20 Kasım 2014 Perşembe

Böylece beşeriyet iki ana fırkaya ayrılıyor. Allah’ın fırkası... şeytanın fırkası...

İnsanlık iki ana bayrak altında toplanıyor. Hak ve bâtıl bayrağı.
Bir kişi ya Allah’ın fırkasından olacaktır ki o zaman hak bayrağı altında girmiş olsun... Yahutta şeytandan yana olacaktır ki o zaman da bâtılın bayrağı altında girecektir. Bu iki sınıf birbirinden tamamen ayrıdır kat’iyen içiçe ve yanyana olamazlar...
Soy, aile, akraba, vatan, ırk kavim, asabiyet değil... Akide... Yalnız ve yalnız akide... Kim Allah’ın fırkasından yana olur ve Hak bayrağı altında toplanırsa o ve bu bayrak altında toplananların hepsi Allah yolunda kardeştirler. Renkleri değişik olabilir, vatanları ayrı olabilir, kabileleri farklı, aileleri başka başka olabilir. Ama hepsi de Allah’ın fırkası altında toplanmanın dağılmaz bağı ile bağlanırlar birbirlerine. Bu bayrağın altında bütün renkler silinir, bütün ayrılıklar erir... Kim de şeytanın aldatmasına kapılır ve bâtıl bayrağının altında toplanırsa artık bir daha onunla Allah’tan yana olanların arasında hiçbir bağ kalmaz... Ne toprak bağı, ne ırk bağı... Ne vatan bağı, ne renk bağı. Ne akrabalık- bağı, ne kavim bağı... Ne soy bağı... O bütün bu bağlılıkların üzerin oturduğu ana bağı kopardığı İçin bütün bu bağlarda kopmuş bitmiştir...

6 yorum:

  1. AKP=CHP=MHP*VB GİBİ BU SİSTEMLE ÇALIŞAN FIRKALARA BAYRAKLARA NE OLUYOR ???
    VE DE ONLARI DESDEKLEMEK NE OLUYOR ???

    YanıtlaSil
  2. •Arablarda kabile taassubu ve kan gütme âdeti çok şiddetli ve yaygın bir haldeydi. Kan dökmek ve harb yapmak onların nazarında gayet basit bir işti. Pek önemli olmayan alelâde hâdiseler bile kan dökmek için, harb açmak için kâfi gelirdi. B e k r kabilesi ile Tağleb ibni Vail kabilesi arasında bir harb çıkmış ve tam kırk sene oluk oluk kan akmıştı. Bu savaşın sebebi Maad kabilesi reisi K ü l e y b ’in, M ü n k i z ’in kızı Bessus’un devesinin memesine ok atmasıyla kanın süte karışması hâdisesi olmuştu. Cessas bin Mürre, Küleyb’i öldürdü. Bekr kabilesi ile Tağleb kabilesi arasında çatışma başladı. Savaş alevlendi. Ve savaş Küleyb’in kardeşi Mühelhel’in dediği gibi: «Hayatı mahvetti. Anneleri fiğan içinde bıraktı. Yavrulari yetim bıraktı. Dinmeyen göz yaşları ve defnedilmeyecek kadar çok cesetler bıraktı.»

    YanıtlaSil
  3. Sırf Allah’a ibadet edilmek için yapılmış olan Kabe ’nin hareminde veya çevresinde tam üç yüz altmış tane put vardı**. Daha sonra ilerleyerek putperestlik yerine taşlara tapınmaya başlamışlardı. İmam-ı Buhârî Ebu Reca el Utaridî’den rivayeten diyor ki: «Ebu Reca dedi ki: Biz taşlara tapınır idik. Tapındığımız taştan daha iyi bir taş görünce onu atar, bunu alırdık. Taş bulamadığımız zaman da bir avuç toprak alır, üstüne bir miktar süt sağdıktan sonra çevresini tavaf etmeye başlardık*.»

    Kelbî diyor ki: «Bir kimse sefere gittiği zaman, konak mahalline varınca dört tane taş alır, içlerinden en iyisini seçerek onu Rab edinirdi. Diğer üç taşı da üzerine yemek pişirecek kazanını koymak için dizer ve ocak taşı yapardı. Tekrar yolculuğa başlayınca hepsini de olduğu yerde bırakırdı **.

    Her yerde ve her devirde müşrik milletlerde olduğu gibi Arablann da cinlerden, meleklerden ve yıldızlardan birçok ilahları vardı. Meleklerin, Allah'ın kızı olduğuna inanıyorlardı. Bunun için de melekleri ilâhları indinde kendilerine şefaatçi olarak kabul ediyorlardı. Ve onlara tapmıyorlardı. Ayrıca cinleri de Allah’a eş tanıyorlardı. Onların kudret ve tesirlerine inanıp, tapmıyorlardı. Kelbi diyor ki: «Huzaa kabilesinden Melih oğulları cinlere tapar idiler **.» Said de der ki: «Humeyr kabilesi güneşe tapar idi. Kinane kabilesi .de aya tapardı.

    YanıtlaSil
  4. Hiç bir hudut tanımadan bir erkek istediği kadın ile evlenebilirdi,.

    Bu devirde kız çocuğundan nefret o kadar ilerlemişti ki, onları diridiri toprağa gömecek hale gelmişti. — Meydaninin naklettiğine göre — Haysem bin Adi şöyle anlatır: «Kız çocuklarını diri diri toprağa gömmek âdeti bütün Arab kabilelerinde cari olmakla beraber ancak on kişide bir kişi yapardı. İslâmiyyetin ilk devirlerinde kız çocuğunu toprağa gömmek âdeti üzerinde muhtelif fikirler serdediliyordu. Bir kısmı sırf namuslarını korumak için kızlarını toprağa gömüyordu. Yahut da üzerlerine bir şerefsizliğin gelmesinden çekindikleri için. Bir kısmı da mavi gözlü, siyahi, cüzzamlı veya topal çocuklarından nefret ettiklerinden dolayı toprağa gömüyorlardı. Bazı kimseler de geçim sıkıntısından ötürü fakirlik korkusu ile kız çocuklarını diri diri toprağa gömerlerdi.

    Kız çocuklarını o kadar çirkin ve acı bir şekilde toprağa gömerlerdi ki, pek az kurtulanlar olurdu. Kızın babasının seferde bulunması veya meşguliyyeti yüzünden bazan gömme fiili gecikebilirdi. Bu takdirde çocuk büyür ve aklı başına gelirdi. Böyle olanlardan insanı fiğana sevkedecek kadar acı hikâyeler nakledilirdi. Bir kısım kimseler de kız çocuklarını bu duruma gelince bir yar kenarından aşağı atar ve yuvarlarlardı.»

    YanıtlaSil
  5. El Suddi der ki: «Cahiliyyet devrinde bir adamın kardeşi, babası veya oğlu ölür de bir kadın geriye bırakırsa, varislerinden birisi onun üzerine elbisesini attığı takdirde ilk kocasının mihri ile kendisine nikâhlar, yahut da başkasına nikâhlayarak mihrini almaya hak kazanırdı. Şayet ölen adamın karısı kaçar ve kurtulursa ailesinin yanına gider ve kurtulurdu

    YanıtlaSil
  6. •Cahiliyyet devrinde nikâh dört şekilde yapılırdı:

    1 — Bugünkü halkın yaptığı gibi nikâh. Bir adam, birisinin kızı ve evlâtlığı ile nişanlanır, mehrini öder, sonra da nikâhlanırdılar.

    2 — İkinci bir nikâh şekli de şöyle idi: Karısı hayızdan temizlenince adam karısına derdi ki; falancaya var ve cima’da bulun. Ve kocası bundan sonra ona hiç yaklaşmazdı. Temas ettiği adamdan hamile kaldığı anlaşılıncaya kadar karısından uzaklaşırdı. Hamile kaldığı anlaşılınca isterse ve severse karısı ile birleşirdi. Daha çok, doğacak çocuğun necabeti için böyle yaparlardı. Bu nikâha İstibdâ nikâhı adı verilirdi.

    3 — Bir başka nikâh şekli de şöyle idi: On kişiden aşağı olmamak üzere bir topluluk birleşirler ve bir kadının yanına girip hepsi birden onunla temas ederlerdi. Kadın hâmile kalıp da çocuk dünyaya gelince, çocuğun doğumundan birkaç gün sonra kadın onların hepsine haber yollardı. İçlerinden hiç bir erkek gelmemezlik etmezdi. Hepsi birden toplanınca, kadın : ‘Sizin işinizden olan şeyi biliyorsunuz. İşte şimdi doğum yaptım. Bu çocuk senindir ey falan.” derdi ve içlerinden sevdiğinin adını verirdi. Çocuk o adama verilirdi ve adam çocuğu almamazlık yapamazdı.

    4 — Son olarak da şöyle bir nikâh şekli vardı. Birçok kişi toplanır ve bir kadının yanına girerlerdi. Kadın gelenlerden hiç birisini geri çevirmezdi. Bunlar umuma ait kadınlardı. Kapılarının üzerine işaretler çekerlerdi. Bununla tanınırlardı. İsteyen kimse bu kadınların yanma girerdi. Herhangi birisinden hamile kalır da çocuğunu doğurursa bütün o erkekler yanına gelir toplanırlardı. Ehl-i vukuf kimsenin bir kişiyi çocuğun babasını tesbit etmesi için çağırırlardı. Sonra o fahişe kadının doğurduğu yavruyu ehl-i vukuf kimsenin tesbit ettiği şahsa verirlerdi ve çocuk bunun adını alırdı. Oğlu olarak kabul edilirdi ve o kişi bunu kabullenmekten imtina etmezdi. Hz. Peygamberin bisetiyle bütün o cahiliyyet devrinden kalma nikâh şekilleri iptal edilmiş ve bugünkü haline gelmiştir..»

    YanıtlaSil