17 Ekim 2014 Cuma

“Halbuki Allah göklerde olanları bilir, yerde olanları da.”


Sonra onlara imanın hakikatini açıklıyor.

Mü’minler ancak onlardır ki Allah’a ve resulüne iman edip sonra şüpheye düşmemiş ve Allah yolunda mallarıyle canlanyle cihad etmişlerdir. İşte onlar sadıkların ta kendileridir.

Gerçek iman gönülden Allah’ı ve Resulünü tasdik etmektir. Hiçbir şüphenin sızmayacağı bir tasdik. Kararsızlık ve endişeye, duygu ve heveslere kalbleri ve şuuru sarsan hiçbir sarsıntıya mahal vermeyen, kesin, değişmez ve güven verici tasdiktir. İşte Allah yolunda mal ve nefisle cihad böyle bir imandan doğar. Bir gönül ne zaman ki böyle bir imanın zevkini tadarsa ona bağlanıp güvenirse elbette o imanın gereğini kalbinin dışındaki günlük hayatında, insanların dünyasında da yerine getirmeye çalışacaktır. İçinde hissettiği iman duygusuyle çevresinde gördüğü hadiseler ve hayat vakıaları arasında bir birlik kurmaya çalışacaktır. O zaman mü’min hissinde yaşattığı imanı gerçeklerle içinde yaşadığı pratik gerçekler arasında mevcut olacak bir ayrılığa katiyen dayanamaz. Çünkü bu ayrılık her zaman onu rahatsız eder ve ezer. İşte Dunun için bu noktadan hareket ederek maliyle ve caniyle Allah yolunda cihada girişir. Cihad mü’minin ruhundan fışkıran şahsî bir harekettir. Ve onu mü’min kalbinde parlak ve aydınlık şekillerini gerçek olarak gördüğü hayatı günlük yaşayışındada gerçekleştirmek ister. Şu halde mü’-minle çevresinde bulunan cahiliyet hayatı arasındaki çekişme ve düşmanlık bizzat mü’minin kendisiyle alâkalı olup, imanî düşüncesiyle, pratik hayatı arasındaki farklı yaşayış tarzlarına tahammül edememesinden doğar. Keza pratik hayatındaki eksiklikler sakatlıklar, ve sapıklıkların devamı için hissen inandığı dosdoğru, güzel ve mükemmel imanî düşüncesinden vazgeçememesinden dolayı elbette mü’min kişi ile çevresinde bulunan cahiliyet hayatı arasında bir savaş ve çatışma olacaktır. Bu cahiliyet hayatı imanî düşünceye ve iman hayatına boyun eğene kadar sürüp gidecektir bu savaş.

“işte onlar sadıkların ta kendileridir.” Akidelerinde sadık, inandık dedikleri zaman sözlerinde sadık kimselerdir. Bu duygular gönüllerde yer etmedikçe bu duyguların izi yaşanan günlük hayatta görülmedikçe imandan söz edilemez. Akidedeki samimiyetten bahsedilemez. Böyle bir iddia ileri sürülemez.

Bir nebze bu âyeti kerîmede söz arası olarak varit olan şu ifade
üzerinde duralım: “Mü’minler ancak onlardır İd Allah’a ve Resulüne iman edip sonra şüpheye düşmemiş ve Allah yolunda mallanyle canlanyle cihad etmişlerdir.” Bu ifade gelişi güzel gelmiş debidir. Pratik bir gerçeği manevî bir tecrübeyi ele almakta ruhlarda yer eden bir durumu tedavi etmeye çalışmaktadır. “Sonra şüpheye düşmemiş” Bu çekingenlik ifadesinin bir benzeri de Allahuteâlânın “Onlar ki Rabbimiz Allah’tır derler sonra dosdoğru yürürler” kavli şerifinde göze çarpmaktadır. Rabbimiz Allah’tır sözü doğrultusunda yürümek ve şüphe etmemek tabiri bize gösteriyor ki bazı kere katı tecrübelerin tesiri altmda kalarak şiddetli imtihanların tesirinde kapılarak mü’min ruhlarda birtakım şüpheler ve sarsıntılar belirive-rir. Mü’min ruh hayatta kaldığı müddetçe kendisini sarsan şiddetlere, titreten engellere çarpar. îşte bütün bu engeller karşısında sarsılmayan, yıkılmayan, güvenini yitirmeyen şüpheye düşmeyen kişi Allah katında böyle bir dereceye hak kazanan samimî bir mü’pıin olarak kalır. Bu ifade mü’min ruhlara yoldaki tehlikeleri göstermekte seyahat esnasındaki zorluklara dikkat çekmekte ve herşeye rağmen yollarında yürümelerini, ölçülü ve dürüst olarak hareket etmelerini belirtmekte, yollarını yitirdikleri, karanlıklara daldıkları zaman rüzgârların ve kasırgaların kesintilerine tutuldukları vakit şüpheye dalmamalarını bildirmektedir.

Sonra âyeti kerime bedevilere dönerek Allah’ın kalblerinde olanları en iyi bildiğini, kendilerinin bilgisine muhtaç olmadan kalb-lerinden geçeni haber vereceğini bildiriyor:

De ki: “Dininizi Allah’a mı öğretiyorsunuz? Halbuki Allah göklerde olanları da bilir, yerde olanları da bilir. Ve Allah herşeyi bilendir.”

Bilginçlik taslayan insan bırakın dış dünyayı kendi nefsini bile bilmemektedir. Duygularının asıl sebebini, neleri kavrayıp neleri kavrayamayacağını anlayamaz. Aklının nasıl çalıştığını bilemez, çünkü faaliyet halinde bulunurken onu koritrol edemez. Kendisini murakabe ettiği zaman normal faaliyetini durdurur ki o zaman da gözlenebilecek bir hareket kalmaz. Normal faaliyetine devam ettiği zaman. Binaenaleyh insan kendisini ve organizmasının faaliyet tarzını bilmekten âcizdir. İnsanın en çok bildiğini sandığı noktada orasıdır.

“Halbuki Allah göklerde olanları bilir, yerde olanları da.”



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder