14 Ekim 2014 Salı

İSLAM NİZAMI VE FAİZ NİZAMI

275 — «Faiz yiyen kimseler; şeytan çarpan kimseler nasıl kalkarlarsa öyle kalkarlar. Bu, onların; “zaten alış-veriş faiz demektir” demelerinden dolayıdır. Halbuki Allah, alış verişi helâl,
faizi haram kılmıştır. Kime Rabbinden bir öğüt gelir de faizcilikten vaz geçerse geçmiş olanlar kendisine ve hakındaki hüküm Allah’a aittir. Kim de tekrar dönerse, onlar cehennem yârınıdırlar. Ve orada ebediyyen kalacaktırlar.

276 — Allah, faizi eksiltir ve sadakaları artırır. Ve Allah küfran-ı nimette bulunan günahkâr herkesi sevmez.

277 — iman edip, salih amel işleyenlerin, namaz kılıp, zekât verenlerin Rabları katında mükâfatları vardır. Onlar için korku yoktur. Ve üzülecek de değillerdir.

278 — Ey iman edenler; Allah’tan korkun. Eğer mü’minlerden iseniz, faizden kalanı bırakın.

279 Böyle yapmazsanız; bunun Allah’a ve peygambere karşı bir harb olduğunu bilin. Şayet tevbe ederseniz, sermayeniz sîzindir. Hem haksızlık yapmış, hem de haksızlığa uğratılmış olmazsınız.

280 — Borçlu darda ise kolaylığa kadar beklemelidir. Bununla beraber eğer bilirseniz, sadaka olarak bağışlamanız sizin için daha hayırlıdır..

281 — Hem öyle bir günden sakının ki, o gün Allah’a döndürüleceksiniz. Sonra herkese kazandığı tamamiyle ödenecek ve onlara haksızlık edilmeyecektir.

İSLÂM VE FAİZ NİZAMI

Bir önceki mevzuda bahsi geçen sadaka ve infak düsturunun karşısında yeralan bir başka nizam... Sert ve katı bir nizam; faiz
nizamı...

Sadaka; atifet, ihsan, müsamaha, temizlik, yardımlaşma ve dayanışmadan ibarettir. Faiz; cimrilik, hodgâmlık, bencillik ve pislikten ibarettir...


Sadaka; hiç karşılık beklemeden yapılan mali yardımdır. Faiz ise borçlanan kişinin alın terinden veya etinden koparılan haram maldan ibarettir. Faiz ile para alan kişi bu parayı çalıştırıp kazandıysa alınan faiz döktüğü alınterinin karşılığıdır. Şayet kazanamayıp, zarar ettiyse yahut da kendi ailesinin, çoluk çocuğunun geçimini temin etmek için borç ettiyse bu takdirde alınan faiz; o zavallının etinden koparılan bir parçadır...

Bu sebeplerden dolayı faiz; sadaka ve infak prensibinin karşısında yer alan haram, katı ve zalim bir nizamdır.

Âyeti kerîme o sebeplerden ötürü önce güzel, tatlı ve sevimli  olan sadaka prensibini beyan ediyor, sonra da hemen faiz nizamına geçiyor. Ama sunuş şeklinde bir nefret tarzı var. Kullanılan ifade faiz ameliyesindeki kötülüğü ve çirkinliği, cemiyetteki fena  tesirlerinin, insan kalbini burkup, yeryüzünde fesad, kullar arasında helâk tohumlarını yayan durumunu açıklayıcı mahiyette.

Cahiliyet adetleri arasında İslâmın ibtal etmek istediği şeylerden biri de, üzerinde en çok durulan faizdir. En çok faize dikkat i sarfedilmiştir. Burada ve diğer âyet-i kerîmelerde varid olduğu gibi faiz hususunda yer alan lâfzî, hem de manevî tehditler hiç bir mevzuda yer almamıştır. Şüphesiz ki bu hususda en son hikmet Allah'ın hikmetidir. Cahiliyyet devrinde faizin pek çok fenalığı ve şerri görülmüştü. Ancak faiz nizamının getirdiği zulüm ve çirkin olduğu kadar da korkunç haller, cahiliyyet devrinde günümüzde olduğu kadar feci ve müthiş şekliyle tebarüz etmiş değildi. Bugünün modern cemiyetinde olduğu kadar ogün faiz denilen bu kanlı çehrede çıban ve siviller tebarüz etmemişti. Şu âyet-i kerîmede bu zalim nizama karşı girişilen hamlelerin hikmeti; bugün beşeriyye-tin hayatındaki feci neticeleri tamamen açığa çıktıktan ve aydınlığa kavuştuktan sonra daha iyi anlaşılıyor. İlk cahiliyyet devrinde bu kadar anlaşılmış değildi. Allahü Taâlâ’mn hikmeti İlâhîsini, bu dinin azametini, bu nizamın kemâlini, bu yolun inceliğini görmek isteyen herkes bu âyet-i kerîmeler ile ilk olarak yüzyüze gelen kimselerin idrak etmemiş olduğu şeyleri bugün daha iyi idrak ederler. Bugün bizim karşımızda âyet-i kerîmede varid olan her kelimeyi doğrudan doğruya tasdik eden canlı ve pratik mümineler açıkça sırıtmaktadır. Faizin yaygınlaştığı, yolunu şaşırmış zavallı beşeriyyetin bu faiz nizamının getirdiği yıkıcı ve öldürücü belâlar ile düştüğü feci akibet ortadadır. İnsanlığın ahlâkı, dini, sağlığı ve İktisadî korkunç manzarasıyla gözler önündedir. Gerçekten de Allahü Taâlâ’nin ilân ettiği harbin neticesi bir yığın belâ ve azabın ıztirabını çekmektedir insan. Ferd ferd, cemaatlar halinde, milletler ve topluluklar halinde bütün bu azabların mübtelâsıdırlar. Ne yazık ki insan oğlu hâlâ aklını başına alıp ibret almamaktadır.

Geçen bahiste anlatılan sadaka mevzuu aynı zamanda İslâmın iktisadi nizamının bir kısmını da ihtiva etmekteydi. Bu içtimai ve iktisadi nizamı Hak Taâlâ beşeriyyete bir rahmet olarak göndermişti. İslâm cemiyetinin hayat nizamı bu kaideler üzerine oturmaktadır. Bu nizamın karşısında ise, ona tamamen zıt, çirkin, kötü va gayet zararlı bir şey olan faiz üzerine kaim nizam yer almaktadır.

Hadd-i zatında yeryüzünde iki nizam vardır:

I — İslâm nizamı,

II — Faiz nizamı.

Bu iki nizam gerek doğurdukları neticeler bakımından olsun, gerek kaim oldukları esaslar balonundan olsun ve gerekse mefkûreleri yönünden olsun birbirleriyle asla birleşemezler... İslâmın ve faiz esası üzerine kaim nizamların hedef ve gayeleri, hayat görüşü tamamen birbirine zıttır. Biri diğerini büsbütün reddeder. Her iki nizamın ortaya çıkaracağı cemiyetler birbirinden son derece ayrıdır... Onun için Allahü Taâlâ burada faiz nizamına Karşı korkunç hamleler ve dehşetli tehditler ihtiva eden bu ifadeleri kullanıyor.

İslâm; İktisadî nizamını —ve bütün hayat nizamını— muayyen bir mefkûreye göre inşa eder. Ve bu mefkure kâinatta mevcut olan hakkın ta kendisini temsil etmektedir. Bu esasları şu şekilde özetleyebiliriz:

Bir kerre İslâm nizamı bu kâinatı bizzat Allahü Taâlâ’nın yarattığı esası üzerine kaim olur. Yeryüzünü de, insanoğlunu da yaratan Allah’tır... Bütün mevcudata varlık ihsan eden de O’dur.

Allahü Taâlâ —ki O, mucidi olmasından dolayı kâinatın sahibidir— insanoğlunu yeryüzüne halife yapmıştır. İhsan ettiği rızıklar ve nimetler ile onu dünyaya yerleştirmiştir. Ancak bütün bunları ondan almış olduğu bir ahde ve şarta bağlı olarak yapmaktadır. Yoksa şu koca dünyayı insanoğluna boşboşa vermiş ve onu başıboş terk etmiş değildir. İnsanların hilâfeti bir takım şartlara ve hudutlara bağlıdır. İnsan dünyada istediği gibi yaşayıp, dilediği gibi hareket edemez, insana hilâfet vazifesi; Allahü Taâlâ’-nın vazetmiş olduğu nizama ve şeriata uygun olması şartıyla verilmiştir. Allahü Taâlâ’ya verilen ahde uygun şekilde cereyan eden işler, akitler, muamele ve ibadetler doğru ve kabili tatbiktir. Allah’ın ahdine uymayan hareketler ise batıldır ve geçersizdir. İnsanoğlu bu şartlara uymayan şeyleri zorla ve kuvvet kullanarak tatbik etmeye çalışırsa, Allah'ın ve Allah’a inanan mü’minlerin asla .kabul etmiyeceği zulme irtikab etmiş olur. Yeryüzünde hakimiyyet —bütün kâinatta olduğu gibi— sadece Allahü Taâlâ’ya mahsustur. Bütün insanlar — hâkim olanı da mahkûm olanı da — kuvvet ve yetkilerini O’nun vazettiği şeriatı ve nizamı tatbik etme yetkisinden alırlar. Hiçbir kimsenin bu nizam ve şeriatın haricine çıkabilme yetkisi yoktur. Çünkü dünyada insanoğlu, Allah’a verilen ahde ve şarta uygun olarak hilâfet vazifesini deruhde etmektedir. Ve bir vekilden başka bir şey değildir, insan, mülkiyyetinde bulunan şeylerin ve nimetlerin sahibi aslisi ve hâlikî hakikisi değildir.

Bu ahitte yer alan şartlardan birisi de Allah’a inanmış olanlar arasında bir yardımlaşmanın lüzumudur. Mü’minlerden bir kısmı diğerinin yardımcısıdır. Marksist lerin dediği gibi orta malı şeklinde değil de ferdî mülkiyyet esasları dahilinde Allahü Taâlâ’nın mü’minlere bahşettiği nimetlerden kendi aralarında istifade etmeleri icap eder. Hangi mü’mine Allahü Taâlâ kendi fazlu kereminden ihsan etmiş ise, onun da kendi din kardeşlerine gücü yettiği kadar yardım etmesi bu İlâhî muahedenin şartları meyanındadır. Bununla birlikte bütün müslümanlar çalışma Ve kazanma ile mükelleftirler. Herkes kendi takati ve kabiliyyeti nisbe-tinde çalışacaktır. Gücü yettiği müddetçe hiç bir mü’min diğer mü’min kardeşine veya cemaatına yük olmamalıdır. Bu hususu daha önce de beyan etmiştik. Bundan sonra zekât mahdut bir şekilde mü’minlerin üzerine farz kılmıyor. Sadaka ise hiç bir hududa bağlı olmadan herkesin kendi gönlüne terk ediliyor.

Ayni zamanda İslâm; Allah'ın verdiği rizık ve nimetlerden infak ederken, israfa ve lükse kaçmamayı, her'zaman itidalli davranıp, normal hareket etmeyi de şart koşar. Bu şart Allahü Taâlâ’-nın mü’minlere halâl kıldığı güzel nimetlerden istifade etme hususunda da vardır. Ancak bu takdirde müslümanların mal ve mahal hususundaki tüketim ihtiyaçları itidal hududu içerisinde bulunabilir. Temin edilen rızkın artanı zekât farizası ve sadakaya kalır. 


Bilhassa mü’min kişi malını artırmak, geliştirmek ve çoğaltmak ile mükelleftir.
Mü’min ferd malını artırırken başkalarına eziyet vermemelidir. Kazanacağım, derken, kullar arasında malların tedavülünü engelleyici veya bütün malların tek elde toplanmasına vesile olan hareketlerden de kaçınmalıdır.
•Ta ki sizden zenginler arasında mal bir devlet olmasın.»
(Haşr: 7)
İslâm; diğer taraftan kazanç temin ederken başvurulan vasıta ve hedefin temiz olmasını, beslenen niyyetin ve çalışma tarzının doğru olmasını emreder. Ve müslümanın üzerine vazettiği kayıtlar ile para kazanmak için fertlerin vicdanını ve ahlâkını rencide edici ve cemiyet hayatını ve varlığını zedeleyici yollara baş vurmaktan kat’iyetle nehyeder
.

Ve İslâm bütün bunları kâinatta mevcut vakıalar halinde temessül eden bir mefkûre esası üzerine ikame eder. Bu mefkûre; yeryüzünün halifesi olan insanoğlunun hareketlerine tesir eden, hâkim olan ahdin üzerine kaimdir.

Bunun içindir ki, faiz nizamı başlangıçta mutlak iman esası ile çarpışır durumdadır. îmanı esaslar üzerine kaim olmayan bir nizamdır. O nizamda Allah’a yer yoktur. Allahu Taâlâ’nın yeryüzünde ikâme ettiği ahlâkî hedef ve gayelere yer yoktur o nizamda.

Evvelâ faiz nizamı, «Allah'ın iradesi ile beşerin hayatı arasında hiçbir alâka yoktur» esası üzerine kaimdir. O nizamda insan herşeyden önce yeryüzünün efendisidir. Allah tarafından gelen hiçbir ahit ile mukayyed kılınamaz. Hiç bir zaman Allah'ın emirlerine uymak mecburiyetinde değildir. Ve bu hususta zorlanamaz.



















Hiç yorum yok:

Yorum Gönder