20 Kasım 2014 Perşembe

AKİDENİN MEFHUMUNU YERLEŞTİRMEK, İSLÀM'IN HÜKÜMLERİNE BAĞLANMAYA İTEN EN KESKİN DÜRTÜDÜR

İslam, hayat için kamil bir program ve aşikar bir yoldur. İslam; Müslümanların hayatlarında uzvi ihtiyaçlarını, içgüdülerini tatmin etmek ve maslahatlarını gerçekleştirmek için harekete geçtiklerinde, davranışlarını yönlendirici mefhumların toplamıdır. Müslümanların şeri hükümlere bağlanmanın kıymetini idrak edip İslam'a, onun anlaşılmasına, tatbik edilmesine, aleme risalet olarak taşınmasına yönelmesi için, onların aralarında bu bağlanmaya iten etkinin olması, İslam'la yönetilmeye şevklerinin tahrik edilmesi, İslam'ın tatbik edilmemesinin ve hükümlerine bağlanılmamasının cezasından korkularının tahrik edilmesi mutlaka gereklidir.
Müslümanların tahrik edilmesindeki, onları etkileme ve İslam meselesini kendilerinin geleceği olarak kabul etmeye itilmesindeki, varlıklarının ancak İslam uğruna İslam'ın tatbik edilmesi ve aleme risalet olarak taşınması uğruna olduğunu anlamalarının sağlanmasındaki o keskin dürtü, ancak Müslümanların nefislerinde İslam akidesinin canlandırılması ve iyice yerleştirilmesidir. Zira Müslümanların kalplerinde İslam akidesinin nuru zayıfladı, amellerinde etkisi gitti, tasarruflarında harareti yok oldu. Bunun için Müslümanlar kendilerini şeri hükümlere bağlanmaya iten o keskin dürtüyü kaybettiler.
Müslümanların kalplerinde ve zihinlerinde İslam akidesinden kaynaklanan Kıyamet Gününün tasvirleri, korkunçluğu ve hesabının şiddetliliğinin ürpertisi adeta yok oldu, silindi. Allah'ın azabının korkusu artık onları sarsmaz oldu. Cehennem korkusu onlara tesir etmez oldu. Cehennemin tutuşmuş ateşi onları korkutmaz oldu. Aynı şekilde Müslümanlarda Cennete ve Ahiret nimetlerine şevk kayboldu.
Cennetlerde var olan kıymetli nimetler, gözlerin görmediği, kulakların işitmediği, kalbden ve zihinden zerre kadar bile geçmeyen o nimetler artık onları cezbetmez oldu. Buna bağlı olarak Müslümanlar Allah'ın rızasını yüksek ideal ve gayelerin gayesi olarak hedeflemez oldular. Özen ve dikkatlerini dünyaya, onun menfaatlarından olan mal, makam, sultan, eşler, çocuklar, ticaret ve meskenlere sarf ettiler. Onların yüksek idealleri maddi rağbetlerini gerçekleştirmek ve bu rağbetleri gerçekleştiren kişileri memnun etmek olmuştur. Bakışlarını yere diktiler, göğe değil.
Muhakkak ki İslam akidesinin Müslümanların nefislerinde zayıf oluşu, Müslümanlarda şimdi şahit olunan o tüm olumsuzluklara götüren husustur. O olumsuz yönler; işlerde İslam hükümlerine bağlanmamak, tağutlara ve hükümlerine, kafirlerin Müslümanlar üzerindeki egemenliklerine ve Müslümanlara musallat olmalarına, Müslümanların servetlerini yağmalamalarına sükut etmek, zillet, horlanma, korkaklık ve boyun eğme, dünya metaının elde edilmesine koşmak, Allah'ın zikrinden (şeriatından) yüz çevirmek şeklinde sayılabilir.
Bunun için bu İslam akidesi mutlaka Müslümanların nefislerinde uyandırılmalı, canlandırılmalı ve yerleştirilmelidir. Zira bu en önemli düğümdür. Ne zaman ki; bu akli akidede canlılık baş gösterir, ümmette de canlılık baş gösterir. Müslümanlar tekrar Allah'a ve Şeriatına bağlanmaya, emirlerine uymaya, nehiylerinden uzaklaşmaya, tağutların şeriatını terk etmeye, tağutlardan kurtulmak için çalışmaya dönerler. Bunu yaparken de rızık ve hayat açısından endişeye kapılmazlar. Çünkü rızkın ve hayatın sadece Allah'ın elinde olduğuna, Onun dışında yaratıklardan başka birisinin elinde olmadığına iman ediyorlar. Böylece Cennete ve nimetlerine olan şevkleri dünya metaına olan şevklerinden daha fazla olacaktır. Cehennem azabından korkuları da tağutların tasallutu ve zorbalığından korkularından daha fazla olacaktır.
Buradan çok daha iyi açığa çıkıyor ki; fertlerin hayatında ve sosyal ilişkilerde Şeri hükümlere bağlanma hususundaki zayıflık, kalplerde İslam akidesi hararetinin zayıflığının neticesidir. Zira şeri hükümlere bağlanmak imanın semeresidir. O halde imanın harareti şiddetlenirse, bağlanmanın harareti de şiddetlenir. kalplerde imanın harareti zayıflayınca şeri hükümlere bağlanmanın harareti de zayıflar.
Her ne kadar daveti taşıyıcıların -ki onlar Allah'ın indirdiği ile yönetimin tekrar gelmesi için çalışıyorlar- omuzlarına yüklenen hususlardan en önemlileri, üzerlerine fertlerin hayatlarının kurulduğu esaslarda şeri hükümlere bağlanmanın kıymetinin açıklanması için çalışmaları olsa da, toplumda fertlerin aralarındaki, devletle, başka devletler ve halklarla aralarındaki alakaların bir kamu uyanıklılığı oluşturmaya uğraşmaları olsa da; muhakkak ki şeri hükümlere bağlanmanın kıymeti hakkında kamu uyanıklılığı oluşturmaya çalışmanın keyfiyetinin idraki çok daha önemlidir.
İşte bu ise, ancak akli akidenin; onun tasavvurlarının, bu akideye ait Kuran’da geçen fikirlerin nefislerde etkinliği ile mümkün olur. Zira Şeriatın tatbik edilmesine ve hükümlerine bağlanılmasına iten faktör, akidenin tasavvurlarının ve nefislerde yerleştirilmesinin neticesidir. Müslümanlar;Şeriata muhalefette Cehennem azabından korktuklarında ve ona tabi olmakta, hükümlerine bağlanmakta Cennet nimetlerini umduklarında; işte o zaman ferdin davranışlarında, tavırlarında ve toplumsal alakalarında şeri hükümlere bağlanmanın kıymeti açığa çıkar.
Bunun için Kur'an-ı Kerim'in; Mekke'de 13 sene akide ve fikirlerini yerleştirmek, gece-gündüz insanlara akide ve fikirlerini ulaştırmak üzerinde durması boşuna değildir. Kur'an, Medine'de hükümlerin teşriini (yasamasını) yerleştirmeye ağırlık verdiğinde; ayetler, akideyi hatırlatarak ve bu hükümlere imanla bağlantı kurarak geliyordu. İşte bu, Müminler nezdinde, Allah'ın emirlerine bağlanmak ve hükümlerini uygulamak için keskin bir dürtünün oluşturulmasında akidenin büyük ehemmiyetinin olduğunu göstermek içindir.
Bundan dolayı, ümmeti etkilemede; İslam'ın hükümleri ve otoritesi için, Hilafet'in ikamesi ve Allah'ın indirdiği ile yönetimin tekrar gelmesi için; ümmette şevki doğuracak canlılığını, etkili bir şekilde yayılması hususundaki çalışmanın meyve verebilmesi şunu gerekli kılar : Tatbikle emredildiğinde tatbik için itici faktörün ortaya çıkarılmasında, fikir ve hükümlerin akide ile bağlantılarının kurulmasında, fikirler ve hükümlerle hitab ederken, İslam dışı fikirleri çürütmek ve hatalarını açıklamak için taarruz ederken bütün bu hususlarda iman duygularının etkin kılınmasında, Kur'an-ı Kerim'in üslubunu benimsemek gerekir. Böylece almak, tatbik etmek ve amel etmek için itici dürtü var olsun.
İşte bu hususta Kur'an-ı Kerim'in üsluplarından bir kaç örnek şunlardır : Allah’u Teala şöyle dedi :
"Hayır, Rabbine yemin olsun ki, onlar aralarında çıkan ihtilaflarda seni (Resulullah’ın ve onun getirdiği şeriatı) hakem kılmadıkça, sonra senin (ve şeriatın) vermiş olduğu hükümden dolayı kendilerinde bir sıkıntı duymaksızın o hükme tam teslimiyetle teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar." (Nisa : 65)
"Ey iman edenler! Kendilerine Kitap verilenlerden bir gruba uyarsanız, imanınızdan sonra sizi çevirip kafirler haline getirirler." (Ali İmran : 100)
"Ey iman edenler! Sabredin, (düşman karşısında) sebat gösterin, (cihad için) hazırlıklı ve uyanık bulunun..." (Ali İmran : 200)
"Ey iman edenler! Mallarınızı batıl (haksız ve haram yollar) ile aranızda (alıp vererek) yemeyi(Nisa : 29)
Allah'a ve Ahiret Gününe iman eden bir toplumun Allah'a ve Resulüne düşman olanlarla dostluk ettiğini göremezsin." (Mücadele : 22)
İşte bu ayetler ve daha yüzlercesi, yüzlerce hadis-i şerif; bir hüküm, fikir, çözüm ya  da emir ve nehi getirirken, onu akide ile bağlantı kurup itici dürtüyü ortaya çıkartıyor ve akidenin ne istediğini hatırlatıyor.
İşte insanları kabul eder, bağlanır ve kayıdlı olur duruma getirmek için etkili yol budur : Allah korkusunun ortaya çıkarılması, kabre konuluşun, Kıyamet Gününün hallerinden, Cehennem azabından ürpermenin açığa çıkarılması, Cennete ve ondaki kıymetli güzel nimetlere, nefislerin ve gözlerin hoşlanacağı köşkler, iri gözlü huriler vb. nimetlere teşvik edilmesi. İşte bütün bunlar, insanları yere çakılıp kalmak yerine göğe bakmaya yöneltir. Kendilerini Allah'a, Cennete ve Cehennemden uzaklaştıran hususlara yöneltir kılar. İnsanları Allah'ın hükümlerine bağlanmaya, küfür ve tağut fikirleriyle çatışmaya, tağutlara karşı siyasi mücadeleye, tağutların yönetiminden ve tasallutundan kurtulmak ve Allah'ın indirdiği ile yönetilmesinin tekrar kurulması için gece-gündüz sürekli çalışmaya sevk eder.
Bunun için Müslümanların nefislerinde, İslam akidesinde tekrar canlılığın oluşturulması mutlaka gereklidir. Ta ki onlar şeriatın hükümlerine bağlanmaya ve onunla kayıdlı kalmaya itilsinler ve vakıalarını değiştirmeye, küfrün ve tağutların hakimiyetlerini ve nizamlarını ortadan kaldırmaya koşuşsunlar.
İslam akidesinde canlılığın oluşturulması ise, İslam akidesindeki cevheri ve esasi mefhumun açıklanmasını ve bu mefhumun nefislerdeki izinin açığa çıkarılmasını gerektirir. Bu temel mefhum, İslami mefhumların en ehemmiyetlilerindendir. Nebiler ve risaletler onun için gelmişlerdir. Cennet, Cehennem, yaratılış, hesap, azab, davetin yüklenilmesi hep onun için vardır. İşte bu mefhum "Allah'a kulluk" mefhumudur ki, bu da "Uluhiyet" mefhumundan çıkmıştır. Allah’u Teala şöyle demiştir :
"Ben, cinleri ve insanları ancak Bana kulluk etsinler diye yarattım." (Zariyat-56)
Nitekim "La ilahe illallah" kelime-i tevhidi "La Ma'bude illallah" (Allah’tan başka Ma'bud -kulluk yapılacak- yoktur, tanımıyorum) demektir. Çünkü  "ilah" lafzı lügatta  "Ma'bud"(kendisine kulluk yapılan) demektir. Şeran bu lafzın başka manası da yoktur. O halde lügatta ve şeriatta     "La ilahe" demek, "La Ma'bud" demektir. Şu halde Müslüman, Allah'tan başka Ma'bud olmadığına, tanımadığına dair şahadet kelimesini söylerken kullukta ve kutsulamakta Allah'ı birlemektedir. Böylece Allah'tan başka herhangi bir şeye kulluğu kesin bir şekilde ret etmektedir. Onun için müslümanın kelime-i şehadet'i söylemesi, onu sadece Allah'a kul olmaya ve kulluğu sadece Allah'a hasretmeye zorunlu kılar.
Müslümanın bu manayı idrak etmesi, onu; hayatının işlerinin tanzimi ve sorunlarının çözümü ile alakalı her hususta (bu mefhum doğrultusunda) duyarlı-hassas kılar. Böylece Allah'tan başkasına itaatı ret eder. Çünkü o ancak Allah'a kulluk yapıyor. Çünkü Allah'tan başka kendisine itaata davet eden ya da Allah'ın hidayetinden (gösterdiği yoldan) başkasına davet eden ya da Allah'ın indirdiğinden başkası ile hükmeden -yöneten her hususun inkar edilmesi- ret edilmesi gereken tağuttur. Yeryüzü onlardan temizleninceye kadar tağutlarla savaşmak da farzdır ki böylece orada yalnız Allah’ın Şeriatı hakim olsun.
Bunun için bu kulluğa bağlanmaya götüren husus; Allah'ın hükümleriyle kayıdlı olmak, yaratıcıyı yasamada, itaatta, boyun eğmekte, emrettiği ve nehyettiği hususa teslim olmakta birlemek demektir. Böylece Şeriatın hükümleriyle kayıdlı olmak "uluhiyet" mefhumu ile imanın kesin neticesidir. Bu, noksanlıklardan münezzeh Yaratıcıya kulluğa sarılmanın tabii neticesidir. Allah’u Teala şöyle dedi :
"Hayır, Rabbine yemin olsun ki, onlar aralarında çıkan ihtilaflarda seni (Resulullah’ın ve onun getirdiği şeriatı) hakem kılmadıkça, sonra senin (ve şeriatın) vermiş olduğu hükümden dolayı kendilerinde bir sıkıntı duymaksızın o hükme tam teslimiyetle teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar." (Nisa : 65)
Şeriatın hükümleri ile kayıdlı olmaktaki ihmal; ububiyet (kulluk) mefhumunun manasının ihmali veya unutulması veya zihinden uzaklaşması ya da zihinde değişikliğe uğramasının doğal neticesidir.
Bunun için Allah’ın Şeriatı dışından bir şey almak, Allah’ın emirlerinden başkasını uygulamak; Müslümanların inkar etmekle, ret etmekle emrolundukları tağuta kulluk, boyun bükmek ve hüküm için başvurmaktır. Yaratıklardan ister yönetici olsun ister vekil olsun, ister başka bir sıfatla kendi katından insanlar için bir kanun koyan her kimse tağuttur, kendisini Allah'tan başka Rab ilan etmektedir. Allah’u Teala şöyle dedi:
"Sana ve senden öncekilere iman ettiğini iddia edenleri gördün mü?! Onlar inkar etmekle-ret etmekle emr olundukları halde tağutla yönetilmek istemektedirler. Şeytan ise onları uzak bir sapıklığa saptırmak istiyor." (Nisa : 60)
Yine Allah’u Teala şöyle buyurdu : "Onlar Allah'ı bırakıp da rahiplerini, hahamlarını (din bilginlerini) Rabler edindiler..." (Tevbe : 31) Bu ayetin manasını Resul (S.A.V) şöyle açıkladı : "Onlar (haham ve rahibler), onlara (Hıristiyan ve Yahudilere) helalı haram, haramı helal kıldılar. Onlar da onlara (haham ve rahiplere-din bilginlerine) tabi oldular. İşte onların haham ve rahiplerine ibadetleri budur."
Müslümanlar nezdinde uluhiyet mefhumunu etkili kılmak, bu İslam akidesine itibarını ve etkinliğini tekrar kazandırır. Bu itibara göre İslam akidesi, ruhi ve siyasi bir akidedir, sadece ruhi akide değil. Yine İslam akidesi, insanın dünya hayatı ve Ahiretle alakalı işlerinin tamamını tanzim eden, İslam'ın fikirler ve hükümlerinin çıktığı bir akidedir. Bu açığa çıkar. Bu ise, Müslümanları Allah'ın hükümleriyle kayıdlı olmaya, emirlerini uygulamaya, nehiylerinden kaçınmaya, küfür ve tağutun hükümlerinden kurtulmaya iter.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder