22 Mart 2015 Pazar

NEFİSLERİNE ZULMEDENLER

O günahkâr hainlere ve onları müdafaa edip mücadeleye girişenler gazabı İlâhinin ciddiyeti ve kıyametin dehşeti hatırlatıldıktan sonra, insanoğlunun yapageldiği amellere dair umumi bir kaide serdediliyor. Hesap ve onun tabiî neticesi olan mükâfat veya cezadan bahsedilirken, Allah'ın insanlara adaletle muamele edeceği keyfiyeti de ihmal edilmiyor. Müslümanların kendi aralarındaki münasebetleri de İlâhî ahkâmın çerçevesi dahilinde ayarlamaları ve İlâhî ahlâk ile ahlâklanmaları taleb ediliyor:

Kim bir fenalık yapar veya kendine zulmeder de sonra Allah’tan mağfiret dilerse, Allah'ın Gaf âr ve Rahim olduğunu görür.

Kim bir günah işlerse bunu ancak kendi aleyhine yapmış olur. Ve Allah Hakim olan, Alim olandır.

Kim bir hata veya bir günah işler de sonra onu bir suçsuzun üstüne atarsa şüphesiz iftira etmiş ve apaçık bir günah yüklenmiş olur...

Üç tane kısacık âyet. Ama Allah'ın, kullarına nasıl muamele edeceğine dair küllî prensipleri ve insanların, birbirleriyle olan münasebetlerinde takip edecekleri esasları ihtiva ediyor. Sonra da, şayet insanlar Allah ile olan alâkalarını bu esaslar dahilinde devam ettirirlerse, kendilerine hiç bir kötülüğün, hiçbir musibetin zarar veremiyeceğini katiyetle takrir ediyor.

İlk âyet, her iki cephesiyle tevbe kapısını açıyor, sonra da bütün genişliğiyle rahmeti ilâhiyenin kanatlarını aralıyor; her tevbe eden günahkâra İlâhî affın hudutsuzluğunu belirterek tevbeye karşı beşerî iştihayı kabartıyor:

«Kim bir fenalık yapar veya kendine zulmeder de sonra Allah’dan mağfiret dilerse, Allah'ın Gafûr ve Rahim olduğunu görür.»

Bu âyet, tevbe ve istiğfara her zuhur edişinde İlâhî rahmet ve mağfiretin de tecellî edeceğine kati bir delildir. İnsan her zaman günah işlemeye, kötülük yapmaya meyyaldir. Bu kötülük bazen sadece kendi şahsına karşı olabilir; bazan da başkalarını hedef alabilir; bazan da hem kendine, hem de başkalarına karşı işlenmiş olabilir. Her ne ise...Gafûr ve Rahim olan Allah,
her üç halde de, tevbe edenlerin tevbelerini kabul buyurur. Allah'ın huzûruna tevbe ve istiğfarla gittikleri takdirde, Allah da onlara merhametle muamele edecektir. Kayıtsız şartsız, şeksiz şüphesiz değişmeyen bir kaide bu!... Onlar, Allah'ın huzûruna tevbe ve istiğfarla vardıkları takdirde, Allah’ı affedici ve merhamet edici olarak bulacaklarına şüphe yoktur...

İkinci âyet ise ferdî bir neticeye ulaşıyor; İslâmî tasavvurun, ceza hususunda koymuş olduğu kaideyi arzediyor. Kalplerde kaynaşan korku ve itminan duygularına dokunuyor. Yaptıklarına karşı korku içinde kıvranma şuurunu verirken, hiç olmazsa başkalarının mesuliyetini taşımanın rahatlığını hissettiriyor:

■Kim bir günah işlerse, bunu ancak kendi aleyhine yapmış olur. Ve Allah Alîm olan, Hakim olandır.»

Evet, herkes kendi yaptığından mesul olacaktır. Hiristiyan tasavvurunda olduğu gibi, günahları başkalarına yüklemek, icabında Allah adına o günahları silmek selâhiyeti hiç bir beşere verilmemiştir. Yüce İslâm dininde böyle sakat bir anlayışa katiyen yer yoktur. İnsanın, bizzat kendisinin tediye ettiği kefaretten başka hiçbir kefaret, kurtuluş vesilesi olamaz... Bir gün gelir ki insan, elinin emeğiyle başbaşa bırakılır... Ve yaptıklarına karşı korku ve nedametle kıvranır? Ama hiç olmazsa başkalarının yaptıklarından mesul olmadığı için biraz olsun rahatlar, huzûr ve sükûna erer... Acaip ve hayretâmiz bir muvazene bu!... Bu muvazene sadece Yüce İslâm dininin İlâhî prensiplerinde tecellî etme imkânını bulabilmiştir. Ve bu keyfiyet, İslâmî tasavvurun binlerce özelliğinden sadece bir tanesidir1*. Bir özellik ki; fıtrat mutmain oluyor, huzûr ve istikrara eriyor; İlâhî adalet tahakkuk ediyor ve insanoğlunun arzu ettiği normal ölçüler ortaya konuyor.

Üçüncü âyet ise; bir kötülüğü işleyip de, sonra onu suçsuz birine izafe edenlerin âkıbetini resmediyor. Bu hususun, dersimizin üzerinde durduğu asıl mevzu ile sıkı bir irtibatı vardır.

«Kim bir hata veya bir günah işler de, sonra bir suçsuzun üstüne atarsa, şüphesiz iftira etmiş ve apaçık bir günah yüklenmiş olur.»

