21 Ağustos 2014 Perşembe

“Kim Allah’a ve Resulüne itaat ederse muhakkak ki o hakikaten murada ermiş, kurtulmuştur.”

Kur’anı kerîm mü’minleri doğru, sağlam ve dikkatli konuşmaya, söyleyecekleri sözü ölçülü ve nereye varacağını düşünerek söylemelerini emretmekte, münafık ve bozguncuların ağızlarına bakmamayı, Peygamberleri, rehberleri ve velîleri olan Hz. Muhammed (S.A.) hakkında onların taşkın, sapık, garazkâr ve pis sözlerine kulak vermemelerini emir ve tavsiye buyurmaktadır. Bir de salih amele yol açan güzel söz söylemeye tevcih etmektedir. Çünkü Hz. Allah doğruların yardımcısıdır, onların hat ve hareketlerini hatadan korumayı, işlerini düzeltip yoluna koymayı kendilerine bir mükafât olarak vaat etmiştir. Allah, kelime-i tevhid ve salih amel ehlini lütuf ve keremiyle affeder. Hatadan kurtulamayan âdemoğlunun günah ve kusurlarını bağışlar. Âdemoğlunu da ancak bu afüv ve bu mağfiret kurtaracaktır.
“Kim Allah’a ve Resulüne itaat ederse muhakkak ki o hakikaten murada ermiş, kurtulmuştur.”
Bizzat itaat, en büyük kurtuluş, büyük saadettir. İtaat Allah yolunda doğru olarak yürümektir. Allah yolunda yürümek, insana rahatlık, emniyet ve huzur verir. Hakka giden açık, doğru yolu bulup, bu yolun yolcusu olmak saadetin ta kendisidir. Ötesinde bundan başka bir mükâfat olmadığını farzetsek bile.. Etrafını kuşatan bütün yaratıklar kendisiyle beraber olduğu 'halde emniyetli, nurlu yolda huzurla yürüyen insan, elbette çevresindekilerin hücum ve eziyetlerine maruz vaziyette gürültülü ve karanlık yolda giden kişi gibi değildir. Allah ve Resulüne- itaatin mükâfatı, onun içindedir. O Mükâfat ise hesap günü gelmeden kurtuluşa ermek, Mevlâ’nın lütuf ve
keremine mazhar olmaktır. Âhirette verilecek olan nimetlerse, yapılan ibadet ve itaatin karşılığından fazla olarak sırf Allahuteâlânın lütfü ve ihsanıdır. Evet, karşılıksız Allah’ın keremidir. O Allahuteâlâ dilediği kuluna hesapsız nimetler verir.
Bu İlâhî lütuf ve keremde insanın zaafına ve onun yüklendiği -ı mes’uliyetin büyüklüğüne nazar edilmiştir her halde. İnsanoğlu, göklerin, yerin ve dağların yüklenmekten korkup çekindiği emaneti üzerine almıştır, acz ve zaafına, nefsanî heves, arzu ve temayüllerine, bilgisinin azlığı, ömrünün kısalığına, üstelik içinde bulunduğu zaman ve mekânın ağır şartları ve aşması gereken çeşitli merhalelere rağmen omuzlamıştır muazzam emaneti.. Bu mukaddes emaneti .yüklenirken neticeyi, yani onu nasıl taşıyabileceğini tam manasıy-le hesap edememiştir:

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder