8 Eylül 2014 Pazartesi

TEVRAT VE İNCİLİN DEĞİŞTİRİLMESİ VE MÜSLÜMANLARIN ÜZERİNE VİRÜS ÜRETİP GÖNDEREN İMPARATORLUKLAR...

Bu son risaletin zuhuru esnasında yeryüzünün mâmur bölümü aşağı yukarı dört imparatorluğa parçalanmış bulunuyordu. Avrupa’da, Asyanın ve Afrikanın bir kesiminde Roma imparatorluğu hâkimdi. İkinci büyük imparatorluk ta Asya’da ve Afrikanın bir bölümünde hükümran olan Irandı. Hindistanda hükümferma olan Hind imparatorluğu ve doğudaki Çin imparatorluğu. Hind ve Çin imparatorluğu aşağı yukarı kendi içine kapanmış, gerek inançları gerekse siyasî münasebetleri bakımından çevreyle alâkasını kesmişti. Bu yüzden Roma ve İran imparatorluğu yeryüzüne hâkim ve beşerî hayatta müessir olan iki büyük devlet idi.

Ve İslâm öncesi iki semavî din olan hıristiyanlık ve Yahudilik en sonunda bu iki imparatorluğun nüfuzu altına girmişti. Gerçekte
onlar bu iki devlete hâkim değil, bu iki devlet onlara hâkim olmuştu. Bunlardan ayrı olarak her iki dinde de bozukluklar ve sapıklıklar ortaya çıkmıştı.

Yahudilik yer yer Romalıların pençesine bir av olarak düşüyordu, yer yer Iranlıların baskısı altına giriyordu. Her halükârda yeryüzünde sözünün geçeceği bir bölge mevcut değildi. En sonunda değişik sebeplerden ötürü îsrailoğullarına has ve onlardan başkasına kapalı bir din haline geldi. Kendilerinin dışındaki kabile ve kavimleri kanatları altına alan temayülü kalmadı.

Hıristiyanlık ise Roma devletinin gölgesi altında doğdu. O sıralarda Filistin, Suriye, Mısır ve hıristiyanlığın gizlice yayıldığı diğer bölgelere tamamen Romalılar hakimdi. Roma devleti bu yeni inancı son derece korkunç sindirme metodları ve vasıtalarıyle ezmek istedi. Binlerce insanı en vahşi biçimde öldürdü. Hıristiyanlık Roma devletinin takibatından ve baskısından korkarak gizlice yayılmaya başladı. Bir süre sonra Romanın vahşet devri sona erdi ve Roma imparatorluğu hıristiyanlığı kabullenince bununla birlikte putperest Romanın bütün mitolojileri ve efsaneleri hıristiyan dinini sarıverdi. Bunun yanısıra eski Yunan felsefesinin putperest zihniyeti hıristiyanlığa karıştı. Artık hıristiyanlık o eski semavi din olan hıristiyanlık değil, putperest damgasını yemiş bir hıristiyanlıktı. Bu sebeple de Roma devleti hıristiyanlığa girmiş değil, hıristiyanlık Romaya girmişti. Hıristiyan inançları Romaya değil, Roma hıristiyan inançlarına hâkim olmuştu. Bunun yanısıra muhtelif hıristiyan mezhepleri arasındaki boğuşma ve didişmeler de dinin çehresini büsbütün değiştirdi. Nitekim bir süre sonra devletin de tarzını değiştirecektir. Bundan sonra Romanın resmi dinin dışında bir görüş beyan eden devletin ezici gücü altında ezilecekti. Bütün bunlar gerçek hıristiyanlığın hakikatini tahriften başka bir şeye sebep olmadı.

Ve işte bu sıralarda İslâmiyet geldi. Geldi ve beşeriyeti düştüğü bu sapıklık ve infisahtan kurtarmak istedi. Yeryüzünün imar görmüş bütün bölgelerindeki katı cahiliyeti ve kör taassubu yıkmak istedi. Beşeriyetin hayatına hükmetmek ve insanlığı Allahuteâlânın apaydınlık ve dosdoğru yoluna götürmek istedi. Beşer hayatındaki
bu büyük değişikliği gerçekleştirmek için İslâmiyetin hâkim olmaktan başka yapacağı bir şey yoktu...

Elbette gelişmesine, yeryüzüne hâkim olan o günkü imparatorluklardan hiç birisinin sözünün geçmeyeceği bağımsız bir ülkede başlaması gerekirdi. Her şeyden önce kendisine dışardan tesir etmek isteyen güçlerin bulunması icab ederdi. Çünkü o hem kendi yapısına, hem de çevresinin gelişmesine bizatihi hâkim olmalıydı. Bu yüzden arab yarımadası ve şehirlerin anası olan Mekke, onun çevresinde yer alan bölgeler o günkü şartlar içerisinde yeryüzünde İslâmın doğuşu için en uygun vasatı teşkil ediyordu. Başından beri âlemşümul bir sistem olarak geldiği nokta için en elverişli arazi idi. Zira buralarda muntazam hükümetler yoktu. Yarımadayı bütünüyle hâkimiyeti altına alacak güçlü birlikleri, polisi, jandarması, askeri ve kanunlarıyle kitleleri hâkimiyeti altında boyun eğdirecek bir devlet mekanizması mevcut değildi. Halbuki yukarda adını zikrettiğimiz dört imparatorlukta da durum böyleydi.

öte yandan yarım adayı bütünüyle hakimiyeti altına almış bulunan belli bir din de yoktu. Cahiliyet devrinin yozlaşmış inançları ve ibadetleriyle, putperestliğin hâkim olduğu Arabların meleklerden, cinlerden, yıldızlardan ve yontma taşlardan müteşekkil muhtelif tanrıları vardı. Her ne kadar K â b e ’nin çevresinde yer eden Kureyş kabilesinin inançları, yarımadanın her yanına yayılmış idiyse de yeni gelen dinin karşısına dikilebilecek organize bir güce sahip değildi. Şayet Kureyş ulularının şahsî menfaatleri ve özel durumları böyle icap ettirmeseydi, onlar da İslâmın karşısına dikilmezlerdi. Çünkü kendi inançlarının ne kadar, sakat ve derme çatma olduğunu biliyorlardı.



1 yorum:

  1. unutmayın, imparatorlukları yönetenlerde insan onlarda duygularla haraket ediyorlar.
    onda olan duygular sendede mevcut.
    Peki sor bakalım sendeki duyguya,Bütün güç sende iken başka birisinin otaritesi altına girebilirmisin.Diye.
    Alacağın cevap Hayır olacaktır.
    Sendeki duygu buna hayır diyorsa bilki karşındaki kişininde duygusu buna hayır diyecektir.
    (Bütün ilahi mesajlar,Kuran ve sünnet bu insandaki duyguları yönlendirmek için gelmişlerdir.ama ne yazıkki GÜÇ sahipleri bu yönlendirme işine ayak diretmişlerdir.)

    YanıtlaSil