30 Eylül 2014 Salı

ONLAR SİZDEN DAHA GÜÇLÜYDÜLER

Bu yıkık ve çökük yurtlarla dolu manzaradan sonra hemen Âyeti kerime onların hali hazırdaki misallerine dönüyor ve kalbleri sarsarak yerinden oynatıyor.

26 — And olsun ki onları sizi yerleştirmediğimiz yerlere yerleştirmiştik. Ve kendilerine kulaklar, gözler ve kalbler vermiştik. Ne var ki kulakları, gözleri ve kalbleri onlara bir fayda sağlamadı. Çünkü Allah'ın âyetlerini bile bile inkir ediyorlardı. Alay ettikleri şey onları mahvetti.

Helâk etmekle görevli olan rüzgarın yıkıp götürdüğü o kavmi sizi yerleştirmediğimiz yerlere yerleştirmiştik. Kısacası onlara size vermediğimiz gücü, malı, bilgiyi ve nimeti vermiştik. Göz, kulak ve kalb vermiştik. Ama onlara verdiğimiz bu duygu ve idrâk vasıtaları kendilerine hiçbir fayda sağlamamıştı. Çünkü onlar bu duygu ve idrâk vasıtalarını durdurarak çalıştırmamışlardı. - Kur’anı kerîm İdrâk vasıtası olarak bazen kalbten söz eder. Bazen akıldan söz eder. Bazen gönülden söz eder. Bazen de zekâdan. Hepsiyle de kastedilen şey çeşitli şekilleriyle idrâk vasıtasıdır - “Çünkü Allah’ın âyetlerini bile bile inkâr ediyorlardı.” Allah’ın âyetlerini inkâr insanın duygu vasıtalarını köreltir. Kalbini katılaştırır, hassasiyetini yok eder. Aydınlık ve nuraniyetini siler. “Alay ettikleri şey onları mahvetti”. Azap ve bela.

Gözü, kulağı ve kalbi olanlara bu âyetin ifade ettiği ibret, kuvvet sahiplerinin kuvvetleriyle, mal sahiplerinin mallarıyle, ilim sahiplerinin de ilimleriyle gururlanmamalarıdır. Kâinat kuvvetlerinden birisi gelir ve o kuvvetli olduğunu, mülkü bulunduğunu, ilmi veya malı bulunduğunu kabul ederek gururlananların başına iner, herşeylerini mahveder. Ve yurtlarından başka hiçbirşeyleri görülmeyecek şekilde alır götürür. İşte Allah’ın mücrimleri mahvetmesi bu kanunun ifadesidir.

Rüzgâr Allah’ın kâinata verdiği bir nizam uyarınca durmadan akar gider. Cenabı Allah onu dilediği zaman bir felaket vasıtası haline getirir ve o zaman çizilen kanun uyarınca kâinatta mahvedici bir güç olur. Bazı vehim sahiplerinin itiraz noktası olarak kabul edecekleri gibi bu gerçeklerin vuku bulması için kâinat kanunlarının çiğnenmesini gerektiren bir husus yoktur. Çünkü kâinata konan kanunları en iyi bilen, değerlendiren, her hadise ve hareketi gören, herşeyi ve eşyayı hesap eden zattır.

Rüzgâr da diğer kâinat kuvvetleri gibi Rabbinin emrine bağlıdır. Rabbinin ona takdir buyurduğu nizam içerisinde seyrine devam eder. Allah’ın dilediğine lütfettiği beşeri kuvvetler de bu nevidendir. İnsanoğlu hareket ederken mevcudat içerisinde kendisine tevdi buyurulan vazifeyi yerine getirir ve böylece Allah’ın iradesine uygun olarak yapabileceğini yapar, insanın seçme ve hareket etme konusundaki irade ve hürriyeti de netice itibariyle umumî kâinat kanunlanyle hemâhenk olan külli kanunların bir parçasıdır. Kısa cası herşey belli bir ölçü içerisinde takdir buyurulmuştur. Tenakuz söz konusu değildir.
Bu bölüm de M e k k eli müşriklerin çevresinde bulunan A d kavmı ve diğer kavimlerin başına gelen hadiselerden külli ibret unsurları çıkararak son buluyor:

27 — And olsun ki Biz çevrenizdeki kasabaları da yok ettik. Belki doğru yola dönerler diye âyetleri tekrar tekrar beyan ettik.

28 — Allah’ı bırakarak O’na yakınlık peyda etmek için edindikleri tanrılar kendilerine yardım etmeli değil miydi? Hayır onlar görünmez oldular. Bu onların yalanı ve uydurup durdukları şeydir.

Daha önce yüce Allah Arab Yarımadasında peygamberlerini yalanlamış bulunan kasabaları helak etmişti. Bunlar arasında güney Arabistandaki Ahkaf diyarında yaşayan  d kavini, kuzey Arabistan’da H i c i r diyarında yaşayan S e m û d kavmi. Yemen’de yaşayan S e b ’ e ahalisi, Şam’a giderken yollari üzerinde bulunan M e d y e n halkı, yazın kuzey seyahatine çıktıkları zaman uğrak yerleri olan L û t kavminin kasabaları bulunuyordu. Cenabı Allah çeşit çeşit âyetler gönderiyor ki belki bunu duyan yalancılar Rablerine döner ve sevaba nail olurlar diye. Ama onlar yine de sapıklıklarına devam ediyorlar. Bunun üzerine çeşit çeşit azaplar onları alıp götürüyor. Daha sonra gelen nesiler bunların başlarına gelen felâketleri kendi aralarında anlatıp duruyorlar. Nitekim, M e k k e ’li müşrikler de bu olaylara benzer azap örneklerini gidip gelirken duyuyor ve kalıntılarını görüyorlardı.

Burada âyeti kerime onları pratik bir gerçeğe döndürüyor. Şöyle ki yüce Allah kendilerinden önce geçen müşrikleri helâk etmiş ve kendilerini Allah’a yaklaştıricı olarak kabul ettikleri başka tanrılar gelip onları kurtaramamıştı: “Allah’ı bırakarak O’na yakınlık peyda etmek için edindikleri tanrılar kendilerine yardım etmeli değil miydi?”

Ama onlar kendilerine yardım etmemiş “Bilakis görünmez olmuşlar” dır. Onları tek başlarına bırakarak ellerinden tutup İlâhi azaptan kurtaracaklarına doğru yolu bile göstermemişlerdir:

“Bu onların yalanı ve uydurup durdukları şeydir.”

Bu bir yalan ve iftiradır. İşte onun neticesi helâk ve mahvolmaktır. Kendilerini doğrudan doğruya Allah’a yaklaştıracak nesneler olarak kabul ettikleri ilâhlara tapınmakla hâlâ şu müşrikler ne umuyorlar? İşte varacakları âkıbet ve işte onları bekleyen sonuç...






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder