İNSANIN İMANA
DOĞRU YOLCULUĞUNDA OLMASI GEREKENLER
Sağlıklı bir imana ermek
için bilmek, emin olmak ve sevmek gereklidir. Çünkü iman bilinçli bir eylemdir.
Bilmek için de belli aşamalar mevcuttur. Akleden bir kalbe sahip olmak, okumak,
dinlemek ve hatırlamak. Akledebilmek için de bağımsız olmak ve eleştirel olmak
gereklidir.
Bilme eylemi bilginin ilime dönüşmesi sonucunu doğurmadığı sürece asla
insanın hidayetine vesile olmayacaktır. İlim haline gelmemiş bir bilgi yalnızca
haber düzeyinde kalabilmiş demektir. Çünkü Allah’tan ancak gereği gibi
korkanların alimler olduğunu söylüyor Allah. Bu demek oluyor ki ilim haline
gelmiş bilgiyle eylemler ortaya koyanlar bilgiyi ilime dönüştürmeyi becermiş
olanlardır. “İşte bu örnekler; biz bunları insanlara vermekteyiz. Ancak
alimlerden başkası bunlara akıl erdirmez. “ (29/43) Geri kalanlar ise
bilgiyi entelektüel düzeyde almış olup bilginin rantını yiyenler sınıfına
dahildir. Çünkü böyle birileri için bilgi pozitivist bir eylemdir ve rant amacı
olarak kullanılır. Bu rant bazen para, bazen makam, bazen şöhret, bazen de haz
duygusudur.
Allah, akılcı olmakla akıllı olmayı ayırmaktadır. Akılcı olmayı sefihlikle
tanımlarken akıllı olmayı yalnızca müminlere hasretmektedir. Çünkü akılcı olmak
dünyaya meyletmek ve geçici olan hayatı ebedi olan hayata tercih etmektir.
Müminler ise tam tersine dünya ve ahiret arasında tercih yaptıklarında
tercihlerini ahiret yönünde kullananlardır. “Dünya hayatı, bir oyundan,
bir oyalanmadan başka nedir? Elbette dâr-i Âhiret korunan müttakiler için daha
hayırlıdır, hâlâ akıllanmayacak mısınız?” (6/32) Akletmeyen bir
insanın iman etmesi mümkün değildir. Doğal olarak iman bir alışkanlıklar
toplamı olmayıp dipdiri canlı bir hareketliliktir. Nedenini, niçin’ini,
nasıl’ını ve ne zaman’ını cevaplamış yaptığı her eylemi açık bir zihinle yapma
halidir. Bu o kadar canlıdır ki sürekli eleştirel ve kendini vahiyle test eden
bir duruşa sahiptir. Merkezde vahiy vardır. Çünkü “insana bilmediklerini
öğreten yaratan bir Rab vardır ve O’nun adıyla okuması” gerekir. Bilmenin
gerekleri içinde saydığımız okuma eylemi öncelikle vahyi okuma ve hayatı onunla
kuşanma demektir. Bu okuma öyle bir okumadır ki öncelikle insanın kendisini
inşa eder. Eğer insan kendisini inşa etmeden başkalarını inşa etmeye
çalışıyorsa Allah bu okuma türünü akılsızlıkla itham etmektedir. “Siz, insanlara
iyiliği emrederken, kendinizi unutuyor musunuz? Oysa siz kitabı okuyorsunuz.
Yine de akıllanmayacak mısınız?” (2/44) Okumak canlı bir eylemdir.
Çünkü kişi kendisini tamamlamak ve kemale ermek için okumaya ihtiyaç duyar.
Kendisinden başlayan bir değişimle de şahitlik olgusu devreye girerek toplumsal
bir değişimin fitilini ateşlemiş olur.
Okumak kadar dinlemek de canlı bir eylemliliğe dönüşür. Çünkü akleden bir
kalp sözü dinler ve en güzeline uyar. Kur’an okunduğunda onu dinlerler ve ona
tabi olurlar işittiği hakikatlere kör ve sağır davranmazlar. “Ki onlar,
sözü işitirler ve en güzeline uyarlar. İşte onlar, Allah'ın kendilerini
hidayete erdirdiği kimselerdir ve onlar, temiz akıl sahipleridir.” (39/18)
Çünkü bu şekilde kendini inşa etme gayretinde olanlar unutmuş dahi olsalar
hatırladıklarında hemen hakikate tabi olurlar ve bundan bir an bile tereddüd
etmezler. “Onlar, kendilerine Rablerinin ayetleri hatırlatıldığı zaman,
onun üstünde sağır ve körler olarak kapanıp kalmayanlardır.” (25/73) “Bizim
ayetlerimize, ancak kendilerine hatırlatıldığı zaman, hemen secdeye kapananlar,
Rablerini hamd ile tesbih edenler ve büyüklük taslamayan (müstekbir olmayan)lar
iman eder.” (32/15) Akleden bir kalbe sahip olarak okuyan, dinleyen,
dinlediğini işiten, unuttuğu zamanlarda hatırlayınca kayıtsız kalmayan kimse
zihnini temizlemiş, putlardan arınmış ve hakikate ulaşmış birisi olmaktadır.
Ancak böyle bir insana hakikat ulaşınca ona sirayet eden hakikat zihinde
işlendikten sonra kötü bir eylem olarak dışa yansımaz.
Böyle bir eylemlilik kuşkusuz bağımsız düşünebilmeyi ve eleştirel bir akla
sahip olmayı da beraberinde getirecektir. Çünkü insanın yaslanabileceği vahiy
gibi bir sabitesi vardır ve her düşünceyi onunla doğruluk testine tabi
tutabilecektir. Böyle bir okuma yapıldığında rölativizm dediğimiz görecelilikte
kendiliğinden ortadan kalkacaktır. Çünkü benlik egolardan arındırılmış yalnızca
Allah’ı razı etme düşüncesi benliğe yerleşmiştir. Atalar dini, töreler, örfler,
ananeler hepsi eleştirel bir zihinle yeniden yapılandırılmaktadır. Çünkü
yukarıda saydığımız okumayı yapan kimseler bilirler ki “Ne zaman
onlara: "Allah'ın indirdiklerine uyun" denilse, onlar: "Hayır,
biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye (geleneğe) uyarız" derler.
(Peki) Ya atalarının aklı bir şeye ermez ve doğru yolu da bulamamış idiyseler?
İnkar edenlerin örneği bağırıp çağırmadan başka bir şey işitmeyip (duyduğu veya
bağırdığı şeyin anlamını bilmeyen ve sürekli) haykıran (bir hayvan)ın örneği
gibidir. Onlar, sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler; bundan dolayı akıl
erdiremezler.” (2/170, 171) Allah’ın böyle bir uyarısı vardır.
İslam dünyasının geldiği nokta göz önünde bulundurulduğunda hakikatin bize
ulaştığında zihnimizde böyle bir işleme sahip olmadığını görmekteyiz. Biz daha
çok namaz kılmayı, daha çok oruç tutmayı ve daha çok infak etmeyi başta
saydığımız bu temel unsurları yerine getirmeden onlardan bağımsız şekilde
yaptığımız için ibadetlerimiz alışkanlıktan ve mekanik bir eylemlilikten öteye
gidememektedir. Dolayısıyla kendimizi inşa etmekten uzak ve toplumsal bir
değişimi de ateşleyememektedir. İslam’ı vahyin bizzat kendisinden okuyup
akletmek yerine atalarımızın aklettiği şekilde öğrenerek vahyi donuklaştırmış
olmaktayız. Atalar ifadesi yerine ister üstat, ister şeyh, ister abi, isterse başka
şeyler koyalım farketmemektedir. Şairin dediği gibi “başkalarının aşkıyla
başlıyor hayatımız ve başkalarının mahvıyla devam ediyor”. Kendi aklımız yerine
başkalarının aklıyla okuma yaptığımızda abilerde eleştiriden uzak kalmakta ve
yaptıklarının doğru olduğu kanısıyla eleştirilmedikleri için sürekli daha fazla
yanlışa doğru yol alabilmektedirler. Elbette bu durum giderek insanı çıkmaz
sokaklara götürmekte ve psikolojik bir yenilgiyle sonuçlanmaktadır. Bu yenilgi
bazen küfrün hilelerine teslim olarak tezahür etmekte, bazen saf değiştirmekle
tezahür etmekte, bazen refahın peşine düşerek azgınlaşarak tezahür etmekte,
bazen de nitelikten çok sayısal kalabalığı elinde tutma arzusunda tezahür
etmektedir.
İnsan akleden bir kalp ile okuyup, öğrendiği, işittiği ve hatırladığı
şeyden emin olur. Emin olmak içinde en ufak bir şüphe barındırmadan hakikate
ölümüne teslim olmayı gerektirir. Çünkü varlığının nüzul sebebine erişmiştir
insan. Neye, nasıl inanacağının ve nereye kadar güvenebileceğinin tüm
sınırlarını bilmiştir. Emin olduğu şeyi ölümüne sevmiştir. “Hiç
şüphesiz Allah, mü'minlerden -karşılığında onlara mutlaka cenneti vermek üzere-
canlarını ve mallarını satın almıştır. Onlar Allah yolunda savaşırlar,
öldürürler ve öldürülürler; (bu,) Tevrat'ta, İncil'de ve Kur'an'da O'nun
üzerine gerçek olan bir vaaddir. Allah'tan daha çok ahdine vefa gösterecek olan
kimdir? Şu halde yaptığınız bu alışverişten dolayı sevinip müjdeleşiniz. İşte
'büyük kurtuluş ve mutluluk' budur.” (9/111) Hangi sevgiyi nereye
koyacağını bilmiştir. Kendisine sonsuz bir mutluluğu vadeden Allah ile
kendisine kıyamet günü hiçbir fayda vermeyecek, dünya da yalnızca bir ayırdetme
yani imtihan olan tüm sevgileri kategorize edebilmiştir. “De ki:
"Eğer babalarınız, çocuklarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz,
kazandığınız mallar, az kâr getireceğinden korktuğunuz ticaret ve hoşunuza
giden evler, sizlere Allah'tan, O'nun Resûlü'nden ve O'nun yolunda cihad
etmekten daha sevimli ise, artık Allah'ın emri gelinceye kadar bekleyedurun.
Allah, fasıklar topluluğuna hidayet vermez.”(9/24) “Ey iman
edenler, benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları veliler edinmeyin. Siz
onlara karşı sevgi yöneltiyorsunuz; oysa onlar haktan size geleni inkâr
etmişler, Rabbiniz olan Allah'a inanmanızdan dolayı elçiyi de, sizi de
(yurtlarınızdan) sürüp çıkarmışlardır. Eğer siz, Benim yolumda cihad etmek ve
Benim rızamı aramak amacıyla çıkmışsanız (nasıl) onlara karşı hâlâ sevgi
gizliyorsunuz? Ben, sizin gizlediklerinizi ve açığa vurduklarınızı bilirim. Kim
sizden bunu yaparsa, artık o, elbette yolun ortasından şaşırıp sapmış olur.” (60/1)
Evet farkında olmalıyız ki iman etme iddiası büyük bir iddiadır. Kendimizi
belki teslim olmuşlardan sayabiliriz ama henüz iman kalplerimize nüfuz etmemiş
durumdadır. Öyleyse okumalarımızı yeniden gözden geçirmek zorundayız. Çünkü
iman eden bir kimse nemelazımcı olmadığı gibi etrafındaki en ufak bir
olumsuzlukta da rahatsız olacaktır. Mümin insan hobi sahibi olmayacağı gibi
çağın gereksiz şeyleri olan futbol, sinema, dizi film gibi bir takım şeylerle
(Allah adına yapılmadığı sürece) zevk olsun diye, rahatlamak adına ve haz
duygusunu elde etmek adına zaman israfı yapamaz. Hayatını israf edemez,
parasını israf edemez, sevgisini israf edemez, zihnini israf edemez. Parasına,
eşrafına, eşine, dostuna, çocuklarına, makamına yaslanarak hayat sürmez. Allah
için yaşar ve onun için yaşamını gözden çıkarır. Sürekli salih amel üretir.
Uyuması, kalkması, gezmesi, bakması, yemesi/içmesi kısacası her şeyi Allah için
bir eylem ifade eder. Kafiri öfkelendirir, müminleri sevindirir. Onun içindir
ki mümin olmak maliyetli bir iştir. Her adamın yapacağı bir iş olmayıp ancak er
adamların yapacağı bir iştir. Bu maliyetli işe soyunan yiğitler bilir ki Allah
insanın yürüyüşünden tutunda konuşmasına kadar her şeyine karışır. Kime itaat
edeceğine ve kime itaat etmeyeceğine kadar, zamanı nasıl kullanacağına kadar
kısacası insanın A’dan Z’ye her şeyine karışır. Her şeyimize karışan bir
Allah’ı yeterince tanımak ve O’na bize öğrettiği şekliyle kul olmak zorundayız
aksi takdirde alemlerin Rabbine hamd etmek yerine içimizde oluşturmuş olduğumuz
başka rablere hamd etmiş oluruz ki bu da bizim ebedi hayatı kaybetmemize sebep
olacaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder