24 Şubat 2014 Pazartesi

SÜNNET; KUR’AN GİBİ TEFEKKÜR, SİYASET VE TEŞRİ İÇİN KAYNAKTIR

SÜNNET; KUR’AN GİBİ TEFEKKÜR, SİYASET VE TEŞRİ İÇİN KAYNAKTIR

SÜNNET; KUR’AN GİBİ TEFEKKÜR, SİYASET VE TEŞRİ İÇİN KAYNAKTIR


Sünnetle Savaşmanın Ve Onun Hakkında Şüphe Uyandırmanın Sırrı

Batı ve müsteşrikler, asırlardır Müslümanların Kur'an'a karşı olan güvenlerini sarsamadılar. Bu mücadele vahyin geldiği ilk dönemlerde başlamıştır. Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem’vahiy geldikçe münafıklar da boş durmuyor onun hakkında şüpheler ortaya atarak vahye olan güveni sarsmaya çalışmışlardı. Onca mücadelelerine rağmen Kur'an'a hiç bir şey sokamadılar, amelleri boşa çıktı ve başarılı olamadılar. Herhangi bir ayetle oynayamaya güçleri yetmedi. Çünkü; Allahû Teâlâ, Aziz Kitabında Kur'an'ı koruyacağını vaat etmişti.
Allahu Teala şöyle buyurdu:
إنا نحن نزلنا الذكر وإنا له لحافظون  “Kur'an'ı kesinlikle biz indirdik; elbette onu yine biz koruyacağız.” (Hicr 9) ve gerçekten de Allahu Teala onu korudu.
Kur’an üzerinde etkili olamayınca Batı ve askerleri saldırılarını Sünnete yöneltmeye ve yoğunlaştırmaya başladılar. Sünnet üzerinde şüphe ve kuşku meydana getirmeye çalıştılar. Sünnet üzerinden Kur'an'ı yıpratmayı ve ortadan kaldırmayı hedeflediler. Misal olarak; kendisini Râsul olarak tanıtıp iddia eden Raşid Halife önce Sünnete dokunup onun hakkında şüpheler meydana getirmeye çalıştı. Şu iddiada bulundu: "Sahih hadisler azdır, sayıları yüz taneyi geçmez." Kampanyasını bu temel üzerinde yoğunlaştırdı. Etrafında cahillerin çoğalması üzerine Sünneti tamamen reddetti ve Kur'an'a doğrudan saldırmaya başladı. Kendisine 19 sayısını usul olarak benimsedi ve 19 sayısını ayetlerin doğruluğunu ispatlamak için kullanmaya yöneldi. Kur'an'ın mucizesi olarak kabul ettiği 19 sayısına uymayan ayetleri de reddederek onları Kur'an'dan çıkarttı.
Kaddafi ise, Sünnet hakkında şüphe ve kuşkuyu meydana getirmeye çalıştıktan sonra onu inkâr etti. Akabinde Kur'an'a saldırıya geçti. Arap milliyetçiliğini bir ölçü olarak kullanıp Kur'an'dan bazı kelimeleri kaldırmak istedi, bazı ayetleri te'vil etmeye (yanlış yorumlamaya) başladı.
Batı boş durmadı.  Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem'in peygamberliği ve kendisine vahy edilme olayı hakkında şüpheleri meydana getirmek için Salman Rüştü’yü ortaya çıkarttı.
1923'te İngiliz Kilisesi, şeytanların Muhammed'e vahyettiği batıl iddia ve iftirasını ortaya atmıştı. Fakat bir netice alamadılar.
1959'da İngiliz Müsteşriki Montgamry Watt, bir kitapta yukarıdaki batıl iddia ve iftirayı tekrar yayınladı. Fakat yine başarı elde edemediler. İngilizler bu sefer Müslümanların sapık çocuklarından birisi olan Rüştü’ye yazar sıfatı yükleyerek bu iftira ve sapık düşünceleri yazması için yönlendirdiler.
Böylece o sapık, "Şeytan Ayetleri" kitabını çıkarttı. İngilizler, bu şekilde iftiraları ve yalan iddiaları tekrarlamakta ısrarlı olduklarını gösterdiler. Bütün bunlardan anlaşılan kafirlerin İslâm'a ve Müslümanlara düşmanlıkta ısrarlıdırlar. İngilizlerden böyle bir şeyin çıkması da garip değildir. Şöyle ki; Haçlı seferlerinden beri İngilizler İslâm'a, Devletine (Hilafete), Müslümanlara hile ve tuzak kurma işini sürdürdüler. Haçlı seferlerinde Haçlılara liderlik ettiler. İslâm Devleti olan Osmanlı Devleti'ni yıkmak için çok uğraştılar ve bu noktada başarı elde ettiler. Hilafet devleti İngilizler ve onun ajanı M. Kemal tarafından yıkıldı. Akabinde yahudileri Filistin'e yerleştirdiler. Bütün bunlarla yetinmeyerek hâlâ İslâm'a karşı ve İslâm Devleti'nin kurulmasını engellemek için çalışmaktadır.
1979'da Amerikan İstihbarat Teşkilatı (CIA)'nın (Kahire) sorumlusu Mısır'daki hükümete, İslâmi Cemaatler ve Hizblerle savaşmak için bir rapor sundu. Basında tavsiyeler şeklinde yayınlandı. Bu tavsiyelerin üçüncü kısmının birinci bendinde;"Muhammed'in Sünnetine, diğer İslâmi kaynaklara karşı saldırmayı, bunlar hakkında şüphe ve kuşku çıkartma kampanyaları düzenlemeyi" öneriyorlardı. Yine tavsiyelerde; "İslâm Hilâfeti'nin bütün asırlar boyunca kötülüler işlediğini ve bunun neşredilmesi"önerisinde bulundular. Özellikle de Osmanlı dönemi halifelerinin kötü uygulasmalarını keşfederek teşhir edilmesi üzerinde yoğunlaştılar.
Bunların amaçları; Müslümanların teşri/yasama kaynağından mahrum bırakılması idi. Böylece Müslümanların fıkıhsız, tarihsiz ve fikirsiz kalmaları isteniyordu.
İslam düşmanları Sünneti kaldırdıkları takdirde Kur'an'ı kolayca yıkabileceklerini zannediyorlar. Onların nazarında Kur'an'ı tefsir eden ve açıklayan Sünnet yok edilince Kur'an, müphem/belirsiz, anlaşılmaz bir hale gelir. Ki böylece herkes Kur’anı istediği gibi te'vil edip şartlara ve adetlere uydurabilsinler. Böylece Kur’andan geriye sadece onun ismi kalsın. Tabi ki bu noktada başarı sağlanırsa Batılılar, Müslümanları dinlerinden uzaklaştırıp kolayca sömürecekler ve onlar üzerinde yıllarca hakimiyetlerini sürdüreceklerdir. Aynı zamanda, İslâm Devleti Hilâfetin kurulması ile İslâmi hayatın yeniden başlatılmasını ve kendi (Batılıların) memleketlerine İslâm Devleti'nin cihat yolu ile daveti yüklenmesini engelliyeceklerdir. Yine bunun için çalışan samimi Hizb ve Cemaatlerin çalışmalarını boşa çıkartacaklar ve bunların tehlikesinden korunmuş olacaklardır. Nitekim, İslâm Devleti'nin kurulmasını kolaylaştıran husus; Müslümanların İslâm'a teşri, tefekkür ve siyaset kaynakları olan Kur'an ve Sünnet'e, eski şanlı ve onurlu, zaferlerle dolu olan İslâm Devleti'nin tarihine güvenmeleridir.
Sünnete saldırı, yeni bir şey değildir. Kafirler, Müslümanların dinlerine bağlı kaldıkça, bu dini doğru ve derin şekilde kavradıkça ve kuvvetli şekilde ona sarılıp onu yüklendikçe onları (Müslümanları) yenemeyecekleri gibi onlarla savaşmanın kendilerine bir fayda getirmeyeceğini idrak ettiler. Bu nedenle, H. 1. asrın sonlarından beri münafıklar ve zındıklar, Müslümanların İslâm'a güvenlerini sarsmak ve fikirlerini karıştırmak, teşri ve tefekkür kaynakları hakkında şüphe ve şek/güvensizliği meydana getirmek için çeşitli vesile ve üslup bulmaya çalıştılar. Çünkü, bunda başarılı olurlarsa Müslümanların İslâmi anlayışları zaafa uğrayacak, bilahare İslâmi uygulamaları da zaafa uğrayacak ve kötü neticeler verecektir. Bu gerçekleşince de İslâmi uygulamaları terk etmeye başlayacaklardır. Bundan sonra İslâm Devleti diye bir şey olmayacak ve Müslümanlar bu günkü parçalanmış vaziyette kalacaklardır.
İşte, kafirlerin geçmişte olduğu gibi günümüzde de tasarladıklarını gerçekleşmeye başladılar. Onların kullandıkları vesilelerden bir tanesi; Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem'in söylemediği yalan hadisleri uydurup, yaymaktır. Bu hadisler doğru görünsün diye onlara (yalan hadislere) İslâmi manalar yükledir.
Tarihte Müslümanlar, münafık ve zındıkların bu tür hilelerini çok çabuk fark edip girişimlerini boşa çıkarttılar ve yaydıkları yalan hadisleri ortaya çıkartıp yok ettiler. Doğru hadisleri tespit edip kaydettiler. Çok itinalı davranarak güvenilir rivayetleri açıkladılar. Köklü bir usul benimseyerek Sahabeler, ondan sonra gelen Tabiin ve ondan sonra gelen Tabeat Tabiin'in yoluyla Rasûlullah'tan gelen hadisleri kabul ettiler. Buna büyük itina ve itham gösterdiler.
Müslümanların kaynaklarını ve Batılıların kaynaklarını incelediğimiz zaman şunu görürüz:
-Müslümanlar Peygamberin siyerini, hayat ve sünnetini doğru yolla rivayet ettiler. Şöyle ki; güvenilir rivayetleri kabul ettiler. Rivayetle ve rivayet edenle ilgili bir şüphe gördükleri zaman o rivayetleri red ediyorlardı. Ondan sonra sahih rivayetleri kaydediyorlardı.
Fakat Batılılar; yazılmış tarihi kitapları temel alıp ona  dayanıyorlar.
Oysa yazarın yazdıkları her halükârda doğru olamaz, incelenmesi gerekir. Çünkü;
-Kendi heva ve hevesine, siyasi görüşüne göre yazabilir.
-Ayrıca siyasi durumlardan ve o zamanki otoritelerden etkilenir. Onlardan korkarak veya onlara dalkavukluk yaparak yazarlar.
-Belli bir menfaat elde etmek veya belli bir makama ulaşmak için yazar. Bunu günümüzde bariz bir şekilde görüyoruz.
Onun için; M. 4. asırda Kral Kostantin zamanında İnciller yazıldı. Yazılan İnciller Kral'ın isteğine göre hazırlandı. Tabiî ki bu girişime muhalefet edenler oldu. Kral muhaliflerine karşı savaş açtı. Kilise de onlarla savaşa girişti. Misal; M.492'de Papa Glasiyos; Barnaba İncili'ni okumayı ve kütüphanede bulundurmayı yasakladı. Ayrıca günümüzde yüzlerce farklı İncil vardır. Bunların büyük bir kesimini yok ettiler. Hıristiyanlar İncildeki Paul'un saçma rüyalarına inanıyorlar. Halbuki bu rüyalar hurafelerle doludur. Bu güne kadar kilise hurafeler peşinden gidiyor, Hıristiyanlar da ona inanıyorlar. Onun için kilise, zaman zaman şu iddiada bulunur: Hz. Meryem'i kilise üzerinde veya bahçesinde gördüklerini söylerler. Hıristiyanlar da buna inanmaktadır.
Bu hurafelere, batıl inançlara inanan, Batı'ya aldanan kişiler Batıyı kendilerine örnek edinirler.  Müsteşriklere toz kondurmaz, hayatları için rehber edinir ve onların getirdikleri her şeye inanırlar. Müsteşriklerin İslâm hakkında söylediklerine hiç şüphe duymadan güvenirler.
Bu çizgiyi takip eden bir kısım Müslümanlar, İslâm'ı savunmaya kalkışırken, düşünmeden İslâm'ın töhmet altında (kabahatli) olduğunu kabul ederek savunmaya başlarlar. Onun için, Batılıları memnun edecek şekilde İslâm'ı te'vil etmeye yönelirler. Böylece ayetlere ve hadislere taşımadıkları manaları yükleyerek İslâm'ı pratik hayattan uzaklaştırırlar.
Müslümanlardan bir kesim de bazı hadisleri hayat ve vakıalarına uymuyor diye rafa kaldırırlar. Onun için; İslâm'ın, insanların adet ve geleneklerine göre uygulanmasına davet etmeye başlarlar.
İslâm'ı idrak edip kaynaklarını inceleyen ve bu kaynakların bize ulaşmasının yolunu araştıran kişi, İslâm'ın kaynaklarının doğruluğundan ve ulaşmasındaki yolun sağlamlığından emin olur. Ancak o takdirde silahını alıp (sağlam kaynaklarla; Kitap, Sünnet, Sahabenin İcması ve Kıyasla) düşmanların örümcek yuvasına benzer kalelerine saldırır. Şunu bilir ki; onların kaleleri değiştirilmiş sahte İncillerden örülmüştür ve  buna Yunan felsefesi karıştırılmıştır.
Batılıların bilgi kaynakları sahte İnciller ve Yunan felsefesidir. Onların hadaret ve kültürleri, yaşam tarzları, hayat sistemleri ve devletleri bunları (İncil ve felsefe) ana bilgi olarak kabul edip dini hayattan ayırma esasına dayandırdılar. Bozuk ve batıl olan bu düşünceleri gerçekleştirdikleri ilmi ve teknolojik ilerleme, fikirleri ve sistemleri için propaganda olarak kullanırlar. Bu noktada çok ileri giderek;  bu fikirler ve sistemler sayesinde kalkınmayı gerçekleştirdiklerini övüne övüne anlatmaya çalışırlar. Onun için, birçok insan batı felsefesine aldandı ve Batıya hayran kesildi. Böylece Batı'nın yazarlarına,  müsteşriklerine güvendi ve onların söylediklerine, batıl iddialarına kandılar.
Halbuki, Batı ilmin ve teknolojinin temelini Müslümanlardan aldı.  Ne zaman ki, Müslümanlar içtihadı terkettiler ondan sonra tefekkür, araştırma ve inceleme de durdu. Bundan dolayı, ilmi ilerlemeyi de durdurmuş oldular. Ondan sonra Batılılar gelip Müslümanların ilmi icad ve keşiflerini öğrendiler. Bunun üzerine ilmi araştırma ve keşifler yapıp "Sanayi Devrimi"ni gerçekleştirdiler.
Başka bir misal; 1960’larda bir Alman kadın Hz. Meryem’in Efes kilisesine geldiğine dair bir rüya gördü. Bundan sonra hristiyanlar bu kiliseye ayrı bir kutsallık verdi. Avrupa'nın çeşitli bölgelerinden ona mahsus ziyaretler düzenlenmeye başlandı.
Leopolde Weiss; "Yolların Ayrılış Noktasında İslâm" adlı kitabında şöyle demektedir: "Kalkınma ya da Batılı teknik ve ilmin dirilmesi; İslâm’a, özellikle de Arap kaynaklarına geniş şekilde dayanıyor. Bu da, Batı ile Doğu arasında kurulmuş maddi temasla gerçekleşmiştir."
Şu var ki, Batılılar dinlerinin esaslarını akıl yoluyla ispatlayamazlar. Çünkü onların inançları akla dayanmamaktadır. Ayrıca, İncillerinin kendilerine ulaşma yolu da doğru değildir. Onu sahih rivayetlerle ispatlamaları da mümkün değildir. Sadece, belli kişiler tarafından yazılmış birer kitaplar olarak kendilerine ulaştı.
Halbuki;
-İslâm Akidesi, akla dayanır ve akıl yoluyla ispatlanır.
-Tek bir yaratıcının varlığının gerekliliği akıl yoluyla ispatlanır.
-Kur'an'ın Allah'ın Kelamı olduğu akıl yoluyla ispatlanmaktadır.
-Kur’anı Kerimin mucizeliği ile Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem'in Peygamberliği akıl yoluyla ispatlanmış olur.
Böylece Allah'ın varlığı, Kur'an'ın O'nun Kelamı, Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem'in O'nun Peygamberi ve Rasûl'ü oluşu akıl yoluyla sabit olur. Hz. Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem’in Rasûl ve Peygamber olması onun mâsum/günahsız olduğunu da ortaya koyar. Akıl bunu gerektirir. Zira masumiyet, Rasulün dinle ilgili bütün açıklama, amel ve takrir (onayları) hatasız demektir. Allah Subhanehu Teala’nın Risaletini insanlara olduğu gibi ulaştırmak ve açıklamakta kusur gösteremezler. Rasul bu masumiyete sahip olmazsa risaletine şüphe girmiş olur.
Onun için, Allahû Teâlâ şöyle buyurdu:
وأنزلنا إليك الذكر لتبين للناس ما نزل إليهم ولعلهم يتفكرون “İnsanlara, kendilerine indirileni açıklaman için ve düşünüp anlasınlar diye sana da bu Kur'an'ı indirdik.” (Nahl 44)
فإذا قرأناه فاتبع قرآنه(18)ثم إن علينا بيانه “O halde, biz onu okuduğumuz zaman, sen onun okunuşunu takip et. Sonra şüphen olmasın ki, onu açıklamak da bize aittir.” (Kıyamet 18-19)
Bu iki ayeti bir araya getirirsek Kur’an için Allah Subhanehu Teala’nın açıklaması Rasule vahyedildi ve bu Sünnet yoluyla insanlara anlatıldı ve gösterildi.
 
 
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder