27 Aralık 2013 Cuma

De ki: "Rabbim. beni koyacağın yere sıdk ile koy ve çıkaracağın yerden sıdk ile çıkar. Katından beni destekleyecek kuvvet ver."


De ki: "Rabbim. beni koyacağın yere sıdk ile koy ve çıkaracağın yerden sıdk ile çıkar. Katından beni destekleyecek kuvvet ver."
Allahuteâlâ. kendisine duada bulunması için peygamberine bu duayı öğretiyor. Ümmetinin de öğrenmesini ve yeri geldiği zaman
Allah'a yönelip bu duayı okumasını istiyor. Duadaki sıdk ile konmak ve sıdk ile çıkarılmak ifadesi, Mekke 'den M e d i n e 'ye hicret esnasında bütün yolculuğunun sıdk ve selamet içinde geçmesinden kinayedir. Yolculuktaki başlangıcın da, sonucunda, bu iki Taraf arasında kalan kısmın da sıdk ve selameti için duâ edilmektedir.
Müşrikler, Allah'ın peygambere inzal buyurduğu âyetlerin yerine kendilerinin uydurmaya çalıştığı bazı şeyleri koymak istiyorlardı.
Bu zaviyeden bakılacak olursa (sıdk) ın meydana getirdiği daha başka meziyetler de vardır: sebat, güven, iç temizliği ve ihlâs gibi...
"... Katından beni destekleyecek kuvvet ver "
Bana katından öyle kuvvet ve heybet ver ki. onunla yeryüzünün heybetlerini ve müşriklerin kuvvetini alt edeyim. "Katından" İfadesinin kullanılması; Allah'a olan bağlılığı, kalbin O'na yönelişini, O'ndan yardım dileyişini ve O'nun himayesine sığınışını belirtmektedir.
Dâva sahipleri kuvvet ve heybetlerini sadece Allah'dan alırlar
Bir hükümdarın veya makam sahibinin İslama hizmet etmesini arzulayan dâva sahibinin, bu şahıslara baş vurmadan önce Allah'a yönelmiş ve Onunla sağlam bir irtibat kurmuş olması lazımdır. Bu prensip dahilinde, bazı hükümdar ve makam sahiplerine tevcih edilen davetler onların kalblerini fetheder, İslâm dâvasının birer neferi ve hadimi olarak faydalı hizmetlerde bulunurlar. Halbuki islâm dâvasını onların neferi ve hadimi durumuna düşürecek olursak hiç bir fayda sağlamaz. Zira, hükümdar ve makamların çok üstünde olan
bu dâva, Allah tarafından gönderilmiş bir dâvadır.
De ki: "Hak geldi, bâtıl yok oldu. Zaten bâtıl yok olmaya mahûmdur."
Allah tarafından bahşedilen yardım ve kuvvet sayesinde; gücü, sıdkı ve sebebiyle hakkın geldiği; tart edilip koğuluşuyle bâtılın yok olduğu ilân edildi. Sıdkın ve doğruluğun hakkı yaşamak; bâtılın
hakkı ise boğulup yok olmaktır.
"Zaten bâtıl yok olmaya mahkûmdur."
Manevî bir gerçek, tekit sigasiyle ortaya konuyor. İlk bakışta güçlü ve azametli görünen bâtıl, şişer, şişer ve nihayet patlayıp sönüverir. Çünkü bâtıldır, gerçeğe dayanmamaktadır. Onun içindir
ki hep azametli, büyük ve sağlam görünmeye çalışır. Fakat kısa zamanda sönüp yok olduğu görülür. Ateşin alevi gibidir. Yükseklerde
bir an için parlayıp kaybolur. Bunun ötesinde ona hayat hakkı yoktur. Kül dahi olamaz. Halbuki köz ateşi öyle midir? Onun bir devamlığı vardır, ısınılır, istifade edilir. Bâtıl, su yüzünde meydana gelen
köpüğe benzer. Suyu kapatmak ve kendi varlığını göstermek çapası içindedir. Fakat kendisi söner, su baki kalır,
"... Zaten bâtıl yok olmaya mahkûmdur."
Çünkü yapısı itibariyle devamlılık unsurlarına sahip değildir.
Yaşama gücünü harici amillerden ve gayri tabii kaynaklardan alır.
Bu kaynak ve âmiller çöktüğü an kendisi de yıkılıp kaybolur. Halbuki "hak" böyle değildir. O'nun hayat unsurları kendi bünyesinde
mevcuttur. Heva ve hevesler, kuvvet ve saltanatlar onun karşısına dikilirler ama, sahip olduğu güç ve sebatı kullanarak bu engelleri aşıp yaşamaya devam eder. Çünkü, ilelebed bâki olan Allahuteâlâ hakkı kendi esma-i hüsnasından bir isim olarak katından göndermişdir.
"Zaten bâtıl yok olmaya mahkûmdur."
Onun arkasında şeytan vardır, onun arkasında saltanat vardır.
Ne var ki. Allah'ın saltanatı ve Allah'ın en sadık vaadi daha kuvvetlidir. İman lezzetini tatmış olan her mü'min, bu lezzetle birlikte muhakak ki vaadin ve ahde vefanın da lezzetini tatmıştır. Allah'dan
daha iyi vaadini yerine getiren olur mu? Allah'dan daha doğru sözlü kim vardır?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder