8 Ocak 2015 Perşembe

KUR’AN BİR ÖĞÜTTÜR.

“Aslandan ürkerek kaçan yabani merkeplere” benzetilmeleri onların zahirdeki halleridir. Âyet bunların iç yüzlerini açıklamakta, içlerinden geçirdiklerini de beyan buyurmaktadır:

52 — Hayır, herbiri kendisine ayrı sahifeler verilmesini ister.

Bu hal bir haset neticesi idi. Allahuteâlânın Hz. Muhammed (S.A.) i peygamber olarak seçmesini ve vahye mazhar kılmasını bir türlü hazmedemiyorlardı. Her biri bu yüksek mertebeye ulaşmayı şiddetle arzu ediyorlar, insanlara ilân edip gösterecekleri ayrı sahifeler verilmesini istiyorlardı. Hiç şüphesiz burada, Vahyin Hz. Muhammed (S.A.) e gelmesi üzerine, kendilerine çok ağır gelen kavminin ileri gelenlerine de işaret vardır. Zira onlar şöyle diyorlardı-“Keşke bu Kur’an iki şehir halkından büyük bir adama indirilseydi.”

Şüphe yok ki Allah risaletini nerde indireceğini, bunun için kimi seçeceğini çok iyi bilmektedir. Kur’an’ın açığa vurduğu içlerinde kaynayan bu kıskançlık, gösterdikleri bu nefretin ve firarın asıl sebebidir.

İç yüzlerini açığa vurmağa devam ederek bu arzu ve kıskançlığın, inkâr ve yüz çevirmenin diğer sebeplerini de zikretmektedir. Hiçbir meşru sebebe ve Allah’ın vahyine, lütfuna mazhar olacak hiçbir kabiliyete sahip olmaksızın içlerinde bu arzuyu taşımaları böyle bir tepkiyi doğurmaktadır:

53 — Hayır, daha doğrusu âhiretten korkmazlar.

Âhiretten korkmamaları, onları öğüt almaktan ve bu davetten
bu şekilde kaçmalarına sebep olmaktadır. Kalbleri âhiret hakikatini duymuş olsaydı böyle bir şüphe içine düşmemiş olurlardı.

Onlara verilen son öğüdü de bir defa daha reddetmekte, kendileri için seçtikleri yol ve varacakları ahiretle başbaşa bırakılmaktadırlar :

54 — Hayır, şüphesiz bu Kur’an bir öğüttür, dileyen kimse öğüt alır.

İşitmek istemedikleri ve vahşî merkepler gibi kaçıştıkları hakikat Kur’an’dı. Hz. Muhammed (S-A.) e de kalblerinde haset beslemekte, âhiret hayatını inkar etmekteydiler. Bu Kur’an bir uyaran ve hatırlatan bir öğütten ibarettir. Dileyen öğüt alır, dilemeyen de kendi hali ve gideceği yer ile başbaşa bırakılır, öğüt alan cenneti ve nimetlerini, münkir de cehennemi ve azabını seçmiş olur.
Allah’ın dilemesi, onlan seçecekleri yol ile başbaşa bıraktıktan sonca şimdi de İlâhî meşiyetin mutlak oluşu ve bütün işlerin sonunda O’na varacağı beyan buyurulmaktadır. Bütün hadiselerin ötesinde İlâhî meşiyetin mutlak oluşu ve onun namütenahi ve mükemmel şümulü karşısında imanların kuvvetlendirmek maksadıy-le Kur’an, bu hakikati her vesile ile yerleştirmeye büyük önem verir.

56 — Allah dilemeyince öğüt alamazlar. Koruyacakta O’dur, bağışlayacakta O.

Bu kâinatta olan biten her şeyi hiç şüphesiz büyük İlâhî meşi-yete bağlanmıştır. O hedefe doğru yol alır ve o çerçeve içinde seyreder. Onun mahlukatından hiçbirinin o meşiyete karşı gelmesi düşünülemez. Ve bu meşiyet bütün varlığın kaderine hükmetmektedir. Varlığın kanunlarını da değişmez kaidelerini de koyan bu meşiyettir. Bütün kâinat ve içinde bulunan heışey bu mutlak bu her kayıttan, her sınırdan ve hükümden uzak meşiyetin hâkimiyeti altındadır.

Allah’ın bahşettiği bu öğüt, Allah’ın bir yardımında kendinin bu yardıma müstehak olduğunu bilen herkese de bunu kolaylaştırır. Kalbler O’nun Rahman parmaklan arasındadır. Dilediği gibi onları evirip çevirir. Kulundan bir halis niyet bulunca onu kendi taatlarına yöneltir. Kul Allah’ın kendisi hakkında ne dilediğini bilemez. Bu üstü örtülü bir gaybtır. Fakat Allah’ın kendisinden neyi istediğini bilir. Zira bunu ona açıklamış bulunuyor. Kulunu mükellef kıldığı şeyleri yerine getirme azminde samimî bulunca Allah ona yardımcı olur ve onu mutlak meşiyetine doğru yöneltir.

Kur’an’m müslümanlann gönlüne yerleşmesini istediği husus, bu meşiyetin mutlak oluşu ve her şeyi ihata edişidir. Ta ki ona halis bir teveccühle '»elsin ve ona tam mânası ile teslim olsun. İşte bir müslümanm kt .i hakikati budur. Bu olmadıkça da bir kalbte sükûn ve istikrar olmaz. Meşiyet kalble istikrar bulunca da onda



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder