE, KAİNAT BİR BÜTÜNDÜR VE ONDAKİ BÜTÜN HERŞEY ALLAH'DAN BİR PARCADIR.FAZLA BİLGİLİ OLANLAR ALLAH BANA HULUL ETTİ DİYEREK KİŞİLERİ KENDİ OTARİTELERİNDE YÖNETMEK İSTERLER. Bazı alimlerden örnekler vereyim https://www.blogger.com/blogger.g?blogID=3396906044691833088#editor/target=post;postID=4585194006401709219;onPublishedMenu=allposts;onClosedMenu=allposts;postNum=9;src=postname Bediüzzaman Said Nursi ve Dinler Arası Diyalog https://www.blogger.com/blogger.g?blogID=3396906044691833088#editor/target=post;postID=4201997082707423901;onPublishedMenu=allposts;onClosedMenu=allposts;postNum=24;src=postname Mevlana Müslüman Değil Mecusi'dir...(Geçekler Çok Sarsıcı) http://youtu.be/YcGTM31JgtE -------------------------------------------------------------------------------------- SİZİN ALİM DEDİĞİNİZ KİŞİ KİMİ ÖVÜYOR BAK BAK ONA GÖRE İBRET AL EY MÜSLÜMAN OLDUĞUNU İDDİA EDEN ÇOĞUNLUK.. 

5 yorum:

  1. RUH HAKKINDA Sana ruh hakkında soru sorarlar. De ki; «Ruh Rabbimin tekelinde olan bir olgudur. Size bilginin çok az bir bölümü verilmiştir. (Tercih edilen görüşe göre bu soruyu kitap ehli sormuştu. Bu ayet ve ondan sonraki yedi ayet yine bu görüşe göre Medine'de inmişlerdi.)
    İSRA-85
    KAFİRLERİN ALLAH TANIMIDA ŞÖYLE
    KAİNAT BİR BÜTÜNDÜR VE ONDAKİ BÜTÜN HERŞEY ALLAH'DAN BİR PARCADIR.FAZLA BİLGİLİ OLANLAR ALLAH BANA HULUL ETTİ DİYEREK KİŞİLERİ KENDİ OTARİTELERİNDE YÖNETMEK İSTERLER.
    BUDA KALBİNDE HASTALIK BULUNANLARDAN
    http://tr.fgulen.com/content/view/1568/3/
    Bazı alimlerden örnekler vereyim
    https://www.blogger.com/blogger.g?blogID=3396906044691833088#editor/target=post;postID=4585194006401709219;onPublishedMenu=allposts;onClosedMenu=allposts;postNum=9;src=postname
    Bediüzzaman Said Nursi ve Dinler Arası Diyalog
    https://www.blogger.com/blogger.g?blogID=3396906044691833088#editor/target=post;postID=4201997082707423901;onPublishedMenu=allposts;onClosedMenu=allposts;postNum=24;src=postname

    Mevlana Müslüman Değil Mecusi'dir...(Geçekler Çok Sarsıcı)
    http://youtu.be/YcGTM31JgtE
    --------------------------------------------------------------------------------------
    SİZİN ALİM DEDİĞİNİZ KİŞİ KİMİ ÖVÜYOR BAK BAK ONA GÖRE İBRET AL EY MÜSLÜMAN OLDUĞUNU İDDİA EDEN ÇOĞUNLUK..
    https://www.facebook.com/video.php?v=810181955669284&set=vb.100000324607185&type=2&theater¬if_t=likehttps://www.facebook.com/video.php?v=810181955669284&set=vb.100000324607185&type=2&theater¬if_t=like
    http://tr.fgulen.com/content/view/1568/3/

    YanıtlaSil
  2. FEYTULLAH GÜLEN
    https://www.facebook.com/huseyin.sasmaz.75/videos/vb.100000324607185/614348788585936/?type=3&theater

    YanıtlaSil
  3. http://tr.fgulen.com/content/view/1568/3/

    YanıtlaSil
  4. De ki; «Ruh Rabbimin tekelinde olan bir olgudur. Size bilginin çok az bir bölümü verilmiştir.
    http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2015/01/ruh-hakkinda-sana-ruh-hakknda-soru.html
    İNSANDAKİ HALLER..(EŞYADAKİ ÖZELLİKLER.)
    http://meerstr11.blogspot.nl/2017/01/insandaki-halleresyadaki-ozellikler-den.html
    DÜNYA OLDU BİR KÖY, EY İNSANOĞLU HEDEFİNİ İSTİKAMETİNİ BELİRLE.
    http://namenstr8bredahollanda.blogspot.nl/2017/11/dunya-oldu-bir-koy-ey-insanoglu.html
    Kur’an çalışmalarında Rabbimizin vahiyinde de vurgulamış olduğu akıl, düşünce ve inanç birlikteliği kendisinde bir bütün olarak tekamüle ulaşmış herkesin bu işten sorumlu olduğudur. Bu sorumluluk sahibi kişilerin istişare emri gereğince birlikte hareket etmeleri bir ekip oluşturmaları gereklidir ve ekip çalışması bireysel bir çalışmaya nazaran elbetteki pek çok açıdan kolaylıklar sağlamaktadır. Ekip olmak imkanlı olmaktır. Lakin bu imkanı elde edememiş olan tüm akıl, düşünce ve inanç dengesini yakalayabilmiş olan insanlar da, bireysel de olsalar/kalsalar “emri bil maruf, nehyi anil münker” sorumlulukları gereğince vahiy çalışmaları yapmakla yükümlüdürler.
    https://www.facebook.com/permalink.php?story_fbid=390533068064767&id=100013242319421&pnref=story
    Kısacası oran maddenin kendisinden kaynaklanmamaktadır. Aksi takdirde madde, dilediği gibi etkileme ve etkilenme gücüne sahip olurdu. Bu oran elbette ki maddenin dışında belirlenmektedir. Bu durumda da madde, madde üzerinde etki bırakacak ve madde için belirli oranı tesbit edecek olana muhtaç olmuş olur. Bu oran madde dışında bir varlık tarafından tayin edilmektedir. Dolayısıyla madde başkasına muhtaçtır. Öyleyse madde ezeli değildir. Çünkü başlangıcı ve sonu olmayan, başkasına muhtaç olmayan, bütün şeylerin kendisine muhtaç olan varlık demektir. Maddenin başkasına muhtaç olması, maddenin ezeli olmadığının kesin delilidir. Öyleyse madde yaratılmıştır.
    İslâm Akidesi
    http://www.hilafet.com/kitaplar/islam_sahsiyeti/index.htm
    http://namenstr8bredaholland.blogspot.nl/2017/01/yaraticinin-varliginin-kanitlanmasinda.html
    https://www.youtube.com/watch?v=djz-LqhNB4A

    YanıtlaSil
  5. Platon’a göre,
    yaratalış olarak ruha komutanlık, efendilik verilmişken bedene kölelik,
    boyun eğme verilmiştir. Ruh akla sahiptir, beden bundan mahrumdur
    Sokrates’in inancına göre,
    “sorgulanmamış bir yaşam süren” insanların hayatı kendi ellerinde ya da
    kendi kontrollerinde değildir; onların denetimi dışarıdan gelmektedir.
    ***
    RUH.(Eşyadaki özellik.)
    Ruh eşyadaki özelliktir.insanda eşya olduğundan dolayı insanlar bu durumu haller olarak belirlemişlerdir.
    http://meerstr11.blogspot.com/2017/01/insandaki-halleresyadaki-ozellikler-den.html
    EŞYANIN KAİDELER ARACILIĞI İLE DİLE GELMESİ...!
    http://namenstr8bredahollanda.blogspot.com/2018/05/eleman-araniyordolgun-ucretmaas.html
    Not.Bedenimizi oluşturan elementlerden bazıları (Oligo elementler)
    http://namenstr8bredaholland.blogspot.com/2017/01/element-nedir-elementin-ozellikleri.html

    http://www.sbd.aku.edu.tr/arsiv/c15s1/c15s1b9mustafakaya.pdf

    YanıtlaSil