28 Nisan 2015 Salı

MÜSLÜMANIN DOSTLUĞU AKİDESİ İÇİNDİR

Bu bahisteki âyetler, Müslüman cemaati terbiye etmek, onları, Allah'ın kendileri için takdir ettiği fonksiyonlarına hazırlamak için Kur’an nizamının seçtiği yolu gösteriyor. Keza bu nizamın her devirde müslüman cemiyette ve müslümanın ruhunda hâkim olmasını istediği esas ve prensiplerini de dile getiriyor. Bu faktörler ve prensipler sabittir, sadece bir nesle mahsus değildir. O, her nesildeki müslüman cemiyet ve müslüman fert için her türlü doğuşun esasıdır.

Kur’an-ı Kerim, müslümanı, Allah’ının, Peygamberinin, akidesinin ve müslüman cemiyetinin dostluk ve samimiyeti esası üzere terbiye eder. Kendi safı ile; İlâhî sancağın dalgalandırılmadığı. Resûlullahın önderliğine uyulmadığı, Allah’ın hizbini temsil eden cemaate iştirak edilmediği diğer safların arasında tam bir ayrılığın zaruretini gösterir. Müslümana hissettirir ki; O, Allah’ın kudreti için bir örtü, beşer hayatında ve tarihî vakıalarda İlâhi kaderin tahakkuku için bir vasıta olsun diye Allah tarafından seçilmiştir. Bütün mükellefiyetlerine rağmen bu tercih, Allah'ın dilediği insana nasip ettiği bir lütufdur. Müslüman cemiyetlerin gayrısına dostluk göstermenin manası, Allah’ın dininden irtidad etmek, bu büyük seçimden dönmek ve o güzel lütuflardan uzaklaşmaktır.

Bu prensip, bu konunun birçok âyetlerinde görülür:

*Ey iman edenler, yahudi ve hıristiyanları dost olarak benimsemeyin. Onlar birbirinin dostudur. Sizden kim onlara dost olursa, o da onlardandır. Allah zulmeden kimseleri doğru yola eriştirmez.*

«Ey iman edenler, içinizden kim dininden dönerse, şunu bilsin ki; Allah müminlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı onurlu ve güçlü, kendisinin onları seveceği, onların da kendisini seveceği bir millet getirir. Ve onlar Allah yolunda savaşırlar. Hiçbir kınayanın kınamasından çekinmezler. Bu, Allah'ın dilediğine verdiği bol nimetidir. Allah Vâsi 'dir, Alim 'dir.»

«Sizin dostunuz ancak Allah, O'nun Peygamberleri ve namaz kılan, zekât veren ve rükû eden müminlerdir.»

«Kim Allah’ı, Peygamberini ve müminleri dost edinirse katiyetle bilsin ki, Allah'dan yana olanlar üstün gelirler.»

Sonra Kur’an, düşmanlarının ve harbin hakikatine karşı müslümanın anlayışını terbiye ediyor. Onlara, teşvik ettiği savaşın, hakikatini anlatıyor. Bu bir akide savaşıdır. Akide, müslüman ile din düşmanları arasına giren yegâne meseledir. Zaten düşmanlar her şeyden önce dininden ve akidesinden dolayı müslümana düşmanlık yaparlar. Onların düşmanlığı hiçbir zaman dinmez. Çünkü onlar fâsıktırlar, Allah’ın dininden uzaklaşmıştırlar. Bundan dolayı Allah'ın dîni üzere dosdoğru devam eden~herkesten nefret ederleri

«De ki: «Ey ehli kitab, sizin bizden hoşlanmayışınızın yegâne sebebi; bizim Allah'a, bize indirilene ve daha önce indirilenlere inanmış olmamız ve sizin çoğunuzun fâsık olmanızdan başka bir şey değildir.»

İşte bu yegâne düğüm noktası ve en esaslı faktör.

Bu nizamın ve bu esaslı prensiplerin değeri, gerçekten çok büyüktür. Allah'a, Peygamberine, dinine ve müslüman cemaate bu esaslar çerçevesi dahilinde gösterilen samimî dostluk, savaşın ve düşmanların tabiatını bilmek; imanın şartlarının tahakkukunda veya bir müslümanın şahsiyetinin terbiyesinde veya müslüman cemiyetin hareketini tanzimde son derece mühim iki meseledir... Bu akidenin sancağını taşıyanlar; kendileriyle aynı sancağı taşımayan diğer karargahlar arasında tam bir ayrılığı gerçekleştirmedikçe, dostluklarını sadece Allah'a Peygambcrlerine ve mümin~~önderlerine "tahsis etmedikçe, düşmanlarının- tabiat ve faktörlerini ve giriştikleri savaşın tabiatını bilmedîkçe, düşmanlârına toptan karşı olduklarını, onların müslümanlârla ve_Îslâm akidesi ile sâvaşmak hususunda Birbirlerine
dost olduklarına inanmadıkçâ. âsla bu  âkideye~inanmış olamazlar, kendîlerinde hiçbir kudret bulamazlar ve yeryüzünde _ hiçbir şeyi gerçekleştiremezler.


Akideler ancak, kesinlik ifade eden delilden alınır. Akidenin delilinin kesin olması lazımdır. Çünkü Allahu Teâla zannî olana itikat edenleri zemmederek şöyle buyurmuştur : "Onlar zandan başkasına tabi olmazlar. Halbuki, zan haktan bir şey ifade etmez." [5] Bu hitapla akide hakkında konuşurken zanna tabî olanları teşhir edip azarlamıştır.
Allahu Teâlâ zanna bir delalet (sapıklık) olarak itibar etmiştir. Nitekim Allahu Teâlâ; "Eğer sen yeryüzündekilerin çoğunluğu.........
na itaat edersen seni Allah'ın yolundan saptırırlar. Onlar zandan başkasına uymazlar." [6] buyurmuştur. Allah zanna hiç bir zaman ilim (kesin delil) olarak itibar etmemiştir. Nitekim Allahu Teâlâ şöyle buyurdu : "Onunla (inandıklarıyla) ilgili kendilerinde ilim (kesin delil) yoktur. Ancak, zanna uyarlar. Halbuki zan, haktan bir şeyi ifade etmez." [7]
[5] Necm : 28
[6] En'am : 116
[7] Nisa : 157
*****************

1 yorum:

  1. Kur’an-ı Kerim, müslümanı, Allah’ının, Peygamberinin, akidesinin ve müslüman cemiyetinin dostluk ve samimiyeti esası üzere terbiye eder. Kendi safı ile; İlâhî sancağın dalgalandırılmadığı. Resûlullahın önderliğine uyulmadığı, Allah’ın hizbini temsil eden cemaate iştirak edilmediği diğer safların arasında tam bir ayrılığın zaruretini gösterir. Müslümana hissettirir ki; O, Allah’ın kudreti için bir örtü, beşer hayatında ve tarihî vakıalarda İlâhi kaderin tahakkuku için bir vasıta olsun diye Allah tarafından seçilmiştir. Bütün mükellefiyetlerine rağmen bu tercih, Allah'ın dilediği insana nasip ettiği bir lütufdur. Müslüman cemiyetlerin gayrısına dostluk göstermenin manası, Allah’ın dininden irtidad etmek, bu büyük seçimden dönmek ve o güzel lütuflardan uzaklaşmaktır.

    YanıtlaSil