6 Mayıs 2014 Salı

İNSANIN İMANA DOĞRU YOLCULUĞUNDA OLMASI GEREKENLER

İNSANIN İMANA DOĞRU YOLCULUĞUNDA OLMASI GEREKENLER

            Sağlıklı bir imana ermek için bilmek, emin olmak ve sevmek gereklidir. Çünkü iman bilinçli bir eylemdir. Bilmek için de belli aşamalar mevcuttur. Akleden bir kalbe sahip olmak, okumak, dinlemek ve hatırlamak. Akledebilmek için de bağımsız olmak ve eleştirel olmak gereklidir.

Bilme eylemi bilginin ilime dönüşmesi sonucunu doğurmadığı sürece asla insanın hidayetine vesile olmayacaktır. İlim haline gelmemiş bir bilgi yalnızca haber düzeyinde kalabilmiş demektir. Çünkü Allah’tan ancak gereği gibi korkanların alimler olduğunu söylüyor Allah. Bu demek oluyor ki ilim haline gelmiş bilgiyle eylemler ortaya koyanlar bilgiyi ilime dönüştürmeyi becermiş olanlardır. “İşte bu örnekler; biz bunları insanlara vermekteyiz. Ancak alimlerden başkası bunlara akıl erdirmez. “ (29/43) Geri kalanlar ise bilgiyi entelektüel düzeyde almış olup bilginin rantını yiyenler sınıfına dahildir. Çünkü böyle birileri için bilgi pozitivist bir eylemdir ve rant amacı olarak kullanılır. Bu rant bazen para, bazen makam, bazen şöhret, bazen de haz duygusudur.

Allah, akılcı olmakla akıllı olmayı ayırmaktadır. Akılcı olmayı sefihlikle tanımlarken akıllı olmayı yalnızca müminlere hasretmektedir. Çünkü akılcı olmak dünyaya meyletmek ve geçici olan hayatı ebedi olan hayata tercih etmektir. Müminler ise tam tersine dünya ve ahiret arasında tercih yaptıklarında tercihlerini ahiret yönünde kullananlardır. “Dünya hayatı, bir oyundan, bir oyalanmadan başka nedir? Elbette dâr-i Âhiret korunan müttakiler için daha hayırlıdır, hâlâ akıllanmayacak mısınız?” (6/32) Akletmeyen bir insanın iman etmesi mümkün değildir. Doğal olarak iman bir alışkanlıklar toplamı olmayıp dipdiri canlı bir hareketliliktir. Nedenini, niçin’ini, nasıl’ını ve ne zaman’ını cevaplamış yaptığı her eylemi açık bir zihinle yapma halidir. Bu o kadar canlıdır ki sürekli eleştirel ve kendini vahiyle test eden bir duruşa sahiptir. Merkezde vahiy vardır. Çünkü “insana bilmediklerini öğreten yaratan bir Rab vardır ve O’nun adıyla okuması” gerekir. Bilmenin gerekleri içinde saydığımız okuma eylemi öncelikle vahyi okuma ve hayatı onunla kuşanma demektir. Bu okuma öyle bir okumadır ki öncelikle insanın kendisini inşa eder. Eğer insan kendisini inşa etmeden başkalarını inşa etmeye çalışıyorsa Allah bu okuma türünü akılsızlıkla itham etmektedir. “Siz, insanlara iyiliği emrederken, kendinizi unutuyor musunuz? Oysa siz kitabı okuyorsunuz. Yine de akıllanmayacak mısınız?” (2/44) Okumak canlı bir eylemdir. Çünkü kişi kendisini tamamlamak ve kemale ermek için okumaya ihtiyaç duyar. Kendisinden başlayan bir değişimle de şahitlik olgusu devreye girerek toplumsal bir değişimin fitilini ateşlemiş olur.

Okumak kadar dinlemek de canlı bir eylemliliğe dönüşür. Çünkü akleden bir kalp sözü dinler ve en güzeline uyar. Kur’an okunduğunda onu dinlerler ve ona tabi olurlar işittiği hakikatlere kör ve sağır davranmazlar. “Ki onlar, sözü işitirler ve en güzeline uyarlar. İşte onlar, Allah'ın kendilerini hidayete erdirdiği kimselerdir ve onlar, temiz akıl sahipleridir.” (39/18) Çünkü bu şekilde kendini inşa etme gayretinde olanlar unutmuş dahi olsalar hatırladıklarında hemen hakikate tabi olurlar ve bundan bir an bile tereddüd etmezler. “Onlar, kendilerine Rablerinin ayetleri hatırlatıldığı zaman, onun üstünde sağır ve körler olarak kapanıp kalmayanlardır.” (25/73) “Bizim ayetlerimize, ancak kendilerine hatırlatıldığı zaman, hemen secdeye kapananlar, Rablerini hamd ile tesbih edenler ve büyüklük taslamayan (müstekbir olmayan)lar iman eder.” (32/15) Akleden bir kalbe sahip olarak okuyan, dinleyen, dinlediğini işiten, unuttuğu zamanlarda hatırlayınca kayıtsız kalmayan kimse zihnini temizlemiş, putlardan arınmış ve hakikate ulaşmış birisi olmaktadır. Ancak böyle bir insana hakikat ulaşınca ona sirayet eden hakikat zihinde işlendikten sonra kötü bir eylem olarak dışa yansımaz.

Böyle bir eylemlilik kuşkusuz bağımsız düşünebilmeyi ve eleştirel bir akla sahip olmayı da beraberinde getirecektir. Çünkü insanın yaslanabileceği vahiy gibi bir sabitesi vardır ve her düşünceyi onunla doğruluk testine tabi tutabilecektir. Böyle bir okuma yapıldığında rölativizm dediğimiz görecelilikte kendiliğinden ortadan kalkacaktır. Çünkü benlik egolardan arındırılmış yalnızca Allah’ı razı etme düşüncesi benliğe yerleşmiştir. Atalar dini, töreler, örfler, ananeler hepsi eleştirel bir zihinle yeniden yapılandırılmaktadır. Çünkü yukarıda saydığımız okumayı yapan kimseler bilirler ki “Ne zaman onlara: "Allah'ın indirdiklerine uyun" denilse, onlar: "Hayır, biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye (geleneğe) uyarız" derler. (Peki) Ya atalarının aklı bir şeye ermez ve doğru yolu da bulamamış idiyseler? İnkar edenlerin örneği bağırıp çağırmadan başka bir şey işitmeyip (duyduğu veya bağırdığı şeyin anlamını bilmeyen ve sürekli) haykıran (bir hayvan)ın örneği gibidir. Onlar, sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler; bundan dolayı akıl erdiremezler.” (2/170, 171) Allah’ın böyle bir uyarısı vardır.

İslam dünyasının geldiği nokta göz önünde bulundurulduğunda hakikatin bize ulaştığında zihnimizde böyle bir işleme sahip olmadığını görmekteyiz. Biz daha çok namaz kılmayı, daha çok oruç tutmayı ve daha çok infak etmeyi başta saydığımız bu temel unsurları yerine getirmeden onlardan bağımsız şekilde yaptığımız için ibadetlerimiz alışkanlıktan ve mekanik bir eylemlilikten öteye gidememektedir. Dolayısıyla kendimizi inşa etmekten uzak ve toplumsal bir değişimi de ateşleyememektedir. İslam’ı vahyin bizzat kendisinden okuyup akletmek yerine atalarımızın aklettiği şekilde öğrenerek vahyi donuklaştırmış olmaktayız. Atalar ifadesi yerine ister üstat, ister şeyh, ister abi, isterse başka şeyler koyalım farketmemektedir. Şairin dediği gibi “başkalarının aşkıyla başlıyor hayatımız ve başkalarının mahvıyla devam ediyor”. Kendi aklımız yerine başkalarının aklıyla okuma yaptığımızda abilerde eleştiriden uzak kalmakta ve yaptıklarının doğru olduğu kanısıyla eleştirilmedikleri için sürekli daha fazla yanlışa doğru yol alabilmektedirler. Elbette bu durum giderek insanı çıkmaz sokaklara götürmekte ve psikolojik bir yenilgiyle sonuçlanmaktadır. Bu yenilgi bazen küfrün hilelerine teslim olarak tezahür etmekte, bazen saf değiştirmekle tezahür etmekte, bazen refahın peşine düşerek azgınlaşarak tezahür etmekte, bazen de nitelikten çok sayısal kalabalığı elinde tutma arzusunda tezahür etmektedir.

İnsan akleden bir kalp ile okuyup, öğrendiği, işittiği ve hatırladığı şeyden emin olur. Emin olmak içinde en ufak bir şüphe barındırmadan hakikate ölümüne teslim olmayı gerektirir. Çünkü varlığının nüzul sebebine erişmiştir insan. Neye, nasıl inanacağının ve nereye kadar güvenebileceğinin tüm sınırlarını bilmiştir. Emin olduğu şeyi ölümüne sevmiştir. “Hiç şüphesiz Allah, mü'minlerden -karşılığında onlara mutlaka cenneti vermek üzere- canlarını ve mallarını satın almıştır. Onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve öldürülürler; (bu,) Tevrat'ta, İncil'de ve Kur'an'da O'nun üzerine gerçek olan bir vaaddir. Allah'tan daha çok ahdine vefa gösterecek olan kimdir? Şu halde yaptığınız bu alışverişten dolayı sevinip müjdeleşiniz. İşte 'büyük kurtuluş ve mutluluk' budur.” (9/111) Hangi sevgiyi nereye koyacağını bilmiştir. Kendisine sonsuz bir mutluluğu vadeden Allah ile kendisine kıyamet günü hiçbir fayda vermeyecek, dünya da yalnızca bir ayırdetme yani imtihan olan tüm sevgileri kategorize edebilmiştir. “De ki: "Eğer babalarınız, çocuklarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz, kazandığınız mallar, az kâr getireceğinden korktuğunuz ticaret ve hoşunuza giden evler, sizlere Allah'tan, O'nun Resûlü'nden ve O'nun yolunda cihad etmekten daha sevimli ise, artık Allah'ın emri gelinceye kadar bekleyedurun. Allah, fasıklar topluluğuna hidayet vermez.”(9/24) “Ey iman edenler, benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları veliler edinmeyin. Siz onlara karşı sevgi yöneltiyorsunuz; oysa onlar haktan size geleni inkâr etmişler, Rabbiniz olan Allah'a inanmanızdan dolayı elçiyi de, sizi de (yurtlarınızdan) sürüp çıkarmışlardır. Eğer siz, Benim yolumda cihad etmek ve Benim rızamı aramak amacıyla çıkmışsanız (nasıl) onlara karşı hâlâ sevgi gizliyorsunuz? Ben, sizin gizlediklerinizi ve açığa vurduklarınızı bilirim. Kim sizden bunu yaparsa, artık o, elbette yolun ortasından şaşırıp sapmış olur.” (60/1)

Evet farkında olmalıyız ki iman etme iddiası büyük bir iddiadır. Kendimizi belki teslim olmuşlardan sayabiliriz ama henüz iman kalplerimize nüfuz etmemiş durumdadır. Öyleyse okumalarımızı yeniden gözden geçirmek zorundayız. Çünkü iman eden bir kimse nemelazımcı olmadığı gibi etrafındaki en ufak bir olumsuzlukta da rahatsız olacaktır. Mümin insan hobi sahibi olmayacağı gibi çağın gereksiz şeyleri olan futbol, sinema, dizi film gibi bir takım şeylerle (Allah adına yapılmadığı sürece) zevk olsun diye, rahatlamak adına ve haz duygusunu elde etmek adına zaman israfı yapamaz. Hayatını israf edemez, parasını israf edemez, sevgisini israf edemez, zihnini israf edemez. Parasına, eşrafına, eşine, dostuna, çocuklarına, makamına yaslanarak hayat sürmez. Allah için yaşar ve onun için yaşamını gözden çıkarır. Sürekli salih amel üretir. Uyuması, kalkması, gezmesi, bakması, yemesi/içmesi kısacası her şeyi Allah için bir eylem ifade eder. Kafiri öfkelendirir, müminleri sevindirir. Onun içindir ki mümin olmak maliyetli bir iştir. Her adamın yapacağı bir iş olmayıp ancak er adamların yapacağı bir iştir. Bu maliyetli işe soyunan yiğitler bilir ki Allah insanın yürüyüşünden tutunda konuşmasına kadar her şeyine karışır. Kime itaat edeceğine ve kime itaat etmeyeceğine kadar, zamanı nasıl kullanacağına kadar kısacası insanın A’dan Z’ye her şeyine karışır. Her şeyimize karışan bir Allah’ı yeterince tanımak ve O’na bize öğrettiği şekliyle kul olmak zorundayız aksi takdirde alemlerin Rabbine hamd etmek yerine içimizde oluşturmuş olduğumuz başka rablere hamd etmiş oluruz ki bu da bizim ebedi hayatı kaybetmemize sebep olacaktır.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder