29 Eylül 2014 Pazartesi

AİLE VE CEMİYET NİZAMI

15-Biz insana anne ve babasına iyi davranmasını tavsiye etmişizdir. Annesi onu zahmetle taşıdı ve zahmetle doğurdu. Taşınması ve sütten kesilmesi otuz aydır. Nihayet erginliğine erince ve kırk yaşına varınca der ki: "Rabbim, bana ve anne babama verdiğin nimete şükretmemi ve hoşnut olacağın salih amel işlememi temin et bana. Bana verdiğin gibi soyuma da salah ver. Doğrusu ben sana döndüm. Ve elbette ki ben müslümanlardanım.”

Bu tavsiye bütün insan cinsine aittir. İnsanın insanlığı esasına dayanır. Bu tavsiyeyi yerine getirmek için insanın insanlığından öte hiçbir sıfata ihtiyacı yoktur. Bu tavsiye her türlü şart ve kayıttan uzak mutlak mânâda iyi davranmak hususundadır. Anne ve babalık vasfı bizatihi başka sıfatlara ihtiyaç bırakmaksızın iyi davranmayı gerektirir. Bu tavsiye insanın yaratıcısından sadır olmaktadır. Ve sadece insanoğluna mahsustur. Kuşlar haşereler ve benzeri hayvanlarda büyüklere karşı saygı mükellefiyeti yoktur. Yalnız görülen odur ki bu yaratıkların tabiatında da kendilerinden büyüklere karşı - bazı cinslerde - saygı gösterilmektedir. Bunun için bu İlâhî tavsiye insan cinsine hastır. Kur’anı kerîm’de ve hadisi şeriflerde anne ve babaya iyi davranma emri birçok kere tekerrür eder. Anne ve babanın evladına karşı iyi davranma emri ise çok nadir olarak ve belirli şartlar altında varit olur. Bunun sebebi anne ve babanın fıtratında yer eden annelik ve babalık duygusunun çocuklarını koruması için yeterli bir güç olması ve başka hiçbir faktöre ihtiyaç hissettirmeksizin doğrudan doğruya bir iç güdü halinde bu duyguya sahip bulunmasıdır. Çoğu kere annelik ve babalık iç güdüsü - acı çekmeleri bir yana bırakalım - tereddütsüz ve karşılık beklemeden, teşekkür ve saygı duygusu beklemeden kendisini ölümün kucağına atacak kadar hayret verici mükemmellikte yüce fedakârlık örneklerine kadar ulaşır. 
Ama onların yetiştirdikleri nesiller çok az kere arkalarına bakarlar. Uğrunda kendilerini feda eden ve yokluğa terkeden geçmişlerini çok az kere düşünürler. Zira gençlik yapısı itibariyle hep ileriye atılmaya hazırdır. Yeni bir nesil yetiştirmek ve o nesle kendisini feda ederek üzerine düşen görevi yapmak ister. Ve işte hayat kervanı böylece yolunda yürür gider.
İslâm; aile yuvasını kurduğu yapının temel taşı olarak kabul eder. Yeni yetişen yavruların sığınıp büyüdüğü bir yuvadır. Orda yavru, sevgi, şefkat, yardımlaşma ve dayanışma duygularını geliştirir. Aile yuvasından mahrum yetişen çocuk ise ne kadar rahat ederse etsin, ne kadar imkânlar hazırlanırsa hazırlansın, aile yuvası dışında nasıl bir konfor içerisinde yetişirse yetişsin hayatının birçok yanlarıyle gayri tabiî ve anormal olarak yetişir. Aile yuvasının dışında başka yuvalarda yetişen çocuğun ilk önce kaybedeceği şey sevgi duygusudur. Psikolojinin tesbitlerine göre çocuk fıtratı itibariyle hayatının ilk iki yılında yalnız kendisine bağlı bir annesinin olmasını ister. Annelik duygusuna başkasının iştirâk etmesine tahammül edemez. Çocuk yuvalarında, kreşlerde ise bu imkân bulunmaz. Çünkü bir mürebbiye birkaç çocuğa bakmak zorundadır. Çocuklar bu ortak ve sunî annenin başkalarına da bakmasına tahammül edemez, kıskanırlar. Ve böylece ruhlarında kıskançlık duygusunun tohumları ekilir. Bunun için bir daha orada sevgi tohumları yeşermez, öte yandan bir çocuk hayatının belirli bir süresinde kendisini gözeten ve idare eden müşfik bir ele muhtaçtır. Ancak böylece kişiliği gelişme imkânı bulabilir. Bu ise ancak tabiî yoldan kurulmuş bulunan aile yuvalarında mümkün olur. Sunî olarak kurulan yuvalarda böyle bir imkân yoktur. Çünkü sırayla nöbetçi kalan mürebbiyeler çocuktan çocuğa el değiştirirler ve orada yetişen çocuğun kişiliği gelişmez. Ortaya bozuk şahsiyete sahip nesiller çıkar. Hergün çocuk yuvalarında yapılan tecrübeler aile yuvasının en sağlıklı bir cemiyet kurmanın temel yapısı olmasındaki köklü hikmetin bir yanını gözler önüne sermektedir. İşte İslâm; cemiyeti böyle sağlam fıtrat esaslarına göre kurmak ister.
Burada Kur’anı kerim annelerde gizli bulunan fedakârlık ve yüce annelik duygusunu tasvir ediyor: Ki bu duyguları karşısında Allah’ın anne ve babalara saygı hususundaki emirlerine çocuklar ne kadar uyarlarsa uysunlar mümkün değil bu iyiliklerle o fedakârlıkları karşılayamazlar.

“Annesi onu zahmetle taşıdı ve zahmetle doğurdu. Taşıması ve sütten kesilmesi otuz aydır.”

Bu âyetin, kelimelerinin çıkardığı sesler dahi gözler önüne annelerin zahmetini, çabasını ve yorgunluğunu canlı olarak ortaya koymaktadır: “Annesi onu zahmetle taşıdı ve zahmetle doğurdu.” Ve biz sanki taşımaktan yorulmuş zor be zor nefes alan yorgun bir annenin ahlarıyle karşı karşıyayız. Hamileliğin son zamanlarında böyle bir sıkıntı içerisine girer anneler. Doğum yapmanın verdiği sıkıntı ve ızdırap ta aynı şekildedir.

Genekolojinin gelişmesiyle görülüyor ki annelerin hamilelik halindeki fedakârlıkları son derece büyük ve son derece duygulandırıcı bir yüceliğe sahiptir.


Annenin rahmindeki yumurtacıklar erkek genleri tarafından yapılan ilhak ile birleşerek rahmin duvarlarına tutunuverir. Bu birleşen varlık gelişme kabiliyetine sahiptir. Tutunduğu rahmin cidarında annenin kanını yavaş yavaş emmeye başlar. Ve bir süre sonra annenin damarlarındaki kanla bağlantı kurar. Rahmin içerisinde İlkah edilmiş bulunan bu yumurtacık annenin kanından meydana gelen bir çıkıntı içerisinde yüzer. Ve elde ettiği bir kanalla annenin vücudunun bütün özünü kendisine çeker. Büyüyüp gelişmek için onu devamlı emer. Böylece aşılanmış bulunan yumurtacık ana rahminden sürekli olarak beslenir. Hep hayat özsuyu emer. Cefakâr annecik yer içer, hazmeder ve emer ve yediklerinin hepsi zengin ve proteinlerle dolu olarak tertemiz şekilde bu obur ve doymak nedir bilmeyen yumurtacığa gider. Ceninin kemiklerinin oluşması devresinde annenin iliklerini daha çok emer çünkü bünyesinin gelişmesi İçin iliğe ihtiyacı vardır. Kemik yapıcı elementleri annenin kanından çekerek alan bu yavrunun iskeleti günbegün gelişir. îş bu kadarla değil daha pekçok merhale gerektir bir yavrunun doğması için. Sonra doğum günü gelir çatar. Yıpratıcı acı verici zor bir ameliyedir bu. Ne var ki onun akılları durduracak dehşetteki acıları fıtratın İsteklerine karşı duramaz. Ve anneye kendi mahsulünün tadını tatma zevkini unutturamaz. Böylece anne fıtri ihtiyaçlannı karşılar ve hayata yeni bir varlık çıkarır. Yaşayan ve gelişen bir varlık.








Hiç yorum yok:

Yorum Gönder