Bu sûrede de onların bu sapık inançları tashih edilerek kendi fıtratlarına ve doğuştan gelme ilk gerçeklere döndürülüyorlar. Buna göre hayvanlar Allah’ın yaratıkları olarak hayat mucizesinin bir yanını meydana getirirler ve temel itibariyle göklerin ve yerin yaratılışıyle itribatları vardır. Cenabı Allah hayvanları yaratarak insanların emrine vermiş ki Rablerinin nimetini görüp şükretsinler. Yoksa onları Allah’a şirk koşsunlar diye değil. Allah’ın emri 'haricinde hayvanları kendilerine tanrı edinsinler diye değil. Gerçi onlar Allah’ın yegâne yaratıcı gücün sahibi olduğunu biliyorlar ama yine de kabul ettikleri bu gerçeğin gereklerini yerine getirmiyor ve onu bir yana bırakarak efsane ve hurafeler peşinde koşuyorlardı:
And olsun ki onlara: “Gökleri ve yeri kim yarattı?” diye sorsan muhakkak onlar “Onlari Azız ve Alim olan yaratmıştır” diyeceklerdir.
Size yeri O beşik kılmış, doğru gidesiniz diye yollar varetmiştir.
Gökten bir ölçüye göre suyu O indirmiştir. Biz onunla kupkuru ölü bir memlekete yeni bir hayat veririz. İşte siz de böyle çıkarılacaksınız.
Bütün çiftleri O yaratmıştır. Gemiler ve hayvanlardan sizin için O binek yapmıştır.
Ta ki bunların üzerlerine oturunca Rabbinizin nimetini anarak “bunları emrimize veren ne yücedir” diyesiniz. Yoksa biz onu zaptedemezdik.
Ve biz şüphesiz Rabbimize döneceğiz.
Cahiliyet devri putperestleri de meleklerin Allah’ın kızları olduğunu söyledikleri halde kendilerinin kız çocuğu olmasından nefret ediyorlardı. Allah’ın kızları olduğunu söyleyenler, kendi kızlarının olmasını kabullenemiyorlardı. Allah’tan başkasını O’na eş koşarak “Biz bunlara Allah’ın emriyle ibadet ediyoruz. Şayet O, isteseydi biz ibadet edemezdik” diyerek sapık inançlarını efsanelere ’ dayandınyorlardı.
Bu sûrede ise Allahuteâlâ onları kendi mantıklarıyle yüzleştiriyor. Ve hiç bir esasa dayanmayan bu efsane konusunda fıtratın apaçık mantığını hüccet olarak kullanıyor:
Ama onlar kullarından bir kısmını O’nun bir cüz’ü kıldılar. Gerçekten insan apaçık bir nankördür.
Yoksa Allah yarattıkları arasından kızları kendine alıp oğulları size mi ayırdı?
Ama Rahmana isnat edilen kız evlâtla onlardan birisi müjdelenince hiddetinden yüzü kapkara kesilir.
Demek süs içinde yetiştirilerek kavga edemeyecek olduğu için mi istemiyorlar.
Onlar Rahmanın kulları olan melekleri de dişi saydılar. Yaratılışlarını mı görmüşler? Onların bu şahadetleri yazılacak ve sorguya çekileceklerdir.
Ve derler ki: “Eğer Rahman dilemiş olsaydı biz onlara kulluk etmezdik. Buna dair bir bilgileri yoktur onların. Onlar sadece vehimde bulunuyorlar.
Yoksa daha önce onlara bir kitap verdik de ona mı bel bağlıyorlar?
Hayır, dediler ki: “Doğrusu biz babalarımızı bir din üzerinde bulduk. Ve biz de onların izlerinden gitmekteyiz”
Bu sûrede Hakteâlâ onların bu mugalatalarını açıklayarak î s a peygamberin kendisinden sonra gelenlerin yaptıklarından beri olduğunu belirtmektedir:
Meryem oğlu misal verilince senin kavmin hemen bağrıştı.
Ve bizim tanrılarımız mı, yoksa o mu daha iyidir? dediler. Sana sadece tartışmaya girişmek için böyle dediler. Hayır onlar yaygaracı bir kavimdir.
O sadece kendisine nimet verdiğimiz ve İsrailoğullarına örnek kıldığımız bir kuldur.
Onlar kendilerinin ataları İbrahim peygamberin dininden olduklarını sanıyor ve bu halleriyle ehli kitaptan daha doğru yola gittiklerini ileri sürüyorlardı. Halbuki putperest bir cahiliyet ortamı içerisinde bataklığa doğru dalmış gitmişlerdi. Bu münasebetle Hakteâlâ bu sûrede Hz. İ b r a h i m ’in dinini gerçek yanlarıyle açıklıyor. Ve onun tevhit akidesine bağlı olduğu Hz. Peygamberin getirdiği gerçeklerin aynısı olduğu belirtiliyor. Ne var ki onlar Hz. Peygamberin getirdiği gerçekleri İbrahim peygamberin soyundan gelenlere yakışmayacak şekilde karşılamışlardır.
Hani İbrahim babasına ve kavmine demişti ki: “Şüphesiz ki ben sizin yaptığınız şeylerden uzağım.
Beni yaratan müstesna. Şüphesiz ki O, beni doğru yola iletecektir.
Ve bu sözü ardından geleceklere devamlı kalacak bir miras olarak bıraktı. Belki artık doğru yola dönerler.
2 Enam : I38
Arapların kendilerine göre bir inançları vardı, öyle sanıyoruz ki bu İbrahim peygamberin dininden kalma ilk Hanîf inancının kalıntılarıydı. Ama zamanla yıpranmış, değişik yönlere sapmış ve bir çok efsaneler karışmıştı. Bu arta kalan inançlar arasında kâinatın bir tek yaratanının Allah olduğu gerçeği var idi ki normal fıtrat sahipleri hiç bir zaman için bunu inkâra yeltenemezler-di. Fıtrî olarak gayet bedihîdir ki bu kâinat bir yaratıcısı olmadan kendiliğinden meydana gelmiş olamaz. Allah’tan başka birisinin bu âlemleri var edeceği de düşünülemez. Ne var ki onlar bu hakikatin dışa akseden kısmını bedihî bir mantık kaidesi olarak kabul ediyor, fakat bunun ötesindeki zarurî icaplarını kabullenmiyorlardı:
And olsun ki onlara: Gökleri ve yeri kim yarattı? diye sorsan muhakkak onlar, onları Aziz ve Alim olan yaratmıştır, diyeceklerdir.
Anlaşılacağı gibi metinde geçen “Aziz ve Ali m’’ sıfatı onların sözü değildi. Onlar kendilerini yaratanın Allah olduğunu biliyorlar fakat Islâmın getirdiği İlâhî sıfatları tanımıyorlardı. Halbuki bu sübûtî sıfatlardan Cenabı Allah’ın zatı için hem kendilerinin hayatında, hem de kâinatın varlığında geçerli neticeler çıkıyordu. Onlar Allah’ın bu kâinatı ve kendilerini yarattığını kabul e-diyorlar fakat ondan başkalarını O’na ortak koşuyorlardı. Çünkü şirk düşüncesini reddeden, onu gülünç ve düşük şekilde ortaya çıkaran İlâhî sıfatları bilmiyorlardı. Burada Kur’anı kerîm onlara kabullendikleri yaratıcının gökleri ve yeri yaratan A z î z ve Alim zat olduğunu anlatıyor. O’nun gücünün her şeye yeteceğini ve her şeyi bileceğini belirtiyor, önce onları itiraf ettikleri noktadan alarak adım adım ilerletiyor. Ve bu itiraflarını müteakiben gelecek tali hususları zikrediyor.
Bunun ardı sıra bir adım daha ilerleyerek yüce Allah’ı sıfatlariyle öğretiyor ve yaratıp yoktan yar etmenin ötesinde onlara ne büyük lütuflarda bulunduğunu açıklıyor.
“Size yeri O, beşik kılmış, doğru gidesiniz diye yollar varetmiştir”.
Yeryüzünün insanoğluna beşik kılınmış olması gerçeğini her nesil ve her akıl aynı şekillerde idrâk eder. Bu Kur’an’la ilk muhatab olan nesiller, bu âyeti kerimeyi belki de yeryüzünün ayaklarının altına serilmiş olması, tarım ve ticaret için önlerine kurulmuş olması şeklinde umumî mânasıyle hayat ve gelişme için hazırlanmış olarak anlamışlardır. Biz ise bu ifadeyi bugün için çok daha geniş ve çok daha derin şekillerde telâkki ediyoruz. İlmimizin yeryüzünün fizik yapısı ve uzak - yakın tarihi muvacehesinde varabildiği noktaları kavrayabiliyoruz. O da görüş açımız ve değerlendirme tarzımız doğru ise şayet. Bizden sonra gelecek nesiller ise bu gerçekleri bizim anladığımızdan çok daha farklı olarak anlayacaklardır. Ve bu âyetin mânası her giden gün biraz daha genişleyecek, biraz daha derinleşecektir. İlim ve bilgi kapıları aralandıkça, insanoğlunun gözüne meçhuller açılarak malum oldukça daha geniş ufuklar ve daha geniş buutlara ulaşan anlamlar çıkaracaklardır.
And olsun ki onlara: Gökleri ve yeri kim yarattı? diye sorsan muhakkak onlar, onları Aziz ve Alim olan yaratmıştır, diyeceklerdir.
Anlaşılacağı gibi metinde geçen “Aziz ve Ali m’’ sıfatı onların sözü değildi. Onlar kendilerini yaratanın Allah olduğunu biliyorlar fakat Islâmın getirdiği İlâhî sıfatları tanımıyorlardı. Halbuki bu sübûtî sıfatlardan Cenabı Allah’ın zatı için hem kendilerinin hayatında, hem de kâinatın varlığında geçerli neticeler çıkıyordu. Onlar Allah’ın bu kâinatı ve kendilerini yarattığını kabul e-diyorlar fakat ondan başkalarını O’na ortak koşuyorlardı. Çünkü şirk düşüncesini reddeden, onu gülünç ve düşük şekilde ortaya çıkaran İlâhî sıfatları bilmiyorlardı. Burada Kur’anı kerîm onlara kabullendikleri yaratıcının gökleri ve yeri yaratan A z î z ve Alim zat olduğunu anlatıyor. O’nun gücünün her şeye yeteceğini ve her şeyi bileceğini belirtiyor, önce onları itiraf ettikleri noktadan alarak adım adım ilerletiyor. Ve bu itiraflarını müteakiben gelecek tali hususları zikrediyor.
Bunun ardı sıra bir adım daha ilerleyerek yüce Allah’ı sıfatlariyle öğretiyor ve yaratıp yoktan yar etmenin ötesinde onlara ne büyük lütuflarda bulunduğunu açıklıyor.
“Size yeri O, beşik kılmış, doğru gidesiniz diye yollar varetmiştir”.
Yeryüzünün insanoğluna beşik kılınmış olması gerçeğini her nesil ve her akıl aynı şekillerde idrâk eder. Bu Kur’an’la ilk muhatab olan nesiller, bu âyeti kerimeyi belki de yeryüzünün ayaklarının altına serilmiş olması, tarım ve ticaret için önlerine kurulmuş olması şeklinde umumî mânasıyle hayat ve gelişme için hazırlanmış olarak anlamışlardır. Biz ise bu ifadeyi bugün için çok daha geniş ve çok daha derin şekillerde telâkki ediyoruz. İlmimizin yeryüzünün fizik yapısı ve uzak - yakın tarihi muvacehesinde varabildiği noktaları kavrayabiliyoruz. O da görüş açımız ve değerlendirme tarzımız doğru ise şayet. Bizden sonra gelecek nesiller ise bu gerçekleri bizim anladığımızdan çok daha farklı olarak anlayacaklardır. Ve bu âyetin mânası her giden gün biraz daha genişleyecek, biraz daha derinleşecektir. İlim ve bilgi kapıları aralandıkça, insanoğlunun gözüne meçhuller açılarak malum oldukça daha geniş ufuklar ve daha geniş buutlara ulaşan anlamlar çıkaracaklardır.
Kız Çocuğu Cennetin Yoludur
YanıtlaSilhttps://www.youtube.com/watch?v=-nX-EKvL-jc
https://www.youtube.com/watch?v=BGxaq2TNXi0