14 Nisan 2015 Salı

«Bugün sizin dininizi kemâle erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslâmiyet! beğendim.»

«Bugün kâfirler, dininizden çıkmanızdan ümitlerini kesmişlerdir.»

Bu dini iptal etmek, onu noksanlaştırmak ve tahrif etmek ten tamamen ümitlerini kestiler. Çünkü Allah, onu kemâle erdirmiştir... Ebediyetini tescil etmiştir... Onlar, herhangi bir yer veya herhangi
'zamanda müslümanları mağlûp edebilirler... Ama asla bu dini mâglûp edemezler  Sadece bu dindir ki, .ebediyen var olacaktır!.. 
Asla eskimeyecektir!.. 
Asla tahrif __edilemeyecektir!. 
Düşmanlar, tahrîfçîler ne kadar çoğalırlarsa  çoğalanlar, onlar içîn ne derecede şıddetli hîle~ tuzaklar hazırlarsa'hâzırlasınlar-hattâ bazı asırlarda-Oldugu~ğibi müslümanlar bile ne derece derin bir cehalete saplanırlarsa saplansınlar... Bu dine kimse zarar veremeyecektir!..

Ancak Allah, yeryüzünde~bu dini ğözetleyen, onu koruyup müdafaa eden mümin bir topluluk bırakmıyabilir... O zamanda da mahfuz ve malûm bir kelâm olarak varlığını devam ettirir. Sonunda arzu eden kimselere teslim edilir. Kâfirlerin, bu din den tamamen ümitlerini kestikleri hakkındaki Allah’ın va’di haktır!

«Onlardan korkmayın, benden korkun...»

Kâfirlerin bu dine zarar vermeleri ebediyen mümkün olmadığı gibi, inhiraf etmeyen müslümanlara zarar vermeleri de mümkün değildir. .Onlar; Islâmın canlı birer tercümanı olmayan. onun zorluk ve icaplarına katlanmayân,~delil ve hedeflerini hayatlarında tahakkuk ettirmeyen kimselerden başkasını saptıramazlar... " ~

Bu söz, Allah tarafından Medine ’deki müslüman cemaatine tevcih edilmişti. Fakat sadece onlara mahsus değildir. Her zaman ve her mekânda bütün iman edenleri içine alan umumî bir hitaptır. Bütün iman edenlere derken, şunu kastediyoruz: Bu dinden, Allah’ın kendileri için hoş gördüğünü hoş görenler; daha kâmil ve şümullü manasiyle, bu dini bütünüyle, her türlü hayatları için bir nizam olarak benimseyenlerdir... İşte iman edenler, sadece Onlardır!.

«Bugün sizin dininizi kemâle erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslâmiyet! beğendim.»maide-3
Bu gün... Veda haccında bu âyetin nazil olduğu gün... Allah bu dini kemâle erdirdi.. Allah kemâle erdirdikten sonra geriye ne kalır ki?

Müminler üzerindeki en büyük nimetini tamamladı. Şu kâmil ve şümullü nizamı lütfetti. Ve onlar için din olarak «İ s I â m ı» beğendi. Kendi hayatının nizâmı olarak bu dini beğenmeyenler. Allah’ın müminler için beğendiği nizamdan yüz çevirenlerdir.

*

. **

Bu şiddetli kelimeler karşısında mümin duraklıyor. Nerde İse arzedilmek istenen büyük hakikatlerin, derin tevcihatın icapların ve vazifelerin sonuna varamayacak.

Mümin önce bu dinin kemâle erdirilmesi karşısında duraklıyor. Beşeriyetin doğuşundan itibaren, ilk Peygamber olan Hz. Âdem ’den başlayarak şu son risâlete, bütün beşeriyete gönderilen Ümmi Nebinin risâletine kadar bütün iman kervanının, risâletler ve Resuller kervanının arzedilmesini istiyor...

Peki ne görüyor?.. İşte şu uzun ve birbirine bağlı kafileyi görüyor... Hidayet ve nur kervanını görüyor... Yol boyunca devam eden işaretleri görüyor.. Fakat o, son Peygamberden önceki bütün Peygamberlerin, sadece kendi kavimlerine gönderildiğini anlıyor. Son risâletten önceki bütün risâletlerin de muayyen bir zaman için gönderildiğini görüyor. Hususî bir cemiyet ve hususî bir aileye gönderilen hususî bir risâlet... Bundan dolayıdır ki. bu risâletlerin hepsi, kendi zamanlarında hükmedilmiştir; adetâ o zamana mahkûmdurlar; o zamanı kendilerine kâfi görmektedirler. Ama hepsi de, tek bir Allah’a çağrılmışlardır; ki tevhid budur. Tek başına Allah’a kulluk etmeye dâvet etmişlerdir; ki din, budur!.. Hepsi de, hayatî kanunları bu yegâne ilâhtan almaya ve ona itaat etmeye çağırmışlardır ; ki İslâm, budur!.. Fakat onların hepsi de, cemiyet ve toplumun haline, zaman ve mekânın şartlarına uygun pratik hayati kanunlardı...

Nihayet Allah, beşeriyete gönderdiği risâletlere son vermeyi diledi. Bütün insanları içine alan bir risâlet gönderdi. Hususî bir zaman ve mekânda yaşayan hususî bir toplum için değil, «i n s an İçin» son risâleti. Nebilerin tamamlayıcısı olan Hz. M u h a m m e d 'in Peygamberliği ile gönderdi. Zaman, mekân ve cemiyetin hudutlarını aşarak «insana» hitap eden risâlet... Çünkü o, değiştirilemeyen, tebdil ve tağyire uğratılamayan insan fıtratına hitap eder.

«Bu din, Allah'ın o fıtratıdır ki, insanları onun üzerine yaratmıştır. Allah'ın yarattığı değiştirilemez. En doğru din budur.»1-1. Rum : 30


Bu risâlette, bütün yönleriyle ve her cephesiyle «insan» hayatını esas alan bir şeriat beyan edilmiştir. Beşerî hayat için külli prensipler, zaman ve mekânın değişmesine ayak uyduracak ve insanlığın tekâmülüne imkân hazırlayacak esaslı kaideler konulmuştur. Zaman ve mekânın değişmesiyle değişmeyen ve tekâmül imkânı olmayan meselelerde de cüz’i kanunlar, mufassal hükümler vez’edilmiştir. Külli prensipleri ve tafsili hükümleriyle bu şeriat, «insan» hayatının muhtaç olduğu her şeyi içine alır.. Hem kıyamete kadar devam edecek bir zaman süresinde... Bu mihver etrafında, bu çerçeve dahilinde hayatın devam etmesi, gelişmesi, tekâmül etmesi ve yenilenmesi için çeşitli kaideler; nizamlar, tevcihatı ve teşriatı muhtevidir. Allah, iman edenlere buyuruyor ki:

«Bugün sizin dininizi kemâle erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslâmiyeti beğendim.»

" Onlara, akidenin tamamlandığını ve İlâhî şeriatın, kemâle erdirildiğini ilân ediyor... İşte din^budur! Bir müslümanın, bu mânasıyle İslâm dininin noksan olduğunu, ikmal edilmesi lâzım geldiğini düşünmesi asla mümkün değildir. Onda ilâveyi icabettiren bir kusur olmadığı gibi, tekâmül ve değişikliği icabettiren muayyen bir zaman veya mekâna mahkûm olmak illeti de . .. yoktur. Âksini düşünen, mümin değildir! Allah’ın tasdik ettiğini inkâr etmiş, Allah’ın müminler içın beğendiğini beğenmemiş olur!

Bu Kur’anın indirildiği,zamanın şeriatı, şüphesiz her zamanın şeriatıdır. Çünkü Allah’ın şehâdetiyle sabittir ki. O, ■insan için» gelen dinin şeriatıdır. Daha önceki Peygamberlerin getirdikleri risâletlerde olduğu gibi, bu şeriat, muayyen bir zamana, insanoğlunun muayyen bir gurubuna veya bir nesline hitap etmez; O. her zaman ve mekânın şeriatıdır!..

Gönderilen tafsili hükümler de aynen baki kalacaktır. Kıyamete kadar bütün insanlığın hayatını geliştirecek bir çerçeve vücuda getiren külli prensipleri de... Ama onlara karşı çıkılmamalıdır. Onlara karşı çıkmak, iman çerçevesinin dışına çıkmak demektir!

/ <İnsan»ı yaratan Allah'tır... O, yarattığını çok iyi bilir, bu şeriatı ihtiva eden dini, insan için O beğenmiştir. Hiç kimse; dünün şeriatı, bugünün şeriatı olamaz diye iddia edemez. Bunu ancak, insanların ihtiyaç ve durumlarını, Allah’dan daha iyi bildiğini idia edenler diyebilir!

Mümin, ikinci olarak Allah'ın, bu dini kemâle erdirmesiyle müminlere olan nimetini tamamlaması karşısında duraklıyor. Bu. müthiş, muazzam bir nimettir. «İ n s a n» ın kemâl ve neş'etini ifade ettiği gibi, hakikatte yeniden dünyaya geldiğini ifade eden bir nimettir. Bu dinin tanıdığı gibi Allah'ını tanımadıkça; bu dinin itiraf ettiği gibi, içinde yaşadığı vücudu itiraf etmedikçe; Rabbinin razı olduğu ve bu dinin kabul ettiği gibi, Rabbine karşı bu vücuttaki nefsi, fonksiyonu ve yüceliği tanımadıkça «i n s a n» ın var olduğu bile düşünülemez.

«İnsan» kullara kulluktan vazgeçip, sadece Allah’a kulluğu benimsemedikçe; herhangi bir beşer veya sultanın yapısı değil, Allah yapısı bir şeriatın gölgesinde hakikî müsavatı tahakkuk ettirmedikçe, varlığının sözü bile edilmez.

«İnsan» ın, bu büyük hakikatleri, bu dinin tasvir ettiği gibi bilmesi; adetâ «İnsanın yeniden doğuşudur... Bu seviyedeki bu bilgi olmadan o, ancak «hayvan» olabilir. Veya varlığı «plânlanmış bir insan» olabilir. Fakat o. en mükemmel şekliyle «insan» olamaz asla! Ancak bu büyük hakikatleri Kur’anın tasvir ettiği gibi bilirse, bu vasfı kazanabilir.

Islâmın takdim ettiği bu şekille, her zaman insan tarafından uydurup yapılan diğer şekiller arasındaki mesafe uzak, pek çok uzaktır1...

Beşeriyet hayatında bu şeklin tahakkuku, «insanın insanlığını» tam manasıyle gerçekleştirir. Ona insanlığını gerçekleştirir ve onu; Allah’a, Meleklerine, Kitaplarına, Peygamberlerine ve Âhiret gününe itikad tasavvuru ile hissedilenden başka hiçbir şeyi idrak etmeyen hayvanı hisler dairesinden çekip kurtarır. Hissedileni de, hissedilenin ötesini de idrak eden İnsanî «düşünceler» dairesine getirir onu! Görünen ve görünmeyen... Madde ve madde ötesi âlemini idrak eden bir daireye... Onu, dar ve mahdut hayvani hislerden kurtarır2 3.

Evet, bunları onun için gerçekleştirir ve onu, kullara kulluktan kurtaracak, sadece Allah’ın kulluğuna götürür. Her düşmanın karşısında üstünlük, hürriyet ve müsavat bahşeder. Artık o, yaptığı ibadetlerle sadece Allah’a teveccüh eder. Nizam, kanun ve metodu, sadece Allah’tan alır. Yalnız Allah’a tevekkül eder ve yalnız ondan korkar’.

Onun için Rabbânî bir nizamı tahakkuk ettirir. Hayvanı arzuların, hayvani lezzet ve serbestliğin üstüne çıkmak, yükselmek ve hayra ulaşmak için gücünü birleştirdiği, arzularını terbiye ettiği ve gayretlerini yücelttiği zaman, onun için İlâhî bir nizam vücuda getirir!4

Allah’ın bu dindeki nimetinin hakikatini idrak etmemek onun değerini takdir etmemek; cahiliyet hayatının hakikatini bilmeyen ve onun belâlarını görmeyen insanların işidir. (Cahiliyet; Allah tarafından tanzim edilmeyen hayat nizamının uygulandığı her zaman ve her mekânda mevcuttur.) Fakat bu. cahiliyeti bilen, onun belâlarını gören... Tasavvur ve itikattaki belâlarını Hayat gerçeklerindeki belâlarını... Allah’ın bu dindeki nimetinin hakikatini bilir, hisseder, kim görür, idrak eder, zevk alır...
1- Bkz. Birinci cüz’ün mukaddimesi ve «islam düşüncesinin özellikleri» adlı eserimiz
2. Bkz. Fatiha Sûresinin tefsiri ve Bakan:. Sûresinin Giriş kısmı.
3. Bkz. «Din Dediğin Budur.» Prof. S.yyid Kutub.
4. Bkz. Flzılâl Cild: 1 Sh: 429.


Çünkü o, her zaman ve her mekânın cahiliyet itikat ve tasavvurlarında ki boşluk ve hiçlik, hayret ve şaşkınlık, körlük ve sapıklık belâsını bilir ve görür... Bilir ve iman nimetinden zevk alır1.

Cahiliyet hayatının bütün nizamlarındaki ifrat ve tefrit, ızdırap ve keşmekeşlik, arzu ve taşkınlık belâsını görür bilir... Bilir ve İslâm nizamının gerçekleştirdiği imanın gölgesindeki hayat nimetinden zevk alır2...

Kur'ana ilk muhatap olan Araplar, bu kelimeleri anlıyor, idrak ediyor ve ondan zevk alıyorlardı. Çünkü bu ifadeler, sanki onların hayatlarını canlandırıyordu. Kur'anın hitabına mazhar olan neslin hayatını temsil ediyordu.

Onlar, cahiliyet hayatını da tatmışlardı. O hayatın itikadı tasavvurlarını, İçtimaî durumlarını, ferdî ve İçtimaî ahlâklarını da yaşamışlardı. îslâmın gelişiyle, Allah’ın kendilerine gönderdiğini nimet ve faziletin hakikatini idrak ederek, bütün bunlardan hemen yüz çevirmişlerdi.

İslâm, onları cahiliyet bataklığında bulmuştu. Onları o hayattan kurtarıp düz yola çıkardı, sonra zirvelere ulaştırdı3

Onlar zirveye çıktıkları zaman, yeryüzündeki insanlara yücelerden bakıyorlardı. Tıpkı mazideki cahiliyet hayatlarına baktıkları gibi...

İslâm; onları, putların. Meleklerin, Cinlerin, yıldızların geçmiş ataların ve diğer basit efsane ve hurafelerin rubûbiyetine imandan itikadî tasavvurlarda da cahiliyet hayatından kurtarıp tevhid ufkuna çıkardı. Onları; K â d i r, K â h i r, Rahim, V e d û d. Semi, B a s î r. Alîm, H a b î r, Âdil, Kâmil, Karîb ve Mücîb olan bir tek Allah’a iman ufkuna yükseltti. Allah ile insan arasında hiçbir vasıta yoktur. Herkes Allah’ın kuludur... îşte böylece onları; vehim ve hurafelerin hâkimiyetinden kurtardığı gün, kâhinlerin ve reislerin de hâkimiyetinden de kurtarmış oluyordu.
1. Bkz. «İslâm Düşüncesinin özellikleri» Prof. Seyyld Kutub.
2. Bkz. «İslâm ve Medeniyetin Problemleri» adlı eserin «Izdırap ve Keşmekeşlik»
3. Bkz. Nisa Sûresinin Mukaddimesi.

İslâm onları, içtimai durumlarda da cahiliyet bataklığında bulmuştu. Sınıf farkları, çirkin âdetler, almış yürümüş, hâkimiyeti eline geçiren her ferdin derhal istibdada başlaması en tabiî bir hak haline gelmişti. İşte İslâm, onları bu durumdan kurtardı. Yoksa Arapların cahiliyet çağı hayatlarının demokratik hayat şekli olduğu hususundaki yanlış anlayış sahihlerinin dediği gibi değil.

Kuzeyden Güneye kadar bütün Arabistanın, ileri gelen başkan ve reislerinin örfüne göre; zulmetmek kudreti, makam ve izzet ile eş manalıydı.

Necaşî'nin şairi hicvettiği kimseyi küçümsediği zaman son derece zemmederek:

Onun kabilesi taahhütlerini bozmazlar,

Ve bir insana hardal tanesi kadar zulmetmezler»

diyordu.

Haris ibni Hacer bir Arab kiralıydı.

İslâm; arapları gelenekler, âdetler, ahlâk ve içtimai bağlarda da cahiliyet bataklığında bulmuştu. Kız çocuklar diri diri toprağa gömülüyordu. Kadın, değersiz bir mal, meta muamelesi görüyordu. İçki, kumar ve karmakarışık cinsi münasebetler almış yürümüştü. Kadın, hem alçak ve hakir görülüyor, hem de sınırsız bir ihtilât hüküm sürüyordu. Kan dâvaları, baskınlar, soygunlar, yağmalar günlük işlerdendi. Hem lisanları farklı, hem de ciddi haricî bir hücuma karşı çaresiz kalacak derecede zayıf olmalarına râğmen, bu âdetler her tarafa sirayet etmişti. Nitekim F i 1 yılında Habeşliler Kabe’ye saldırmışlardı, ama hiçbir kabile yardımda bulunmamıştı. Kendi aralarında şiddetli, kuvvetli olan bu kabileler, düşmana karşı hacîl olmuşlardı1.

İşte İslâm, bu insanlardan bir millet meydana çıkardı. Hayatî hâdiselerinde hâlâ cahiliyet bataklığında yüzen bütün insanlığın üzerine çıkarak zirveye doğru yükseltti... Hem de bunu çok kısa bir zamanda başardı. Böylece o insanlar, cahiliyet bataklığını da, zirveyi de tanımış; cahiliyet hayatını da İslâmı da öğrenmiş oluyorlardı. Bundan dolayıdır ki, onlar, şu İlâhî kelâmı idrak ediyorlar ve onun zevkini tadıyorlardı!

«Bugün sizin dininizi kemâle erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslâmiyeti beğendim.»

Mümin üçüncü defa olarak duraklıyor; Allah’ın, iman edenler için din olarak İslâmî beğenişi karşısında tavakkuf ediyor. AIlah’ın. dinini seçinceye ve ondan razı oluncaya kadar bu millete olan inayet ve lütufları karşısında... Bu ifade; İlâhi nizamı kendilerine yol ittihaz ettikleri müddetçe Allah'ın, bu millete karşı memnunluk ve sevgi duyacağını gösterir.

Bu dehşetli ifadeler, bu milletin omuzlarına ağır bir yük bindiriyor. O lütuflara eşit bir vazife yüklüyor... Tevbeler olsun; bu milletin, bütün nesiller boyunca malik olacağı şeyler o yüce Melikin lütuflarına nasıl eşit olabilir ki?.. Bu ancak, İlâhi nimete şükretmek ve onu anlamak için bir gayret ve enerji sarf etmektir... Vazifeyi idrak etmektir. Sonra da mümkün olduğu kadar o vazifeyi yerine getirmeye çalışmaktır. Mağfiret talep etmek, hata ve eksikliklerimizden vaz geçmemiz için Allah’a niyaz etmektir.

Allah’ın, bu millet için din olarak İslâm’ı beğenmesi; önce seçilen bu dinin değerini idrak etmeyi, sonra da bu din üzere doğru hareket etmek ve gücü yettiği kadar gayret göstermek, enerji sarfetmek arzusunu taşımayı icabettirir. Allah'ın, kendisi için beğendiğini ihmal eden. Onu seçtiği nizamdan başka nizamlar arayan insandân dahâ~zâvallı ve dâha ahmak kim olabilir.

Öyleyse bu, çirkin bir kabahattir. Allah'ın, kendisi için beğendiğini beğenmeyerek bu suçu irtikâb eden insanın cezasız bırakılmaması ve serbest dolaştırılmaması icabeder. Ama din olarak İslâm’ı beğenmeyenleri Allah, dünyada terkediyor, yapacakları kötülükleri yapmalarına müsaade ediyor ve onlara muayyen bir zamana kadar mühlet tanıyor... Fakat bu dini bilip anladıktan sonra onu terkeden. kendileri için Allâh’ın beğendiği nizamdan başka nizâmlar ittihaz edinen insanlara gelince... Allah onları asla bırakmaz! Katiyen onlara mühlet vermez! Nihayet onlara yaptıklarının vebalini tatdırır.onlar şüphesiz buna müstehaktırlar.




1 yorum:

  1. Allah’ın, iman edenler için din olarak İslâmî beğenişi karşısında tavakkuf ediyor. AIlah’ın. dinini seçinceye ve ondan razı oluncaya kadar bu millete olan inayet ve lütufları karşısında... Bu ifade; İlâhi nizamı kendilerine yol ittihaz ettikleri müddetçe Allah'ın, bu millete karşı memnunluk ve sevgi duyacağını gösterir.

    Bu dehşetli ifadeler, bu milletin omuzlarına ağır bir yük bindiriyor. O lütuflara eşit bir vazife yüklüyor... Tevbeler olsun; bu milletin, bütün nesiller boyunca malik olacağı şeyler o yüce Melikin lütuflarına nasıl eşit olabilir ki?.. Bu ancak, İlâhi nimete şükretmek ve onu anlamak için bir gayret ve enerji sarf etmektir... Vazifeyi idrak etmektir. Sonra da mümkün olduğu kadar o vazifeyi yerine getirmeye çalışmaktır. Mağfiret talep etmek, hata ve eksikliklerimizden vaz geçmemiz için Allah’a niyaz etmektir.

    Allah’ın, bu millet için din olarak İslâm’ı beğenmesi; önce seçilen bu dinin değerini idrak etmeyi, sonra da bu din üzere doğru hareket etmek ve gücü yettiği kadar gayret göstermek, enerji sarfetmek arzusunu taşımayı icabettirir. Allah'ın, kendisi için beğendiğini ihmal eden. Onu seçtiği nizamdan başka nizamlar arayan insandân dahâ~zâvallı ve dâha ahmak kim olabilir.

    Öyleyse bu, çirkin bir kabahattir. Allah'ın, kendisi için beğendiğini beğenmeyerek bu suçu irtikâb eden insanın cezasız bırakılmaması ve serbest dolaştırılmaması icabeder. Ama din olarak İslâm’ı beğenmeyenleri Allah, dünyada terkediyor, yapacakları kötülükleri yapmalarına müsaade ediyor ve onlara muayyen bir zamana kadar mühlet tanıyor... Fakat bu dini bilip anladıktan sonra onu terkeden. kendileri için Allâh’ın beğendiği nizamdan başka nizâmlar ittihaz edinen insanlara gelince... Allah onları asla bırakmaz! Katiyen onlara mühlet vermez! Nihayet onlara yaptıklarının vebalini tatdırır.onlar şüphesiz buna müstehaktırlar.

    YanıtlaSil