Suçsuz bir insana atılan iftira... Ve bu sebeple irtikâb edilen

148 İslim düşüncesinin asrilikleri.

günah. Sanki omuzları çökerten ağır bir yüktür o. Kur’anın hareketli ve musavver ifadesi, adeta bu tabloyu canlandırıyor; sırtındaki ağır yükten yerlere kapanan zavallıyı açık ve canlı bir şekilde gözlerimizin önüne getiriyor*"-

İşte bu üç kâide ile kelâmı İlâhi; her ferdin, yaptıkları ile muhasebe edileceği keyfiyetini ve ilahî adaletin ölçü ve terazisini bize tanıtmış oluyor. Bu; hiç bir mücrimi bırakmayan, başkasına yapılan hiç bir cürmü unutmayan bir terazidir. Ama yine de, devamlı açık duran tevbe ve mağfiret kapıları var. Tevbe ve istiğfardan sarfı nazar etmeyenlerin Allah ile akdettikleri bir mülakat anları var. Geliyorlar tevbe kapışma; vuruyorlar kapıyı. Fakat o da ne!. İzin verilemeden doluyorlar içeriye... Reddedileceklerini, kovulacaklarını mı zannettiniz? Yanıldınız işte!... Rahmet ve mağfiretin engin ummanı ile kucaklaşıyorlar. Yıkanıyorlar... Tertemiz oluyorlar...

ALLAH’IN LÜTFÜ

Nihayet son olarak Allahü Zülcelâl, Resûlünü koruyacağını, geceleyin tuzaklar hazırlayan hiyanet şebekesinin arkasında yürümekten muhafaza edeceğini, onların insanlardan gizleyip de Allah’dan gizlemeye kâdir olamadıkları hilelerine muttali kılacağını haber veriyor. Sonra O’na daha büyük bir iyilik ve in’amda bulunuyor; Kitabı ve hikmeti inzâl ediyor ve bilmediği şeyleri öğretiyor. Bu; beşeriyetin en mükerrem örneği ve Allah’a en yakın olan Ulu varlığın şahsında bütün insanlık âlemine yapılan bir iyilik ve nimeti İlâhînin ifadesidir.

■Eğer Allah’ın lutfu ve rahmeti üzerinde olmasaydı onlardan bir takımı seni sapıtmağa çalışırdı. Halbuki onlar kendilerinden başkasını saptıramazlar. Sana da bir zarar veremezler. Nasıl zarar verebilirler ki, Allah sana kitabı ve hikmeti indirmiş, sana bilmediğini öğretmiştir. Allah'ın senin üzerindeki lutfu ihsanı çok büyüktür.»

Allah Resûlünün düşmanları tarafından, O’nu haktan, adaletten
doğruluktan saptırmak için duyulan bu arzu, çeşitli defalar ve çeşitli şekillerde zuhur eden örneklerden sadece bir tanesidir.

Evet onlar Resûlullahı hak yoldan saptırmak istiyorlardı. Ama Allah, rahmet ve faziletiyle her defasında Resûlüne velayet etmiş,
O’nu korumuştur; Peygamberi saptırmak isteyen hilekârların bizzat kendileri sapıtmış ve dalâlete sürüklenmişlerdi. Resûlü Ekremin hayatı incelenecek olursa, bu hususları bütün tafsîlatıyle bulmak mümkündür. O’nun hidâyet ve muvaffakiyetini, hilekârlarrn da hüsran ve dalâletini görmek, gayet kolaydır.

İşte Allah, rahmet ve faziletiyle Resûlüne böyle yardımlarda bulunuyor; O’nu koruyor, inam ve ihsanlarda bulunuyor. Düşmanların, kendisine asla zarar veremeyeceği garantisini vererek O’nu itminana kavuşturuyor, huzûr ve istikrara erdiriyor.

Yüce Allah Resûlüne, o gizli istişarelerin neticesinden muhafaza buyuracağını bildirdikten sonra, meselenin diğer bir yönüne geçiyor. Bir suçsuzu mahkûm edip asıl suçluyu beraet ettirerek zulme alet olmak illetinden kanunu İlâhî sıyanet edeceğini, hakikati kendisine göstereceğini, gerçek suçluları tanıtacağını ifade buyuruyor. Böylece nimetlerin en büyüğünü, Risâlet nimetinin en büyük ihsanını lütfediyor:

«Allah sana kitabı ve hikmeti indirmiş ve sana bilmediğini öğretmiştir. Allah'ın senin üzerindeki lutfu ihsanı çok büyüktür.»

Bu; Allah'ın insanoğluna olan bir lütfudur. İnsanı adeta yeniden dünyaya getiren, bir nefhai Rabbani ile yeni bir hayat bahşeden, yeni bir insan unsuru meydana getiren bir değerler külliyatıdır. İlâhi Kanunun, değişmez nizamın arza intikalidir...

Bu; cahiliyyet bataklığında yüzen insanlara semâdan indirilen ve hazır olarak kendilerine takdim edilen rabbânî bir sofradır. Nizamı İlâhîdir. Bu alçak hayatın öldürücü kıskaçlarından, o ulvî mekânın hayat bahşeden ufuklarına yükselebilmek için takip edecekleri bir sıratı müstakimdir; güzergâhı İlâhîdir.

Bu; Allah’ın beşeriyete olan bir hediyesidir. Hem cahiliyyet  hayatını, hem İslâmî hayatı müştereken tanımayıp, her ikisinin tadını tatmayanlar bu hediyenin kıymetini hakkıyle takdir edemezler.

İşte Allah, bu hediyeyi Resûlüne hatırlatıyor. Çünkü Resûlul'lah> her iki hayatıda tanıyan ve her ikisinin tadını bilen kişidir  Hem de onların en iyi bilenidir; en büyüğüdür

.Allah sana bilmediğini öğretmiştir. Allah'ın senin üzerindeki lutfu ihsanı çok büyüktür.»






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder