9 Mart 2015 Pazartesi

O zamanki müslüman saflar aynen şu şekilde belirmektedir:

I) Allah yolunda cihadda pek ağır davrananlar... Ve başkalarını da bu yola dâvet edenler. Sonra, müslümanlar büyük bir musibete uğrarlar da kendileri muharebeye çıkmadıkları için kurtulurlarsa, bunu kendileri için bulunmaz bir ganimet kabul ederler, kendileri için büyük bir hüsran olarak telakki eden ve elde edilen ganimetten kendilerine birşey düşmediği için dünyayı ahirete değişenler.

II) Bunların aralarında kendilerinden olan muhacirlerde vardır. Me k k e ’de cihad yasak iken, düşmanla göğüs - göğüse çarpışmak için hamaset duyguları alevlenen bu şahıslar — M e d i n e ’de cihanı emrini sabırsızlıkla bekliyorlardı. İçlerinde; ne olurdu Allah biraz daha müsamaha gösterseydi de cihadı şimdi farz kılmasaydı diye temennide bulunanlarda eksik değildi.

III) Bir kısmı - eğer kendisine bir iyilik dokunursa — bunu Allah’a havale ederken, bir kötülük anında da Hz. Peygambere hağlıyordu. Bunu Allah’a olan imanından değil, sırf kumanda mevkiini yaralamak ve bunun etrafından bir takım görüşler serdetmek için yapıyorlardı.

IV) Bunlar arasında Resûlullahın huzurunda (S.A.V.) itaatini belirten daha kapıdan çıkar çıkmaz söylediklerinin yanına aslı astarı olmayan yeni yeni lâflar katıştıran kimselerde bulunuyordu.

V) Bazıları tahkik edilmemiş şayiaları müslüman saflar arasın da yayıyorlardı... Sözün nerden gelip nereye gittiğini bilmeden sırf fitneye sebebiyet vermek için böyle yapıyorlardı.

VI) Bütün bu emir ve tevcihâtın yegâne kaynağının Allahü Taalâ olması hususunda içlerinde şüphe besleyen kimseler de vardır. Bunlar da talimat ve emirlerin bir kısmının Allahü Taalâdan olmayıp, Resûlullah’ın (SA..V.) kendisinin uydurduğunu zannediyorlardı!...

VII) Bir kısmıda —bundan sonraki dersin başında görüleceği gibi — sırf müslüman cemaati ikiye ayırmak için bazı münafıkları müdafa etmeye kalkışıyorlardı... Bu şekilde bir hareketin, imanı tasavvurdaki ve kumanda mevkiindeki intizamsızlıktan ileri geldiği düşünülebilir. (Diğer yönden bu ve benzeri durumlarda kumanda vazifesi ve bununla ilgili meselelerde toplu bir anlayışın mevcud olmayışı da buna sebeb olarak gösterilebilir...)

Binaenaleyh bütün bunlar münafıklardan müteşekkil bir veya iki cemaat halinde idiler.

a — Münafıklar.

b — İmam zayıf olanlar.

İmam zayıf olanlar... Evet, kendilerinde iman şahsiyetinin henüz teşekkül etmediği kimseler... — Her ne kadar bunların bir kısmını muhacirler teşkil etsede... Mühim olan bir veya iki topluluğun müslüman saflarında bulunmuş olmasıdır — İslâm cemaatı Medine ’de yahudilerin, Mekkede müşriklerin çevirdiği bir düşman çemberiyle karşı karşıya idi. Bütün Arap yarımadası bitkin bir halde neticeyi bekliyordu... Çünkü müslüman saflar arasında fitne ve fesat belirmişti. Bunun için uzun bir eğitime ihtiyaç gösteriyordu. Bitmeyen bir cihadın bayrağını açmak artık kaçınılmaz hâle gelmişti!.

işte bu derste bu cihad örneklerini ve bu terbiye metodunu göreceğiz... Nefislerde ve İslâm saflarında gizlenmiş bulunan bütün dertlerin çarelerim öğreneceğiz. Ve bütün bunların bir dikkat ve incelik içerisinde yürütüldüğünü, bu saflara kumanda eden Kuran metodu ile terbiye eden Peygamberin sabrıyla canlı olarak beliren sabır örneğini müşahede edeceğiz.

a) Biz bu meseleyi son derece nazik görüyoruz. Dikkat edilecek olursa müslüman mücahitler ferdi olarak, seriyyeler halinde veya cihadla görevli askeri birlikler halinde çıkmıyorlar. «Silâhlanarak» çıkıyorlar. Yani silâhla teçhiz edilmiş seriyyeler ve bölükler halinde çıkıyorlar cihada.. Ve yahut ta toptan mükemmel bir ordu halinde seferber oluyorlar. Çünkü etraflarında bulunan bütün topraklar kendilerini bir ateş çemberi halinde sarmıştır!. Dört
bir yandan başka - başka düşmanların kordonu altında kalmışlardır. Ajanların bir kısmınıgizlımünafıklar teşkil ediyordu. Yahut ta fırsat gözleyen düşmanlardan olupta münafıklar veya yahudiler tarafından beslenenler.

J b) Cihaddan geri kalanlara dair nefret hissi veren bir tasvir görüyoruz. Bu tasvirde çaptan düşmüşlük, basit menfaatları sevmek, bir halden bir hale geçip renk değiştirmek, duruma göre idare etmek gibi halleri müşahede ediyoruz. Bunun yanında Mekke’de cıhad için hamasat duygularıyla dolup taşanların Medine'de kendilerine cihad emri gelince hissiz birer heykel kesilmelerini hayretler içerisinde seyretmekteyiz...

c) Allahü Taalânın, Allah yolunda döğüşenlere vadettiği büyük mükâfatı da görüyoruz. Evet, iki akıbet var onlar için...

-Allah yolunda savaşan kimse öldürülsede, gâlib de gelse biz ona büyük bir mükâfat vereceğiz.*

d) Kur’an-ı Kerim’in arzu edilen noktanın yüceliği, hedeflerin yüksekliği ve Allahü Taalânın çağrıda bulunduğu döğüşün şerefli gayesi için yaptığı tasviri açıkça görmekteyiz...

«Size ne oluyor da; «Rabbimiz! Halkı zâlim olan şu şehirden bizi kurtar, katından bize bir sahib gönder, bir yardımcı yolla» diyen zavallı çocuklar, erkekler ve kadınlar uğrunda ve Allah yolunda savaşmıyorsunuz?...»

e) Aynı zamanda küfredenlerin bâtıl gayeleri ve zayıf istinat-gâhlan yanında iman edenlerin uğrunda mücadele ettikleri eşsiz hedefi ve manevî dayanakları Kur’an-ı Kerim’in çizdiği sahnelerden izliyoruz: «iman edenler Allah yolunda savaşırlar, inkâr edenler ise tagut yolunda harbederler. Şeytanın dostlarıyla savaşın. Şeytanın hilesinin zayıf olduğunda şüpheniz olmasın...»

f) Fasid duyguların ve zayıf gidişatın kaynağını teşkil eden bozguncu düşünceler üzerinde Kur’anm takib ettiği tedavi usulünü de görmekteyiz. Bu ancak, itikadı tasavvurların yeni baştan tashihiyle mümkün olabilir... Dünyanın ve ahiretin hakikatim gözler önüne getirmekle... «Onlara şöyle : »Dünyanın zevki pek azdır. Ahi-ret ise sakınanlar için elbet daha hayırlıdır. Ve kıl kadar haksızlığa uğratılmayacaksınız.» Bir kere ölümün bir gün mutlaka gelip çatacağını, takdiri İlâhinin mutlaka zamanı gelince infaz edileceğini kabul etmek gerekir... Kişi ne kadar ihtiyatlı davranırsa davransın.





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder